• Sonuç bulunamadı

3. Mesnevi Çözümleme Yöntemi

3.3. Zihniyet ve Temelleri 1. Zihniyet Nedir?

3.3.2. Zihniyet ve Kültür

Kültür, sosyal bilimler alanında kesin bir tanımının yapılması oldukça güç bir kavramdır. Kültür, toplum şahsiyeti, üretilen ya da miras alınan maddî ve manevî değerler, sanat faaliyetleri, kazanılan edinimler vb. birçok öğenin birlikteliğini ifâde etmekte ve bakış açısına göre anlam kazanmaktadır. Mardin, bakış açısına göre kültürün teknikle başlayan ve ulusal kimliğe uzanan geniş bir anlam dünyasına sahip olduğu kanaatindedir: “Teknik anlamda kullanılmadığı zaman, beraberinde getirdiği çağrışımlar Picasso, Mozart, Beethoven, tiyatro, edebiyat ve sanatla ilgilidir. Fakat teknik anlamında kültürün çok daha geniş bir kapsamı vardır. Kültürün bu teknik anlamı, sosyal antropologların on dokuzuncu yüzyıldan beri geliştirdikleri bir kavramdır. Konu, insan topluluklarının kimlik ve özelliklerini anlatmak yolunda önem kazanmıştır (Mardin, 1983: 41).”

İnsanın fizikî özellikleri, yaşadığı coğrafi bölgesi, ilmî düzeyi gibi kimi doğuştan olan ve varlığı gözlenebilen; kimi de sonradan kazanılan pek çok ayırt edici özelliği bulunmaktadır. Toplumla insan arasında çoğu kere tabîî bir benzerlik görülmektedir. Toplumlar diğer toplumlardan bazı temel vasıflar ile ayrılmakta ve bu ayrılığın ilk izleri kültür ile başlamaktadır. Kemikli’ye göre toplumun kimliği kültüre göre şekil kazanmaktadır: “İnsanın, insana ve maddeye karşı tavır alışını belirleyen bir bütün olarak kültür, toplumsal dokuyu inşâ eden, ona maddî ve manevî alanda rûh veren ve onu diğer milletlerden ayıran temel özellikleri ifâde eder (Kemikli, 2011: 10).” Bu açıdan bakıldığında kültür maddî ve manevî geniş bir dünyayı kapsayan toplumsal şahsiyet olarak adlandırılabilir.

Kafesoğlu’nun birçok düşünürün (E. B. Taylor, C. Wiesler, E. Sapir, A. Young, R. Thurnwald, A. K. Kohen, F. A. Wolf, A. Wierkand, Z. Gökalp) kültür hakkındaki tanım ve söylemini toplu olarak verdiği kültür tanımlamasına bakıldığında genel anlamda kültürün toplumlara özgülüğü, maddî ve manevî değerler bütünlüğü, toplumların ortak yaşam tarzı gibi algılayışlar ile karşılaşılmaktadır. (Kafesoğlu, 2009: 15,16)

Latince “toprağı işlemek” anlamına gelen kültür kelimesi Batı Avrupa dillerinde zamanla genel bilgiler edinme anlamını kazanmıştır. Dilimize geçen bu kelime pek çok iş, meslek sahasındaki edinimleri karşılayan bir anlam kazanmıştır. Herhangi bir meslek dalında edinilen bilgi birikimi “kültürlenme” olarak

