• Sonuç bulunamadı

Siyasal Alanın Toplumsal Formu: Devlet

44

unutulmamalıdır. Çünkü üretim ve oluş dönüşmeksizin sistemin ve buna bağlı olarak içeriğin dönüşümünden bahsedilemez. Bu bağlamda oluş konumu temel belirleyici ve toplumsal gerçekliğin başlangıç noktasıdır.

45

yöntemsel konum çerçevesinde devleti yapay bir oluşum ya da hukuki/kurumsal bir özne olarak kurgulayanlar, toplumsal üretim ilişkilerinin temel açıklayıcı olduğu bir kavramsal çerçevede devleti ele alma olanağını ortadan kaldırmış olurlar. Bu teorik konumun aksine devletin toplumsal üretim ilişkilerinin özgül niteliklerine bağlı olarak farklılıklar gösteren, sınıflı toplumlara özgü bir biçim olarak kavramsallaştırılması bu ilişkisellik üzerinde yükselen bir anlama biçimidir. Bu yöntem tercihi üzerinde devlet, belirli toplumsal üretim ilişkileri temelinde ortaya çıkan, o ilişkilerin tarihsel süreçlerinde belirlenen bir somutlama biçimidir (Yalman, 2012, s. 79). Bir diğer ifade ile üretim biçiminin özgüllüğünde belirlenen yani tarihsel bu bağlamda da toplumsal form olarak açıklama biçimidir.

Kapitalist üretim biçimi, toplumsal ilişkilerin somutlaştığı iki temel toplumsal forma dayanak olur ve bununla bağlantılı olarak bu iki forma içerik kazandırır:

Piyasa formu olarak ifadesini bulan değer biçimini örgütleyen ekonomik alan ve varlığını toplumun yanı sıra ve dışında sürdüren siyasal alanın toplumsal formu olarak devlet. Devlet yani siyasal alanın toplumsal formu, ekonomik yapının basit bir yansıtıcı üstyapı alanı değil, üretim biçiminin özgülüğünde kurumsal olarak ayrışan ve tarihselliğiyle hareket alanı kazanan bir eylem alanıdır.

Devlet, bir tarih teorisi içerisinde konumlandırması gereken ve üretim biçiminin oluşturduğu temel üzerinden anlaşılması gereken bir olgudur. Her farklı üretim biçiminin yönlendirdiği yapı, farklı geniş bir hukuki yapı ve farklı siyasi kurumları yaratır. Marx’ın da belirttiği gibi, devletin farklı tarihsel koşul ve bağlamlarda, üretilen artığa el koyma biçimlerine göre alabileceği farklı formları açıklayabilecek bir kavramsal çerçeve geliştirilmesi gerekmektedir (Yalman, 2012, s. 83). Bu kavramsal çerçeve içerik yönelimli bir somutluğun tespit edilmesi

46

demektir. Bu bağlamda üretim biçiminin tarihselliğine ve kurumsallaşmasına yapılan vurgu önceliklidir. Bu bağlamda bir toplumsal form olarak tanımlanan devletin yapısını insan iradesinden öte, toplumsal ilişkinin nesnel hali ile yani;

mülkiyet ilişkilerinin niteliği ile kavramak gerekir. Bu kavrayış, toplumsal form olarak devleti tarihsel olarak konumlandığı üretim biçiminin içeriğinden bağımsız olarak açıklanmasının önüne geçecektir. Devlet yalnızca bir örgütlenme ilişkisi ya da bir hareket biçimi olarak değil, antagonist ve çelişkili bir toplumsallığın ifadesi olarak kavranmalıdır. Üretim biçiminin toplumsal formu olarak devletin mevcut toplumsallığı içindeki çelişkilerini kavrayabilmek ancak çelişkilerin yarattığı perdelemeyi kavramak ve bu çelişkinin soyut içeriğini belirlemekle mümkündür.

