• Sonuç bulunamadı

Kapitalist Üretim Biçimi ve Kriz

Kapitalist üretim biçimi sürekli olarak dönüşür ve değişir ancak bu değişim ve dönüşüm gerçekleştirme yani formu işlevi düzeyinde olan bir değişimdir. Bu anlamda kapitalizmin dönüşümünün tarihi, kapitalist nitelikleri korunan toplumsal formların tarihsel işlevlerinin dalgalanmasının, dönüşüme uğramasının ve terk edilmesinin tarihidir. Bu tarihi harekete geçiren anlar kriz anlarıdır. Kavramların tarihi onların kapsam, alan ve içeriklerinin değişme/dönüşme tarihidir de (Üşür, 2003, s. 211). Bu nedenle içeriğin ve işlevin, formu bir mengene misali sıkıştırdığı dönemler olarak kriz anları kavramların tarihinden bağımsız değildir. Bu bağlamda kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünde kriz anının/olgusunun oynadığı somut rolün ortaya konulması gerekir. Kriz değişimi veya dönüşümü tetikleyen bununla birlikte formun katı ve sabit yapısına işlevin akışkanlığı üzerinden hareket kazandıran bir andır. Bu anlamıyla kriz ekonomik niteliği ile bir başlangıç gösterse de bütün bir üretim biçimini etkileyen sonuçlar doğurur. Kriz anları dünyayı anlama biçimlerini ve kurulu olan teorik ve politik paradigmaların bozulma ihtimallerini ortaya çıkarır. Nesnel bir bakışla, krizler karmaşık ve belirli olunamayan anlardır ve bununla birlikte karar verici hareket biçimleri öne çıkar, gelecekte belirleyici farklılık yaratır.

Üretim biçimlerinin tarihselliğinde ekonomik kriz kavramının, yeniden üretimin ekonomik ve siyasal formlarında kökten bir değişimi içeren anlamı ile kapitalist üretim biçiminin tarihselliğinde düzenli bir özellik gösteren kriz anlamı arasındaki farklılığın ortaya konulması gerekir. Farklılık anlamlardan ilkinin üretim biçimleri arasında ayrım gözetmeksizin hepsinin tarihselliği gereği yüzleşeceği bir

63

nitelik taşıması ile ortaya konulabilir. Bu anlamda her üretim biçimi, üretim biçiminin ekonomik ve siyasal formlarında kökten bir değişimi yaratabilecek bir kriz anını yaşayacaktır. Bu soyutlama düzeyinde bir değişikliğin ortaya çıktığı anlamındadır. Böyle bir kriz anı üretim biçiminin içeriğinin değişimi anlamına gelmekte ve bu değişimin yeni içeriği izleyerek bu yeni içeriğe uygun formlar ve işlevler biçimlendireceği anlamına gelir. Tarihsel geçiş dönemi krizleri bu ilk anlama gelen krizlerdendir. Bu temelden değişimi yaratan kriz anından farklı olarak tanımladığımız ikinci anlamı ile kriz kapitalist üretim biçimine özgü ve onun tarihselliği çerçevesinde dönemsel olarak ortaya çıkan ekonomik krizlerdir.

Krizler, kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünde kapitalist yapının kendi içinden türeyen ve dönemsel bir yapıya sahiptir. Bu anlamda krizi anlamak kapitalist üretim biçimini ve onun toplumsal yapısını bununla birlikte toplumsal formlarını ve hareket biçimlerini yani işlevlerini kapitalizmin somut bütünlüğü içinde anlamak ile mümkündür. Kriz anını kapitalist üretim biçiminin içine ilişkin bir olgu olarak görmek ve bu içe ilişkinliği çelişkilerinin karşılaşma anları ve değişim ihtimali ile birlikte bir tarihsel süreç içinde anlamak gerekir. Bu tarihsel süreç içinde anlama, krizin kapitalist üretim tarzının hareket kuralları içindeki özgül yerini belirlemektir; politik iktisadın materyalist eleştirisinin konumu da budur.

