• Sonuç bulunamadı

Zorunlu ve Eğilimsel Olarak Kriz

70

bir toparlanmanın ve genişlemenin hem başlangıcı hem de aracı olmuştur (Kaymak, 2008, s. 8). Toparlanmanın ve genişlemenin başlangıç anı ve aracı olmak oluş ve işleyişin tespit edilmesi ile anlaşılabilir. Form ile işlev arasında aşılmaz bir sınır yoktur; formun algılanması işlev ile olur. Ancak formun algısını işlev belirlerken, işlevi belirleyen ise formun niteliğidir. Formun niteliğinin kararlı tutumu işlevi bir amaç ve sonuç döngüsünde harekete geçirir. Krizin zorunlu ve eğilimsel olarak nesnellik biçiminde nitelenmesi kapitalist üretim biçiminin ekonomik alanının toplumsal formu olarak piyasa formunun işlevinde yarattığı değişiklik, kar oranlarının azalması eğilimi çerçevesinde anlaşılırken, krizin öznelliğinin bir görünümü olarak tarihsel krizler üretim biçiminin siyasal alanının formu olan devletin işlevlerinin değişimi bağlamında tartışılacaktır. Kriz anları üretim biçiminin niteliksel olarak sahip olduğu kimi yapısal bozuklukları ortaya çıkarmakla birlikte aynı zamanda üretim biçiminin sürdürülebilir kılınmasını sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi veya bir bütün olarak üretim biçiminin aşılması noktasına ilerlemenin başlangıcı anlamına gelir. Bu çerçevede tarihsel bir süreç olarak krizin niteliğine göre, krize karşı toplumsal yöntem belirlenecek ya da üretim biçimi aşılacaktır. Öznel tarihsel krizlerin farklılaştırılarak, geçiş dönemi ya da yeniden yapılandırma krizleri olarak tanımlanmasının nedeni budur. Yeniden yapılandırma krizleri devletin işlevlerini merkeze aldığımız anı yaratır. Bu bağlamda kapitalist üretim biçiminin bütünselliğinin zorunlu ve eğilimsel işleyişi anlamında toplumsal form olarak piyasanın hareket etme biçimi incelenmelidir.

71

krizleri insan hatasına bağlayan ancak hiçbir şekilde kapitalist üretim biçiminin işleyişine bağlamayan bir açıklama biçimi getirirler. Yıkıcı nitelikte olabilecek kriz anları, yoldan sapmadır, normun istisnalarıdır. Marksizm, bir ekonomiyi değerleri nihai olarak kendilerinin üretimi için gerekli emek-zaman miktarı tarafından belirlenen malları ve hizmetleri üreten bir sistem olarak görürken, klasik ekonomistler ve ekonomi ise, malların ve hizmetlerin mübadelesinin yapıldığı, fiyatlar tarafından düzenlenen bir sistem olarak görmektedir (Brenner & Pröbsting, 2011, s. 72). Marksizmin krizlere yaklaşımının ayırıcı özelliği de bu bağlamda şekillenir. Üretim biçiminin anlaşılmasında ortaya çıkan farklılık kriz anını anlamada da farklılığa sebep olur.

“Klasik iktisatçılar, krizlerin kapitalist üretimin toplumsal biçimine özgü olduğunu reddetmek zorundadırlar. Bütün ekonomi teorisi, kapitalist sistemin kendi kendini düzenlediği, teorik iktisatçının asıl işinin bu tür bir kendi kendini düzenlemenin sürdürülebileceği asgari koşulları tanımlamak olduğu, böylece herhangi bir çöküşün normdan istisnai sapmaların sonucu olarak tanımlanacağı öncülü üzerine kuruludur.(…) Dolayısıyla krizler, kapitalist üretim biçimine özgü olmayıp politikacıların budalalık ve sorumsuzluğunun sonucudur” (Clarke, 2009, s. 12-13).

