• Sonuç bulunamadı

3. Mesnevi Çözümleme Yöntemi

3.3. Zihniyet ve Temelleri 1. Zihniyet Nedir?

3.3.4. Zihniyet, Dil ve Üslûb

Heideger “dil düşüncenin evidir” der. Dil düşüncelerimizin olduğu gibi düşünce biçimlerimizi şekillendiren zihniyetlerimizin de evidir. Bir toplumun ya da geniş anlamda medeniyetin zihniyetinin somut yansımaları kelimelerdir. Sadece kullanılan kelimelere bakarak bile o toplumun hayat anlayışı, yaşam tarzı, sahip olduğu maddî ve manevî değerleri, estetik algılayışı vb. hususunda çıkarım yapılabilir. Rothacker, dilden toplumsal değerlerin tespit edilebileceğini düşünmektedir: “Bir insan topluluğu ile bu topluluğun şuur muhtevâsı arasındaki bu kanûnî münasebeti, en iyi şekilde onun dilini inceleyerek anlayabiliriz. Herhangi bir dilin sözlüğü bize realitenin bütünü içinde nelerin özel bir kelime ile tespit edilecek kadar dikkate değer olduğunu gösterir (Okuyucu, 2010: 127).” Rothacker, aynı zamanda toplumun karakteri hakkında onun ürettiği ve kullandığı kelimeler vasıtasıyla çıkarımda bulunabileceği kanaatindedir: “Ona göre fikir ve felsefeye ait; ‘Kosmos, Logos,…Eros gibi kavramları ancak Yunanlılar yaratabilirlerdi.’ Buna karşılık sert ve disiplinli bir toplumun rûhunu gösteren ‘Pietas, Auctoritas, Dignitas, Gravitas, Virtus,…İmperium’ gibi kavramlar da tam Romalılar’ın öz kavramlarıdır (Okuyucu, 2010: 127, 128).” Dil toplumsal hayatın varlık sürecinin bir şahididir. Toplumun geçirdiği maddî ve manevî tüm evreler onda gözlemlenebilmektedir. Kaplan’a göre dil kültüre göre şekillenen bir yapıya sahiptir: “Her millet dilini kendi ihtiyâçlarına, kültür ve medeniyet seviyesine, zevkine göre yaratır. Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır (Kaplan, 1999: 133).”

Güzel sanatlar kullandıkları araçlara göre sınıflandırmalara tâbi tutulmaktadır. Kullanılan araçlar her ne kadar araç hükmündeyse de böyle bir tasnifin yapılmasına sebep olacak kadar bir öneme sahiptir. Edebiyat dil ile hayat bulan bir sanattır. Edebî eseri anlamanın yegâne yolu onun dil şifrelerini çözmekle mümkündür. Böylelikle

dilin çözümlenmesi edebî eserin keşfinin anahtarı kabul edilebilir. Kaplan dili bir duygu, düşünce ve hayâl müzesi olarak görmektedir. (Kaplan, 1999: 141)

Edebî eserde dil hem bir araç, hem de bir amaçtır. Edebî eser bununla beraber taşıdığı mesajla pek çok fikrî unsuru barındırmaktadır. Bir başka ifâde ile dil aracı da estetik bir kaygı ile inşâ edilen edebî eser düşünce ve duygu dantelâsıdır. Dilin düşüncenin evi olma karşılığı edebiyatta ‘güzel düşüncelerin güzel bir dilde’ karşılık bulması olarak ifâde edilebilir. Çetişli’ye göre dil edebî eserde hem estetik kullanım ile ön plana çıkmakta hem de bir mesaj iletmektedir: “Dil, okuyucuyu ve dinleyicinin dikkatini bütünüyle kendisi üzerinde toplar. Artık o, alelâde bir araç değil, amaçtır… Bununla birlikte edebî dil, okuyucuyu/ dinleyiciyi harekete geçirebilecek, ona bir takım mesajlar iletebilecek, yazarın duygularını sezdirebilecektir (Çetişli, 2001: 19).” Edebî metnin dili gündelik dilden, bilim dilinden farklılık arz ettiği için onun kodlarının çözümlenmesi birçok yöntemle mümkündür. Bilkan’a göre edebî eserin dili çok yönlü değerlendirilmelidir: “Edebî metin, yazarın niyeti, metnin niyeti ve okurun niyeti gibi üç farklı bakış açısının muhatabıdır. Bu bakımdan edebî eseri tek yönlü bir bakıç açısıyla değerlendirme, eksik bir değerlendirmedir (Bilkan, 2009: Önsöz).” Klâsik şiir vasıtası ile Osmanlı zihniyetine dönük yapılacak bir çalışmada dil biliminin verilerinden istifâde edilmelidir. Bilkan’a göre klâsik edebiyatın dil verileri ile hâkim zihniyet yakalanabilir: “Beyitlerde karşımıza çıkan sosyal ve kültürel tabloları, bir yönüyle dönemin bir ‘görüntüsü’ olarak kabul etmek zorundayız. Kaldı ki beyitleri değerlendirmede, ‘dilin gücünü’ de hesaba katınca (ifâde kalıpları ve çağrışımlar yoluyla) bizi dönemin ‘hâkim zihniyete’ götürecek sonuçlara ulaşmamız pek de zor olmamaktadır (Bilkan, 2009: 13).”

