• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: İBNÜ’L-ARABÎ’NİN AHKÂMÜ’L-KUR’ÂN ADLI ESERİNDE

3.2. NAHVİN BELİRLEYİCİ OLDUĞU İHTİLAFLI HÜKÜMLER

3.2.3. Zekât Toplama Yetkisi

İslâm’ın temel esaslarından biri olan zekâtın, kişinin şahsıyla mı yoksa malıyla mı ilgili bir hüküm olduğu konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu farklılık üzerine zekât hukuku açısından oldukça önemli kurallar inşa edilmiştir. Mesela çocuğun malından

zekât verilip verilmeyeceği,287

zekât borcu varken ölen birinin bıraktığı malından zekâtının alınıp alınmayacağı konularındaki farklı düşünceler, tamamen zekâtın neyle alakalı olduğu konusundaki farklılıktan kaynaklanmaktadır diyebiliriz.

Ancak İslâm âlimlerinin tamamının ittifak ettiği husus, zekâtın farz olduğudur. Kur’ân’da pek çok âyette bu husus açık bir şekilde ifade edilmiş, sahih sünnetle zekâtın farziyeti belirtilmiş ve bu konuda icma hasıl olmuştur.

Hz. Peygamberin vefatı sonrasında Hz. Ebû Bekir’in hilafetinin ilk dönemlerinde, devletin görevlendirdiği memurlara zekât vermeyenlere karşı savaş açıldığını görüyoruz. O dönemde yetkili memurlara zekât vermek istemeyen kişilerin ileri sürdükleri yegâne delil âyetin teviline bağlı nahvî bir delil olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira Rasulullah’ın vefatı sonrası Müslümanlar üzerinden zekât yükümlülüğünün kalkacağını gösteren bir rivâyet bulunmamaktadır. Aksine zekâtın devamlılığının esas olduğunu gösteren pek çok rivâyet vardır.

Rasulullah’ın vefatı sonrası yetkili memurlara zekât vermek istemeyenlerin, delil olarak kullandıkları âyet ve bununla ilgili yorumlarını ele almaya çalışacağımız bu bölümde nahvin, belki de daha geniş anlamıyla dilin hükme nasıl etki ettiğini görmek mümkün olacaktır.

Öncelikle Kur’ân-ı Kerim’de yer alan konuyla ilgili âyet şudur:

286

Âyette yer alan ام edatının i‘râbı hakkındaki görüşler ve sonuçları için bkz. Şerif Abdülkerim Muhammed en-Neccâr, “Eseru’l-hilâfi’n-nahviyyi fî tevcîhi âyâti’l-Kur’âni’l-Kerîmi ale’l-hukmi’l-fıkhiyyi”, Mecelletü Câmiati Ümmi’l-Kurâ, Mekke 1427, cilt: 18, sayı: 38, s. 474-475.

287 Çocukların mallarının zekâtı konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Numan Ünver, “Çocuğun Malının Zekâtı Meselesi”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2015, sayı: 31, s. 61-79.

116

ْمَأ ْنِم ْذُخ

ْمُهُرِّهَطُت ةَقَدَص ْمِِلَاَو

...ابِ مهيكزتو

Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al…288

Zekâtı emreden bu âyetten hareketle, Rasulullah sonrası zekât vermenin gerekmediğine dair nasıl bir yorum yapıldığına gelince bu ihtilafın iki noktadan ortaya çıktığını görmekteyiz.

