• Sonuç bulunamadı

Tek Parti Sonrası Dönemde Türkiye’de Muhafazakârlık

2.2. TÜRKİYE’DE MUHAFAZAKÂRLIĞIN TARİHÇESİ

2.2.3. Tek Parti Sonrası Dönemde Türkiye’de Muhafazakârlık

Türkiye, çok partili hayata geçişle beraber iktidarda bulunanların yanı sıra onlardan farklı düşüncelere sahip ve bunu dile getirmek isteyen bir kesimden bahsedilebilir. Cumhuriyet’in ilanıyla başlayıp 1945 yılına kadar tek parti yönetimi şeklinde geçen dönemde yukarıda da ifade edildiği gibi o dönemde yapılan

modernleşme ve değişim-dönüşüm politikalarına yönelik bir eleştiri ortamının bulunmasını olanaksız hale getirdiği söylenebilir.

Tek parti iktidarını oluşturan ve Kemalizm’in kökeninden varlık bulan, onun devamı niteliğinde sayılabilecek CHP, Cumhuriyet döneminde Batı yönelimli bir politika izlemesi, Batı ile bütünleşmek istemesi gibi girişimler Türkiye’nin bu yönde politikalar izlemesine neden olmuştur.

Bu istekler doğrultusunda Türkiye 1945 yılında Birleşmiş Milletler’e üye olmuştur. Birleşmiş Milletler’e girince demokrasi alanında önemli girişimlerde bulunması gereği ortaya çıkmıştır. Çünkü bu örgüt demokrasi temeli üzerine inşa edilmekteydi. Almanya ve yandaşlarına savaş açan Türkiye’de düşünce, vicdan, örgütlenme özgürlüklerinin kısıtlanması, tek partili düzenin devam etmesine kimse hoşgörüyle bakmayacaktı. İsmet İnönü’nün de 19 Mayıs 1945’teki söylevinde çok partili hayata geçileceği haberini vermişti. Basın organlarında ve Meclis’te muhalefet tarafları kendini daha açık bir şekilde ortaya çıkarmıştı. Dış etkenler tarafından kaçınılmaz hale gelen demokratikleşme, iç etkenler tarafından da öne çıkarılmaya başlanmıştır (Çavdar, 2004, s. 446).

Çok partili hayata geçildiği 1945 yılında Türkiye’de bu olgu demokrasi olarak algılanmaktaydı ve toplumun bütün tabakaları CHP’ye karşı aynı safta yer almışlardır. Fakat CHP kendisine karşı bir olan topluma karşı hala düşünce, vicdan, örgütlenme gibi temel özgürlüklerin hayata geçirilmesini istemeyen bir tavır sergilemekte ve sıkıyönetim uygulamalarına devam etmekteydi (Çavdar, 2004, s. 448). Toplumun CHP’ye karşı böyle bir tavır takınmasının arkasındaki nedenler, iktidarda iken yürüttüğü politikalar yüzünden olduğu söylenebilir. Saltanat ve Hilafet makamını esaretten kurtarma amacının yerine ikisinin kaldırılarak Cumhuriyet’e geçilmesi, laiklik ilkesinin uygulanma tarzı, bu tarzla bitişen otokratik merkeziyetçiliği, İkinci Dünya Savaşı yıllarında giderek artan iktisadi sıkıntıların toplumun değişik kısımlarında hissedilmesi, yaygın hissedilen hoşnutsuzluklar, Türkiye içindeki durumun uluslararası siyasi konjoktürle de birleşerek zorunlu kıldığı çok partili siyasi hayata geçiş sonrası Cumhuriyet’in kurucusu olarak sayılan CHP’nin katıldığı tüm seçimleri kaybetmesi gibi birçok gösterge (Köker, 2013, s. 287-288), toplumun CHP’ye karşı sergilediği tavrı ifade ettiği söylenebilir. Bu da bizi çok partili hayata geçişle beraber iktidara gelen

Demokrat Parti (DP), Anavatan Partisi (ANAP) dönemine ve son olarak Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) dönemlerini muhafazakârlık açısından ele almaya götürecektir. Burada sadece üç siyasi partiye yer verilmesinin nedeni, bu partilerin muhafazakârlığın algılanmasında değişikliği meydana getirmesinden kaynaklanmaktadır.

