• Sonuç bulunamadı

Siyasal Alanın Toplumsal Formu Devlet ve 1873- 1896 Ekonomik Krizi

121

biçimlendirmenin konumudur. Siyasal alanın farklılaşmış konumu ve ekonomik alanın konumu ekonomik ve siyasi kurumsallaşmayı gerekli kılar. Bu bağlamda ne ekonomik alanın doğrudan ekonomik zoru siyasi alanın yerini alabilir ne de siyasi zorun varlığı olmaksızın ekonomik alanın toplumsal formu olarak piyasanın özerk konumu sürdürülebilir kılınabilir. Ancak üretim biçiminin sürdürülebilirliği bu toplumsal formların kurumsallaşması ve bir diğer ifade ile tarihsel işlevleri ile sağlanır. Bu anlamda kapitalist üretim biçiminin oluş, tamamlayıcılık ve biçimlendirme konumları kurumsal bir yapılanma (ekonomik alanın eğilimsel kriz işlevini ve siyasal alanın karşıt eğilimi ile tanımlanan işlevini) gerekli kılsa da temelde üretim biçiminin bütünselliğine seslenir. Bu bağlamda siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin işlevleri, kriz anında karşıt eğilimlerin yapısal yapılanması olarak da görülebilir.

122

dönüşüm de söz konusu olur. Üretim biçiminin içerikte ortaya çıkan özgüllüğünde bu durum formun belirgin alanlarının keskinliği karşısında işlevin dinamik yapısı ile mümkündür. İşlevin dinamik yapısı sebebiyle üretim biçiminin içeriği devamlılık kazanır. İşlevin dinamik yapısının kırılması aynı zamanda toplumsal alanların somutluğu olarak formun kırılması süreci anlamına da gelir. Üretim biçiminin sürdürülebilirliği tarihsel işlevlerin toplumsal formların özgü oldukları alanların hepsine temas etmesi ile mümkündür. Bu çerçeve kapitalist üretim biçiminin devamlılığı koşullarını da açıklar.

Kapitalist üretim biçimi tarihselliği içinde, kendine özgü toplumsal formlarının tarihsel işlevlerinin sarkaç benzeri özelleşmiş ve uzmanlaşmış alanlara temas etmesi ile devamlılığını korur. Bu kapitalist formların işlevlerinin yeniden yapılandırılma sürecidir ve bu yeniden yapılandırma ihtiyacı kapitalist üretim biçiminin zorunlu bir eğilimi olan kriz dönemlerine atıf yapar. Tarihsel işlevlerin yeniden yapılandırılması eğilimin ve karşıt eğilimlerin yeniden yapılandırılmasıdır.

Bu anlama biçimi eğilim ve karşıt eğilim temasını üretim biçiminin bütünselliğinin doğrudan bir sonucu olarak ortaya koyar. Üretim biçiminin özgüllüğünde karşıt eğilimlerin bu özgün konumu Marx'ın konumu içinde kesin biçimde ifade edilmesi gereken ve kanıtlanmaya çalışılan kapitalist üretim biçiminin tarihsel olarak sonluğu ile ilgili ve zorunlu bir yapıdır. Kar oranlarının düşme eğilimi yasası ya da daha geniş bir ifade ile kapitalist üretim biçiminin toplumsal formu piyasanın tarihsel hareket etme biçimi olarak kriz eğilimi ve karşıt eğilimler arasında ikincisi ilkine göre daha zayıf bir nitelik göstermekte bu durumda üretim biçiminin tarihselliğini anlatmaktadır. Bu tarihsellik kritik eşiğin üretim biçimine içselliğini

123

göz ardı etmemek gerektiğini söyler. Marx tam da bu noktada eleştirisini klasik iktisatçılara çevirir:

“Dolayısıyla, Ricardo gibi kapitalist üretim biçimini mutlak sayan iktisatçılar, burada, söz konusu üretim biçiminin kendisine bir engel yarattığını hisseder ve bu nedenle de bu engeli üretime değil doğaya atfeder. Ama kar oranının düşmesi nedeniyle kapıldıkları dehşette önemli olan şey, kapitalist üretim biçiminin, üretici güçleri geliştirirken, zenginliğin kendisinin üretimiyle hiçbir ilgisi olmayan bir engelle karşılaştığı hissidir ve bu kendine özgü engel, kapitalist üretim biçiminin sınırlılığını ve yalnızca tarihsel, geçici bir nitelik taşıdığını doğrular; zenginlik üretimi için mutlak üretim tarzı olmak şöyle dursun, belirli bir aşamada, bunun daha fazla gelişmesiyle bağdaşmazlığa düştüğünü doğrular” (Marx, 2015, s. 247).