Birincisi: Emir fiil olarak gelen ْذخ (:al) ifadesinde failin Hz. Peygamber olduğu ve

dolayısıyla O’nun vefatıyla birlikte zekât alma işinin de bittiği şeklinde bir yorumdur. Bu yoruma göre zekât alma yetkisi peygamberin şahsına yönelik bir emir olup O’nun vefatıyla birlikte söz konusu emir de kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktır. Savundukları bu görüşü teyit etmek için âyetin devamında gelen ifadeleri de yorumlarında kullanmışlardır. Biraz sonra bu yorumlardan bahsedilecek olup öncelikle İbnü’l-Arabî’nin emir fiilin delaleti hakkındaki değerlendirmelerine yer verilecektir. İbnü’l-Arabî, zahirde emir fiildeki failin Hz. Peygamber olduğunu ve lafzın zahirinde de zekât toplama yetkisinin O’nda bulunduğunu dolayısıyla da Rasulullah’ın vefatıyla bu mükellefiyetin kendiliğinden ortadan kalkması gerektiği görüşüne yer vermiştir. Bu iddiayı ilk olarak Hz. Ebû Bekir zamanında zekât toplamakla görevli devlet memurlarına zekât vermek istemeyenlerin ortaya attığını belirtir. Konuyla ilgili olarak Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer arasında geçen konuşmalara da yer verip işin hakikatini

ortaya koymaya çalışır.289

Gerekli izahatı yaparak konuyla ilgili rivâyetleri de zikrettikten sonra tekrar emrin delaleti hususuna dönen İbnü’l-Arabî, yukarıda zikrettiğimiz zahir anlamın alınması yolundaki görüşün cehalet ve Kur’ân’ı bilmemekten kaynaklandığını ifade etmektedir. Akabinde de muhataba yönelik hitabın tek bir şekilde gelmediğini ve pek çok şekillerde geldiğini söyleyerek konuyla ilgili üç hitap çeşidine yer vermiştir. Bunlardan birincisi bütün ümmete yönelik olan hitaptır. İkincisi sadece Hz. Peygambere mahsus hitaptır.

288 Tevbe, 9/103.

117

Üçüncüsü ise lafız olarak Hz. Peygamberin muhatap alındığı ama mana ve fiil olarak bütün ümmetin ona ortak olduğu hitap tarzıdır. Bu açıklamasından söz konusu âyette geçen emir sigası şeklindeki hitabın da üçüncü gruba dahil olduğunu ve zekâtın farziyetinin Hz. Peygambere bağlı olmadığını, başkalarının da zekât toplama yetkisinin

olduğunu ifade ettiğini anlıyoruz.290

İkincisi: Zekât vermek istemeyenlerin âyete yönelik ikinci yorumları ise şu şekildedir:

ْمُهُرِّهَطُت

(:onları temizleyeceğin) fiilinin faili Hz. Peygamberdir, dolayısıyla arındırma, temizleme ve dua etme (salat) yetkisi O’na ait olduğu için başka biri bu yetkileri kullanamayacağı gibi zekât toplama yetkisini de kullanması mümkün değildir.

Bu yorumu temellendirirken kullanılan nahiv argümanı ise

ْمُهُرِّهَطُت

ifadesindeki fiilin

failinin kim olduğu ve bu cümlenin i‘râbının ne olduğu hakkındadır. İlgili fiilin failinin Hz. Peygamber olduğunu söyleyenler bu cümleyi hal olarak i‘râb etmişlerdir. Zü’l-hal ise ذخ emir fiilinin faili olan تنأ zamiridir. Akabinde gelen kısım da aynı i‘râb yorumuyla buraya atfedilmiştir. Netice olarak zekât toplama, arındırma, temizleme ve onlara dua etme fiillerini yapacak olan Hz. Peygamber olup, vefatından sonra bu yetkileri bir başkasının kullanması düşünülemez denilmiştir.

Diğer taraftan

ْمُهُرِّهَطُت

ifadesindeki failin ‘sadaka/zekât’ olduğunu söyleyenler cümlenin

ةقدص kelimesinin sıfatı olduğunu kabul etmişlerdir. Akabinde gelen

ابِ مهيكزتو

ifadesini ise

hal olarak i‘râb etmişlerdir.291

İbnü’l-Arabî ise her iki kısmın da ةقدص kelimesinin sıfatı olmasının daha uygun olduğu

kanaatindedir. Hatta bazılarının daha ileri giderek

ْمُهُرِّهَطُت

ifadesini emrin cevabı olacak

290

İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, II, 626-627. 291

Bu âyette geçen ْمُهُرِّهَطُت kelimesini ْمُه şeklinde emrin cevabı olarak fiili cezm halinde okuyanlar ve ْرهطت her iki i‘râb yorumunun yanı sıra ve diğer ihtimaller için bkz. Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ilmi’t-tefsîr, thk. Abdürrazzâk el-Mehdî, Beyrut 1422, II, 295; Semîn el-Halebî, ed-Dürru’l-masûn, VI, 115-117.