Kapitalizmin yadsınamayacak bir gerçekliği olarak ekonomik krizler, klasik ana akım iktisat için anlık bir olayı anlatmakta ve büyük ölçüde kapitalistlerin bireysel yanlışlarına ya da devletin genel düzenlemelerine atfedilmektedir. Bu durumun tersine Marksizm için kriz, kapitalizme içkindir ve üretim biçiminin bütünlüğünün çelişkilerinin dışavurumudur. Marksist kriz teorileri kapitalist üretim biçiminin rasyonel sınırlarını ve tarihselliğini tanımlar ve kapitalist üretim biçiminin temel ve yadsınamaz niteliği olarak krizin zorunluluğuna vurgu yapar. Bu bağlamda krizler, yalnızca kapitalist üretim biçiminin gelişigüzel sapmaları değil, kapitalist üretimin toplumsal biçimine özgü nitelik gösterir.

72

Ekonomik kriz, en basit anlamda kapitalistlerin büyük ölçüde zarar görmeden metalarını satamadıkları zaman, borçlarını zamanında ödeyememe sürekliliğinin ortaya çıkmasıdır. Bu bağlamda sorun üretim biçimine içsel olan piyasa başarısızlığının açıklanmasıdır. Krizin bu soyut olanaklılığı zaten alış ve satışın birbirinden ayrılmasında içerilmiştir (Clarke, 2015, s. 141). Kapitalist açısından alış ve satışın üretim biçimindeki konumu, kapitalist üretimin sonuçları ve amaçları ile ilgili yapılacak tartışma krizi anlama biçimini belirleyecektir. Marx için anlama, kapitalist üretimin sonucunun ve amacının tüketim üzerine değil, artık değeri elde etmeye ve artık değere el koyulması üzerine olduğudur.

Marksist bakış açısının ayırt edici özelliği, krizin nedenlerini doğal ya da yarı-doğal ekonomik, psikolojik ya da ekolojik sınırlar içinde değil, kapitalist üretim biçiminin toplumsal ilişkileri içinde aramasında ve krize bu toplumsal ilişkilerin yukarıdan değil içeriden değişimi yoluyla çözüm aramasındadır (Clarke, 2009, s. 92). Bununla birlikte kapitalist krizler tanımlaması, yani kriz tanımlamasının önüne kapitalist sıfatının getirmesi bu ikisi arasında yakın bir bağlantının, içsel bir bağlantının olduğu anlamına gelir. Bu bağlamda Marksizmin kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünde krizlere yaklaşımı üretim biçiminin toplumsallığını yadsımadan ve içsel bağlantıyı göz ardı etmeyen bir nitelik gösterir.

Bu bağlamda Marksist kriz teorisini ve kapitalist üretim biçiminin devinimini yalnızca klasik ekonomi politik açısından değil, çağdaş ekonomi bağlamında da görmemiz gerekir.

Zorunluluk ve rastlantı halleri, gerçekliğin olay ve olguları arasında olan bir nesnel ilişki biçimidir. Basit bir ifade ile zorunluluk, belirli şartlar altında bir olay ya da olgunun ortaya çıkmasında ki kaçınılmazlığı olarak tanımlanabilir (Rosenthal

73

& Yudin, 1972, s. 549). Rastlantı ise içerikten değil dışsal olandan ortaya çıkar.

Rastlantı olabileceği gibi olmayabilir de. Nesnel gerçekliğin olay ve olguları arasında olan zorunluluk temel ve içsel, rastlantı temel olmayan ve dışsal bir bağlantı biçimini anlatır. Hiçbir olay, olgu ya da geniş ifade biçimi ile nesne içselin tanımlayıcısı zorunluluğun ve dışsalın tanımlayıcısı rastlantının şartları belirlenmeden anlaşılmaz. Zorunluluk, bir olayın ve olgunun nesnel gerçeklik içinde var olan temel iç işleyiş yapısı ve ilişkisini dile getirir. Bu bağlamda zorunluluk nesnenin kendisinden doğar. Nesnenin bu zorunluluk hali nesnelliği anlatır. Nesneler, olgular ve olaylar bilinç, istek ve iradeden bağımsız bir biçimde var oldukları için, bunların içsel ilişkilerini anlatan zorunluluk hali de nesneldir. Bu bağlamda yaratılamaz ve yok edilemezler. Ancak bu nesnel zorunluluğun bilgisi edinilebilir ve bu yolla zorunluluğun işleyişi genişletilebilir ya da daraltılabilir, hızlandırılıp ya da azaltılabilir bununla rastlantıya eylem alanı açılabilir. Bu bilgi edinme hali tarihselliği verecektir. Tarihsellik ile yani zorunluluğun işlemesi için gerekli dışsal koşulları yok etmekle, zorunluluk asla yok edilmiş olmaz, ancak zorunluluğun işlemesi geciktirilmiş olur; zorunluluk işlemesi için var olması gereken koşulları bulur, işleyiş doğrultusunun yolunu açar ve tarihsellikle tanımlanan bilgi edinme ve eylemliliğe geçebilme hali olarak, zorunluluğun işleyişi doğrultusunda bir nitelik gösterir. Bu zemin nedeniyle zorunluluk kaçınılmaz bir biçimde dışsal rastlantı ve tarihsellik ile tamamlanır (Rosenthal & Yudin, 1972, s.