Bu bağlamda öncelikli konu sadece devletin nasıl işlediğini veya işlemesi gerektiğini açıklamak değil, hangi toplumsal ilişkiyi ve çelişkiyi ifade ettiği ve bu ilişkinin ve çelişkinin nasıl aşılabileceğidir (Hirsch J. , 2011, s. 20). Bu nokta devletin tarihselliğinin tespit edilmesiyle yaratılan farklılıkta gözlemlenebilir. Hegel devlet kavramında devlet ile burjuva toplum arasındaki ayrımı varsayar ve ancak Hegel’in varsaydığı bu ikili çelişki yalnızca O’na özgü değil tarihsel bir uğrak olma anlamında var olan bir çelişki niteliği gösterir. Bu çelişkinin aşılması tarihselliğin tespitine bağlıdır. Aksi durum devleti ideanın formu olarak görür; bu durum mistifikasyonuna yani olgunun gerçekliğinin algılanması anlamında bozulmasına ve çarpıtılmasına yol açar (Hyppolite, 2010, s. 154-155). Ancak devlet idea olarak özne sayılacak bir kavram değil, toplumsal üretim biçiminin ayrışarak uzmanlaşmış, bir somut görünümüdür. Kapitalist üretim biçimi devlet ve toplum ilişkilerinin yapısını ve sınırlarını kesin ve kökten bir biçimde değiştirmiştir ve bunu yaparken de devleti siyasal olanın tekil odağı olarak sunmuş ve yeni bir tür

47

gerçekliğe dönüştürmüştür; bu durumu ilk defa işaret eden kişi, Hegel’in hayaletiyle boğuşan Marx’tır (Thomas, 2010, s. 25). Marx için kapitalist üretim biçiminde devlet ile ilgilenmek her durumda siyasal olanın özgüllüğü ve onun somutlaşma biçimi ile ilgilenmek demektir.

Toplumsal formlar toplumsal üretim biçiminin görünümü olarak ve toplumsal üretim biçiminin koşulları içinde bireylerin tabi olduğu ve aynı zamanda da yeniden ürettiği genel ve yapısal bir kurumsallaşmadır. Bu genel ve yapısal kurumsallaşma modeli formda somutlaşır ya da bir diğer biçimde anlatılmak istenirse, toplumsal üretim biçimi formda maddeleşir. Siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin bu bağlamdaki konumu da ancak toplumsal üretim biçiminin somutlaşması ve maddeleşmesi çerçevesinde ortaya konabilir. Devlet formuna içkin olarak ortaya çıkan somut olgular, temelde siyasal form tarafından belirlenen ve toplumsal sınıflar ve ekonomik yeniden üretim süreçlerinin kurumsal olarak ayrışması farklı bir ifade ile ekonomi dışı zorun kurumsallaşmasıdır. Bahsedilen kurumsallaşma süreci siyasal olanın kurumsallaşma sürecidir. Ekonomi dışı zor bu bağlamda fiziksel şiddet anlamına gelmekte ve üretim biçiminin topluma genelliği ve tarihsel olarak özgünlüğü anlamında meşru fiziksel şiddet niteliğini ifade etmektedir.

Siyasal formun üretim biçimine içkin bu tanımı devletin kapitalist üretim biçiminin ve kapitalist toplumun çelişkilerinde türetilerek anlaşılmasını gerekli kılar. Bu gereklilik ekonomik alan ve siyasal alan ayrılığının siyasal alanın toplumsal formunun kurumsallaşmasının tarihsel olarak takip edilmesini zorunlu kılar. Bu takip, siyasal alanın toplumsal formu olarak devleti hem mekanda hem de zaman bağlamında özel ve uzmanlaşmış bir toplumsal form halini almasına yol açan değişimleri anlatır.

48

Marx, devlet ile onun yasal çerçevesi, sivil toplum, sivil toplumun ekonomik kazanç arayışı ve işçilerin içinde bulundukları kötü durum arasındaki bağlantının farkındaydı (Desai, 2011, s. 73). Fakat Marx, devletin, daha doğrusu anlamaya çalıştığı tarihsel topluluğun siyasal formunun üzerinde sistematik bir biçimde eğilmeye fırsat bulamamıştır. Bununla birlikte, yöntem, üretim biçiminin niteliği ve özgüllüğü ile belirlenmesi anlamında aynıdır. Ekonomik alan ve siyasal alan ayrılığı kapitalizmin bütünselliğinde toplumsal formları üretim biçiminin içeriğine tabi olarak kurumsallaştırır. Bu kurumsallaşmanın bir yönü piyasa iken diğer yönü devlet formunda şekillenir.