adlandırılmaktadır. Bu nedenle toplumumuzda ihtisas alanı veya başka alanlarda bilgi birikimi yüksek insanlar “kültürlü” olarak nitelendirilmektedir. Kültür olarak adlandırılan bilgi birikimi tercihleri şekillendirebilmektedir. Bu nedenle bilgi birikimi örtük referans sistemi olabilmektedir. Bilgi kazanımı ile oluşan davranış biçimi bireyden toplumsal olana uzanmakta ve ortak davranışlar sergilenmesini sağlamaktadır. Bireysel tercih ve edinimlerden toplumsal tercih ve edinimlere uzanan davranışlar serisi söz konusudur. Mucchielli, kültürün eylemlere yön veren değerlere sahip olduğunu düşünmekte ve kültürü davranışların temel referansı görmektedir. (Mucchielli, 1985: 8,14) Kültürün bu yönü psikolojik ortak bir yönlendirmeyi ifâde eden sosyolojik bir manzara doğurmaktadır. Kültürün davranışlara şekil veren özelliğinin ardında zihniyet dünyası yer almaktadır. Kültürün şeklî görünümünü zihniyet dünyası anlamlı kılmaktadır. Güngör’e göre kültür, manevî bir dokunun maddî bir görünüm kazanmasıdır: “Kültür, bir inançlar, bilgiler, his ve heyecânlar bütünüdür; yani maddî değildir. Bu manevî bütün uygulama hâlinde maddî formlara bürünür. Meselâ dinî inançlar câmi, namazdaki beden hareketleri, dinî kıyafet vs. şeklinde görünür. Bu dış görünüşlerin arkasındaki inançları bilmeyen bir kimse namaz kılan insanın jimnastik yaptığını sanabilir (Güngör, 2011b: 17).”

Mucchielli’ye göre kültürel kimliğin temel taşları bulunmaktadır ve bu temel taşlardan ilki zihniyettir: “Zihniyet bir gurubun kültürel kimliğinin temel bileşkesidir. Bu zihniyet aynı zaman da bir toplumsal grubun kimliğini oluşturan diğer öğelerle sıkı bir bağlantı içindedir ve bu öğelere bağımlıdır (Mucchielli, 1985: 22).” Uluslarla ilgili tüm tanımlama ve yargılar onların hayat karşısındaki tavırlarından kaynaklanmaktadır. Mucchielli, bunu ulusların temel kişiliği olarak adlandırmaktadır. (Mucchielli, 1975: 15) Zihniyet toplumların özgülüğünü belirleyen temel unsurdur. Bouthoul, bu özgülüğü zihniyetle ilgili şuurlu aksiyonlar olarak yorumlamaktadır: “Her insan gurubunun davranışlarının en karakteristik olan vasıfları bu gurubun zihniyetiyle bağlaşıktır, ilgileşim hâlindedir; çünkü bunlar, mekaniksel değil; şuurlu aksiyonlardır. Biz eğer bir birine yakın bazı aksiyonlar arasından birini tercih edersek bunu, bu aksiyonun diğerlerinden daha iyi ve daha faydalı olacağına hükmettiğimiz için yaparız (Bouthoul, 1975: 9).” Kültürün maddî ve manevî olmak üzere çift boyutundan söz edilebilir. İlki iç dünyaya (değer, norm ve inanışlar) bakarken diğeri çevremizdeki maddî dünya olarak adlandırılabilecek

üretim, kullanılan eşyâlar vb. ürünlerdir. Kültürün bu ilk öğesi (değer, norm ve inanışlar) bütün kültür mensuplarınca içselleştirilmiştir. (Mucchielli, 1985: 12)

Kültürde genel yönelimler bulunmaktadır. Kültürel yönelimler zihniyete göre şekillenmektedir. Kültürün bünyesinde ön plana çıkan kimi unsurların varlığı dikkat çekmektedir. Kültürün öncelediği her bir unsurun nedeni zihniyet ile olan ilgi çerçevesinde îzâh edilebilir. Zihniyetlerin mâhiyetine göre kültür yön kazanmaktadır. “R. Benedict’in dediğine göre, kültür dil gibidir. Dil nasıl bütün hançere seslerini, dudaksılları, dişselleri, ıslıkları ve gırtlak seslerini, sessiz ya da seslileri, ağızsal ya da burunsal sesleri kullanmazsa, kültür de bütün olanakların oluşturduğu geniş yelpaze içinde öğeler, yani etkinlikler, gelenekler ve töreler, inanışlar, kurumlar…arasında bir seçimdir. Bu antropoloğa göre bir kültüre ait olguların bütünü düşünülürse, hepsini birbirine bağlayan bir yönlendirici ilkenin olduğu fark edilir. Bu ortak örüntü, bu kültürün genel yöntemidir (Mucchielli, 1975: 13).”