118

şekilde cezimli okuduklarını söylemektedir.292

Ancak kendi tercihi olarak belirttiği her

iki kısmın da sıfat olarak kabul edilmesi şeklindeki kanaati ortaya koyarken

ابِ مهيكزتو

kısmında yer alan hâ zamirinden hiç bahsetmemektedir. Halbuki söz konusu zamirin sadaka kelimesine döndüğü görülmekte ve öncesindeki fiilin failinin farklı olmasını gerektirmektedir.

Görüldüğü gibi emir sigasındaki ihtilafla beraber diğer ifadelerin i‘râbındaki görüş farklılıkları hükme doğrudan etki eden nahiv kuralı olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk dönemde yetkili memurlara zekât vermemek için bu yorumu delil olarak kullananlar arasında yer alan bir şair de görüşünü şu beyitlerle dile getirir:

اَنَـنْـيَـب َناَك اَم ِهَّللا َلوُسَر اَنْعَطَأ

...

ِرْكَب ِبَِأ ِكْلُم ُلاَب اَم ا بَجَع اَيَـف

ْعَـنَمَف ْمُكوُلَأَس يِذَّلا َّنِإَو

ُمُت

...

ِرْمَّتلا َنِم ْمِهْيَدَل ىَلْحَأ ْوَأ ِرْمَّتلاَكَل

ةَّيِقَب اَنيِف َماَد اَم ْمُهُعَـنْمَنَس

...

ِرْسُيْلاَو ِرْسُعْلا ِفِ ِءاَّرَّضلا ىَلَع ماَرِك

‘Aramızda olduğu sürece Allah Rasulü’ne itaat ettik ama Hayret, Ebû Bekir’in sultası da ne oluyor Sizden istedikleri ve sizin de vermediğiniz şey

Onlar için hurma gibi ve belki de hurmadan da tatlıdır Aramızda saygın kişiler olduğu sürece onlara vermeyeceğiz

Şartlar ne olursa olsun bunu engelleyeceğiz.293

İbnü’l-Arabî, şiddetli bir şekilde bunların kafir olduklarını ve namazla zekâtın arasında fark görmek sûretiyle nübüvveti de inkâr ederek Müseyleme’ye yardımcı olduklarını ifade eder. Akabinde de Hz. Ömer’de bunlarla savaşmak konusunda bir tereddüt meydana geldiğini ve bu endişesini halife Ebû Bekir’e bildirdiğini ancak halifenin bu

292 İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, II, 628. 293

Rasulullah’ın vefatı sonrası zekât vermek istemeyenler arasında yer alan bir şaire nispet edilen bu şiirin farklı rivâyetleri için bkz. Şafiî, el-Üm, IV, 228; Ebû Zeyd Ömer b. Şebbe en-Nümeyrî el-Basrî, Târîhu’l-Medîne, thk. Fehim Muhammed Şeltût, Cidde, 1399, II, 547; Ebû Ömer Yusuf b. Abdullah b. Abdilber b. Âsım en-Nemrî el-Kurtubî, el-İstizkâr, thk. Salim Muhammed Atâ, Beyrut, 2000, II, 152; Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, Kahire, trz., s. 99.