Devletin bir form olarak görünümü tartışması ekonomi siyaset ayrımı üzerindeki ekseni takip etmektedir. Üretim biçiminin devamlılığı anlamında kurulması zorunlu olan bu ayrım siyasal alanın toplumsal formu olarak devleti de piyasa formunun karşısında şekillendirmiştir. Karşısında şekillenme bir karşıtlık ilişkisi olmaktan öte yanı sıra ve dışında anlamına gelmektedir. Ekonomik alanın toplumsal formu olarak piyasa bütünleşikliği ve yaygınlaşmış bir oluşu temsil eder.

Bu oluş üretim biçiminin varlığının temeli olarak da tanımlanabilir. Ancak bu oluşun sürekliliği bütünleşmiş ve yaygınlaşmış bu ulusal piyasanın karşısında merkezileşmiş bir ekonomi dışı zorun kurumsallaşması ile sağlanır. Bütünleşmiş ve yaygınlaşmış ekonomik zor yani piyasa, kapitalizmin özgün bütünselliği çerçevesinde siyasal alanın da yani siyasi zorun da merkezileşmiş örgütlenmesini gerekli kılar. Siyasal alanın formu olarak devletin kurumsallaşması bu bağlamda merkezi hukuk, merkezi güvenlik konuları üzerinde şekillenir (Wood, 2008, s. 55).

Ekonomi dışı zor kullanımının özelleşmiş ve bu çerçevede özerkleşmiş ekonomik alandan ayrılarak merkezileşmesi ekonomik alanın formu olarak piyasa için kabul

49

edilebilir bir maliyet ve üretim biçiminin devamlılığının ve hareket edebilirliğinin bir yolu halini alır. Bu bağlam üzerinden devlet formunun biçimselleşmesi ve bu forma bağlı olarak işlevinin farklılaşmasının, keskinleşmesinin ve kurumsallaşmasının yolları belirlenebilir. Çünkü devlet; bir bütün olarak toplumsal sistemin bütünleşmesini güvence altına alan birleştirilmiş aktördür (Przeworski, 2014, s. 105).Kapitalist üretim biçimi, üretici güçlerin belirli bir gelişim aşaması içinde, bireylerin maddi temaslarının tamamını içerir. Kapitalist toplum, içinde bulunduğu aşamanın tüm ticari ve sınai yaşamını kapsar ve bu bakımdan, devlet ve ulus çerçevesini aşar; ancak örgütlenmesini homojenleşmiş ulusal pazar karşısına konumlandırmak zorundadır. Bu bağlamda kendisini dışarıda ulus olarak kabul ettirip içeride de devlet olarak örgütlenmek zorundadır (Marx & Engels, 2013, s.

41). Kapitalist üretim biçimi ulus olma ve ulus devlet olma ya da ulus ve ulus devlet olma kapitalist üretim biçimini yaratmasa da bütün olarak aynı toplumsal dönüşümler, ekonomik ve siyasi alanlarda yaşanan dönüşümlerin sonucudur.

Ekonomik alanın ve siyasal alanın toplumsal form biçimde kurumsallaşmaları ve örgütlenme zorunlulukları bu dönüşümler temelinde gerçekleşmiştir. Örgütlenme zorunluluğunun ilk noktası bu çerçevede İngiliz ulusal piyasasına koşut olarak İngiliz devletinin örgütlenmesi üzerinde gözlemlenebilir. Kapitalist üretim biçiminin toplumsal ve siyasal formu olarak devletin bu niteliği İngiliz devletinin kurumsallaşmasında izlenilebilir. İngiltere’de devletin oluşumu, kooperatif bir proje; siyasi ve ekonomik zor arasında, Avrupa’da diğer ülkelerden çok daha önce zımni bir baskıcı güç tekelinden yararlanan merkezi siyasi güç ile Avrupa’nın başka herhangi bir bölgesinden çok daha merkezileşmiş bir toprakta, özel mülkiyete dayanan ekonomik güç arasında bir tür iş bölümü halini aldı (Wood, 2003, s.

185-50

186). Bu bağlamda özerk şehir devletleri ya da Fransa’daki mutlakiyetçi devlet, her biri kapitalizmi doğurması zorunlu olarak gerektirmeyen kendi iç mantık süreçleri ile farklı oluşumlardır. Bu çerçevedeki öncelikli konu ulusal piyasanın oluşması ve onun karşısında siyasal formun kurumsallaşmasıdır. Bu farklı kendi iç mantıkları ile kapitalizmi örgütleyen yerlerin kapitalizmi doğurdukları zaman, onların mevcut olan kapitalist bir sistemin yörüngesine girdikleri ve onun siyasi, askeri ya da ticari rakiplerine kabul ettirdikleri rekabet baskısına maruz kaldıkları andır (Wood, 2003, s. 83). Kapitalist üretim biçiminin gelişim yönelimi, İngiltere’nin özgüllüğünde içeriden zorlayanlar temelinde, mülkiyet ilişkilerinin dönüşümü özelinde ortaya çıktı. Ancak Kapitalizmin yaygın üretim biçimi olarak genelleşmesinde, Fransa ve Almanya’da mevcut olan kapitalist bir sistemden kaynaklanan dış baskılara cevap olarak yerleşti.