Kültür unsurlarının toplumun bünyesine sinmiş, kararlılık gösteren bir yönü bulunmaktadır. Tıpkı zihniyet gibi kültür de öze dönük bir anlam taşımaktadır. Mucchielli, kültürü ortak özgü davranışlar olarak tanımlayarak öz ile olan ilişkisini kurmaktadır. (Mucchielli, 1985: 9) İçinde yaşanılan kültür hayata ait pek çok şeyi belirlemektedir. Düşünce biçimi, bilgiyi kullanma şekli, bilgiye bakış, hayatı algılayış vb. birçok unsur kültürle şekillenmektedir. Düşünce hayatı ve kültür arasında sıkı münâsebet söz konusudur. Kültür vasıtasıyla yaşama ilişkin alışkanlıkların yanı sıra düşünme ve mantık yürütme alışkanlıkları da paylaşılmaktadır. Kültürü oluşturan bu ortak temeldir. (Mucchielli, 1985: 10) Zihniyet, bireysellikten bütünüyle arındırıldıktan sonra indirgenemeyen öz; ortak psikolojik hüküm, değer ve inanışlar olarak tanımlanabilir. Her toplum bu bakımdan kendine özgü temel bir zihin yapısına sahiptir. (Bouthoul, 1975: 20)

Kültürün çok geniş bir evreni söz konusudur. Kültür toplumsal bir aktarım ile varlığını sürdürmektedir. Sunî müdâhaleler söz konusu değildir. Kültür ortak bir değer ve paylaşımdır. Kültür sadece formal edinilen bilgileri kapsamamaktadır. Kültürel hayat pek çok edinimi bilinçsiz olarak da alıcılarına yüklemektedir. Sosyal hayatın her türlü kazanımı bu ad altında toplanabilmektedir.

Zihniyet, kültüre nazaran daha içte, daha derindedir. Zihniyet kültürün en öz şekli ve özümsenmesidir. Mucchielli, zihniyeti içselleştirilmiş kültür olarak tanımlamaktadır. (Mucchielli, 1985: 21) Kültür kendinin öz hâli olan zihniyete göre şekil bulmaktadır. Kültür toplumsal bir harçtır. Zengin yelpâzesi ile topluma bir

karakter kazandırırken zihniyetin özelliğine göre şekil almaktadır. Kültürel oluşumlar da büyük ölçüde zihniyete göre şekil bulmaktadır. Bouthoul, kültürün maddî unsurlarının zihniyete göre şekil bulduğunu düşünmektedir. (Bouthoul, 1975: 5)

Kültürel değişim, zihniyet değişimine bağlı olarak gerçekleşmektedir. Turhan’a göre kültürel değişim, zihniyet değişimini doğurmaktadır: “Asıl hakikî, esaslı, devamlı ve verimli yenilikler kültürün özünü teşkil eden noktalarda meselâ istihsal vasıtalarında; zihniyet, atitüd, görüş ve düşünüş tarzını değiştiren terbiye sisteminde yapılacak ıslahatla ancak mümkün olabilmektedir. Filhakika kültürün bu kısımlarında meydana getirilen değişmeler, cemiyetin bütün teşkîlâtı, nizâmı ve bünyesi üzerinde beklenmedik büyük tesirler yapmaktadır (Turhan, 1987: 226).” Cemiyet hayatında görülen kültür değişiminin anlaşılabilmesi ve bu değişimin düzeyinin belirlenebilmesi zihniyetteki aynı ölçekte görülen değişimi anlamakla mümkündür.

Kültürün yukarıdaki geniş tanımında edebî eserin yer aldığı belirtilmelidir. Böylelikle edebî eser, kültür ve zihniyet arasında doğal bir ilişki ortaya çıkmaktadır. “Antropolojik anlamıyla kültür; dili, sanatı, örf ve âdetleri, üretilen şeylerin bütününü (günlük kullanımı olan nesnelerden toplumsal kurumlara) kapsayacaktır (Mucchielli, 1985: 11).” Zihniyetin özümsenmiş kültür nosyonu olarak karşılığını millî kimliğin yansıtıcısı olan sanat ürünlerinde bulmak mümkündür. Çetişli, edebiyatı bir kültür unsuru ve millî bir müessese olarak görmektedir: “Kabul etmek gerekir ki edebiyat, öncelikle bir sanattır. Bununla birlikte edebiyat, sanatkâr, okuyucu ve toplumla olan ilişkileri; bu ilişkileri sağlayan dili; muhtevâsı, yapısı ve estetik unsurları ile çok açık bir kültür unsuru; hâtta sosyal ve millî bir müessesedir (Çetişli, 2001: 20,21).”