119

itiraza karşı çıkarak savaşa girdiğini anlatır. Devamında ise bu savaşın dinen ve

siyaseten ne kadar isabetli olduğunu uzun uzun anlatır.294

İmam Şâfiî de bu konuyu değerlendirirken Rasulullah’ın vefatından sonra mürted olanların iki grupta değerlendirilmesi gerektiğini belirtir. Bunlardan birincisi Tuleyha, Müseyleme ve Esvedü’l-Ansî gibi İslâm’dan uzaklaşıp terk edenlerdir. Diğer grup ise İslâm’a bağlı kaldıkları halde zekât vermekten kaçınanlardır. İkinci grup hakkında da herkes mürted olduklarını söylerken böyle bir ayırıma gidilmesinin gerekçesini de Arap dilinden kaynaklanan bir yorum olarak nitelemektedir. Zekât vermek istemeyenler âyeti tevil ederek zekât toplama yetkisinin sadece Rasulullah’a ait olduğunu ve O’nun vefatı sonrasında yetkili memurlara zekât vermek zorunda olduklarını bilmediklerini ifade etmektedirler. Burada kullandıkları tek delil ise dil unsurudur. Daha sonra ise böyle bir tevilin yapılamayacağı hususunda icma oluşmuştur ve bu icmadan sonra aykırı

yorumlar irtidat sebebi olarak kabul edilmiştir.295

Bu yorumlardan anlaşıldığına göre İmam Şâfiî, zekât vermeyenlerle savaşılmasının gerekçesini onların dinden çıkması olarak görmeyip yanlış bir tevil yaptıklarını ve fakat Müslüman olduklarını söylemektedir. Öldürülmeleri konusunda ise başka gerekçeler ileri sürmektedir.

Gerçekten de Kur’ân’ın i‘râbını yapan eserlere baktığımızda bu taifenin yaptığı i‘râbın

mümkün olduğunu dile getiren görüşler bulmaktayız.296

Ancak sorun sadece i‘râbla ilgili olmayıp aynı zamanda emrin mahiyetiyle de ilgilidir. Netice itibariyle hangi i‘râb tercih edilirse edilsin zekât yükümlülüğünün devam ettiği konusunda icma oluşmuştur. Bu âyetteki yoruma benzer bir yaklaşım da Nisâ sûresinde yer alan korku namazı ile ilgili âyet hakkında görülmektedir. İbnü’l-Arabî 102. âyette anlatılan korku namazının mahiyeti ve kılınış şekli hakkında görüşlere yer verirken Rasulullah’ın bu namazı defaatle kıldığını ve yirmi dört farklı şekilde tarif edildiğini ifade etmiş ve bunlardan

294 İbnü’l-Arabî, Ahkâmül’l-Kur’ân, II, 624 vd.

295 Şâfiî, el-Üm, IV, 228-229; İsmail b. Yahya b. İsmail Ebû İbrahim el-Müzenî, Muhtasaru’l-Müzenî, nşr. Dâru’l-ma‘rife, Beyrut 1990, VIII, 363; Mâverdî, el-Hâvî’l-kebîr fî fıkhi mezhebi’l-İmâm eş-Şâfiî, thk. Ali Muhammed Muavviz, Beyrut, 1999, XIII, 111.

296 Tevbe sûresi 103. âyetin bu şekilde i‘râb edilebileceğini söyleyenlerden bazıları için bkz. Nehhâs, İrâbü’l-Kurân, II, 132; el-Bâgûlî, İrâbü’l-Kur’ân, III, 820; Ukberî, et-Tibyân fî i‘râbi’l-Kur’ân, II, 658; Dervîş, İrâbu'l-Kur’ân ve beyânuhû, IV, 168.

120

sekiz tanesine yer vermiştir. Akabinde ise konuyla ilgili altı farklı görüş bulunduğunu söylemiştir. Bu görüşlerden birincisi Ebû Yusuf’a ait olup korku namazının tamamen sakıt olduğu şeklindedir. Görüşün gerekçesi ise âyette belirtilen korku namazı uygulamasının namazı Rasulullah’ın bizzat kıldırması şartına bağlı olduğu şeklindedir. Dolayısıyla Rasulullah’ın bulunmadığı bir ortamda veya vefatı sonrasında korku namazı ile ilgili uygulama sakıt olacaktır. İbnü’l-Arabî, bu görüşün geçerli olamayacağı ve

korku namazı uygulamasının devam ettiği kanaatindedir.297