Kapitalizmin özgün bütünselliğinde siyasi ve ekonomik birlik ve siyasi ve ekonomik alanın formları aynı kaynaktan doğar. Bu kaynak üretim biçiminin soyutlama düzeyindeki içeriğidir. Siyasal alanın toplumsal formu olarak devletin hareket alanı, eylemliliği ve üzerinde yükseldiği içerik, üretim biçimini temel alır ve üretim biçiminin sürekliliği üzerinde işlev kazanır. Bu bağlam devletin belirtilen yanı sıra ve dışında olma niteliklerinde gözlemlenebilir. Devlet/piyasa ve/veya devlet/toplum kavram çiftlerinin belirlediği alanlar ontolojik varlıklar olarak algılanmasalar bile, kendilerine özgü mantıkları ve işleyiş ilkeleriyle belirlenen özgül kurumsal alanlar olarak tanımlandıkları ölçüde, aralarındaki ilişkiler dışsal olarak algılanmaktadır (Yalman, 2012, s. 69). Dışsal ilişkiler olarak algılanma, formların içeriğini yani üretim biçiminin soyut özgüllüğünü yok saymaktadır. Bu nedenle formların üretim biçimi özgüllüğündeki kurumsal ayrılıkları dışsal ve

51

yapısal farklılaşmayı yaratmaz tersine kurumsal ve bütüncül niteliklerini gösterir.

Siyasal alanın toplumsal formunun, devletin, ekonomik alanın toplumsal formu olan piyasanın yanı sıra ve dışında olmasının da bu çerçevede anlaşılması gerekir.

Siyasal alan ile ekonomik alan arasındaki ayrışma kapitalizme özgü kurumsal farklılaşmış bir yapıdır; buna bağlı olarak devlet kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinin bir formu olarak kavramsallaştırıldığı sürece bir somutlaşma ve gerçekleşme düzeyi olarak anlaşılabilir. Devlet, egemen sınıfın bireylerinin kendi ortak çıkarlarını geçerli kıldıkları ve bir çağın burjuva toplumunun tamamını özetleyen form olduğundan, bunun sonucu olarak, tüm ortak kurumlar devlet aracılığı ile oluşur ve siyasal bir nitelik kazanır (Marx & Engels, 2013, s. 66). Bir toplumsal form olarak devletin bu siyasi kurumsallaşma biçimi temelde mutlak özel mülkiyetin başat mülkiyet biçimi olması ile birlikte ilerleyen bir süreci anlatır. Özel mülkiyetin topluluktan ayrılıp kopmasıyla birlikte devlet, kapitalist üretim biçiminin toplumunun yanı sıra ve kapitalist üretim biçiminin toplumunun dışında, tamamen ayrı bir kurumsallaşmayı anlatır. Ancak, bu devlet burjuvazinin hem içsel hem de dışsal amaçları nedeniyle, kendi mülklerini ve çıkarlarını karşılıklı olarak güvence altına almak için benimsemek zorunda kaldığı örgütlenme biçiminden başka bir şey değildir (Marx & Engels, 2013, s. 65). Kabul edilebilir bir maliyet olarak tanımlanan toplumsal alanın siyasal formunun üstlendiği konum kapitalist üretim biçiminin özgüllüğü ile toplumun yanı sıra ve dışında olma hali ile farklılık kazanır. Kapitalist üretim biçimi ve kapitalizmin oluşumsallığı sürecinde ulus devlet biçimini üstlenen devlet arasında tarihsellik bu yanı sıra ve dışında olmayı izleyebileceğimiz bir yönü çizer. Dışında olmak devletin bir kavram olarak kapitalist üretim biçimi tarafından üretilmediğini anlatır. Bir kavram olarak modern

52

devlet, modern ülke ve egemenlik kavramlarıyla birlikte kapitalizmle ilişkisi bulunmayan toplumsal ilişkilerden, parçalı egemenliklerden ve merkezileşen monarşiler arası gerilimler içinde türedi (Wood, 2003, s. 187). Bu bağlamda dışında olmak, devlet kavramın bir olgu olarak varlığının üretim biçiminin dışında oluşunu anlatır. Ancak üretim biçimine yanı sıra olma hali ise, Marx ve Engels’in kavramsallaştırması ile devletin, üretimin içsel ve dışsal birlikteliği ile ulaştığı gelişme aşamasına dayalı bir tarihsel olgu olduğunu anlatır (Akbulut, 2014, s. 22).

