• Sonuç bulunamadı

هيأرب هيف لاق نكي مل نإف امهنع الله يضر رمعو ركب يبأ نعف نكي مل نإف هب ربخأ ملسو هيلع الله ىلص “İbn Abbâs’a bir konu hakkında soru sorulduğunda hüküm Kur’ân’da varsa onu

2) Mevzu bahis olan kâidelerden, رارض لاو ررض لا “Zarar ve mukâbele bi’z-zarar yokdur.” kaidesinin doğrudan bir hadis metninden iktibas edildiğine daha önce

2.6. Zaruretin Hükme Etkisi

Zaruret kavramı insanın canına, uzuvlarına, kişiliğine, aklına, malına veya bunların tabilerine bir zararın veya eziyetin gelmesinden korkulan tehlike veya şiddetli meşakkat hali anlamındadır.1 Bir başka tanıma göre de kişiyi dinî yasakları ihlâl etmekle karşı karşıya bırakan ve ancak bu şekilde savuşturulabilen ciddi özür-mazeret halini ifade eder. Öyle ki yasağa uyulması durumunda hayat hakkı başta olmak üzere zarûriyyât denilen beş temel haktan2 birinin tamamen ortadan kalkması ya da telâfisi mümkün olmayacak şekilde zarar görmesi söz konusu olacaktır.3

Zarûret, İslâm hukukunun üzerinde önemle durduğu konulardan olup ilgili temel esaslara da ilk olarak Kur’ân-ı Kerîm’de değinilmektedir.4 Konu çeşitli yönleriyle Mecelle’nin küllî kaideleri arasında da şu maddeler aracılığıyla yerini bulmuştur:

a) Zarûretler memnû’ olan şeyleri mübâh kılar. (mad. 21)5 b) Zarûretler kendi mikdarlarınca takdîr olunur. (mad. 22)6

c) Bir özr için câiz olan şey, ol özrün zevâliyle bâtıl olur. (mad. 23)7 d) Mâni zâil oldukda memnu’ avdet eder. (mad. 24)8

e) Def’-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır. (mad. 30)9

f) Hâcet umûmî olsun, husûsî olsun, zarûret menzilesine tenzîl olunur. (mad. 32)10 g) Iztırâr gayrın hakkını ibtâl etmez. (mad. 33)11

1 Paçacı, İbrahim, “Zarûret”, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yay., Ankara 2006, s. 707. Zaruret halini ifade etmek üzere “ıztırâr” kelimesi de kullanılır. Zaruretle karşı karşıya bulunan kişiye ise “muztar”

denir. Bkz. Çalış, Halit, “Zaruret”, DİA, İstanbul 2013, XLIV, 141. Ayrıca bkz. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 491.

2 Zarûriyyât denilen bu beş temel hak, nefis, din, akıl, nesil ve malın korunmasına yönelik haklardır. Bkz.

Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 491; a.mlf., “Makâsıd-ı Şerî’a Bağlamında Sünnet ve Hadisin Anlaşılması”, İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, (Kutlu Doğum Sempozyumu-2001), TDV Yay., Ankara 2008, s. 398; Boynukalın, Ertuğrul, “Makâsıdü’ş-şerîa”, DİA, İstanbul 2003, XXVII, 425.

3 Bkz. Çalış, “Zaruret”, XLIV, 141.

4 Buna şu âyet örnek verilebilir: “O, size yalnız şunları haram kıldı: Ölü hayvan, kan, domuz eti, bir de Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek şartıyla ona da bir günah yoktur. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” Bakara, 2/173. Konuyla ilgili diğer bir âyet için bkz. Nahl, 16/106. Kâidelerin esası olarak görülen bazı âyetler hakkında kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Tuzcu, Kur’ân-ı Kerîm Açısından Mecelle’nin Küllî Kaideleri, s. 75-83.