550) tıpkı içeriğin işleyiş ile tamamlanması gibi. Bu bağlamda formun katı ve karmaşık yapısı zorunluluk ve rastlantı arasındaki diyalektik ilişkide şekillenir.

Kapitalist üretim biçiminin organizma yapısı ve içeriği bununla birlikte üretim biçiminin toplumsallığının katı halleri olan toplumsal formlar ve bu toplumsal

74

formların gerçekleşme ve eylemlilik düzeyi olan tarihsel işlevler de nesnenin zorunluluğundan bağımsız değildir. Kapitalist üretim biçiminin toplumsallığının iç işleyişinin bir sonucu olarak kriz nesnel bir zorunluluk halini ve anını tanımlar.

Bunun görünümü ise kapitalist üretim biçiminin kurumsal olarak ayrışmış ekonomik alanının toplumsal formu olan piyasada ortaya çıkan kar oranlarının düşüşüdür. Kar oranlarının düşme eğilimi yasası olarak anlatılan kriz tanımı ile piyasa formunun eylemlilik biçimi yani işlevleri tanımlanabilir. Marx, kapitalizm genel terimini kullanmak yerine, kapitalist üretimi ya da kapitalist üretim biçimini ve hatta kapitalist sistem kavramlarını kullandı. Bu çerçevede ticari uygulamaların bir uzantısı olarak kapitalizm değil, üretimin merkeze alındığı ve hareket yasalarının temel toplumsal dönüşümleri gerektirdiği bir üretim biçimi olarak anlaşılır (Wood, 2015, s. 60). Kriz bu bağlamda kapitalist üretim biçiminin eylemlilik hali bir diğer ifade ile hareket yasalarından biridir.

Kar oranlarının düşüşü konusu Marx’a özgü değildir; klasik iktisatta devamlı olarak ele alınmış bir konudur. Ancak Marx’ın çalışmalarında karlılığın düşme eğilimi, bizzat kapitalizmin ayakta kalma olasılığı ile iç içe geçmiş durumdadır.

Adam Smith’ten itibaren her iktisatçının, bir kar oranlarının düşüşü eğilimi düşüncesi vardır. Ekonomi geliştikçe kar oranının düşeceği düşüncesi, bu düşüşün nedenleri farklı yazarlara göre değişmekle birlikte klasik politik iktisatta merkezi bir yere sahiptir. Smith’in öne sürdüğü gibi ekonomi karlı olanakları tüketebilirdi ya da Ricardo’nun anlattığı gibi esnek olmayan toprak arzı engeline çarparak kira karları yiyip bitirilebilirdi. Böyle bir durumda ulaşılan nihai konumun mutlu ya da korkunç bir durum olarak görmek de bir beğeni sorunuydu (Desai, 2011, s. 115).

Bu bağlamda Marx’ın konumu kapitalist üretim biçiminin kesin olarak aşılacağı

75

öngörüsü göz önüne alındığında, onun kar oranlarının düşüşü teorisi bir durağanlık durumuna değil, bir diğer üretim biçimine yol açmaya yazgılıydı ve kriz olgusu da bunun merkezini teşkil etmekteydi. Marx, rantın ve ücretlerin doğal belirleyicileri (sırasıyla azalan getiriler ve biyolojik geçimlik düzey) ve bir kalıntı olarak kar yaklaşımı yerine, bu kategorilerin (sanayi üretiminde üretim artışı sağlayan emek sürecinin reorganizasyonunu içeren) toplumsal belirleyicilerini koydu. Böylece sermaye birikiminin teknik ilerleyiciliğine ve dinamizmine dayanan farklı bir karlılık anlayışı getirdi (Mohun, 2015, s. 431). Marx her ne kadar kriz olgusuna büyük önem atfetse de, ekonomi metinlerinde kriz kuramına ayrılmış bir bölüm ya da başlık bulunmaz. Kriz konusunda bütünlüklü bir yorum için Marx’ın farklı çalışmalarında bulunan pasajların izini sürmek gerekir. Bununla birlikte Marx'a göre, kriz her zaman kar oranındaki bir düşüşün sonucudur.