Tarihsel özgün oluşumu göz önüne alarak ifade etmek gerekir ise;

“İngiliz devlet oluşumunun özel biçimi kapitalizmi yaratan aynı sürece aittir. Siyasal olarak oluşturulmuş mülkiyetin kapitalist mülkiyete dönüşümü, aynı zamanda ve ayrılmaz biçimde devletin de bir dönüşümüydü” (Wood, 2003, s. 187).

Bölünmüş bir iktidar biçiminin dönüşümü, siyasal olarak oluşturulmuş mülkiyet biçiminin dönüşümü ve bununla bağlantılı olarak parçalı birbirinden kopuk pazar yapısının dönüşümü birbirlerinden farklı ancak kopuk olmayan sürecin genel değişim ayaklarını anlatır. Kapitalist üretim biçimi öncesinin iktidarının parçalı ve birbirinden kopuk yapısının içinde olduğu ekonomik yapının da parçalılığından farklı olmadığı bu anlamda izlenebilir. Bu parçalı olma hali temelde mülkiyet ilişkisinin bölünmüş yapısını yansıtır. Mutlak özel mülkiyetin bütüncül üretim biçimine temel olduğu kapitalist üretim biçiminde durum bütünleşik ulusal piyasayı ve bu piyasanın dışında ancak ona yanı sıra olan siyasal alanı ve dolayısıyla toplumsal formu ulus devleti peşi sıra getirir. Bir aradalık hali kapitalizmin oluşum anı ve kapitalist üretim biçiminin devamlılığının koşulu olarak biçimlendiricilik ve tamamlayıcılık niteliklerini gerekli kılar. Tamamlayıcılık ve biçimlendirme, siyasal alanın, piyasa zorunluluklarına bağlı ya da tabi olması ve bu

53

zorunluluklara bağlılığın zorunlulukların yaşama geçirilmesi anlamına gelir. Siyasal alan ve siyasal alanın toplumsal formu, sermayenin kendini gerçekleştirme alanı olarak, piyasa zorunluluklarını doğuran sınıfsal ilişkilere temsili ve hukuki bir biçim verir; bu ilişkilerin yeniden üretiminde hukuk, temsil ve yönetim dolayımları ile tamamlayıcı zorunluluğu oluşturur (Akbulut, 2005, s. 178). Devlet, kapitalist üretim biçiminin bir ürünü, sonucu hem de bu üretim biçiminin yarattığı ilişkilerin şekillendiricisidir.

Kapitalist üretim biçiminin ekonomik gerekleri ve zorunlulukları, birikimin ve büyümenin şartlarını oluşturmak, bunu sürdürülebilir kılmak ve kapitalist mutlak özel mülkiyet sistemini korumak amacıyla ekonomi dışı düzenleme ve zor güçlerinin desteğine her zaman ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç kapitalist üretim biçimindeki tamamlayıcılığın ve biçimlendirmenin konumudur. Siyasal alanın farklılaşmış konumunun ve özel ekonomik alanın konumunun arasında bulunan ayrımın korunması yasal siyasi kurumsallaşmanın gereğini ortadan kaldırmaz. Ne ekonomik alanın doğrudan ekonomik zoru siyasi alanın yerini alabilir ne de siyasi zorun varlığı olmaksızın ekonomik alanın toplumsal formu olarak piyasanın özerk konumu sürdürülebilir kılınabilir. Bu anlamda kapitalist üretim biçiminin oluş, tamamlayıcılık ve biçimlendirme konumları kurumsal bir yapılandırmayı gerekli kılsa da nihai temelde üretim biçiminin bütünselliğine seslenir. Bütünselliği temel alan bir bakışın siyasal alanın toplumsal formu olarak devleti üretim ile ve üretim biçimine içsel olarak ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Bu ilişkilendirme bir form olarak devleti somutlaştıran ancak dondurmayan bir yöntem demektir.

