• Sonuç bulunamadı

Sünnet, ننس s-n-n kök harflerinden türemiştir. Bu kökten türeyen kelimelerin oldukça zengin bir anlam sahası bulunmaktadır.5 Örneğin, Allah Teâlâ’nın insanlara ahkâmını ve dosdoğru yolunu açıklaması misalinde olduğu üzere, bir şeyi açıklama, نس

1 Furûk, aynı hükme sahip olduklarını zannettirecek kadar zahirde birbirine benzeyen ancak hakikatte her birine kendine has hüküm verilmesini gerektirecek derecede farklı olan fıkhî meselelerin, aralarında mevcut bulunan bu farkları konu alan ilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır. Bkz. Nedvî, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 99. Ayrıca bkz. Özen, Şükrü, “Furûk”, DİA, İstanbul 1996, XIII, s. 223.

2 Elğâz, lüğaz’ın çoğulu olup fıkıh ilimlerinden biridir. Muhatabı imtihan amacıyla ve konuyla ilgili fıkhî hükmün asıl yönü gizlenerek sorulan bilmece tarzındaki sorulardan oluşur. Bkz. Hamevî, Gamzü uyûni’l-besâir, I, 38. Ayrıca bkz. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 91. Örnek: Suların en faziletlisi hangisidir? Cevap: Rasûlullah’ın (a.s) parmaklarından çıkan su. Bkz. İbnü’n-Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nezâir, s. 466.

3 Nedvî, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 121.

4 Bkz. Nedvî, el-Kavâidu’l-fıkhiyye, s. 121.

5 Kelimenin çeşitli lügat anlamları için bkz. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “s-n-n”, s. 250; Zebîdî, Tâcu’l-arûs, “s-n-n”, XXXV, 226, 227, 228, 230; Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed, Tehzîbu’l-lüga, I-XVI, (thk. Abdüsselam Muhammed Hârûn, Muhammed Ali en-Neccâr), Dâru’l-Kavmiyyeti’l-Arabiyye, byy., 1384/1964, “s-n-n”, XII, 298, 301, 305; İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2121, 2122, 2123.

“senne” fiili ile ifade edilir.1 Bir varlığın tasvir edilip şekillendirilmesi2 ve suyun kolaylıkla/yavaşça akıtılıp dökülmesinde de yine aynı fiilin kullanıldığı görülmektedir.3 Kelime, ةنس “sünnet” kalıbıyla “sûret, yüz, çehre”4 anlamına da gelmektedir ki bunun az önce işaret edilen tasvir ve şekillendirme anlamı ile ilgili olduğu söylenebilir.

Fiilin, İslâm’ın başlangıcından itibaren sünnetin kazanmış olduğu, Hz.

Peygamber’in tarîk ve sîreti şeklindeki kavramsal anlamın5 esası olduğu da söylenebilecek, “bir yola girip yürümek” şeklinde bir anlamı daha vardır.6 Nitekim Râğıb el-İsfahânî, kelimenin ةنس “sünnet” kalıbı hakkında bilgi verirken “sünnetü’l-vech” ifadesini, yüzdeki tarikat/yol, yani yüzdeki çizgiler7 olarak açıklamış ve buradan da Hz. Peygamber’in (a.s) sünnetinin, onun takip ettiği yol olduğu bilgisine intikal etmiştir. O, aynı şekilde لايدبت الله ةنسل دجت نلو لبق نم تلخ دق يتلا الله ةنس “Allah’ın öteden beri süregelen sünneti (budur). Sen Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın.”8 âyeti gereğince Allah Teâlâ’nın hikmet ve taat yoluna da

“sünnetullah/Allah’ın sünneti” denildiğini ifade etmiştir.9

Sünnet aynı zamanda لبق نم اولخ نيذلا يف الله ةنس “Daha önce gelip geçen ümmetler hakkında Allah’ın sünneti (böyle olmuştur).”10 âyetinde de görüldüğü üzere Allah

1 Zebîdî, Tâcu’l-arûs, “s-n-n”, XXXV, 228; Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 304; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2124. İbn Manzûr bu anlama, نسلأيسنأامنإ “Ben ancak sünneti göstermek için unutturuluyorum.” (Mâlik, Muvatta’, Sehv 2; İbnü’l-Esîr, Mecduddin Ebû’s-Seâdât Mubârek b.