5 Mecelle, s. 25.

6 Mecelle, s. 25.

7 Mecelle, s. 25.

8 Mecelle, s. 25.

9 Mecelle, s. 26.

10 Mecelle, s. 26.

11 Mecelle, s. 26.

2.6.1. Kâidelerin Fıkıh Kaynakları ve Anlamları

İlk olarak zikredilen, “Zarûretler memnû’ olan şeyleri mübâh kılar.” kâidesi Sübkî, Süyûtî ve İbnü’n-Nüceym’in el-Eşbâh ve’n-nezâir’lerinde تاروظحملا حيبت تارورضلا şeklindeki metin ile kayıtlıdır.1 Kâide bu metinle daha eski kaynaklardan Serahsî’nin el-Mebsût’unda ve Şâtıbî’nin (ö. 790/1388) el-Muvâfakât’ında da geçmekte olup2,

“Meşakkat teysîri celbeder.” ve “Bir iş zıyk oldukda müttesi’ olur.” şeklindeki önceki kâidelere yakın veya onların furuatından olduğu da belirtilmiştir.3 Süyûtî de bilhassa,

“Zarar izâle olunur.” kâidesiyle ilgisine işaret etmiştir.4 Anlamıyla ilgili olarak da Ömer Nasuhi, “İşlenmesi men ve nehiy edilmiş bazı şeyler vardır ki bunları yapmak zaruret halinde mübah hükmünde olur, bundan dolayı yapan muâhaze edilmez.” şeklinde bir açıklama yapmış5 ve ayrıca, “Muteber bir ikrâha mebni başkasının malını itlâf veya açlıktan helâk havfından dolayı başkasının taamını rızası olmaksızın yemek gibi.”

diyerek de kâideyi örneklendirmiştir.6 Bu örnekte geçen, ikrâhın muteber olması şeklindeki ayrıntı da önemlidir ki yasak olan şeylerin zaruretlerden daha aşağı düzeyde olmasını gerektirir. Şayet yasaklar ve haramlar, zaruretlerden daha büyük bir olumsuz etkiye sahipse bu durumda yapılmaları caiz olmaz ve kendileri de mubah hükmünü almazlar.7 Bunun için de, bir kimse bir başka kimseyi ölümle veya uzuvlarından birini kesmekle tehdit ederek diğer bir kimseyi öldürmeye zorlasa, zaruret ile yasağın eşit düzeyde olmaları hatta zorlanan kişinin öldürülmesinin zarar açısından diğer şahsın öldürülmesinden daha hafif olması nedeniyle, zorlanan kişinin bu cinayeti işlemeye hakkı olmadığı şeklinde bir örnek zikredilmiştir.8

“Zarûretler kendi mikdarlarınca takdîr olunur.” kâidesi de Süyûtî’nin ve İbnü’n-Nüceym’in el-Eşbâh ve’n-nezâir’lerinde, اهردقب ردقي ةرورضلل حيبأ ام ve Hâdimî’nin

1 Sübkî, el-Eşbâh nezâir, I, 57; Suyûtî, el-Eşbâh nezâir, I, 140; İbnü’n-Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nezâir, s. 94. Ayrıca bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 17; Bilmen, Kâmûs, I, 262; Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 125.

2 Bkz. Serahsî, el-Mebsût, X, 154; Şâtıbî, İbrahim b. Mûsâ b. Muhammed, el-Muvâfakât, I-VII, thk. Ebû Ubeyde Meşhûr b. Hasen Âl-i Selmân, Dâru İbn Affân, byy., 1417/1997, V, 99.

3 Bkz. Sübkî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 61. Ayrıca bkz. Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 185.

4 Bkz. Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 140. Ayrıca bkz. Bâ Hüseyin, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 214.

5 Bilmen, Kâmûs, I, 261.

6 Bilmen, Kâmûs, I, 261-262. Kâide ile ilgili diğer bazı örnekler için bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 17.

7 Bkz. Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 38. Ahmed Zerkâ da bu hususa, “Zaruretin yasaklı şeylerden daha düşük düzeyde olmaması gerekir. Eğer düşük düzeyde olursa, zaruret nedeniyle, yasaklı olan şey mubah olmaz.” cümlesiyle yer vererek mezkûr kâideyi bazı Şâfiîlerin bu şekilde takyid ettiğini belirtmiştir. Bkz. Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 185.