Devlet birçok farklı yolla anlaşılagelmiştir: Bir şey, bir süreç, bir yapının uygulamaları ya da uygulamaların yarattığı bir yapı, maddi olan ya da hayal edilen

54

veya teorize edilen ve deneyimlenen. Ancak yapılması gereken, siyasi olanın kurumsal özelleşmesinin tespit edilmesi ve siyasi formun kapitalist üretim biçimine içkin olarak anlaşılmasıdır. Devletin materyalist teorisini geliştirmek kapitalist devlet ve kapitalist toplumun üretim biçimi arasındaki ilişki göz önüne alınarak yapılabilir (Holloway & Picciotto, 1978, s. 2). Bu bağlamda yapılması gereken ekonomik kavramlar bütününü siyasi kavramlar bütünü ile tamamlamak ve aynı zamanda bununla toplumsal ilişkilerin yalnızca siyasi formunun değil ekonomik formunun da eleştirisini bütünsel biçimde kavramaktır.

Devletin siyasal alanın formu olarak kapsadığı ve bununla beraber harekete geçirip işler kıldığı alan toplumsal biçimin devamlılığı ve yeniden üretimi ile ilgili olduğu anlamda kapitalist form biçiminde nitelik gösterir. Devlet ne sadece bir siyasi araç ne de sadece sermaye tarafından kurulmuş bir kurumdur. Ancak sermayenin toplumsal yeniden üretimi sürecinin önemli bir anı olarak sermayenin dışında fakat rekabetin yanında toplumsal varoluşun özel bir formu olarak kurumsallaşmış halidir. Hirsch, kapitalist devletin, kapitalist gelişimin ekonomik yasalarından ve özellikle de kar oranlarının düşme eğilimi yasasından çıkarsaması gerektiğini anlatır (Carnoy, 2014, s. 81). Kar oranlarının düşme eğilimi yasası, ilerleyen bölümde ekonomik alanın toplumsallığı temelinde açıklanacaktır. Bununla birlikte kapitalist üretim biçiminin siyasal alanının toplumsal formu olarak devlet, üretim biçiminin tarihselliğinde kar oranlarının düşüşünü dengelemek temelinde hareket eder. Bu bağlamda devlet formunu anlayabilmek artı değere el konulan anı tespit etmeye bağlıdır.

“Dolayısıyla, siyasi süreçler üzerine yapılacak bir araştırmanın başlangıç noktası, mekanik ekonomik determinizmin ya da soyut genellemenin zayıf noktalarını tekrarlamamak için, sermayenin

55

hareketlerinin mantıksal ve aynı zamanda tarihsel olarak somutlanması ve sınıf rekabetinin yapılanmasının formları olmalıdır”

(Hirsch, 1978, s. 81).

Kapitalist devlet bu çerçeve özelinde ekonomik alanda var olan mücadeleden bağımsız olmayan siyasi bir birlik ve kurumsallaşma olarak karşımıza çıkar. Bu kurumsallaşmada kapitalist devletin kapitalist niteliğinin devamı anlamında hedefi, ekonomik alanın toplumsal formu olan piyasada bireyselleştirilen ve rekabete tabi tutulan kişileri siyasal alanda bir formda birleştirmektir. Bu hedef üretim biçiminin toplumsal formu olarak devlete kapitalist üretim biçiminin içeriği çerçevesinde bir hareket tarzı belirler. Bu hareket tarzı içeriğin belirlediği somutlaşmış kapitalist toplumsal formun işlevidir. Bir somut form olarak devletin anlaşılması, üretim, üretim biçimi ve üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi ve devamlılığı çerçevesinde olmalıdır. Devlet bu yöntemde sahip olduğu formun belirlendiği içerik temelinde, kriz ve çöküşe karşı durmaya yönelik devam eden teşebbüsler gösterir ve hareket bir diğer ifade ile işlev kazanır.