Tek Parti döneminden sonra gelen ve Kemalist radikalizmin törpülenmesi gayretleri içerisinde olan DP ve Özal dönemi ANAP’ının, demokrasiyi sağlayacak restorasyon dönemleri olarak adlandırabilmek güç olacaktır. Çünkü bir muhafazakâr için en hassas olan kurum ve değerlerin yok edilmesini öngören siyasi ve hukuki yapı ve işleyişte fark edilebilecek şekilde bir restorasyon gerçekleştirilebilmiş değildir. Örnek olarak klasik bir muhafazakârın bakış açısıyla bakıldığında temel bir kurum ve değer olarak dinin devlet eliyle yeniden biçimlendirilmesini öngören, siyasi pratikte ise Fransız Devrimi’nden sonra din adamlarının devlet memurları haline getirilmesine benzer bir şekilde Türkiye’de din alanının Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla devletleştirilmesine ilişkin hukuki yapı olsun ve toplumun yine devlet eliyle laikleştirilmesini öngören eğitim sistemi olsun bu sitemin temel esaslarının belirlendiği 1930’lu yıllarda mevcut olan ana çerçeve hala yürürlükte olması Tek Parti döneminden sonra gelen dönemlerdeki yapının devam ettiği görülmektedir. Bir başka örnek üzerinden gidecek olursak reel toplumsal yapı ile ilişkisine bakılmaksızın tercüme edilerek yürürlüğe konulan Medeni Kanun sayesinde devletin toplumsal alana daha fazla müdahale edebilecek şekilde düzenlenmesi ve yine bir muhafazakâr için bireyden daha gerçek bir ontolojik varlık olan aile kurumunun devlet müdahalesine açılmasına neden olan kanunun imam nikahını yasaklaması örneğinde olduğu gibi, çok sayıda bireyin hayatlarında en az bir kez olmak üzere sürekli bir kural ihlalinde bulunmaları anlamına gelecek şekilde düzenlenmesine ilişkin bir muhafazakârı tatmin edebilecek bir restorasyon görülmemektedir (Özipek, 2006, s. 81). Yukarıdaki durumun aksine, muhafazakârlık açısından bir hareketlenme sayılabilecek durumlardan bahsedilebilir.

DP dönemi, muhafazakârlaşma eğilimin çoğalmaya başladığı ve halk tarafından da bir karşılık bulduğu yıllara denk gelmektedir. Böyle bir eğilimin yaşanması DP’nin laiklik anlayışındaki yumuşamadan kaynaklanmaktadır. Tek Parti dönemi ile DP dönemi arasındaki en belirgin farklardan bir tanesi laiklik konusundaki bu yumuşama

olduğu söylenebilir (Akkır, 2015, s. 88). Buradaki farklılığın farkına varmak için DP programının laiklikle ilgili olan maddesine bakılabilir.

Demokrat Parti programının 14. maddesiyle ilgili olarak (Tunaya, 1995, s. 663- 664);

“Partimiz lâyikliği Devletin siyasette, dinde hiçbir ilgisi bulunmaması ve hiçbir din düşüncesinin kanunların tanzim ve tatbikinde müessir olmaması mânasında anlar ve lâyikliğin din aleyhtarlığı şeklindeki yanlış tefsirini reddeder; din hürriyetini diğer hürriyetler gibi insanlığın mukaddes haklarından tanır. Gerek dini tedrisat meselesi ve gerekse din adamlarını yetiştirecek müesseseler kurulması hususunda mütehassıslar tarafından esaslı bir program hazırlanması zaruridir. Üniversite içinde yer alacak ilâhiyat Fakültesi ve ilmî mahiyette mümasil müesseseler, Milli Eğitim Bakanlığının bu kabil müesseseleri gibi muhtar olmalıdır. Dinin siyaset âleti olarak kullanılmasına, yurttaşlar arasında sevgi ve tesanüdü bozacak şekilde propaganda vasıtası yapılmasına, serbest tefekküre karşı taassup duygularını harekete getirmesine müsamaha olunmamalıdır.”