Kar ve kar oranı kavramları farklı anlamları ifade eder. Kar ya da en basit tanımlama ile kazanç, ekonomik bir eylem sonucunda elde edilen maddi sonucu anlatır. Bu anlamda kar, bir metanın üretilmesinin maliyeti ile o metanın satışından elde edilen gelir arasındaki farktır. Karın klasik iktisatçılar tarafından benimsenen bu tanımı karın oluşunu ve ortaya çıkış anını fırsat, şans ya da basit bir insan eylemliliğine indirgeyen bir niteliği de beraberinde getirir. Bu görünür biçimi altında kar kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünü şekillendiren artı değeri gizleyen bir nitelik taşır. Mülkiyetin özel biçimi kar elde etmeyi üretimin amacı, geliştirici gücü haline getirir; üretici güçlerin gelişmesine düzensiz bir nitelik verir (Mandel, 2013, s. 172). Bir kapitalist, emek gücünü ve üretim araçlarını satın almak için para öder. İşçiler bu süreçte üretim araçları ile birlikte meta ürettikten sonra kapitalist üretilmiş olan metayı hali hazırda işçiye ödediği ücretten daha fazlasına

76

satar. Marx bu süreci P-M-P’ yani Para-Meta-Para biçiminde anlatır ve P’, üretilen metaların satılması ile elde edilen paranın önceden ödenen ücretten daha fazlası olduğunu anlatır. Önceden ödenen ve elde edilen fiyatlar değerlere eşitse bu fazla para artı değer anlamına gelir. Marx bireysel olarak kapitalistlerin değil ancak bir bütün olarak kapitalistlerin tamamı için, artık değerin fiyatlar biçiminde adlandırılan toplamını kar olarak tanımlar (Marx, 2013, s. 152). Kar ve karlılık bu bağlamda kapitalist üretim biçiminin başlıca hareket ettiricisidir. Karlılığın uzun vadeli eğiliminin izlediği yol kapitalist üretim biçiminin geleceğine yönelik yapılacak her türlü tahmin açısından da yaşamsal önem taşır. Eğer ekonomi karlı kalırsa, o zaman kapitalist üretim biçimi sağlıklı bir geleceğe sahip olur ya da bunun tersi olarak eğer karlılık düşüyorsa, bu durumda karlılığı yeniden sağlamak için ekonomide –ve hatta bazen, politikada ve toplumda köklü değişiklikler gerekli hale gelebilir (Desai, 2011, s. 103). Tek başına ele alındığında karın veya karlılığın değişiklikleri tetikleyecek bir krize yol açıp açmayacağı konusu kar veya karlılıkla ilgili olmaktan öte kar oranı ile ilgili bir tartışmayı beraberinde getirir.

Kapitalist bir eylemin verimliliği, bu eylemden elde edilen kar oranına bağlı olarak değişir. Bu bir anlamda kapitalist eylemin artı değer üretebilme kapasitesi anlamına gelir. Kar oranı, kapitalist üretim safhasında üretilen kar kitlesi değildir, ama yatırım düzeyine oranla kar kitlesidir. Kar oranı düştüğü için kar kitlesinin mutlaka azalacağına dair bir düşünce asla doğru değildir (Brenner & Pröbsting, 2011, s. 15). Kar oranını bir formül üzerinden sembolik olarak anlatmak gerekirse, s artı değer oranı olmak üzere, c değişmez sermaye ve v değişir sermayedir; bu çerçevede s/c+v kar oranını anlamına gelir. Sermaye, değişir ve değişmez sermaye şeklinde iki ayrı parçayı zorunlu olarak içerir bu anlamda bu bütünlük Marx’ın