Zihniyetin bütün çabaları insan ve onun faaliyetlerini anlamaktır. Şiir sanatında insan gerçeği göz ardı edilmemelidir. Aksan’a göre dili çözmek insan gerçeğine ulaşmaktır: “Şiirin madeni, bütün nitelikleri, ayrıcalığı ve yaratıcılığıyla insandır. Dil adı verilen gücün de yalnız insana özgü oluşu gibi. Dile dayanan bir yaratı olarak şiir, gücünü insandan alır; dille oluşur. Dilin bugün bile bütünüyle çözemediğimiz gizleri aynı zamanda şiirin de gizleridir (Aksan, 2006: 5).” İnsan, zihniyet, dil ve şiir öğelerinin birbiri ile ilgili anlam dünyasında, insan ve onun zihniyet dünyasına göre şekillenen şiir, dil ile vardır. Zihniyet kendini dil ile ortaya koymaktadır.

Dilin kullanımına genel anlamda üslûb denmektedir. Kelime düzeyindeki anlamlamdırmalar kadar bu kelimelerin bir karakter içinde bir araya gelmesi, bir tarz teşkil etmesi söz konusudur ve buna üslûb adı denilmektedir. Zihniyetler önemli ölçüde üslûbta kendini ortaya koymaktadır. Üslûb zihniyetle doğrudan bir bağ taşımaktadır. Zihniyet değişiminin üslûb değişimine sebep olacağı fikri Şemîsâ’nın birçok üslûb bilimcinin görüşlerinden hareketle ortaya koyduğu bir anlayıştır: “Şemîsâ’ya göre birçok üslûp bilimci, üslûbun değişmesinde etken olarak içtimâî (siyâsî, iktisâdî vs.) değişiklikleri görür. Bu ise hayat tarzının değişmesi, bakış açısının değişmesi ve dilin kullanım şeklinin değişmesi demektir (Babacan, 2010: 12) Babacan, zihniyet ve üslûb arasındaki bu ilişkiyi halk arasında ‘dervişin fikrî neyse zikri de odur.’ sözü ile en veciz biçimde anlatıldığını düşünmektedir. (Babacan, 2010: 12)