Ekonomik alan ve siyasal alan ayrılığı kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünün ürünüdür. Bu özgüllük üretim anının, dolaşım anının ve tüketim anlarının da toplumsallığının farklılaşması anlamına gelir. Bu farklılaşmayı kapitalizmin özgül formlarına yerleştirmek kapitalist üretim biçiminin bütünselliğini görmek demektir. Bu bağlamda üretim ekonomik alanın toplumsal formu olarak piyasanın oluşumsallığına seslenir. Üretimin tarımsal ya da sınai niteliği üretimin ve bununla bağlantılı olarak üretim biçiminin niteliğinin kapitalist olması sebebiyle ayırt edici değildir. Dolaşım anı üretimin sonuçlarının yaygınlık ve genellik kazanmasıdır. Piyasanın yanı sıra uluslarasılaşma ve dış ticareti merkeze koyar. Uluslararsasılaşma ve dış ticaret homojenleşmiş, merkezileşmiş bir

56

ulus devletle bir form kazanır. Kapitalist üretim biçiminin siyasal alanının toplumsal formu olarak devlet ayrılmış olan dolaşım anını, ekonomik alanın toplumsal formu olan piyasanın biçimlendiricisi ve tamamlayıcısı olarak temsil eder. Piyasa ve devlet dışında tüketim anı ise kapitalist toplumun tamamının işlerlik kazandığı bir noktadır. Kapitalist üretim biçiminin bu kurumsal ayrılık ve yapısal birlik özgül durumu, üretim biçiminin devamlılığının ve de bununla birlikte kriz anlarının da başlangıç noktasıdır. Metanın basit başkalaşımında, görünür hale gelen kriz olasılığı, doğrudan üretim süreci ile dolaşım sürecinin yollarının ayrılması ile varlığını ortaya koyar. Bu iki süreç birbiri ile yumuşak biçimde kaynaşmayıp da birbirinden bağımsız duruma gelir gelmez ise, kriz o noktada ortaya çıkar (Marx, 1999, s. 487). Bu anlamda üretimin ve dolaşımın birlikteliği ya da ayrılığı ya da ekonomik form ile siyasi formun üretim biçiminin bütünselliği içinde birbirlerine dışsal ancak yanı sıra olma konumlarının tartışılması; somutlaşmış formlarının değil ancak gerçekleştirme anlarının yani hareket biçimlerinin dalgalanması üretim biçiminin kriz anına verir. Bu sebeple yapılan tartışmalarda devletin ekonomik alana ne yaptığı ya da ne düzeyde müdahale ettiği, ancak ekonomik alanın yani piyasanın siyasal alana ne yaptığının anlaşılması ile kavranabilir. Siyasal alan ile ekonomik alan arasındaki diyalektik ilişki bunun bilimidir. Bu bilim ekonomik alan ve siyasal alan arasındaki normlar ve işleyişler arasındaki sonsuz gibi gözüken gelgitin incelenmesidir.

Bir bütün olarak dolaşım süreci ya da bir bütün olarak sermayenin yeniden üretim süreci, sermayenin üretim evresinin ve dolaşım evresinin birliğidir, öyle ki bu iki süreci ya da evreleri içerir. Soyut kriz biçimi ya da olasılığının daha ileri aşamada gelişimi oradadır. Krizi yadsıyan ekonomistler sonuç olarak, bu iki

57

evrenin birliğini ileri sürerler. Eğer birlik olmasalardı da yalnızca ayrı olsalardı, o zaman birlikleri zorla kurulamazdı ve dolayısıyla kriz olmazdı. Eğer ayrı olmaksızın yalnızca birlik olsalardı, o zaman, kriz anlamına gelecek şiddete dayalı bir ayrılma söz konusu olmazdı. Kriz, birbirinden bağımsızlaşan etmenlerin birliğinin zor yoluyla kurulması ve esas olarak tek ve bir olan etmenlerin zor yoluyla ayrılmasıdır (Marx, 1999, s. 493). Kapitalist üretim biçiminin özgüllüğünün yapısal birliği ve kurumsal ayrılığı tam da bu noktada yani krizin varlığının tespitinde gözlemlenir. Krizin ortaya çıkış anlarının tespit edilmesi bu bağlamda devlete ilişkin yaklaşımların da farklılığını ortaya koyar. Devletin ekonomiye dışsal bağlarla bağlılığı yani yanı sıra ve dışında olması, ekonominin hareketinden bağımsız bir nitelik taşır. Toplumun hareketi bu temelde doğrudan doğruya devletin eylemine yani işlevine bağlanır (Satlıgan & Savran, 2009, s. 36). Devletin ve piyasanın biçimsel anlamda niteliklerini koruyup hareket biçimlerinin değişim göstermesi kapitalist üretim biçimi gereğidir.