77

eklemesi ile paydaya ücretlerin dâhil edilmesi ile bir toplumsal ilişkiyi de ifade eder. Değişmez ve değişir sermayenin toplamı bir diğer ifade ile sermayenin organik bileşimini tanımlar. Bu bağlamda artı değerin sermayenin organik bileşimine oranı bir kapitalist eylemliliğin kar oranını ortaya koyar. Kar oranı, artı değer oranına ve sermayenin organik bileşimine bağlıdır. Öncelikle kar oranı ve artı değer oranı aynı yönde gelişirler; buna karşılık kar oranıyla sermayenin organik bileşimi arasında da ters orantılı bir ilişki vardır: Sermayenin organik bileşimi azalırsa, kar oranı çoğalır; tersine olarak, sermayenin organik bileşimi yükselirse kar oranı düşme eğilimi gösterir (Bouvier-Ajam, İbarrola, & Pasquarelli, 1988, s.

276). Sermayenin sağlayacağı kazancın bir göstergesi olarak kar oranı, karlılığa dayanan kapitalist üretim biçimi için hayati bir veri niteliği taşır. Bu noktada konu kar oranları, sermayenin organik bileşimi, emek sürecinin reorganizasyonu temelinde yaşanan teknik değişmelerin niteliği ve bütünsel anlamda üretim sürecinin krize eğilim göstermesine ulaşır.

Kapitalist üretim biçiminin devamlılığını temel alan sermayenin birikim sürecinin işleyişi, kar oranlarını düşürerek sistemde krizlere yol açar. Bu bağlamda kapitalist üretim biçimi ekonomisinin “kar oranlarının düşme eğilimi” sebebiyle kriz yaratması, bir olasılıktan öte bir zorunluluktur. Marx, “kar oranlarının düşme eğilimi”ni, emek sürecinin anlaşılması üzerinden ele almaktadır, O’na göre, artı değer oranını yükseltmek için kapitalistler devam eden bir mücadele içindedirler.

Temel hedef artı değer oranının yükseltmek olarak tanımlanan bu rekabet ortamında iş gününü uzatma ve ücretleri düşük tutma biçimindeki yöntemlerin sınırlandırıldığı tarihsel koşullar çerçevesinde yapılabilecek yöntem emeğin verimliliğinin, emek sürecinin reorganizasyonu ile artırılması bağlamında

78

şekillenmiştir. Kapitalist üretim biçiminin ekonomisinde emek verimliliğini artıracak temel yöntem birim maliyetlerin düşürülmesidir. Bunun yöntemi de makinalaşmadır. Makinalaşma ile birlikte artı değer oranı (s/v) artırılmaya çalışılır.

Ancak, artı değer oranı ne kadar yükseltilirse yükseltilsin bunun fiziksel bir sınırı vardır (Kaymak, 2008, s. 21). Üretim biçimi içinde kapitalistler, her reel ücret artışı döneminden sonra, karlılığı eski düzeyine çekebilmek için emeği makinelerle ikame eden bir teknoloji kullanırlar. Bu durum Marx’ta sermayenin organik bileşiminin artmasıdır. Ancak sermayenin organik bileşimindeki bu artış artı değer oranını belli bir seviyede arttırmazsa kar oranı düşecektir. Basit ifadeyle, teknoloji emek üretkenliğini emeğin birim maliyetini yeterince azaltacak kadar arttırmalıdır.

Aksi halde kar oranı düşer (Desai, 2011, s. 117). Bu sebeple sermaye birikimi sürecinde sermayenin organik bileşiminin artması, kar oranının düşmesine neden olur. Kar oranlarının düşme eğilimi, sonuçta toplam kar miktarındaki artışın yavaşlamasına ve nihai olarak durmasına neden olur. Teknolojik gelişme emeğin üretime katılımını düşürdüğü için uzun dönemde kar oranını düşürür. Kapitalist kar oranının düşüşünü ikame için teknolojiyi daha da geliştirmeye çalışır. Ama bu yolla da “daha yüksek bir üretim tarzının maddi gereklerini bilinçsizce yaratır” (Marx, 2015, s. 259). Sonuç olarak, çare olması düşünülen yeni yatırımların kar üretemediği anda, yatırımlar azalır ve ortaya kriz çıkar.