Edebî eser çağın atmosferine göre bir üslûb kazanmakta ve buna devir üslûbu denilmektedir. Edebî eser çağın zihniyetinin kelimeler hâlinde müşahhaslaşmasıdır. Üslûb bilimi üzerine çalışanlar şairin üslûbundan onun zihniyetine ve psikolojisine ulaşılabileceğini düşünmektedir. Kur’ân’ın üslûbunda, anlatılan konu ya da olayın özelliğine göre değişiklikler görülmektedir. Gündelik hayatta cümlelerin uzunluğu, kısalığı, içeriği, vs. rûh hâline göre belirlenmektedir. Her bir çağın üslûbu da edebî eserlerde kendini ortaya koymaktadır. Babacan, üslûb ile zihniyet arasındaki bu ilişkiyi Mevlânâ’dan örneklendirerek “Mevlânâ’nın deyişiyle ‘Kur’ân’dan Allah’ın kokusu, Hadîsten Hazret-i Mustafa’nın kokusu, bizim sözümüzden de bizim kokumuz geliyor’ şeklinde değerlendirmektedir (Babacan, 2010: 22).” Hayat algısı bizi bir üslûb ortaya koymaya teşvik etmektedir. Edebî eserin üslûbu şâir, devir vb. unsurlardan etkilenen bir özelliğe sahiptir. Babacan, edebî üslûbun sınırını çizerken en genel anlamda ferdî üslûp ve devir üslûbu olarak ikiye ayırmaktadır. Bu çerçevede ferdî üslûp kişisel farklılıkların ağır basması ya da tercih farklılıklarının sonucu şekil bulmaktadır. Aytaç’a göre: “Bireysel üslûb, bireyin dil malzemesini kendine özgü tarzda biçimlemesi, özgürce yaratıcılığını sergilemesidir. Bireysel üslûb, yani kişinin üslûbuna kendini yansıtması, edebiyat biliminden çok edebiyat psikolojisinin uzmanlarınca değerlendirilmiştir. Bireyselliğin bireysel üstü birçok şarttan soyutlanamayacağı görüşü güçlendikçe bireysel üslûb iddiâsı zayıflamıştır (Babacan, 2010: 22).” Aytaç, devir üslûbunun dönemin tarihî sosyolojik dokusu ile münâsebet

taşıdığını düşünmektedir: “Her dönemin dilinde ortaya çıkan tarihî ve sosyal değişiklik ve gelişmeler, her asırda, şairlerin veya yazarların devrin meselelerine özel bir bakış açısıyla bakarak yazmalarına neden olur. İşte bu noktada bir grup şairin veya yazarın, ortak bir dil ve içerikle eser oluşturduğu görülür. Bu şekilde dönemsel üslûb değişiklikleri ortaya çıkar (Babacan, 2010: 32).” Zihniyet çalışmalarında bizi daha çok devir üslûbu ilgilendirmektedir. Devrin üslûbunda çağın zihniyetini yakalayabilmek mümkündür. Üslûb bir ayna gibi devrini yansıtmaktadır. Babacan, üslûbun değişiminin zihniyet değişimi ile ilgili olduğunu düşünmektedir. (Babacan, 2010: 22)

Zihniyet ortak rûhun keşfidir. Ortak rûh, kelimelerin dünyasında müşahhaslaşmaktadır. Edebî eser, hem kelime düzeyindeki var oluşla hem de söylem düzeyinde toplumun zihniyetini ortaya koymaktadır. Rothacker’in bu husustaki tespitleri zihniyet ve onun dilsel var oluşunun açık bir özeti gibidir: “İhtiyar köylünün yaşama tarzı, hayat üslûbu konuştuğu dille ifâdesini bulur ve köylünün olsun, çobanın olsun yaşama tarzıyla yahut hayat üslûbuyla tabiatta gördüğü şey yani dünya -evet, dilde ifâdesini bulduğu şekliyle dünya- tablosu birbirinden asla ayrılmaz (Okuyucu, 2010: 129).” Ortak rûhun keşfinde benzer kelimelerin sıklığı bizi yanıltmamalıdır. Ülgener, araştırmacıyı bu noktada uyarmaktadır. Her zaman ortak kelimelerin tekrarı, ya da bir kitabın basım sayısının gerçek zihniyeti vermeyebileceğini belirtmektedir. (Ülgener, 2006a: 50, 51)

Şairlerin benzer kelime kadrolarını kullanmalarında klâsik şiirin İslâm medeniyeti içindeki müşterek dünyası göz önünde bulundurulmadır. Şairin şahsiyet sahibi olması klâsik şiir geleneğinde önemli bir değerdir. Bu çerçeveden bakıldığında anılan ortak yapı basmakalıp ifâdeler olarak görülmez. Her bir şairin ortak değer ve kelimlerle orijinal hayâl ve üslûbu yakalama çabası bulunmaktadır. Bilkan, klâsik edebiyatta vech-i şebehin orijinalliği yakalamada büyük bir işlerlik kazandığını düşünmektedir. (Bilkan, 2009: 44) Sanatkârların aldıkları eğitim, meşrepleri, bağlı oldukları tarîkat vb. birçok unsur onlarda şahsiyet farklılığını doğurmakta ve bunlar onların kullandıkları kelimleri belirlemektedir. Ancak klâsik edebiyat şairleri tüm bireysel farklılıklara rağmen ortak kültür içerisinde yoğrulmakta ve hâkim zihniyet, ortak kelimelerle anlatılmaktadır. Klâsik edebiyata dönük zihniyet çalışmaları zihniyetin içine dolduğu kelime ve ifâde kalıplarını tespit edebilmeyi gerekli