Üretim biçiminin içsel birliğinde bir duraksama bir kopuş başlangıcı olarak kriz, birliğin yapısında öncül olarak var olan zıtlıklarla olan ilişkide bir duraksama veya kopuş başlangıcını anlatır. Bu ilişkinin duraksaması ya da kopuşu zıtlıkların yani toplumsal formların hareket etme biçiminde bir değişimi zorunlu kılar. Bu zorunluluk, üretim biçiminin bütünselliğinin ve birliğinin yeniden yapılandırma ile tekrar üretilmesi sürecidir. Bir ilişki zıtları içinde barındırırsa, söz konusu ilişki zıtların yanı sıra zıtların birliğini de içerir. Bu nedenle aslen zıtları olmayan bir birliktir. Marx için birlikler, yeniden ortaya çıkan birlikteliği üreten kopuşlardır.

Bu kopuşlar kapitalizmin tarihselliğini ortaya koyacak niteliksel dönüşümler olabileceği gibi kapitalist üretim biçimi özelinde yeniden yapılandırmalar da olabilir.

Bütünsellik ve üretim biçiminin birliğini sağlayan kopuşlar yani krizler kapitalizmin yeniden yapılandırma krizleridir. Kapitalist üretim biçiminin tarihselliğinde gözlenen üç yeniden yapılandırma krizi (1873, 1929, 1973) yeniden birliği sağlayan kopuşların tarihsel somutluğunu ifade eder. Her bir krizin tarihsel özgüllüğü bu her yeniden yapılandırılan kopuşlarla ifade edilir. Bu yeniden

124

yapılandırılan kopuşlar karşıt eğilimlerin sarkacıdır. Geçmiş bölümlerde de ifade edildiği gibi, Marx kar oranlarının düşme eğiliminin doğrusal bir süreç olmadığını ısrarla vurgulamıştır ve bu sürecin yavaşlatıcı, erteleyici veya engelleyici bir takım etkenler tarafından dengelendiğini ifade etmiştir. Yavaşlatıcı, erteleyici veya engelleyici karşıt eğilimler krizi telafi edici niteliği taşımakla beraber, yeniden yapılanmanın odağı olurlar. Bu bağlamda krizler arası bir genelleme ya da yatay geçişlerin tespiti siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin tarihsel işlevleri olarak karşıt eğilimlerin, ekonomik alana giriş ya da çıkış yapması üzerinden belirlenmelidir. Bu belirleme hem ekonomik alanı hem de siyasal alanı yeniden yapılandıran bir kopuş olarak karşıt eğilimleri ortaya koyar. Kapitalist üretim biçimine özgü tarihsel somut krizler bu krizlere özgü olan karşıt eğilimlerin yatay genellenebilir bağlantıları ile birlikte bir bütün olarak üretim biçiminin tarihselliğine içkin olarak okunabilir. Bu içkinlik ve krizler, kriz eğilimleri ve karşıt eğilimler birlikteliği ya da bütünsel bir ifade ile meta eğilim ancak kritik eşiğin aşılması ile kırılabilir. Ancak bu kritik eşiğin aşılması diyalektiğin niceliğin niteliğe dönüşmesi kuralını sağlayacaktır. Bir somut tarihsel an olarak 1873-1896 ekonomik krizi niceliğin niteliğe dönüştüğü kritik eşiği gündeme getirmemiş fakat yeniden yapılandırılan bir birlik, bütünsellik için bir kopuş anlamına gelmiştir. Bu bağlamda kapitalist üretim biçiminin ilk yeniden yapılandırma krizi olarak 1873 karşıt eğilimlerin hem ekonomik alanın hem de siyasal alanın işlevlerinin dönüşümünün başlangıcını belirtir.

Sanayileşmenin ilk krizi olarak tanımlanan 1873-1896 ekonomik krizi kapitalist üretim biçiminin yeniden yapılandırılmasının ilk krizi olmakla birlikte farklı kapitalistleşme düzeylerinde bulunan farklı ülkelerin karşı karşıya geldikleri

125

ilk krizdir aynı zamanda. Bu ilk kriz farklı ekonomik alanlar bir diğer ifade ile piyasaları, dönüştürdüğü gibi farklı “gelişme” düzeyindeki siyasal alanları ve siyasal alanların toplumsal formu olan devletleri de dönüştürmüştür. Bu durum kapitalist üretim biçiminin eşitsiz gelişmesinin bir sonucudur (Wood, 2012, s. 140).

Eşitsiz gelişen kapitalist üretim biçimi, eşitsiz gelişen piyasalar ve eşitsiz gelişen siyasal alan ve devletlere sebep olmuştur.