8 Bkz. Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 38.

Mecâmi’inde اهردقب ردقتي ةرورضلل حيبأ ام şeklindeki benzer metinlerle yer almaktadır.1 Süyûtî bu kâidenin de, “Zarar izâle olunur.” kâidesiyle ilgisine işaret etmiştir.2 Kâidenin anlamıyla ilgili olarak Ali Haydar Efendi’nin açıklaması da şöyledir:

Zarurete binaen caiz olan bir şeyin yapılması, yalnızca bu zaruretin ortadan kaldırılması için yeterli olan miktarda caizdir. Zarureti ortadan kaldıran düzeyin fazlasını mubah görmek caiz değildir. Örneğin açlıktan ölmek üzere olan bir kimse, bir başkasının malını, sadece açlığını giderecek ölçüde zorla alma hakkına sahiptir. Yoksa bu şahsın yanında bulduğu her şeyi zorla alması caiz değildir.3

Bu iki kâide arasında birbirlerini tamamlamaları açısından sıkı bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre ilk kâide insan hayatını ve sağlığını ilgilendiren konulardaki ruhsat ve genişliği ortaya koyarken ikinci kâide bu genişliğin sınırları hakkında bir ölçü getirmektedir. Bu ölçü ise hayatî tehlikeyi ortadan kaldırmaya yarayacak asgari seviye olarak belirlenmiştir.

“Bir özr için câiz olan şey, ol özrün zevâliyle bâtıl olur.” kâidesi ise Süyûtî’nin ve İbnü’n-Nüceym’in el-Eşbâh ve’n-nezâir’lerinde ve Hâdimî’nin Mecâmi’inde رذعل زاج ام هلاوزب لطب metni ile kayıtlıdır.4 Buna benzer bir kâideyi daha önce Ebû Zeyd ed-Debûsî Te’sîsu’n-nazar’da Hanefî âlimlere göre “asıl” olduğunu belirterek zikretmiştir ki şöyledir: لدبملا يلإ مكحلا لقتني لدبلاب دوصقملا ءافيتسإ لبق لدبملا يأ لصلأا يلع ةردقلا نإ “Maksadın

‘bedel’ ile yerine getirilmesinden önce ‘mübdel’ e (esas hükme/yerine başka bir uygulama yapılan asıl uygulamaya) kudret hâsıl olduğunda hüküm ‘mübdel’ e intikal eder.”5

Mezkûr kâideye göre şer’an yasak olan bir şey, haksız zorlama veya yasağı işlemeye mecbur bırakan zaruret gibi meşru bir mazeret nedeniyle mubah olduğunda, bu mubahlığın varlığı, kendisini doğuran mazeretin varlığı ve bu mazeretin devamı müddeti ile sınırlıdır. Mazeret ortadan kalktığında, şer’an yasak olan şeyin mubah hükmünde kalmasını sağlayan şer’î gerekçe de son bulmuş olur. Netice de mubahlık düşer ve yasaklı fiilin hükmü, ilk hükmü olan haramlığa döner ve yapılması da caiz

1 Bkz. Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 141; İbnü’n-Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nezâir’inde, s. 95; Hâdimî, Mecâmi’, s. 371. Ayrıca bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 18; Bilmen, Kâmûs, I, 262; Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 125.

2 Bkz. Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 141.

3 Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 38. Kâide ile ilgili diğer örnekler için bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 18; Bilmen, Kâmûs, I, 262.

4 Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 143; İbnü’n-Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nezâir, s. 95; Hâdimî, Mecâmi’, s.

371; Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 18; Bilmen, Kâmûs, I, 262; Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 125.