DP’nin yukarıdaki ifadesiyle dini konular üzerindeki duyarlılığını parti programında açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Laiklik konusundaki algısı ise devletin siyasette dinle bir ilgisinin olmaması, hiçbir dini düşüncenin devlette belirleyici olmaması, devletin de din üzerinde bir tasarrufunun olmaması şeklinde olup, laikliği din düşmanlığı şeklinde de algılanmaması ve din hürriyetinin diğer hürriyetler gibi mukaddes olduğunu dile getirmektedir (Bingöl & Akgün, 2005, s. 4). DP’den sonra bir dönüm noktası sayılabilecek ANAP’a ve onun muhafazakâr düşünce yapısı incelenecektir.

AP, siyasal taban olarak DP ile benzer özelliklere sahiptir. Bu benzerliğin temelini merkez-çevre ayrımından yola çıkarak anlamak mümkün görünmektedir. Merkez-Çevre kavramı, yöneten kesim olarak merkezi ve merkezin etrafında olup, merkeze göre şekillenen kesimi ise çevre olarak ifade etmektedir. AP, bürokratik merkeze karşı ve darbe yönetimi sonrasında geniş halk kitlelerinin desteğini alarak seçimden başarılı bir şekilde çıkmayı başarmıştır. DP’de olduğu gibi ANAP’ta da çevreden gelen liderler tarafından kurulmuş olması ve çevre tarafından desteklenmesi, bu seçimi kazanmasındaki temel neden olarak görülmektedir. ANAP’ın 1983 yılında yüzde 45,1 oranında oy alması, darbecilere karşı bir tepkinin geniş halk kesimlerinde yankı bulması şeklinde okunabilir. Bu okumayı Mardin’in dediği merkez-çevre zıtlığına

dayandırılabilir. Sesini duyurabilmek, merkez güçlere karşı konumunu sağlama almak adına çevrede yer alan halk, bunları başarabilmek için ANAP’a oy vermiştir. Çevrede yer alan halkın siyasal tercihini bu yönde kullanmasında Özal’ın muhafazakâr değerlere yapmış olduğu vurgu önem arz etmektedir (Türköz, 2016, s. 8). ANAP programına ve partiye yönelik yapılan açıklamalara bakarak muhafazakâr düşüncesini anlamak daha kolay olacaktır.

“Milliyetçi, muhafazakâr, sosyal adaletçi ve rekabete dayalı serbest Pazar ekonomisini esas alan bir partiyiz… Burası bir hizmet kapısıdır. Milletimize en iyi şekilde hizmet edebileceğimize inanıyor ve yüce Allah’ın gayretlerimizde bize yardımcı olmasını diliyoruz.” (Anavatan Partisi Programı, 1983, s. 3)

Burada ANAP’ın ifadelerinde yeni sağa ve muhafazakâr düşünceye ait kavramların yer alması önemlidir. Muhafazakâr bir parti olduğunu söylemesi ve cümlenin sonunda dua niteliğinde dini bir kavram kullanması, partinin muhafazakâr ilkelere sahip olduğu görülmektedir (Türköz, 2016, s. 113). Burada kısa bir parantez açıp ANAP’ın yeni sağ ile ilişkisine değinmekte fayda olacaktır.