kılmaktadır. Çünkü dil ferdî bir nitelik taşıdığı kadar kültür ve medeniyete dönük bir nitelik de taşımaktadır. Dilde bir milletin mâzîsi ve o mâzîye ait değerler manzumesi bulunabilir. Kaplan, dilin var oluşunda toplumun değerler sisteminin önemli bir yer tuttuğunu düşünmektedir. (Kaplan, 1999: 163)

Zaman akıp gitmiştir; ama geçmişten kalan dil öğeleri zamana mal olmuş ve geçmişin dâimî refakatçileri ve mümessili olarak ebedî bir varlık kazanmıştır. Bütün bir kültür tarihi dil ile ölümsüzlük kazanmıştır. Meseleye bu açıdan bakan Ülgener, edebiyatı kültürel kimliğin dille dışa vurumu olarak görmektedir (Ülgener, 2006a: 11) Kültür tarihimize bakıldığında gerek sözlü edebiyat ürünlerinde ve gerekse Göktürk metinlerinden günümüze kadarki yazılı edebiyat ürünlerinde cemiyet hayatının maddî ve manevî boyutları edebî eserlerdeki kelime kadroları ile tespit edilebilektedir. Meseleye bu açıdan bakan Kaplan, dili tarihin bir özeti gibi görmektedir: “Her millet dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu esnada o, akan bir nehir gibi içinden geçtiği her topraktan bazı unsurları alır. Her medenî milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve deyimlerle doludur. Bu bakımdan her bir milletin dili, o milletin çağlar boyunca yaşadığı tarihinin âdetâ özetidir (Kaplan, 199: 140).” Kaplan, bununla beraber dilin medeniyet tarihi ile paralel bir görünüm taşıdığını düşünmektedir. (Kaplan, 1999: 140) Böylelikle zihniyet çalışması aynı zamanda bir dil çalışmasıdır. Her bir sözcüğün anlam dünyası zihniyeti ortaya koymaktadır. Zihniyetin ifâdeleştiği söz ya da sözcükleri anlamlandırmamız bağlamla birlikte olmalıdır.

Bağlam, sözcüğün bir edebî metin içinde -ister nazımda bir mısra, ister nesirde bir cümle olsun- kazanmış olduğu anlam ya da kullanım özelliği olarak tanımlanabilir. Batıdan dilimize geçen bir dilbilimi terimidir. (Mengi, 2010: 101) Bağlam metinde sözün gelişi, metni oluşturan kelime kadroları ve bunların önceki ve sonraki ile olan tutarlı anlam bağları, Batı’daki anlamı ile bir olay, durum ya da ifâdenin tam anlaşılması için bilinmesi gereken her şey olarak tanımlanmaktadır. (Mengi, 2010: 102) Edebî eserin muhtevâsının doğru anlamlandırılabilmesi bağlam ile mümkündür. Edebî eserin bütünlüğü içinde “ifâde” ya da “dil öğesi’ bir anlam kazanmaktadır. Şiirin anlamın yanı sıra sese dayanan dünyasında bağlam her iki öğenin de işlevlerini görebilmeyi sağlamaktadır. Bağlamda kelimenin edebî metinde kullanımından önce ve sonraki anlamları göz önünde bulundurulmalıdır. Bilkan,