Ticaretle başlayan kapitalizm ve sanayileşme ile devam eden ekonominin toplumsal yapıyı parçalayıcı niteliği karşısında mutlakçı dönemden başlayarak, meşruti monarşik devlet ve sonrasında da ulus-devlet, toplumsal yapıyı bütünleştirici unsur olarak, kapitalizmin ya da modern toplumun temel kurumlarından biri haline gelmiştir (Akbulut, 2007, s. 172). Bu bağlamda modern toplumun temel kurumlarından biri haline gelmekle birlikte devlet, kapitalist üretim biçiminin eşitsiz gelişen yapısıyla farklılaşmış, fakat kapitalist üretim biçiminin yaygınlaşmasıyla kapitalist olma niteliğini yoğunlaştırmıştır. Kapitalist üretim biçiminin bu eşitsiz gelişen niteliği kapitalist üretim biçiminin özgül bir örnek olarak oluşması ile ilgilidir.

Birleşik Krallık, feodal mülkiyet ilişkilerinin, farklı kapitalist mutlak mülkiyet ilişkilerine dönüştüğü ilk ve tek örnektir. Bu ilk ve tek örnekte, feodal mülkiyet ilişkileri, kendine özgü hareket yasaları, kendini sürdürme ve yeniden üretme ilkeleri olan, farklı kapitalist toplumsal mülkiyet ilişkilerine dönüşmüştür.

Kıta Avrupası örnekleri feodal üretim biçiminin, kapitalist ilişkileri değil, mutlakiyetçiliğe dönüştüğü örneklere sahne olmuştur. Bununla birlikte kapitalist üretim biçimi, başka yerlerde zaten var olan kapitalist sistemin etkisi altında ve giderek de daha büyük ölçüde, küresel kapitalist sistemin rekabetçi ekonomik

126

baskılarına karşılık vermek amacıyla gelişti (Wood, 2012, s. 208). Bu bağlamda, Birleşik Krallık, özgül ilk örnek olarak ve kapitalist üretim biçiminin özgünlüğünün üretildiği mekan olarak, bunun karşısında Kıta Avrupa ve Dünya örnekleri Birleşik Krallık’ta oluşumsallaşan kapitalist üretim biçiminin ürettiği sistemin rekabetçi ekonomik baskısı ile oluşan örnekler ikincil kapitalist ülkeler olarak tanımlanabilir.

Özgül kapitalist bütünsellik ve ikincil kapitalist bütünsellikte toplumsal formların varlığı üretim biçiminin tanımı gereği bir koşul iken bu toplumsal formların tarihsel işlevleri, özellikle de siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin tarihsel işlevleri farklılık göstermektedir. Bu farklılık temelde kapitalist üretim biçiminin toplumsal bütünlüğünün nasıl sağlandığına, kapitalist üretim biçiminin nasıl oluştuğu ve yaygınlaştığına ilişkin sorundur. Bu özellikle, Fransa, Almanya ve İtalya gibi, ulusal birliğin çok yeni ve kırılgan olduğu ülkelerde daha fazla düşünülen bir sorun olmuştur. Birleşik Krallık, genel olarak, bütünleşme ve uyum konusunda, Kıta-Avrupa'dan farklı olmuştur. Birleşik Krallık’ta da, kapitalist toplumun parçalayıcı etkileri geleneksel bağları tahrip etmiştir (Akbulut, 2007, s.

171).

Siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin, kapitalist üretim biçimi ve bu üretim biçiminin tanımsal kuruluşu ile ilişkisi ekonomik alanın ve bu ekonomik alanın toplumsal formunu tamamlayıcısı olması biçiminde anlaşılmıştır. Siyasal alan olarak devlet, ekonomik alanı tamamlar ve devlet toplumsal gerçekliğin oluşumunda ekonomik olan temelinde siyasal ve yönetsel olan biçimlendirici bir güçtür (Akbulut, 2007, s. 198). Ekonomik alan ya da piyasa üretime dair bir oluş anlamını taşır, siyasal alan ya da devlet bu oluşun biçimlendiricisidir.

127

Biçimlendiricilik ise, toplumsal gerçekliğin oluşumundaki tamamlayıcı konumun eylemliliğidir (Akbulut, 2007, s. 198).

Kapitalist üretim biçiminin oluş ve yaygınlaşma aşamalarında ortaya çıkan tarihsel farklılık, üretim biçiminin siyasal alanının toplumsal formu olarak devletin tamamlayıcılık ve biçimlendiricilik işlevinde ortaya çıkan farklılığa sebep olur. Bu farklılık kapitalist üretim biçiminin yaygınlaşmasının söz konusu olduğu ülkelerde siyasal alanın düzenleyiciliği temelindedir. Kapitalistleşme düzeylerinde yaşanan farklılık, piyasalaşma ve merkezileşme düzeylerinde de bir farklılığa sebep olmuş bu farklılık siyasal alanın toplumsal formunun tamamlayıcılık ve biçimlendiricilik işlevinde göreli farklılıklar ortaya çıkarmıştır.