Dönem olarak 1980 sonrasında Amerika’da Regan, İngiltere’de ise Thatcher yönetimleriyle görülen Yeni Sağ politikalar, Türkiye’de ise ANAP’ın Özal’lı yıllarında kendine yer edinebilmiştir. Bu yer edinme Türkiye’nin siyasal hayatında daha önce görülmemiş olan liberal ekonomi politikalarının ve sosyal alanda muhafazakârlıkla birleşmesiyle, Türkiye’nin siyaseti açısından 1980 sonrası için bir dönüm noktası olma niteliği taşımaktadır (Türköz, 2016, s. 109). ANAP’ın ekonomik liberalizasyon, özelleştirme hazırlıkları ve uygulamaları ile liberal ve muhafazakâr unsurların eklemlenmesiyle Yeni-Sağ’ın anlayışını gerçekleştirmek adına değerlendirilmektedir (Aksoy, 1998, s. 13). Buna değindikten sonra parti programının muhafazakâr göstergelerine devam edebiliriz.

“Aile milletimizin temelidir. Toplum hayatının ahenkli ve sağlam bir şekilde devam ettirilmesinde, gençlerimizin yetiştirilmesinde, ahlakın, milli ve manevi değerlerin korunmasında; aile tabii sorumluluk hiyerarşisinin yeniden tarifi ve tespiti gerekmektedir.” (Anavatan Partisi Programı, 1983, s. 28).

“Eski yapı ve eserlerin korunmasını, yaşatılmasını kültürel mirasımıza saygının tabii bir ifadesi olarak görürüz.” (Anavatan Partisi Programı, 1983, s. 32).

Parti programının 22’nci maddesinde muhafazakârlar için de önem teşkil eden aile konusuna değinilmiştir. Aile konusunda muhafazakârlarla özdeş sayılabilecek şekilde ailenin hem milletin hem de toplumun temeli olduğunu vurgulamaktadır ve bunun sayesinde sağlıklı bir toplumun oluşmasında, ahlakın, milli ve manevi değerlerin korunması konusunda aile üzerindeki sorumluluğun önemine değinmektedir. 27’nci maddesinde ise kültürel mirasa saygının ifadesi olarak eski yapı ve eserlerin korunmasını ve yaşatılmasını istemesi muhafazakâr düşüncede olduğu gibi eski ile olan bağın süreklilik arz edecek şekilde korunmasında muhafazakârlığın ilkeleri diyebileceğimiz tarih ve geleneğe vurgu yaptığı söylenebilir. ANAP’ın bu yönlerine farklı yorumlamalar da bulunmaktadır.

ANAP’ın muhafazakâr düşüncesini Göle üç nokta üzerinde değerlendirmektedir. Bunlar (Göle, 2002, s. 45-46);

“Birincisi, sarkacın kavga değil uzlaşma üzerinde olmasına yumuşak üslubuyla öncülük etmiştir… İkinci olarak ANAP, retorikten ziyade icraatını (policy) kullanarak, ideolojik değerlerden çok pragmatik değerlerin savunuculuğunu ön planda tutmaktadır… Üçüncü olarak ANAP’ın piyasacı değerlerle İslamcı muhafazakâr değerler arasında oluşturmaya çalıştığı sentez, partinin kimliğini tanımlamaktadır. Kendilerini “modern muhafazakârlar” olarak gören ANAP’lıları, siyasal ideolojilerin ötesine giderek, sosyolojik bir analizle “İslamcı mühendisler” olarak tanımlayabiliriz. Kültürel düzeyde, özellikle birey-aile- toplum ilişkilerinde bir yandan İslam’dan kaynaklanan muhafazakâr değerleri, diğer yandan mühendislik formasyonuna uygun olarak akılcı-rasyonalist değerleri taşımaktadırlar. Böylelikle İslamcı mühendisler, muhafazakâr yerel kültürün değerleriyle, modern Batı kültürünün akılcılığını birleştirmeye talip olabiliyorlar.”