Klâsik edebiyat, Türkler’in İslâm dini ile karşılaşmaları sonucu başlayan bir süreci kapsamakla beraber onun bünyesine Türk kültür tarihini de dâhil etmek gerekmektedir. İslâmiyet’in Türklüğe ait tüm kültürel varlığı yok ettiği düşüncesi zaman zaman ifâde edilen bir düşünce olarak karşılaşılmaktadır. Barthold, İslâmiyet’le beraber Türklüğün mâzîye ait her şeyi unuttuğu kanaatindedir: “Türkler’de İslâm’dan önce de yazı olmasına rağmen, İslâm’ın ve Fars edebiyatının tesiri o kadar kuvvetli oldu ki, İslâmiyet’i kâbul etmiş olan Türkler İslâmiyet’ten önceki mâzîlerini tamamiyle unuttular (Barthold ve Köprülü, 1977: 65).” Köprülü, Barthold’un bu düşüncelerinin doğruluğuna kısmî katılmakla beraber unutulan kimi

değerlerin yanı sıra yaşayan pek çok değerin varlığına dikkat çekmektedir: “Yalnız halk kitlesi, eski an’anelerini, eski kıymetlerini saklamıştır ki, aradan uzun asırlar geçtikten sonra bile, Müslümanlık boyası altında o eski paganizm bakiyelerini bulmak dâimâ mümkündür (Barthold ve Köprülü, 1977: 186).” Kafesoğlu ise kültürel kimliğin yok olmayacağı kanaatini taşımakta ve Barthold’un yukarıda belirtilen fikirlerini eleştirmektedir: “Bu hükümde isâbet bulunmadığı, Türk milletinin aşağı yukarı üç bin yıldan beri kendi dili ve -herhangi bir büyük değişikliğe uğramayan- öz kültürü ile hâlâ yaşamakta devam etmesinden anlaşılır ve ayrıca iddiânın bilhassa atıf yapıldığı XI. yüzyılda Türk yazarlarının ortaya koyduğu iki büyük eserden de bellidir (Kafesoğlu, 1980: 4).”

Kültürler biriciklik ve özgünlüğe sahiptir. Kültürlerin evrensel örgütlenmesi ön görüsü dikkat çeken bir anlayıştır. Kimi düşünürler kültürlerin bir öz birliğinden kaynaklandığı kanaatini taşımaktadır. Okuyucu, Rothacker’ın bu düşünceye sahip olduğunu belirtmektedir: “Rothacker tarih felsefesinin, Herder’den Kant’a kadar, hatta Augustinus’tan beri, bütün kültürlerin ortak bir temeli, ortak bir rûhu olduğunu ileri sürer; bu anlayışa göre tek tek büyük kültürler, meselâ Çin, Mısır, Hint kültürleri, biricik bir gelişmenin âdetâ birer safhası gibi görünürler (Rothacker, 66; Okuyucu, 2010: 5).” Toynebee, aynı kanaatleri taşımaktadır. Toynebee, İslâm’ı dahi Hristiyanlık, Yahudilik gelenekleri, Hellenistik miras ve Pars kültürü üzerine inşâ olunmuş bir sentez olarak görmektedir. (Okuyucu, 2010: 5,6) Spengler ise kültürlerin biricikliği düşüncesini benimsemiştir. “Spengler (1880-1936) büyük kültürleri kesin olarak birbirinden ayırır. Ona göre: ‘Her büyük kültür tektir ve her alanda kendi dilini konuşur. Bu başka kültürlerin anlayamayacağı bir dildir.’ Cihan- şümûl bir değerler sistemi yoktur ve yaşayan her kültür yabancı kültürlere kapalıdır. (Meriç, 110; Okuyucu, 2010: 5).” Rothacker, kültürlerin benzerlik ve ortak köken inanışına rağmen kültürlerin özünü muhâfaza ettiklerini düşünmektedir. (Rothacker, 66; Okuyucu, 2010: 6) Kafesoğlu, Türk kültürünün karakteristik vasıflarını vesikalarla ortaya koyarak devlet teşkîlâtlanması, sergilediği sosyal hayat manzarası, sahip olduğu müesseseler vb. bakımından onu orijinal bulmaktadır. Türk kültürünün etkileşime geçtiği ve bünyesine aldığı unsurların taklidi olduğu, onlardan ayrı, özgün olmayan bir kültür olduğu anlayışını eleştirmektedir. Türk kültürünün özgünlüğünün olmadığı yönündeki fikirlerin ilmî delillerle ispatlanması gerektiğini belirtmektedir.