“İngiltere’de merkezîleşme ve egemenlik, salt hukuksal ve ideolojik bir yapıntı olmanın ötesinde, birleşik bir ulusal piyasaya dayanan bir bütünleşik toplum yapısını ifade etmektedir. Uluslaşma da, bu ekonomik bütünleşmenin tamamlayıcı bir boyutudur. Çünkü ekonomik bütünleşme, toplumsal bütünleşmeyi sağlayan devletin tamamlayıcılık konumunu gerektirir. Bu konumun, hukuki, yönetsel yönlerinin yanında toplumsal yönünü de uluslaşma oluşturmaktadır.

Hukuki egemenlik örneği olarak gösterilen, özellikle Fransa ve Almanya'da da ulusal ideoloji, basit bir biçimde, devletin birliğini sürdürmek veya güçlendirmek değil, ekonomik gelişme sürecinin devamlılığının bir gerekliliğidir” (Akbulut, 2007, s. 356).

Merkezileşme ulusal homojen kapitalist ekonomik alan için yoğunlaşma anlamına gelir ve yoğunlaşma kapitalist üretim biçimine dair yapısal bir nitelik içerirken yaygınlaşma üretim biçiminin niceliğine dair ikincil bir konumdur.

Yaygınlaşmanın ikincilliği ile geç merkezileşen ikincil kapitalizmlerde görece farklılaşan siyasal alan işlevlerinin varlığı yapısal olan merkezileşme konumunun yoğunlaşması ile ilgilidir. Yoğunlaşmada yaşanan farklılık üretim biçiminin ikincil kapitalizmlerde yaygınlaşmasında siyasal alanın toplumsal formu olarak devleti bütünleştirici niteliği ön plana çıkarır. Kıta Avrupası’nda devlet, toplumu

128

oluşturucu unsurlardan biri olarak kabul edilir ve ulusal, yerel bir karaktere sahiptir (Akbulut, 2007, s. 173). Bu durumdan farklı olarak özgül kapitalizmde siyasal alan, bir diğer ifade ile İngiliz devleti, bütünleştiriciliği ile değil biçimleştirici olmak niteliğine sahiptir. Konuyu daha da somutlaştırmak gerekirse, İngiltere’de çitleme yasaları, başlangıç aşamasında modern İngiliz ulus- devletinin yeni toplumsal yapının biçimlenmesindeki tamamlayıcılığının bir sonucudur. Devlet, oluşturucu değil, biçimlendiricidir (Akbulut, 2007, s. 199). Kapitalizmler arası bu kurucu farklılık kapitalist üretim biçiminin sanayileşme evresinde de gözlemlenebilir.

İngiliz sanayileşmesinin kapitalizmin bir ürünü olduğu söylenebilirken, Alman kapitalizminin, devlet tarafından teşvik edilen özel bir sanayi sermayesinin gelişmesinin sonucu olduğu açıktır (Akbulut, 2007, s. 196). Bu bağlamda Wood Kıtada yaşanan sanayileşmeyi, büyük ölçüde devlet tarafından teşvik edilen ağır sanayinin gelişmesi olduğunu ve Almanya’da sanayi gelişirken devlete ve devlet işletmelerinin rolüne verilen önemi örnek gösterir (Wood, 2012, s. 140). Kapitalist üretim biçiminin yaygınlaşmasıyla beraber ikincil kapitalizmlerde gözlemlenen bu kurucu farklılık kapitalist üretim biçiminin yoğunlaşması ile birlikte göreli bir farklılığa evrilir.

Kapitalizmin belli bir gelişkinlik aşamasından sonra, Birleşik Krallık’ta olduğu gibi, Kıta Avrupası'nda da, devletin düzenleyiciliği yerine, piyasanın kendi kendini bütünleyen ve düzenleyen mekanizmasına doğru bir kayışı başlamıştır (Akbulut, 2007, s. 171). Bu devletin tamamlayıcı ve biçimlendirici işlevinin yerleşmesi, bununla beraber göreli farklılığın devam etmesi anlamına gelir.

Wood kapitalizmin başlangıcından beri sürekli değiştiğini ancak değişmenin bir süreç; mantığı çerçevesinde gerçekleştirildiğini belirtir (Wood, 2007, s. 209). Bu

129

süreç kapitalist üretim biçiminin sürdürülebilirliği konusudur. Sürecin ve sürdürülebilirliğin konu olması sürecin ve sürdürülebilirliğin tehlike altında olması anlamına gelir. Bu bağlamda söz konusu olan üretim biçiminin yapısal olarak tarihselliğinin tehlike altında olmasıdır. Bu durum üretim biçiminin yapısal krizlerini anlatır.