Karlılığın yön verdiği bir kapitalist ekonomide, çevrimsel bir rota izleyen içsel bir dengesizlik eğilimi vardı ancak burada karlar işçilerin istihdam edilmesinden kaynaklanıyordu (Desai, 2011, s. 105). Kapitalist ekonominin bu dengesizlik eğilimi onun zorunlu ve eğilimsel olarak krizi tetiklediği bir sistemi ortaya koymaktadır. Kar oranının azalması eğilimi kapitalist üretim biçiminin

79

devamlılığının tarihinde izlenebilen bir gerçekliktir. Kar oranında izlenen düşüşler, kapitalist üretim biçiminin uzun dönemlerin takip edilebildiği gibi, 7 ila 10 yıl arasında tanımlanan iktisadi çevirimler içinde de takip edilebilen bir nitelik gösterir.

Kar oranlarının tarihsel görünümü, kapitalist üretim biçiminin aynı zamanda dönemler boyunca zorluktan düzeltmeler ve müdahaleler ile kaçmayı başarabildiğini göstermektedir. Ancak bu düzeltmeler, yapısal krizler ve önemli başkalaşımlar pahasına gerçekleştirilmiştir (Levy & Dumenil, 2009, s. 89).

Kar oranlarının düşme eğilimi teknolojinin veri olduğunu kabul eden statik bir boyut taşımasına karşın kapitalist üretim biçimine gömülü olan çelişkilerin düzenli olarak krize neden olacak yapısını anlaşılır kılmaya yöneliktir. Bununla birlikte Marx kar oranlarını bir yasa olarak tanımlamaktansa bir eğilim olarak nitelendirmeyi tercih etmiştir. Kapitalist üretim biçiminin fonksiyonel bir parçası olarak kar oranlarının düşme eğilimi bu üretim biçiminin toplumsal formu olarak piyasanın işlevinin bir yöntemidir. Kar oranlarının düşme eğilimi ve nihai sonuç olarak krizler sebepsiz bir felaket olmaktan öte üretim biçiminin devamlılığı temel alındığında görece ölü dalların budanması niteliğini de taşır. Kapitalist üretim biçiminin ekonomik alanının toplumsal formu olarak piyasada bu durum kapitalistlerarası rekabetin niteliğine bağlıdır. Vurgulanması gereken temel nokta bir organizma olarak nitelendirdiğimiz kapitalist üretim biçiminin toplumsal formlarını koruyarak farklı işlevleri bu toplumsal formlarına özgüleyerek yarattığı denge ve süreklilik değil; işlevleri farklı toplumsal formlarına özgülerken yarattığı değişim uğraklarıdır. Zorunlu ve eğilimsel olarak kriz kapitalist üretim biçiminin piyasa formunun değişimin uğrağı olma niteliğini taşır. Yaşanan kriz eğilimleri ve krizin sebep olduğu gerginlikler ekonomik alanın formu olarak piyasanın hareket

80

alanının sınırlanması veya tamamen ortadan kalkması ile krizin ciddi biçimde tespit edilmesine olanak sağlar. Kapitalist üretim biçimi özelinde dahil olmanın zorunlulukla şekillendiği piyasa kar oranlarının azalması eğiliminin tetiklediği kriz anında rekabetin zorunluluğunun ve yapısının değiştiği bir somutluk olarak belirlenir.

Kapitalist üretim biçiminin yapısal özgüllüğü gereği ekonomik ve siyasal alan ayrılığı bununla birlikte üretim ve tüketim anının ayrılması zorunlu olarak krize sebep olur bu özünde bir piyasa başarısızlığıdır. Kriz aslen kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin bir ifadesi olarak tanımlanır ve sermayenin hareketi içinde bir kesinti veya müdahale anlamına gelmekle bir piyasa başarısızlığıdır.