5 Debûsî, Te’sîsu’n-nazar, s. 111. Ayrıca bkz. Bâ Hüseyin, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 225.

olmaz.1 Suyu kullanma imkânı bulunduğunda teyemmümün caiz olma hükmünün son bulması da buna örnek olarak zikredilmiştir ki2 yukarıda Te’sîsu’n-nazar’dan nakledilen kâide için Ebû Zeyd ed-Debûsî’nin verdiği örneklerden biri de budur.3

Sonuç itibariyle bu kâidenin ilk olarak zikredilen kâideyi bir başka açıdan sınırlandırmış olduğu söylenebilir. Görüldüğü kadarıyla bu sınırlandırma da aslen helal veya farz olan şeyi gerçekleştirme kudreti elde etme vaktiyle, dolayısıyla da zaruret ve mubahlığın devam müddetiyle ilgilidir.

“Mâni zâil oldukda memnu’ avdet eder.” kâidesi de Hâdimî’nin Mecâmi’inde, اذإ عونمملا داع عناملا لاز şeklindeki metin ile kayıtlıdır.4 Kâide, bir şey esasında caiz ve meşru iken sonradan beliren arızî bir engel nedeniyle meşruiyet hükmünü kaybettiğinde, bu arızî engelin ortadan kalkmasıyla meşruiyet hükmünü yeniden kazanacağı yönünde izah edilmiştir.5 Görüldüğü üzere kâide, Nedvî’nin de ifade ettiği gibi6 önceki kâidenin aksi anlam ifade etmektedir. Nitekim önceki kâidede esasta haram olan bir şey mazeret sebebiyle mubah olup bu mazeretin kalkmasıyla eski hükmünü alırken bu kâidede ise aslında helal olan bir şey bir mani sebebiyle bu hükmünü kaybettikten sonra bu mâniin ortadan kalkmasıyla tekrar eski hükmü olan helalliğe dönmektedir. Buna örnek olarak da, şahitliğin kabulüne engel olan çocukluk ve görme engellilik halinin son bulmasıyla, yani çocuğun büyümesi ve görme engellinin sağlığına kavuşması halinde bu kimselerin şahitliğinin kabulünün mümkün oluşu zikredilmektedir.7

“Def’-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır.” kâidesi ise Sübkî, Süyûtî ve İbnü’n-Nüceym’in el-Eşbâh ve’n-nezâir’lerinde ve Hâdimî’nin Mecâmi’inde, نم ىلوأ دسافملا ءرد حلاصملا بلج metni ile kayıtlıdır.8 Bu metinle daha eski kaynaklardan Şâtıbî’nin el-Muvâfakât’ında da yer alan9 kâide, zarar ve menfaat karşı karşıya geldiğinde, zararın ortadan kaldırılmasının menfaatin elde edilmesinden öne alınacağı yönünde izah

1 Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 77; Ayrıca bkz. Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 39.

2 Bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 18; Bilmen, Kâmûs, I, 262; Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 77

3 Bkz. Debûsî, Te’sîsu’n-nazar, s. 111.

4 Hâdimî, Mecâmi’, s. 366. Ayrıca bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 18; Bilmen, Kâmûs, I, 263;

Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 125.

5 Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 39. Bu yöndeki diğer açıklamalar için bkz. Nedvî, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 352; Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 79.

6 Nedvî, Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 352. Bu duruma Zeydân ve Zerkâ da işaret etmiştir. Bkz. Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 79; Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 191.

7 Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 39; Bilmen, Kâmûs, I, 263; Nedvî, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 352.

8 Sübkî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 123; Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 145; İbnü’n-Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nezâir, s. 99; Hâdimî, Mecâmi, s. 368. Ayrıca bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 19; Bilmen, Kâmûs, I, 265; Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 126. Kâidenin farklı formları için bkz.

Zuhaylî, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, I, 238.

9 Bkz. Şâtıbî, el-Muvâfakât, V, 300. Şâtıbî, kâidenin anlamının âlimlerin dayandığı bir esas olduğunu belirtmiştir.

edilmiştir. Örneğin bir kimse kendisine faydası olan bir işi yapmak istese fakat bu iş bir başka yönden bu fayda ile eşit düzeyde veya ondan daha büyük ve aynı zamanda başka insanlara da dokunan bir zararı doğursa, menfaatin elde edilmesinden öncelikli olan zararın ortadan kaldırılması adına bu işi yapmaktan vazgeçmesi gerekir. Çünkü şeriat, yasakladığı şeylerin işlenmemesine, emrettiği şeylerin yapılmasından daha çok önem vermektedir.1