Marx, kapitalizmi hem ileriye doğru atılan büyük bir adım hem de kendi kendini yıkan bir sistem olarak ele aldı. Krizin diyalektik bir biçimde anlaşılmaya çalışılması ana akım iktisat düşüncesindeki krizin tek boyutlu ve bir işleyiş kusuru olarak tanımlanmasına karşıdır. Kriz, kapitalist üretim biçiminin sürdürülebilirliğinin tıkanma anını bununla birlikte krizin niteliğine bağlı olarak (kökten, düzenli) yeni soyutlama ya da gerçekleştirme biçimlerine ilerleme

64

fırsatıdır; bir karar anıdır. Karar anının içeriği Marksist yazında büyük çoğunlukla kapitalist üretim biçiminin nihai çöküşü ihtimaline atıf yapar. Karar vericilerin krize yönelik aldığı tutum ve krizin niteliği ve tarihsel konumu önceliklidir. Bu bağlam krizin kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünde nesnel ve öznel konumlarını açıklamayı gerekli kılar.

Nesnellik ve öznellik toplumsallığın birbirleri ile bağımlı bununla birlikte çelişen iki koşuludur. Nesne, bilinçten bağımsız var olan ve bilme eyleminin konusu olan her şeydir; özne bilinçli, iradeli ve bu bağlamda etkin olandır. Nesnel, nesneye; öznel, özneye ilişkin olandır. Bununla birlikte bu ikisi birbirlerinden ayrı değil, birbirleriyle bağımlı bir bütündür. Özne, nesnenin bilgisini edinerek nesneyi değiştirip dönüştürebilir ve nesneyi bu sürece soktuğunda kendisini de dönüştürür.

Nesnel ve öznel arasındaki ilişki toplumsallığın özel bir görünümüdür ve toplumsallığın soyutlamasından yani içeriğinden bağımsız değildir. Bu bağlamda toplumsal ve tarihsel olan doğal ve tarihsel olandan farklı olarak hem nesnelliği hem de öznelliği içinde barındırır. Tarihsel ve toplumsal ilişkiler, üretim biçimi nesnel şartlardır; insanlar, istekleri ve örgütlenmeleri öznel şartlardır. Öznel ve nesnel şartlar birbirlerinden ayrı değil sıkıca bir aradadır ve diyalektik bir ilişki içindedir. Nesnel olan ve öznel olanın ilişkisi içinde temel belirleyici olan nesnel olandır ancak nesnel olanının belirlenebilmesi öznel olanın varlığına bağlıdır.

Kapitalist üretim biçimi ve bu üretim biçiminin krizi de bu nesne ve özne; nesnellik ve öznellikten ayrı değildir.

Kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünden krizin nesnelliği ve öznelliği ikili bir görünüm taşır. Bu görünümlerden ilkinde nesnellik; krizin yaşamlarını etkilediği bireylerin davranışlarından bağımsız bir sürecin peşi sıra dışsal olarak belirlenen bir

65

olgu olarak ortaya çıkması demektir. Öznel boyut ise bireyleri, kriz tarafından ortaya konulan tehdide yönelik kavrayışı ve tepkiyi içermektedir (Wolfe, 1983, s.

8). Bu anlamı ile krizler, toplumsal ilişkilerin ve bu ilişkilerin yapılanması ile ilgili olarak aktörlerin alternatif içerik ya da işlevleri algılama, fark etme fırsatı ve bunlarla ilgili karar verebilme anıdır. Krize karşı bireyler tarafından yapılabilecek öznel tercihler, krizlerin aşılması, çözülmesi ya da krize konu olan toplumsal ilişkinin aşılması anlamında önemli bir karar anı fırsatını temsil eder.