Ekonomik kriz dikey olarak tanımlanabilecek sermaye ve emek arasındaki sınıf ilişkilerinden kaynaklanmakla beraber, yatay rekabet ilişkilerine de tabidir (Wood, 2007, s. 169). Bu yatay rekabet sermayeler arası ya da daha geniş ifade etmek gerekirse aynı ekonomik alan içindeki sermayeler arasında olduğu kadar farklı ekonomik alanın sermayeleri arasında olduğu gibi farklı siyasal alanlar arasında da olabilir. Bu yatay rekabetteki ortaklık, sınırları kapitalist üretim biçiminin ekonomik alanını tamamlayıcı ve biçimlendiricisi olmakla belirlenen devlet, somut tarihsellikte ifade etmek gerekirse ulus devlettir.

Kapitalist üretim biçiminin tanımsal özgünlüğünün bir sonucu olarak devlet üretim biçiminin bütünselliğinin bir sonucu olarak üretim biçimine içkindir. Devlet ortaya çıkan yeni toplumsal düzenle göreli de olsa içkin olduğundan dolayı, sınırlı ölçüde tamamlayıcı ancak belirgin düzeyde de biçimlendiricidir (Akbulut, 2007, s.

174). Kapitalist üretim biçiminin eşitsiz gelişen niteliği siyasal alanın toplumsal formu olarak özgül ve ikincil devletlerde göreli bir farklılığa sebep olmaktadır.

Bununla birlikte bu göreli farklılık siyasal alanın tamamlayıcı ve biçimlendirici konumunu dışlamaz, ikincil kapitalizmlere bütünleştiricilik niteliğini de ekler.

Siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin farklı kapitalizmlerde göreli farklılaşan bu konumu kapitalist üretim biçiminin zorunlu ve eğilimsel olarak karşı

130

karşıya kaldığı kriz anlarında ortaya çıkar. Çünkü ekonomik yapıdaki değişim daha doğrusu ekonomik krizin etkilerini azaltmak için devlet kullanılmakta bir başka ifadeyle, devlet toplumsal yaşamı biçimlendirmektedir (Akbulut, 2007, s. 176).

İngiliz devletinin, müdahalesinin tipik biçimi, sermayenin yeniden yapılandırılmasında ya da üretimin yeni organizasyonunda doğrudan yer alarak değil, daha çok sermaye işçi ilişkilerini mümkün olduğu kadar sermaye birikimi lehine düzenleyen yasalar aracılığıyla olmaktayken (Wood, 2012, s. 139), kapitalist üretim biçiminin yaygınlaşması ile geç merkezileşen ve yoğunlaşan ikincil kapitalizmlerde kurucu dönemin bütünleştirici konumunun sürekliliği söz konusu olur.

Bu bağlamda karşıt eğilimleri sıralamak ve 1873-1896 krizinin somutluğunda anlamak çalışmanın hedefidir. Karşıt eğilimler Kapital’in üçüncü cildinde sıralanmıştır. Bunlardan ilki emeğin sömürülme derecesinin yükselmesidir. Emeğin sömürü derecesi, el koyulan artı-emek ve artı-değer miktarı, özellikle, iş gününü uzatarak ve çalışmayı yoğunlaştırarak yükseltilir: Mutlak artı değer sömürüsü, göreli artı değer sömürüsü. Bir karşıt eğilim olarak mutlak artı değer elde etmek öncelikle iş günü süresini temel alır. İş günü, sabit değil akıcı bir büyüklük olmasına karşın, bir yandan da, ancak belli sınırlar içinde değişebilir. İş gününün bir üst sınırı vardır. Belirli bir sınırının ötesine uzatılamaz. Bu üst sınır iki şeyle belirlenir. Bunlardan biri, emek gücünün fiziksel bakımdan sınırlarıdır. Bu fiziksel sınırlar dışında, iş gününün uzatılmasının önünde manevi sınırlar bulunur. İşçinin, genişlik ve sayılan genel uygarlık düzeyi ile belirlenen ruhsal ve toplumsal ihtiyaçlarını giderebilmesi için zamana ihtiyacı vardır. Bu nedenle, iş günündeki değişmeler, fiziksel ve toplumsal sınırlara tabidir. Ne var ki, her iki sınır da doğaları

131

gereği fazlasıyla esnektir ve çok geniş bir oynama alanı bırakırlar (Marx, 2013, s.