klâsik edebiyat incelemelerinde bağlamın göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünmektedir: “Dîvân şiirine ait bir metni, şairin kendi düşüncelerini yansıtan bir belge olduğu kadar, dilin kendi içerisindeki bütünlüğü de göz önünde bulundurularak değerlendirmemiz gerekmektedir. Burada, şairin kelime ve deyimleri, dîvânında hangi anlam kapsamında kullandığını bilmemiz ve birbirini tamamlayacak ya da doğrulayacak ifâdeleri bir araya getirerek anlam bütünlüğüne dikkat etmemiz de önemlidir (Bilkan, 2009: 25).” Sanatkâr eserini inşâ ederken geleneğin kendisine sunduğu hazır unsurlar bulmaktadır. Kelimelerin anlam dünyası büyük ölçüde kültür ve şiir geleneği tarafından yoğrularak oluşturulmuştur. Bilkan’a göre kelimenin anlamı kültür tarafından inşâ edilmektedir: “Dildeki her kelime şair tarafından kullanılmadan önce bir ‘anlam’ ortamına sahiptir (Bilkan, 2009: 26).” Klâsik edebiyat şairi kelimeye kültürün şekillendirdiği çerçevede anlam yüklemektedir. Bununla beraber gelenek içinde kelimenin anlam potansiyelinin sınırları bulunmaktadır.

Günümüzde bağlam karşılığı olarak söylem kullanılmaktadır. Eski edebiyatta bağlam karşılığı olarak “siyak ü sibak” kullanılmakta idi. “Siyak” sözün akışı, “sibak” ise bağ, bağlantı anlamını taşımaktadır. Sözün başı ve sonu arasındaki tutarlılığı ifâde etmektedir. (Mengi, 2010: 104) İfâdenin söz ve anlamla ilişkisi belâgat ilminde “beyân” olarak adlandırılmakta ve bağlamla bir ilgi taşımaktadır. İfâde-anlam arasındaki ilgi ise “delâlet” olarak adlandırıldmakta ve bağlam bu terimle de bir ilgi taşımaktadır (Mengi, 2010: 105) Bağlam içinde söz bir akışa, anlama, kendinden önceki ve sonraki ile bir mantık tutarlılığına sahip olmalıdır. Bağlam şiirde anlamın ortaya çıkmasını sağlamakla beraber anlama bir sınır çizmektedir. (Mengi: 2010: 103) Bağlamın sınırlayıcılığı kelimenin ifâde ettiği geniş anlam dünyasının bir kalıp içine dâhil olması anlamını taşımaktadır. Bu nedenle bağlam sınırlayıcı olabilmektedir. Aktaş, kelimelerin bağlam içindeki anlamlarının dışında da pek çok anlamı müstakil olarak ifâde ettiklerini; ancak bağlamın bu anlam dünyasına bir sınır getirdiğini belirtmektedir:

“Tamamlanmış her metin nasıl bir sistemse, tamamlanmış bir cümle de -daha sınırlı olmak üzere- ayrı bir sistemdir. Cümledeki her mânâlı veya vazifeli ses kümesi, daha alışılmış bir söyleyişle her kelime, bu bakış açısından, kendi başlarına tam bir nisbet ifâde eden cümle kümelerine, yani metni meydana getiren cümleden daha üst seviyedeki mânâ birliklerine tekabül eder. Uzun bir metnin tamamını bir cümle olarak düşündüğümüzde, metni meydana getiren cümleden daha üst seviyedeki mânâ birlikleri kelime olarak ele alınabilir. Normal bir cümlede kelimeler, nasıl kullanıldıkları cümle içinde mânâ

kazanıyor, lügat mânâlarından başka mânâ ifâde edebiliyorlarsa, sözünü ettiğimiz ‘mânâ birlikleri’ de yer aldıkları metin içinde, yalnız olarak ifâde ettikleri mânâdan başka şeyleri de anlatırlar, sezdirirler ve dikkatlere sunarlar. Hem de bu mânâ, söz konusu birliği meydana getiren her türlü ses hâdisesinden ayrı değildir. O, ses hâdiseleri ile vardır; ses hâdiseleri de ifâde edilen mânâ ile birlikte oluşmuştur. Bu mânâ birliğine ister ‘sequence’, ister ‘halka’, ister ‘ibâre’ isterse ‘kelâm’ diyelim (Aktaş, 2005: 22,23).”