(Kafesoğlu, 2009: 351) Kültürler kökleri sağlam olduğu zaman unutulma ya da yok olmaları zayıf bir ihtimaldir. Büyük kültürler dâimâ kendine özgülük taşımaktadır.

Kültürler dâimâ kendini diğer kültürlere nazaran üstün görme eğilimindedir. Turhan’a göre en iptidâî kavimden modern olanına kadar kültürlerin kendini üstün görme eğilimi ile karşılaşılabilir. (Turhan, 1987: 219) Kültürel üstünlük duygusu diğer kültürlerden az etkilenmeye sebep olmaktadır. Osmanlı’nın İmparatorluk görünümü kazanması sonucunda elde ettiği ihtişam ve kuvvete bağlı olarak münâsebette bulunduğu garp medeniyetinden fazla etkilenmemiştir.

Kültürel kimlik dâimâ kendini muhâfaza etme çabası göstermektedir. Köprülü’ye göre Türk kültür tarihinde sanat eserleri millî kimliği muhâfaza ve inşâ kaygısı ile vücûd bulmuştur. (Köprülü, 2003: 213) Türk millî kimliğinin asırlardır özünü muhâfaza etmesi kültürün kendini muhâfaza gayreti ile îzâh edilebilir. Türk kültürü, İslâm’la beraber din değişimi yaşaması ve öncesinde yerleşik bir yaşama geçmesi sonucu manevî bir temâyül kazanmıştır. Okuyucu, Türk kültürünün İslâmiyet’le beraber manevîleşme eğilimine rağmen varlığını sürdürdüğünü düşünmektedir: “Manevîleşme temâyülü adını verdiğimiz bu uzun süreli değişme ve İslâmlaşma süreci iki dönem kültürünün yer yer eklemlenmesine ve kılık değiştirerek devam etmesine yol açmıştır (Okuyucu, 2010:7, 8).”

Kültürel kimlik medeniyet olarak adlandırdığımız geniş yapının bünyesinde bir gaye olarak varlığını korumuştur. Niyazi’ye göre kültür bir gayeyi medeniyet ise çoğunlukla bir vasıtayı ifâde etmektedir. Onun bu kondaki görüşleri şöyledir: “Meselâ otomobil satın alanın gayesi, otomobil vasıtasıyla sürat elde etmek istemesidir. Kültür unsurları ise kendi başlarına gaye olan şeylerdir. Van Gogh'un tablosunu satın alanın, gösteriş budalası değilse, biricik gayesi o tabloya sahip olmaktır. Bu tablo ile elde edeceği başka bir gaye yoktur (Niyazi, 2001: 51).”

Kültürler uzun bir süreçte ve pek çok mirasın özgün kimlik çerçevesinde yoğrulması ile vücûd bulmuştur. Onları kendiliğinden oluşmuş ve dışa kapalı görmek mümkün değildir. Özellikle ahlâk sistemleri miras aldığı unsurlara pek çok ekleme ve çıkarmalarda bulunmaktadır. Ülgener’e göre ortaçağ ahlâkı böyle bir etkileşim ve süreç sonucunda oluşmuştur. (Ülgener, 2006a: 58)

Sonuç olarak kültür zihniyetin temel bir yansımasıdır. Kültürün ana şekillendiricisi zihniyettir. Zihniyet kültürün özünde ve kültüre göre daha derinde yer almakta, kültür de medeniyetin şekillendirici bir öğesi olarak varlık kazanmaktadır.