229-230). Mutlak artı değer sömürüsünün artırılması temelde fabrika içi çalışma düzenine dair bir konudur. Bu konu işçi, sermayedar ve on dokuzuncu yüzyıldan bahsedilecek olursa işçi örgütlerini de meseleye dahil eder. Sanayi tipi fabrika üretimlerinin ilk biçimleri uzun çalışma saatleri ve bu çalışma saatlerine dahil edilen çocuklar ve kadınlarla betimlenmiştir. Bu betimleme ile ortaya çıkan yıkıcı koşullar özellikle işçi örgütlerinin kurumsallaşması ve Birleşik Krallık özelinde grev özgürlüğünün sağlanması ile aslında ekonomik alanın en mikro düzeyi olarak tanımlayabileceğimiz fabrikada çalışma biçimlerine dair düzenlemeleri gündeme getirmiştir. Bu bağlamda ilk düzenlemeler 1833 yılında yürürlüğe konular Factory Act’i öne çıkarır (Archives, 2016, s. 39). Bu yasa temelde çocuk ve kadın işçiler için bir düzenleme getirmesine rağmen çalışma saatlerinin genel bir hukuki konu olması anlamında önemli bir yere sahiptir. 1833 düzenlemesi ekonomik alanın fabrika ölçeğinde hareket eden aktörlere, işçi ve sermayedarın yanına, sendikaları ve siyasal alanın toplumsal formu olarak devleti dahil etmiştir. Bu düzenlemeyi takiben gelen 1847 tarihli Factory Act çalışma saatine ilişkin Birleşik Krallıkta uygulanan ilk genel düzenleme “On Saat Çalışma” olarak bilinmektedir. Birleşik Krallık’ta özellikle ekonomik alanda hareket kabiliyetine sahip olan aktörlerin çoğalması, ekonomik alanın mikro düzeyinde farklı uygulamaların kolaylıkla yürütülebilmesini de kolaylaştırmıştır. Bu farklı uygulamalar işçi sendikalarının bütüncül örgütü olarak Trades Union Congress’in (TUC) hareket edebilirliğini kısıtlamakta ve sendika birliğinin temel hedeflerini genel düzenlemelerin sağlanmasına doğru yöneltmektedir. Bu durum 1864 tarihi itibari ile Factory Acts Extension Act’in yürürlüğe girmesini sağlamış, önceki düzenlemelerin yeni 6

132

sektörde daha uygulanmasını sağlamıştır. 1860’lı ve 1870’li yıllar benzer düzenlemelerin sanayi alanında yapılmasının başlangıcını anlatır (Reeves, 1911, s.

173). Ancak 1873 ekonomik krizi sonrası iş gününün artırılması yoluyla elde edilecek mutlak artı değere dair temel düzenleme 1878 tarihinde uygulamaya konulan Factory Act’tir. Buna göre ekonominin farklı alanlarında gözlemlenen farklı uygulamalara bir son verilmiş ve on saat yasası genellik kazanmıştır. Kadın ve çocuk işçilere dair farklı kanunlarla getirilen güvenceler ise temel bir çatı kazanmıştır. 1878 tarihli yasa farklı uygulamalara dair kodifikasyonları birleştirmekle öne çıkmakla beraber emek tarihinde on dokuzuncu yüzyıl için temel bir mesele olan çalışma saatleri, iş günü meselesi için de kilit bir dönemi anlatır. Bu kilit dönem hem ekonomik alanda haraketlilik kazanan aktörlerin çoğalmasını ve buna paralel olarak homojenleşmiş bir ulusal piyasa olarak genel ülke ekonomik alanına dair bütüncül ve bununla birlikte rasyonel düzenlemelerin yapılmasını siyasal alana bir görev olarak ortaya koymaktadır. On dokuzuncu yüzyılın sonu ise özellikle kriz koşullarının da keskinleşmesi ile birlikte bu düzenleme şartlarının sekiz saate indirilmesi mücadelesine dönüşmüştür. Bu dönem 1873-1896 ekonomik krizinin yeniden yapılandırma dönemi olması ile karşıt eğilimler düzeyinde de paralellik gösterir. Bu açıdan iki tarihsel evrenin ayrılmasını da ifade eder. Mutlak artı değer temelinde iş gününe ve çalışma saatine yönelik temel düzenlemelerin getirilmesi emeğin sömürülmesi derecesinin yükseltilmesinde ikinci bir yol olarak çalışmayı yoğunlaştırmayı yani göreli artı değer sömürüsünün ön plana çıkmasını sağlamıştır. On dokuzuncu yüzyıl genel olarak mutlak artı değer, ilke olarak iş gününün uzatılması ile elde edilmişken, on dokuzuncu yüzyılın sonu ve ilerleyen dönem yirminci yüzyılda emeğin yoğunluğunun hızlandırılması uygulamaları ile ön

133

plana çıkmıştır. Bu bağlamda kriz sonrası yeniden yapılandırma, emeğin sömürülmesi konusunda da bir yol tercihi ile üretim yönteminde ve ekonomik alanın mikro düzeyi fabrikada değişiklikler ile öne çıkmıştır.