Piyasa, öncesiz ve sonrasız bir kurum olmayıp, arıziliklerle, müdahalelerle oluşan toplumsal ve bilişsel bir örgütlenme, tarihi yapan sınıfların, toplulukların, ulusların eseridir (Ördek, 2005, s. 463). Tarihsel ve toplumsal bir kategori olarak piyasa, kapitalist üretim biçiminin içeriğinin soyutluğunu somut form düzeyinde gerçekliğe dönüştüren bir kurum olarak nitelendirilebilir. En genel anlamda mübadele ve zorunluluk kavramları ile özgüllük kazanan piyasa üretim biçiminin genel işleyiş biçimine tabidir. Kapitalist üretim biçiminin tanımsal ayrılığı ve bununla birlikte üretim ve tüketim anının birbirlerinden ayrılması ile oluşan ilişkiyi piyasa, zorunluluk ve mübadele kavramları ile birlikte temsil eder. Üretim biçiminin özgüllüğünün tanımsal ayrılığında ekonomik alanının ekonomik zoru piyasaya içsel olarak aittir ve bu zor bir yana toplumsal olanının içsel konumlanışı olarak güç ilişkileri de piyasayı tanımlayıcı nitelik gösterir. Toplumsal çelişkilere ve bununla birlikte sınırlara tabi olmanın yanı sıra bu çelişkiler ve sınırlar piyasa formunun katı kurumsallığında yeniden üretilir. Kapitalist bir toplumun işleyiş

81

yasaları ile ilgilenen bir düşünce olarak Marksizm üretim biçiminin çelişkiler yaratan ve sınırlar koyan aktörünün kapitalist olduğunu ortaya koyar. Ancak bir kapitalist sınırlar koyarken kendisini de bu sınırlara, piyasanın genel niteliği olarak rekabet ile birlikte tabi kılar.

“Klasik ekonomi politiğe göre kapitalist rekabet, üretim tüketicilerin ürüne olan gereksinimlerine göre uyarlanırken arzın piyasa fiyatlarının dalgalanmalara cevap olarak talebe göre ayarlanmasını temin eder. Fakat Marx ve Engels’e göre rekabet dinamikleri oldukça farklıdır. Kapitalist, rekabetçi baskıya edilgen biçimde fiyatları düşürerek ya da üretimi azaltarak ve daha düşük bir kar oranını kabullenerek değil, maliyetleri kısmak için işçilerine daha büyük çaba sarf ettirerek ya da yeni üretim yöntemleri kurarak cevap verir. Bu sırada rekabetçi avantaja sahip olan kapitalist, oturup piyasa payının keyfini çıkarmaz, başkalarının piyasasını ele geçirmek için üretimi artırır. Edilgen biçimde üretimi piyasanın sınırlarına uygulamak bir yana, eğilim kapitalisti üretici güçlerini piyasa sınırlarını dikkate almadan geliştirmeye zorlama rekabetidir”

(Clarke, 2009, s. 30).

Kapitalist için kapitalizmin işleyişi rekabetin devamlılığının sürdürülmesi temelindedir. Bu devamlılık piyasa ve piyasanın işleyişine uygulanır ve piyasanın hareket yöntemi de bu işleyişi sürdürür. Bu bağlamda kapitalistin, kapitalist üretim biçiminde bu üretim biçiminin özgün formu olarak piyasada iş yapabilme tarzı piyasanın işleyişine yani piyasanın işlevine yansır. Bu yansıma rekabet biçimidir ve bu rekabet biçimi piyasaya dâhil olan ki kapitalist üretim biçiminin bütünselliğinde dâhil olanlar üretim biçiminin içindeki her aktör ya da kurum ve piyasanın genişleyeceği olası bölgelerdir, herkesi kapsar. Rekabetin ve rekabet biçiminin hareketi piyasanın genel işleyişinde bütün aktörleri kendine tabi kılmakla birlikte piyasanın genel hareket biçimi olan işlevini de kendine tabi kılar. Bu tabiiyet piyasanın işleyişinde bir hareket eğilimi yaratır. Hareket eğilimi piyasanın kapitalist üretim biçiminin ekonomik formu olarak kurumsallaşmasında krizin yapısal bir

82

unsur olarak yerleşmesine sebep olur. Ekonomik bir yasa olarak kriz eğilimi piyasanın işlevini belirler dönüşüm ve değişim uğrağı olarak ortaya çıkar.