Göle tarafından ANAP için yapılan yorumlamada partinin yumuşak bir üsluba sahip olması onun muhafazakâr düşüncenin ılımlı bir ideoloji olması yönüyle benzerdir. Ayrıca ihtiyatlılık savunusunu da yapmakla muhafazakâr ideoloji katı ideolojilerden ayrılmıştır. Kendisi de bir ideoloji olup diğer ideolojilere karşı bir üslup benimseyen muhafazakârlık için pragmatik değerler her zaman ön planda tutulmuştur. Toplumun doğal işleyişi için bu pragmatik değerler gerekli görülmektedir. Aynı şekilde ANAP için yapılan pragmatik değerler vurgusuyla uyuşmaktadır. Kapitalist piyasa koşullarıyla zaman içerisinde daha da uyum sağlayan muhafazakârlık, özellikle yeni sağ politikaların yükselişe geçmesi ile bir kez daha ön plana çıkmaktadır (Türköz, 2016, s. 111). Bu anlamda ANAP’ın Yeni Sağ’ın Türkiye ayağını oluşturduğu söylenebilir.

Liberal ekonomi politikalarını ve muhafazakârlığın esaslarını benimseyen ANAP’tan sonra, kendisine bir kimlik arayışı içerisinde olan ve muhafazakâr düşünce açısından da önemli olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’ne değinilebilir.

Yeni kurulan bir parti olarak AK Parti, kendi kimliğini tanımlarken içinden geldiği ve kadrolarının önemli bir kısmını bünyesinde barındırdığı Milli Görüş partileriyle arasına bir mesafe koyma ihtiyacı hissetmektedir. Böyle bir mesafeyi koymayı hissetmesi Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Refah Partisi, Fazilet Partisi çizgisinden ayrılarak sistemle barışık bir konuma yerleşme yöneliminden gelmektedir. AK Parti, kuruluş bildirgesinde belirttiği gibi bir “kitle partisi” olma hedefi yönüyle İslamcı ve etnik kökene dayalı partilerden kendisini ayırmaktadır. Bu sayede, merkezde yoğunlaşan genel seçmen tercihlerine hitap ederek seçmen tabanını arttırmayı hedefi haline getirmektedir. Bu yüzden İslami yaşam tarzının gerekleri ile belirlenmesi talebi üzerine kurulu toplumun temel siyasal biçimini ve böyle bir siyaset anlayışını kabul etmemektedir (Doğanay, 2007, s. 68).

Kimliğin ön plana çıkması halinde partilerin ağırlık verdikleri kimlikler ve kültürel değerler arasında farklılıklar meydana gelecektir; ama daha da önemlisi bu kimliklerle bir parti ile diğer partiler arasında ayrışmanın temel noktası haline gelecektir. Diğer yandan, seçimden galip gelmek isteyen bir partinin kendi içerisinde ciddi çatışma barındırmaması şartıyla pek çok kimliğe ve kültürel değere hitap etmeye çalışması beklenir bir durum olacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin bulup sonrasında ise vazgeçtiği “Anadolu İslamı” politikası, Erdoğan tarafından AK Parti için dile getirilen “muhafazakâr demokrat” tanımlaması bu türden kimlik arayışlarının birer göstergesi olmaktadır (Güveloğlu, 2011, s. 31). “Muhafazakâr demokrat” kavramı Türk siyasal hayatına yeni bir kavram olarak girmektedir. Bu kavramdan ne anlaşılması gerektiğine, nasıl bir tutum sergilediğine bakabiliriz.

AK Parti’nin muhafazakâr demokrat siyasal kimliğin parametrelerini Yalçın Akdoğan tarafından açıklamaktadır. Bu parametreler (Akdoğan, 2004, s. 228-229);

“Muhafazakâr demokratlık, devrimci değişim anlayışına karşı doğal bir süreç şeklinde işleyen tedrici ve aşamalı bir değişim anlayışına dayanır… Muhafazakâr demokratlığa göre siyaset alanı uzlaşı kültürüne dayanır… Muhafazakâr demokratlık halk egemenliğine dayanan siyasal meşruiyet ile anayasallığa ve evrensel normlara dayalı hukuki meşruiyeti

önemser… Muhafazakâr demokratlık sınırlandırılmış ve tanımlanmış bir siyasal iktidardan yanadır.”