Emeği, değişmez sermayenin değişir sermayeye oranla büyümesine, yani kar oranının düşmesine neden olacak şekilde yoğunlaştırmanın pek çok yolu bulunur.

Pek çok farklı yöntemle mümkün kılınan yoğunlaştırma:

“İş gününün uzatılmasının dışında, göreli artık değer üretimine yönelik işlemlerin, genel olarak ele alındıklarında, bir yandan, verili bir emek kütlesinin mümkün olan en büyük bölümünün artık değere dönüştürtülmesi, diğer yandan, öndelenmiş olan sermayeye oranla genel olarak mümkün olan en az miktarda emek kullanılması ve böylece, emeğin sömürülme derecesinin yükseltilmesine izin veren aynı nedenlerini aynı toplam sermayeyle eskisiyle aynı miktarda emeğin sömürülmesine izin vermemesi anlamına geldiği daha önce kanıtlanmıştı; bu da, kar oranının düşme eğiliminin gerçek sırrını oluşturur. Hem artık değer oranındaki bir yükselmeye, hem de aynı zamanda verili bir sermayenin ürettiği artık değer kütlesindeki ve dolayısıyla kar oranındaki bir düşüşe yol açan karşıt yönlü eğilimler bunlardır. (…) Değişir sermayeyi istihdam edilen emek gücünün endeksi olarak ele aldığımız kadarıyla, kullanılan değişmez sermaye değişir sermayeye oranla artmaz, ama kullanılan emek gücüne oranla ürünün kütlesi artar. Emeğin üretici gücü (emeğin ürünü, işçinin tüketimine de girse, değişmez sermaye ögeleri arasına da katılsa), değişir sermayenin değişmez sermayeye oranını başlangıçta değiştirmeyecek şekilde, işlemlerdeki kesintilerden, isteğe bağlı ya da zaman içinde bozucu hale gelen sınırlamalardan, genel olarak her tür zincirden kurtulursa, aynı şey olur.” (Marx, 2015, s. 238-239).

Teknolojik ve örgütsel yenilik şeklinde de tanımlanabilecek göreli artı değer elde etme kriz anına da temel kazandıran sermayenin organik bileşimi konusu ile de ilgilidir. İşin yoğunlaştırılması temelinde bir karşıt eğilim krize eksen ülke olan Birleşik Krallık’ın yorgun sanayisinde değil geç sanayileşen Amerika Birleşik Devletleri ve Almaya özelinde dikkat çekicidir. On dokuzuncu yüzyılın sonuna gelindiğinde, Amerikan mühendisleri ve bilim adamları sanayi dallarının çoğunda İngiltere’dekilerden daha verimli ürünler ve üretim yöntemleri geliştirmişlerdir.

134

Etkin üretim yöntemleri temelinde bir değişikliğin özellikle Amerika Birleşik Devletleri ekseninde ortaya çıkışı ülkenin; arazi, madenler ve ormanlar şeklinde doğal kaynak bolluğu ve özellikle madencilik, birincil kaynakları işleme ve imalat sanayilerinin üretim, pazarlama ve finansmanında, ölçek ekonomilerinden yararlanmaya olanak sağlayan olağanüstü büyük ve homojen bir iç piyasaya sahip olması sebebiyledir (Freeman & Soete, 2003, s. 68). Bu özelliklerden ilki bir diğer karşıt eğilim olarak değişmez sermaye öğelerinin ucuzlaması üzerinde bir etkiye sebep olurken sebeplerden ikincisi özellikle üretim yöntemleri ve bu yöntemlerin örgütlenmesi anlamında ekonomik alanın mikro ölçeğinde yaşanan değişimleri ve bu değişimin ekonomik alanın aktörlerini dönüştürmesi anlamında önemlidir.

Amerikan sanayisi özelinde on dokuzuncu yüzyıl ilerledikçe büyük ölçekli üretime ve daha hızlı üretim hızlarına olanak sağlayan mühendislik teknikleri daha çok araştırılmış ve yaygınlaşmıştır. Amerikan sanayi yöneticileri, büyük kitle piyasalarını yaratmak ve bunlardan yararlanmak konusunda gerekli olan büyük işletmelerin örgütlenmesi, finansmanı ve yönetimi konusunda uzmanlaşmışlardır (Abramovitz & David, 1994, s. 10). Bu uzmanlaşma ve etkinlik uzun dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin özellikle demir ve çelik üretiminde aldığı konum temelinde gözlemlenebilir ve benzer bir durumun devlet destekli görünümü Almanya’da izlenmiştir (Freeman & Soete, 2003, s. 70).