Kapitalist üretim biçiminde krizin nesnelliğinin ve öznelliğinin ikinci görünümü, kapitalist organizmanın krizinden söz etmek hem bir nesnel süreçten bahsetmeyi yani zorunlu/eğilimsel olarak krizden bahsetmek hem de aynı zamanda öznel yani tarihsel olarak krizi vurgulamak demektir. Kapitalist üretim biçiminin tarihselliğinden bahsetmek, onu tarihsel bir aşama olarak anlamak üretim biçiminin geçiciliğini öncelikli olarak kabul etmek anlamına gelir. Bu anlamda geçicilik ve üretim biçimi arasında ilişki kurulması gerekir. Bu ilişkinin merkezinde kriz olgusu bulunur. Özgüllüğü ile nitelendirdiğimiz kapitalist üretim biçimi özelinde kriz konusunun nesnellik ve öznellik bağlamında tartışılması kapitalizmde kriz mi krizler mi sorusu ile de bağlantılıdır. Bu soruya kriz ya da krizler yapısal mı yoksa arızi mi sorusunun da eklenmesi gerekir. Nesnelliğin ve öznelliğin ikinci anlamı olarak anlaşılan zorunluluk/eğilimsel olma ve tarihsel olma yani bir aşma ya da aşama konusu olmanın incelenmesi, bu sorulara alt başlıklarda verilecek cevaplar olacaktır. Bu bağlamda krizin ve krizlerin mekaniğini anlamak, mekaniğin üzerinde hareket ettiği zemini yani kapitalist üretim biçiminin işleyişini tanımak ve kavramları tespit etmek zorunludur (Üşür, 2009, s. 32).

66

Marx, Kapitalist üretim biçimi özelinde krizi merkeze aldığında, yapının işleyişinin bir görünümü süreci olarak krizi tanımlar. Bu bağlamda kriz tek bir nedene dayalı olmayan bir nitelik gösterir. İşleyişe bağlı ve tek nedenli olmama krizi nesnellik üzerinden ele aldığımızda aynı sırayı takip edecek olursak zorunluluk ve eğilim olarak görmemize neden olur. Marx’ın ifadesi ile üretimin niteliği gereği kriz değil denge rastlantıdır (Marx, 2003, s. 440). Bu bağlamda kapitalist üretim biçiminin toplumsal varoluş koşullarını kriz kavramsallaştırmasından bağımsız düşünmek eksik bir yaklaşım olur.

Kapitalizmde nesnelerin yapılanma tarzı olarak üretim ilişkileri ayrı ya da gevşek olarak bağlantılı kurumsal alanlar, düzeyler, kerteler, sahalar biçimini alır.

Üretim biçiminin deneyimlenme yolu budur (Corrigan, Ramsey, & Sayer, 2001, s.

212). Deneyimlenme somutlaşmak, gerçekleşmek anlamına gelir. Somutluğun harekete geçmesi gerçekleşmesi yani işlev kazanması anlamına gelir. Somutluğun harekete geçmesi olarak işlevi kapitalizmin toplumsal formlarının işlev kazanması olarak görmek, ekonomik alanın toplumsal formu olan piyasanın kriz eğilimini, siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin piyasanın kriz eğilimine karşı karşıt eğilim işlevini kapitalist organizmanın yapısal bütünselliğinde anlamayı gerektirir.

Bu anlamda kriz hem zorunlu/eğilimsel olarak nesnel bir süreç bununla birlikte piyasa formunun işlevini şekillendiren an hem de tarihsel olarak öznel bir süreç ve devletin karşıt eğilimlerle işlevini şekillendiren andır. Krizin anlaşılması sürecinde öznelliğin bulunması tarihsel belli bir dönemin nesnel boyutlarının belirlenemeyeceği anlamına gelmez. Krizin hem nesnel hem de öznel yapısının ve konumunun önemi nesne ile özne arasındaki ilişkinin toplumsal ve tarihsel sürecin

67

temel bağlantısı olması ile ilgilidir. Toplumsal ve ekonomik süreçlerin değişimi ve dönüşümü bu nesne ve özne arasındaki ilişkiyle gerçekleşir.

Başına bir sıfat getirilerek krizlere çok çeşitli ve bazı durumlarda da çelişkili açıklamalar getirilmiş olmasına rağmen kriz kavramının kendisi bu ilgiyi görmemiştir. Bu nedenle, kriz kavramının sosyal bilimler çözümlemelerinde gevşek ve birçok kez karışık biçimde kullanıldığı ileri sürülebilir (Üşür, 1999, s. 38).