Refik Gür ise, mevcut zarardan korunmanın, ilerideki kazançtan üstün olduğunu ve ileride mahiyeti şüpheli bir menfaat elde edebilmek düşüncesiyle, mevcut bir menfaatin feda edilmesinin akıllıca bir hareket sayılmayacağını2 belirtmek suretiyle kâideyi, farklı zaman dilimleri açısından yorumlamıştır. Kâide için, bir kimsenin kendi mülkünde dilediği gibi tasarruf hakkının bulunduğu, ancak bu tasarrufun bir başkasına açık bir zarar vermesi halinde mülk sahibinin bu tasarruf hakkının engelleneceği şeklinde bir de örnek zikredilmektedir.3

“Hâcet4 umûmî olsun, husûsî olsun, zarûret menzilesine tenzîl olunur.” kâidesi de Süyûtî’nin ve İbnü’n-Nüceym’in el-Eşbâh ve’n-nezâir’lerinde, ةرورضلا ةلزنم لزنت ةجاحلا ةصاخ وأ تناك ةماع şeklindeki metin ile yer almaktadır.5 Süyûtî ayrıca kâidenin muhtevasıyla uyumlu olarak şöyle de demiştir: “Helal nadiren bulunacak şekilde haram her tarafı kaplamışsa bu takdirde kendisine ihtiyaç duyulan şeyin kullanılması caiz olur.

Zaruret ile sınırlanılmaz.”6 Kâide Mecelle’de de şu cümle ile izah edilmiştir: “Bey’ bi’l-vefânın tecvîzi bu kabîldendir ki Buhârâ ahâlîsinde borç tekessür ettikde görülen ihtiyaç üzerine bu muâmele mer’iyyu’l-icrâ olmuştur.”7 Bu açıklamada yer alan bey’u’l-vefâ

1 Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 41. Ayrıca bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 19; Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 205; Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 105; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 90.

2 Gür, Hukuk Tarihi Ve Tefekkürü Bakımından Mecelle, s. 131. Sıddık Sami Onar ise bu kâidenin, ahlâkî esasların iktisadî düşüncelerin üstünde tutulacağını gösteren mühim bir kâide olduğunu, ancak böyle bir hükmün bu günkü millî servet hakkındaki iktisadî esaslara ve düşüncelere uymayacağının tabi olduğunu belirtmiştir. Bkz. Onar, “Osmanlı İmparatorluğunda İslam Hukukunun Bir Kısmının Codification’u Mecelle”, s. 67.

3 Bkz. Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 19. Ayrıca bkz. Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 205;

Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 105; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 90.

4 Hâcet, karşılanmadığı zaman zorluk ve sıkıntı doğuracak şey anlamındadır. Bkz. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 128. Ayrıca hâcet, gereklilik açısından zaruretin altında bir dereceyi ifade eder. Bkz. Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 209. Kavramın anlamı için şu kaynaklara da bakılabilir:

Bilmen, Kâmûs, I, 265; Yıldırım, Mecelle’nin Küllî Kâideleri, s. 94. Şeriatın maksatları içerisinde zarûrî ve hâcî olanlar dışında bir de tahsînî olanlar vardır. Bu üç kavram hakkında detaylı bilgi için bkz.

Erdoğan, “Makâsıd-ı Şerî’a Bağlamında Sünnet ve Hadisin Anlaşılması”, s. 398-399.

5 Bkz. Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 147; İbnü’n-Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nezâir, s. 100. Ayrıca bkz.

Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 20; Bilmen, Kâmûs, I, 265; Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 126.

6 Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, I, 141.