Doğru anlam bağlamla mümkündür. Dil bağlama göre sayısız anlam kazanabilmektedir. Klâsik edebiyat çalışmalarında -tahlil, çözümleme ve metin okumalarında- doğru anlamlandırma için dilin değişik kombinasyonlarla kazandığı pek çok anlam içinde bağlam vazgeçilmez bir önem taşımaktadır (Mengi, 2010: 101)

Mesnevilerde yer alan zihniyet unsurları bağlam içinde kelime düzeyinde bulunabileceği gibi mesnevinin anlatmaya bağlı olay boyutunda da bulunabilmektedir. Çalışmamızda bazen kelimelerin beyit birimi içindeki bağlam anlamları, bazen de mesnevinin anlatımında ki olay bütünlüğüne bakarak zihniyet tespit edilmiştir. Klâsik şiirde beyit bazen de mısra anlam ve anlatım için yeterli görüldüğünden şiirde bütünlük çoğu kere aranmamaktadır. Mengi’ye göre klâsik edebiyatın bu özelliğine rağmen beyit ya da mısralar şiirin bütünlüğü içinde anlam kazanmaktadırlar: “Bir edebiyat terimi olarak bağlam; dîvân şiiri açısından düşünüldüğünde, şiirin bütününden çok mısra ya da beyitte kullanılan kelimelerin tek başlarına değil; birbirleriyle ilişkileri içinde, yaptıkları çağrışımlar, ifâde ettikleri anlamlar, üstlendikleri işlevler arasında değerlendirilmeleri demektir. Başka bir ifâdeyle; mısra ya da beyti kuran kelimler; mısra ve beyit içinde yer aldıkları genel bağlamda anlam kazanırlar (Mengi, 2000b: 31).” Mesnevi anlatmaya dayalı bir tür olması nedeniyle her bir beyit ya da mısra bütünlüğü içinde anlam kazanmaktadır. Bununla beraber mesnevinin zaman zaman beyite kadar inen bir yapısının var olduğu, anlamın bir beyitte kaldığı, ikinci bir beyitte aynı konunun farklı bir noktasına değinilmeye başlanıldığı görülmektedir. Çalışmamızda bu gerçek göz önünde tutularak her iki yaklaşım da kullanılmaya çalışılmıştır. Edebî eser varlık bulduğu cemiyetin bir parçasıdır. Kuşaklar arası varlığını devam ettiren medeniyet ya da gelenek edebî eserde kendini ortaya koymaktadır. Edebî eser sanatkârın ferdîliğinin izlerini taşıdığı kadar medeniyetin ya da kültürün özellikleriyle de donanmıştır. Mengi, bağlamın doğru okunabilmesi için kültürün de doğru okunması gerektiğini düşünmektedir. (Mengi, 2010: 111) Araştırmada mesnevilerin gerek kelime, mısra ya da beyitlerin bağlam içindeki ve gerekse de vak‘a bütünlüğündeki

zihniyet dünyasını tespit ederken kültür ve medeniyeti tanıma gayreti ihmal edilmemiştir.

Zihniyet kelime olarak edebî metinlerde yer alabileceği gibi anlam halkaları olarak da bulunabilmektedir. Mesnevilerde vak‘a bütünlüğüne dayalı anlam tabakalarının yer aldığı göstergeler mevcuttur. Bunların cümle seviyesindekilere nazaran daha zengin, karışık olduğu söylenebilir. Metin halkalarının da içinde yer aldığı üst metin halkalarından bahsedilebilir. (Aktaş, 2005: 72) Metindeki anlam halkalarının ortaya çıkarılması stilistik çalışmalarla mümkündür. Günümüzde eski metinlere dönük çalışmalarda silistik çalışmalara büyük ihtiyâç duydulmaktadır.

Zihniyet çalışmaları Hermeneutik bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Şiirin zihniyetinin kavranması kelimelerin şifrelerinin çözülmesi ile mümkündür. Kelimeler kültür içinde pek çok unsurun yoğrulması ile şekil bulduğundan kelimenin söylem ve anlam unsurlarının incelenmesi gerekmektedir. Bu noktada zihniyet çalışmaları şiir ile okuyucu arasında bir “Hermes”i gerekli kılmaktadır. Ancak hermeneutiğe dayanan çalışmaların bilimsel dayanakları olmalıdır. Hermeneutiğin anlamaya, gramere, psikolojiye, tarihe, nesnel gerçekliğe dikkat çeken yönleri zihniyet çalışmalarının temelini oluşturan yönler olarak düşünülebilir.