Neredeyse her durumu kapsayacak biçimde kullanılan kriz kavramının toplumsal açıklamalarda faydalı bir kavram olup olmayacağı da tartışma konusudur. Bununla birlikte O’Connor’ın da vurguladığı gibi kriz düşüncesi modern dünyadaki bütün ciddi tartışmaların ana ekseni olmuş ve insan deneyiminin en çeşitli alanlarına nüfuz etmiştir (O'Connor, 1987, s. 49). Kriz sözcüğü toplumsal ve bununla birlikte tarihsel bir çerçevede kullanılmadan önce, kavramsal kökenini tıp bilimlerinde bulan bir nitelik göstermiştir. Bu bağlamda organizmanın kendini iyileştirme gücünün yeniden canlanma için yeterli olup olmadığına karar verildiği hastanın bir evresine gönderme yapar. Kelimenin kökeni tıp bilimleri üzerinden yükseldiği göz önüne alınırsa, kriz kavramına nesne olan olgunun da metaforu mekanik değil, organizma niteliği gösterir. Marx’ın da hatırlattığı gibi toplum sağlam bir kristal değil yani mekanik değil, dönüşme yeteneğine sahip ve sürekli olarak dönüşüm süreci içinde bulunan bir organizmadır (Marx, 2013, s. 20). Bu kavramsal köken krize nesne olan organizmanın mekanik bir işleyişine anlam geliştirme çabasından çok organizmanın bir bütün olarak ilişkiselliği içinde kritik anlara yönelik bir tanımlayıcı işlev taşır. Bu anlamda krizin kritik an olarak belirlenmesi ve bu kritik ana yönelik harekete/eyleme geçme çabası kavramı organizma için hayati kılar.

Kritik an ile ilgili hayati nitelikteki harekete/eyleme geçme krizi karar verme olarak

68

anlamayı gerektirir. Özgül kapitalist organizma için bu hayati karar verme anları, kapitalizmin uzun dönemli krizleri olarak tanımlanan yapının bir bütün olarak etkilendiği ve yapının araçlarının harekete/eyleme geçmeye ihtiyaç duydukları anlardır.

Tarihsel değişimler bir oluşumdur, bir süreçtir. Öncelikli olarak göz önüne alınması gereken bu oluşumun sürecin işleyişini ve işleyişin hareket ettiği zemini belirlemektir. Bu bağlamda ekonomik ve dönüştürücü nitelikli uzun dönemli krizler ancak toplumun ekonomik yapısı belirli bir olgunluğa eriştiğinde ve kendine özgü iç işleyiş ilkeleri yerleştikten sonra ortaya çıkar (Üşür, 1999, s. 40). Ekonomik yapının olgunluğa erişmesi ve üretim biçiminin iç işleyiş ilkelerinin yerleşmesi, içeriğin formlarının katılaşması süreci anlamına gelir. Kapitalist üretim biçimi geliştikçe, olgunluğa eriştikçe, organizmayı krize sürükleyecek içsel çelişkiler de geliştirmeye devam etmektedir. Kapitalist üretim biçiminin gelişmesi, yalnızca kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi ve yeniden üretimi değil, aynı zamanda kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin de gelişmiş bir yeniden üretimi sürecidir.

Gözden kaçırılmaması gereken kapitalist üretim biçiminin sınırlarının, üretimin toplumsal biçiminin içsel yapısı olduğudur. Kapitalist üretim biçimini ileri götüren fakat aynı anda da onu yok oluşa sürükleyen güçlerin varlığı bu sebepledir (Clarke, 2009, s. 93).

Kriz, bir şeyin gelişmesinde yaşamsal önemdeki ya da kesin aşama, dönüm noktası, daha iyi ya da daha kötü bir değişmenin yakın olduğu durum anlamı taşır.

Bu anlam ile birlikte, bir değişmeyi ima ettiğine göre kriz anı öncesi ile sonrası durum arasında bir değişmenin ya da belli örgütlenmelerin elenip yenilerinin ortaya çıkmasını belirlemek gerekecektir. Bu çerçevede kriz öncesi ve sonrası arasında bir

69

ayrım yapma zorunluluğundan, krizin anlaşılmasında ve tanımlanmasında öznel boyutun taşıdığı önem büyüktür (Kaymak, 2008, s. 2). Üretim biçiminin gerçekleşme düzeyi olan işlevin değişimlerinin izini sürmek bu noktada başlar. Her kriz, kapitalist üretim biçimi için sürdürülebilir ve devamlı olmanın öneminin altını çizer ve bu sürdürülebilirlik ve devamlılığın düzenlenme biçiminde neyin yeni olacağı sorusunu gündeme getirir.