Üretim biçimlerini bir koordinat tablosunun bütünü biçiminde düşündüğümüzde üretim biçimlerinin yapısal örgütlenmeleri gözlemlenebilir hale gelir. Yatay doğru siyasal alan ve toplumsal form olarak devlet, dikey doğru ekonomik alan ve toplumsal form olarak piyasayı temsil eder. Bu yapı üzerinde piyasanın pozitif olduğu alanlar kapitalist üretim biçiminin dünyasını anlatır. Bununla birlikte dolaşım anının temsiliyetiyle anlamlandırdığımız siyasal alanın toplumsal formu pozitif alanda ekonomik alana doğru kayan hareketliliği, negatif olduğu alanda ekonomik alandan çekilmeyi anlatır. Bir anlamda koordinat tablosu, devletin biçimsel varlığının ve eylemliliğinin sarkacını temsil eder. Bu halde “karşıt“ fakat simetrik olan devletlerden bahsedilir. Ancak piyasanın pozitif bölgede olduğu bu

58

tabloda siyasal alanın toplumsal formu olarak devletlerin kapitalist nitelikleri yani norm olarak kapitalistliklerinde bir farklılık yoktur.

Şekil 1.1.: Üretim Biçimlerinin Koordinat Tablosu.

EKONOMİK ALAN (PİYASA) (+)

SİYASAL ALAN (DEVLET) (-) SİYASAL ALAN (DEVLET) (+)

EKONOMİK ALAN (PİYASA) (-)

Kapitalizm, sınırlı sayıda kaynağın mutlak özel mülkiyete tabi olduğu bir sistemdir. Bununla birlikte kapitalizmde mülkiyet, kurumsal olarak otoriteden ayrılmıştır. Bu kurumsal ayrılık kapitalist üretim biçiminde ekonomik alan siyasal alan ayrılığını yansıtır. Bu bağlamda, kaynakların dağıtımı ve kullanılması için bölüşümü oluş, tamamlayıcılık ve biçimlendiricilik çerçevesinde iki mekanizma tarafından sağlanır: Piyasa ve devlet. Bu noktada, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünün girişinde bahsedilen inceleme sırası yol gösterici niteliktedir.

KAPİTALİST ÜRETİM BİÇİMİ

DEVLETİN İŞLEVLERİ

KAPİTALİZM DIŞINDAKİ ÜRETİM BİÇİMLERİ

59

Sermaye, toprak mülkiyeti, ücretli emek; devlet, dış ticaret ve dünya pazarı sıralaması (Marx, 1979, s. 23); Marx’ın üretim biçiminin niteliği ile ilgili bir tespiti anlatır. Bu tespit ekonomik alan, siyasal alan kurumsal ayrılığıdır. İlk üç başlık ekonomik koşulları ve ekonomik alanın işlevine atıf yaparken, son üç başlık siyasal alana ve siyasal alanın işlevine atıf yapar. Çalışmanın ikinci bölümü bu iki kurumsal ve uzmanlaşmış alanların formlarının işlevleri ile birlikte kriz eğilimleri ve krize karşıt eğilimleri tartışılacaktır.

İçerik, form ve işlev tartışmasının temeli soyutlama ve gerçeklik düzeyleri ile ilgilidir. Bu bağlamda en soyut düzeyden somuta doğru bir ilerleme çizilmek istenirse, içerik evrenselliği anlamında, belirli ve sınırlandırılmış bir çerçeveyi ifade eden form ve tekilliği ve somut gerçekleşme düzeyini ifade eden işlev biçiminde bir sıralama yapılabilir. Bu genel çerçeve üretim biçimine uyarlandığında; içerik üretim biçimini, belirlenmiş form, ekonomik ve siyasal alanların formlarını, işlev ise mücadele veya geri çekilme temelindeki hareketliliği anlatır. Üretim biçiminin devamlılığı veya aşılma anları da içerik ve form arasındaki çatışma anlarıdır. Bu çatışma anları krizi, çatışmaya verilen tepki biçimi hareketi yani işlevi göreve çağırır. Form bu bağlamda içerik ve işlevin soyutluğu ve gerçekleşme düzeyleri arasında tarihsel olarak belirlenen bir yapı gösterir.

Şekil 1.2. : İçerik, Form, İşlev.

İÇERİK>FORM>İŞLEV

SOYUTLAMA GERÇEKLEŞTİRME