AK Parti’nin muhafazakâr demokrat/demokrasi kavramıyla gerçekleştirmek istediği şey demokrasiye yeni bir tanım ya da tür getirmek değil, bu bileşim altında kendisine yeni bir kulvar açmaktır. Böyle bir kavram üretmek birkaç yönden önem arz etmektedir. “Siyaseti gerçekçi bir zemine oturtmak” ile Türk siyasetinin seyrine bakıldığında uzun süre zarfında ne olduğu tam anlaşılamayan siyasal hareketlere ya da kısa zamanda içi boşalan siyasal söylemlere sahne olmuştur. Bu yüzden siyasetin gerçekçi bir zeminde olması için söylemimizin, eylemlerimizin, üslubumuzun siyasal kimliğimizin bir sonucu olmalıdır. “Siyaseti normalleştirmek”le din-siyaset, gelenek- modernlik, din-devlet, devlet-toplum-birey gibi kavramların Türk siyasal hayatında doğurduğu gerilim siyasal alanı daralttığı gibi beraberinde birçok sorunu da meydana getirmektedir. “Müstakil bir muhafazakâr parti meydana getirmek” demek, partideki muhafazakârlık düşüncesini siyasetin temelini ve lokomotifi haline getirmektir. “Kuşatıcı bir siyaset tarzı üretmek” le ise farklı siyasal çizgilere sahip kişilerin belli değerler ve belli bir siyaset şekli üzerinde bir buluşma noktası olarak açıklanmaktadır. (Akdoğan, 2004, s. 231-232). Parti’nin muhafazakârlığına, muhafazakâr demokratlığına/demokrasisine ve partiye yönelik betimlemelere bakınca çok farklı yönlerden siyaseti yürüttüğü görülebilir.

AK Parti için yaptığı betimlemede Sarıbay (2003); “İsmi “İslam”, uygulamaları

“liberal”, tutumu “demokrat”, yörüngesi “Batı”…” şeklinde bir betimlemeye

gitmektedir. Bunun yanında Erler (2007, s. 131) ise,

“Kültürel ve siyasal açıdan milliyetçi muhafazakâr, ekonomik açıdan serbest piyasa ekonomisi ile liberalizmi savunan ve geleneklere, toplumsal alanda dine, bunun yanında demokrasiye ve Batı’ya dönüklüğe vurgu yapan AK Parti’nin bu duruşu oldukça eklektik bir görünüm sergilemektedir.”

açıklamalarından AK Parti’nin birçok dokuyu içerisinde barındırdığı söylenebilir. Tek parti sonrasında muhafazakârlığın yükselişe geçtiği dönem olarak DP dönemi olarak algılanabilir. Çünkü tek parti öncesindeki dönemde çevrenin herhangi bir talebini alacak ya da çevreye hitap edecek bir merkez yokluğu vardı. Ardından gelen ve DP’nin de bir devamı niteliğinde olan ANAP ise muhafazakârlık anlayışını toplumun

kültürel değerlerini dikkate alarak parti programında açıklamış ve bu muhafazakârlık anlayışına da serbest piyasa ile liberalizmi eklemleyerek Türkiye’de Yeni-Sağ anlayışının da öncüsü olmuştur. AK Parti’deki durum ise partinin içinde yer alan kadroların önceki dönemlerde başka partiler içerisinde yer alıp ve bu partilerin çeşitli söylemlerle atıf yapılmasıyla AK Parti bu imajı değiştirmek adına Türk siyasal hayatına getirdiği “Muhafazakâr demokrat/demokrasi” kavramı üzerinden partiyi temellendirmeye çalışmaktadır. Ekonomi alanında yürüttüğü politikalarda ise Yeni-Sağ akımını da temsil ettiği söylenebilir.

Benzer Belgeler