Tablo 3.4.: Gelişmiş Sanayilerde Demir ve Çelik Üretimi (milyon ton). 6

1880 1913

Pik Demir

Birleşik Krallık 7,7 10,3

6 (Mitchell, 1992), (Mitchell, 1993)’dan alınan veriler kullanılarak oluşturulmuştur

135

Almanya 2,5 19,3

ABD 3,8 31,0

Çelik

Birleşik Krallık 1,3 7,7

Almanya 0,7 18,9

ABD 1,2 31,3

1880 yılında Birleşik Devletler ’de çelik üretimi 1 milyon tonun üzerindedir;

aynı tarihte demir üretimi ise, çelik üretiminin üç katından biraz fazladır. Ancak Tablo 3.4.’den de izlenebileceği gibi 1913 yılına gelindiğinde, ABD çelik üretimi 31 milyon tona ulaşmıştır. Bu artış gerçekleştirilen köklü üretim tekniği değişikliklerinden ve özellikle de Bessemer yönteminden kaynaklanmıştır. Bu yeni tekniklerin üretimde niteliksel bir dönüşümü tetikleyen ilk sanayi devriminin yaşandığı yer olan Birleşik Krallık’ta değil, Almanya ve ABD gibi ülkelerde olması, Birleşik Krallık’ın içsel teknolojik buluşlar konusundaki liderliğini bu ülkelere kaptırmasına sebep olmuştur ve bunun sonucu ülkenin büyüme hızında yaşanan düşüşte gözlemlenmiştir (Kaymak, 2010, s. 178). 1870’lerin kriz yıllarında ilk sanayi devriminin temel öğeleri olan buhar-gücü ve demirin Birleşik Krallık’ın başlıca sanayilerindeki kullanımı giderek azalmıştır. Kömür ve demir alanında klasik azalan verimler yasasının işlemesi (verili teknolojik koşullar ve bu koşulların belirlediği doğal kaynakların sınırlılığı altında) gerilemenin nedenleri arasında sayılmaktadır. İngiltere’nin on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğindeki temel yenilikler arasında sayılan elektrik gücü ve içten yanmalı motorun kullanımı bakımından geride kalması durgunluk ve gerilemenin başlıca etkenleri arasında sayılmaktadır (Freeman & Soete, 2003, s. 75). On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde, sınai büyüme hızları bakımından Birleşik Krallık’ın rakibi olan başlıca

136

ülkeler, Birleşik Krallık’tan öndedir. 1873-1913 yılları arasında imalat sanayi üretiminin yıllık büyüme hızı ABD’de yüzde 4,8 Almanya’da yüzde 3,9 ve Dünya genelinde yüzde 3,7 iken Birleşik Krallık’ta yüzde 1,8 olarak gerçekleşmiştir.

ABD’nin imalat sanayi verimliliği 1873-1883 yılları arasında yıllık yüzde 1,6, Almanya’nın yüzde 2,6 oranında artarken Birleşik Krallık’ta bu oran yüzde 1 civarına gerilemiştir (Musson, 1959, s. 208). Üretimin örgütlenmesinde yeni yöntemlerin yarattığı etkinlik ABD ve Almanya özelinde gözlemlenmektedir.

Almanya'nın başarısının ve daha az ölçüde Amerika için, özellikle yeni sektörlerde, sanayiye bilimin sistematik ve organize olarak uygulanması, devlet himayesi ve kontrolü altında teknik eğitimin kapsamlı bir biçimde akademik kuruluşlar ve sanayi arasındaki işbirliğinin sonucudur (Aldcroft, 1964, s. 119).

Kapitalizmin örgütlenmesinde ortaya çıkan yeni tipler, Britanya’daki ilk örneklerinden farklı olarak, Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık’ta büyük işletmelerin ve büyük ölçekli işletme gruplarının oluşturulması, Almanya’da kartelleşme ve Fransa’ da mesleki temelde örgütlenme biçimindedir. Lenin’inde ifade ettiği gibi 1860-1880 yılları arası serbest rekabetin gelişmesinin en yüksek noktaya eriştiği dönemdir. Tekeller, ancak fark edilir embriyonlar halindedir fakat 1873 krizi sonrası kartellerin önemli gelişme dönemi tanımlanabilir (Lenin, 2009, s.

25). Bu gelişmeler kapitalist ekonominin yeni düzenleme biçimlerinin hayata geçirilmekte oluşunun göstergesiydi (Beaud, 2015, s. 193).

1873 yılında başlıca kapitalist ülkelerde kriz patlak verdiğinde kapitalizmin dünya genelinde uluslarasılaşma sürecinde önemli aşamalar tamamlanmıştı. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Birleşik Krallık’ın yanı sıra Almanya ve ABD’nin ulusal birliklerini sağlamış sanayileşmeye başlamış ve özellikle demir