7 Mecelle, s. 26; Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 20; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 42.

esasında caiz olmamakla beraber zarurete binâen caiz görülmüştür. Çünkü borç veren kişinin borç bedelinden fazlasını elde etmesi faizdir ve şer’an yasaktır. Bey’u’l-vefâ da bu türdendir1 ve aslen caiz değildir. Ancak bu kâidede de zikredildiği üzere fakihler, Buhara halkının ihtiyacına binâen o tarihte bu uygulamanın caiz olduğu yönünde ictihâd yapmışlardır.2

Ömer Nasuhi’nin tespitine göre İcâre, selem ve ıstısnâ’ (sipariş) akitlerinin caiz görülmesi de bu kâide ile ilgilidir.3 Çünkü bu akit türleri, menfaatin ve ma’dûmun (akit esnasında olmayan şeyin) satışını öngörmektedir ki bunlar İslâm hukukunun akit nazariyesine aykırıdır. Ancak bunlar yaygın ihtiyaç nedeni ile4 zaruret gibi telakki edilerek caiz görülmüşlerdir ki mezkûr kâidenin ifade ettiği anlam da budur.

“Iztırâr gayrın hakkını ibtâl etmez.” kâidesi ise Hâdimî’nin Mecâmi’inde, رارطضلإا هريغ قح لطبي لا metni ile kayıtlıdır.5 Ancak bazı kaynaklarda metnin, anlama etki etmeyen küçük bir farkla ريغلا قح لطبي لا رارطضلاا olduğu da görülmektedir.6 Kâide yine Mecelle’de, “Binâen alâ zâlik bir adam aç kalıp da birinin ekmeğini yese ba’dehu kıymetini vermesi lâzım gelir.”7 şeklindeki bir örnek ile açıklanmıştır. Bu örneğin de gösterdiği üzere kâide, bir insanın diğer bir şahsın malını, başkasının malında tasarrufta bulunmayı caiz kılacak düzeyde bir zaruret nedeniyle ele geçirmesi durumunda, zaruretten kaynaklanan bu ele geçirmenin, malı bu suretle yok eden kimsenin tazmin yükümlülüğünü ortadan kaldıran bir gerekçe olamayacağı, aksine malı tüketen veya yok eden kimsenin, yok olan malın kıymetini tazmin etmesi gerektiği anlamındadır.8 Hayatî tehlike nedeniyle saldırgan bir deveyi öldürenin ve kendisini öldürmek isteyen zalim düşmandan kaçmak için bir başkasının atını alan kimsenin bunları tazmin yükümlülüğü olduğu da kâide için örnek olarak zikredilmiştir.9

1 Bu akit türünde borç karşılığında maldan faydalanma söz konusu olduğu için faize benzemektedir. Bkz.

Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 210.

2 Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 42.

3 Bilmen, Kâmûs, I, 265.

4 Örneğin çiftçilerin çoğu yılın büyük kısmında ve ürünlerini elde etmeden önce nakit paraya çok fazla ihtiyaç duyarlar. İşte onların bu ihtiyacını gidermek için selem akdi (para peşin mal veresiye) caiz görülmüştür. Bkz. Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I,42.

5 Hâdimî, Mecâmi’, s. 367; Mesûd Efendi, Mir’ât-ı Mecelle, s. 20; Bilmen, Kâmûs, I, 266; Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, s. 126.

6 Bkz. Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 42; Zerkâ, Şerhu’l-kavâidi’l-fıkhıyye, s. 213; Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 82.

7 Mecelle, s. 26.

8 Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 43. Yine bu yöndeki, kısmen daha kapsamlı diğer bir açıklama için bkz. Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 82.

9 Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, I, 43; Zeydân, el-Vecîz fî şerhi’l-kavâidi’l-fıkhiyye, s. 82.

2.6.2. Kâidelerin Hadislerdeki Temelleri

Mevzu bahis olan kaidelere esas teşkil ettiği düşünülebilecek bazı rivayetler hadis kaynaklarında yer almaktadır. Örnek olarak şunlar zikredilebilir:

1) Ahmed b. Hanbel’in Câbir b. Abdullah’tan naklettiği bir rivayet bilhassa

“Zarûretler memnû’ olan şeyleri mübâh kılar.” ve “Def’-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır.” kâidelerinin esası olarak görülebilir. Buna göre Câbir’e hediyelik kurbanlıklara binmenin hükmü sorulmuş o da Hz. Peygamber’in şöyle dediğini bildirmiştir: اهبكرا