Kapitalist üretim biçimi sürekli olarak değişir ancak bu değişim gerçekleşme düzeyinde ortaya çıkan bir değişim niteliği taşımaktadır. İçeriğin ve onunla birlikte formun değişmediği ve işlev düzeyinde olan bir değişimdir. Kriz sonrasında sistem niteliksel bir dönüşüme/değişime uğramamış yani form korunmuş fakat yeniden eylemlilik biçimi belirlenmiş yani formun işlevi değişmiş olabilir. Farklı bir ifade ile sistemin üzerine oturduğu kaidede kayma ya da dayandığı ilkelerde esaslı ve kökten bir değişme çıkmamış, fakat yeni koşullara uyumu sağlanarak, yani yeniden yapılandırılarak sürekliliği sağlanmış olabilir (Üşür, 1999, s. 42). Soyutlama yani içerik düzeyinde niteliksel farklılık yoktur. Bu farklılık ancak üretim biçiminin aşılması anında oluşur ve bu yeni üretim biçiminin yeni gerçekleşme düzeyleri içeriğe bağlı olarak şekillenir.

Belirlenen kavramsal çerçeve üzerinden bu bölümde kapitalist üretim biçiminin karar verme gerekliliği yaratan krizleri kapitalizmin toplumsallığının görünümleri olan ekonomik ve siyasi formun işleyişinde sebep olduğu bir diğer ifade ile formun işlevlerinin değişime uğrama anları olarak anlaşılmaya çalışılacaktır. Kapitalist üretim biçimi tarihsel ve bununla birlikte aşılacak bir aşama olarak tanımlanması ile birlikte yine de yaşadığı uzun dönemli krizleri atlatmayı başarmış ve her kriz daha sonra başka bir krizle sonlandırılacak olan yeni

70

bir toparlanmanın ve genişlemenin hem başlangıcı hem de aracı olmuştur (Kaymak, 2008, s. 8). Toparlanmanın ve genişlemenin başlangıç anı ve aracı olmak oluş ve işleyişin tespit edilmesi ile anlaşılabilir. Form ile işlev arasında aşılmaz bir sınır yoktur; formun algılanması işlev ile olur. Ancak formun algısını işlev belirlerken, işlevi belirleyen ise formun niteliğidir. Formun niteliğinin kararlı tutumu işlevi bir amaç ve sonuç döngüsünde harekete geçirir. Krizin zorunlu ve eğilimsel olarak nesnellik biçiminde nitelenmesi kapitalist üretim biçiminin ekonomik alanının toplumsal formu olarak piyasa formunun işlevinde yarattığı değişiklik, kar oranlarının azalması eğilimi çerçevesinde anlaşılırken, krizin öznelliğinin bir görünümü olarak tarihsel krizler üretim biçiminin siyasal alanının formu olan devletin işlevlerinin değişimi bağlamında tartışılacaktır. Kriz anları üretim biçiminin niteliksel olarak sahip olduğu kimi yapısal bozuklukları ortaya çıkarmakla birlikte aynı zamanda üretim biçiminin sürdürülebilir kılınmasını sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi veya bir bütün olarak üretim biçiminin aşılması noktasına ilerlemenin başlangıcı anlamına gelir. Bu çerçevede tarihsel bir süreç olarak krizin niteliğine göre, krize karşı toplumsal yöntem belirlenecek ya da üretim biçimi aşılacaktır. Öznel tarihsel krizlerin farklılaştırılarak, geçiş dönemi ya da yeniden yapılandırma krizleri olarak tanımlanmasının nedeni budur. Yeniden yapılandırma krizleri devletin işlevlerini merkeze aldığımız anı yaratır. Bu bağlamda kapitalist üretim biçiminin bütünselliğinin zorunlu ve eğilimsel işleyişi anlamında toplumsal form olarak piyasanın hareket etme biçimi incelenmelidir.