Bu uğrağın tespiti sermayenin organik bileşiminin sonucu olarak kar oranlarının azalması eğilimi ve bu temel sürecin ilk tetikleyicisi olarak rekabetin yarattığı üretimin aşırı niteliğidir. Rekabetin zorunlu sonucu aşırı üretim yönündeki daimi harekettir. Aşırı üretim, bir kar elde etmek amacı ile üretilmiş olan malın bu karı elde etme sürecinden bağımsız olarak fazlaca üretilmesidir. Kapitalist üretim biçiminin ve üretim biçiminin tarihselliği öncelikle tek bir ülkenin özgün koşullarında oluşumsallığını tamamlaması ve diğer piyasalara bu koşullar çerçevesinde yayılmasının tarihidir. Bu tarihsellik kapitalist üretim biçiminin üretim teknolojisinin üstünlüğünün yayılması ve bu üstünlüğün yerleşmesi ile kapsayıcı niteliğini oluşturur. Kapsayıcılık üretimin biçiminin genelleşmesi ve bu genelleşmenin rekabeti zorunlu olarak taşıması ile ilgilidir. Bu noktada sermayenin organik bileşimi ile teknolojik ve teknik gelişmenin yarattığı rekabet avantajı ürün fiyatlarında da ve satışta da bir avantajı peşi sıra getirir. Bu rekabetteki önceliklilik hali piyasanın işleyişine hareket tarzına içkindir ve bu hareket tarzı piyasada örneğin aynı sektörde üretim yapan diğer aktörleri de bu üretim yöntemine zorlar.

Bu sebeple üretim biçiminin ekonomisinin genel toplumsal formu olan piyasa, hali hazırda kullanılan üretim yöntemlerinden daha üstün üretim yöntemleri ile karşılaşır. Kapitalistin rekabette geriye düşmemek için bu yeni yöntemleri kullanması zorunludur ve bu durum eski yöntemin değer kitlesinin gerçekleştirilemeden kaybedilmesine de sebep olur. Nesneler ancak sayesinde bütün diğer metalarla ilişkilendirildikleri para karşılığı olarak toplumsal bakımdan değerlendirildiklerinde değer kazanırlar. Özel mülkiyet sadece, nesnelerin meta

83

olarak üretim ve satışlarının sonucu ya da satılma beklentisi olarak edindikleri toplumsal niteliğidir (Clarke, 2009, s. 101). Piyasa kapitalist üretim biçiminde toplumsal form olarak bu niteliğin işlev kazandığı somutluk olarak hareket eder.

Piyasanın işlevinin bu rekabetle belirlenen yapısı üretim biçiminin krizi tetikleme anını da aşırı üretim olgusuyla şekillendirir. Aşırı üretim hem üretim ve tüketim anındaki dengesizliği ortaya koyar hem de rekabetin zorunluluğu ile değerin gerçekleşmesinde bir eksikliğe sebep olmakla birlikte ortaya harcanmayan bir üretimi çıkarır. Teknolojinin avantajı ile sınırsızca gelişen bu yapı değer ve kar arasında Marx’ın ortaya koyduğu kapitalist üretim biçimine özgü niteliğe hapsolur.

Rekabet, kar oranı, sermayenin organik bileşimi ve bunlarla birlikte kar oranının düşme eğilimi yasası; kapitalist üretim biçiminde üretim biçiminin özgün ve ayırt edici karakteri niteliğiyle zorunlu olarak ekonomik toplumsal formun işlevini şekillendirerek eğilimsel olarak da bu işlevin hareket biçiminin değişim ve sarkaç anını yaratır. Krizin kapitalist organizmayı harekete geçirici bu yapısı kendini kapitalizmin dolaşım aşamasında görünür kılmakla birlikte ortaya çıkışını metaların üretimi düzeyinde gösterir. Bu bağlamda zorunlu ve eğilimsel olarak krizler kapitalist üretim biçiminin ekonomik alanının toplumsal formu olarak piyasanın hareket etme biçimi olarak işlevini yönlendirirken bir yandan da kapitalist üretim biçiminin dinamizmini ve tarihsel sınırlılıklarını da belirler, bu tarihsel sınırlılıklar kapitalistlerin aşırı üretimi olgusu etrafında şekillenir.

Kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünde krizlerin nesnelliği bu aşırı üretim olgusunun kapitalistler ve kapitalistlerin rekabet zorunluluğunda ortaya çıkar.

Ancak kapitalist üretim biçiminin krizi yukarıda bahsedildiği gibi yalnızca nesnel bir durum değil diyalektik gereği aynı zamanda öznel bir durumdur. Bu öznellik