ىتح اهيلإ تئجلأ اذإ فورعملاب

ارهظ دجت “Zorda kalırsan, bir başka hayvan buluncaya kadar maruf ölçüde binebilirsin.”1

Şuayb el-Arnaût bu rivayetin isnâdının Müslim’in şartına göre sahîh olduğunu, ricâlinin de sika olup, Ebû’z-Zübeyr Muhammed b. Müslim b. Tedrus dışında2 Buhârî ve Müslim’in ricâli olduğunu, bu râvînin ise sadece Müslim’in ricâlinden olduğu belirtmiştir.3 Rivayetin Ebû Dâvûd’un Sünen’indeki aynı metne sahip versiyonu hakkında Elbânî de sahîh olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur.4

Rivayetten hediyelik kurbanlıklara binmenin esas itibariyle mubah olmadığı anlaşılmaktadır.5 Ancak aşırı yorgunluk veya başka bir binek bulamama gibi sebepler hükmü değiştirmektedir ki Hz. Peygamber de böyle bir zaruret nedeniyle kurbanlık develere binmeye ruhsat vermiş, zaruret ortadan kalkıp başka bir binek bulunduğu zaman da bunu yasaklamıştır.6

Mâlik’in Muvatta’ında Ebû Hureyre’den nakledilen bir başka rivayette de Hz.

Peygamber’in, kurbanlık devesini sevk eden bir adama, kurbanlık olduğu gerekçesi ile binmek istememesine rağmen, devesine binmesini emrettiği bilgisi bulunmaktadır.7 Tirmizî Sünen’inde bu rivayetin Enes b. Mâlik’den nakledilen versiyonu hakkında sahîh hasen değerlendirmesinde bulunmuş ayrıca bu mevzuda Ali, Ebû Hureyre ve

1Ahmed, Müsned, XXII, 305, had. no: 14413, 372, had. no: 14487. Rivayetin yer aldığı diğer kaynaklar için bkz. Müslim, Hac 375, had. no: 1324; Ebû Dâvûd, Menâsik 18, had. no: 1761; Nesâî, Menâsik 76, had. no: 2799; Ebû Ya’lâ, Müsned, IV, 141, had. no: 2199, 144, had. no: 2204; İbn Huzeyme, Sahîh, IV, 189, had. no: 2664.

2 Diğer râvîler Yahya b. Saîd ve İbn Cüreyc’dir.

3 Ahmed, Müsned, XXII, 305, had. no: 14413.

4 Ebû Dâvûd, Menâsik 18, had. no: 1761.

5 Âlimlerin konu hakkındaki çeşitli görüşleri için bkz. İbn Abdülber, el-İstizkâr, IV, 240-241; Begavî, Şerhu’s-sünne, VII, 196; Nevevî, el-Minhâc, IV, 66-67; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, II, 228-229; Zürkânî, Şerhu’z-Zürkânî alâ Muvattai’l-İmâmi Mâlik, II, 431; Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî, III, 658.

6 Tahâvî, Şerhu meâni’l-âsâr, II, 231.

7 Mâlik, Muvatta’, Hac 139. Rivayet şu kaynaklarda da yer almaktadır: Ahmed, Müsned, XII, 423, had.

no: 7454; Buhârî, Hac 103, had. no: 1689, 1690; Müslim, Hac 371, had. no: 1322; İbn Mâce, Menâsik 100, had. no: 3103; Ebû Dâvûd, Menâsik 18, had. no: 1760; Bezzâr, Müsned, XV, 291, had. no: 8791;

Nesâî, Menâsik 74, had. no: 2796, 2797; Ebû Ya’lâ, Müsned, V, 465, had. no: 3194.

Câbir’den de rivayet nakledildiğini belirtmiştir.1 Rivayetin, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Ebû Hureyre’den nakledilen versiyonu hakkında da Şuayb el-Arnaût

Câbir’den de rivayet nakledildiğini belirtmiştir.1 Rivayetin, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Ebû Hureyre’den nakledilen versiyonu hakkında da Şuayb el-Arnaût