Muhammed el-Cezerî, Câmiu’l-usûl fî ehâdîsi’r-rasûl, I-XII, thk. Abdulkadir el-Arnavût, Mektebetü’l-Hulvânî, byy., 1389/1969, V, 550, had. no: 3779) hadisini örnek vermiş ve bunu da şöyle açıklamıştır:

“Yani ben, insanları dosdoğru yola sevk etmek ve kendilerine unutkanlık arız olduğunda yapmaya ihtiyaç duydukları şeyi onlara açıklamak için unutturuluyorum.” Bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2124.

2 Fazlurrahman kavramın, “bir şeye şekil vermek”, “onu bir model olarak ortaya çıkarmak” anlamı ile

“model olarak kabul edilen davranış” anlamı arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Bkz. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslâmî Metodoloji Sorunu, Ankara Okulu Yay., Ankara 2013, s. 20.

3 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “s-n-n”, s. 250; Zebîdî, Tâcu’l-arûs, “s-n-n”, XXXV, 229; Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 301; Râzî, Tefsîru garîbi’l-Kur’âni’l-azîm, “s-n-n”, s. 501. Kavramın bu anlamının, tarîk/yol anlamı ile ilgisi vardır. Buna göre Araplar, takip edilen yolu ve devamlı gidişi, dökülmüş bir suyun bütün katrelerinin, sanki tek ve aynı şeymiş gibi, belirli bir yol üzerinde gidişine benzetmişledir. Bkz. Koçyiğit, Talat, Hadis Terimleri Sözlüğü, Rehber Yay., Ankara 1992, s. 429.

4 Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 304; Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Fâik fî garîbi’l-hadîs, I-IV, (thk. Ali Muhammed el-Becâvî, Muhammed Ebû’l-Fadl İbrahim), Dâru’l-Ma’rife, Lübnan trs., II, 201;

İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2122, 2124.

5 Bkz. Koçyiğit, Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 429.

6 Zebîdî, Tâcu’l-arûs, “s-n-n”, XXXV, 229.

7 Kırmızı bir metin üzerindeki siyah çizgilere de “sünnet” denildiği nakledilmektedir. Bkz. Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, XII, 304. Ayrıca bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 2125. Yaşam tarzı olarak sünnetin,

“çizgi” şeklindeki anlamının, Türkçedeki kullanımla da uyumlu olduğu söylenebilir. Nitekim bir kimsenin tabi olduğu yol, ahlak, tavır ve davranışlar mecmuası Türkçede de o kişinin çizgisi olarak adlandırılır.

8 Fetih, 48/23.

9 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “s-n-n”, s. 250.

10 Ahzâb, 33/38.

Teâlâ’nın hükmü, emri ve nehyi anlamına da gelmektedir.1 Mecdüddin İbnü’l-Esîr’in, عرشل /اةعيرشلا “eş-şer’u/eş-şerîatu” kavramlarını, Allah Teâlâ’nın, din hususunda kulları için koymuş olduğu kurallar olarak açıklamasının ve bunun “senne” fiili ile de karşılandığını ifade etmesinin de, sünnetin, bahsedilen hüküm, emir ve nehiy anlamlarını belirginleştirdiği söylenebilir.2 Ayrıca, عرش “ş-r-a” kök harflerinden türeyen bazı kelimelerin, bir şeyin izhar edilip açıklanması ve büyük/geniş yol gibi anlamlarının da, sünnet kavramının yukarıda işaret edilen bu yöndeki anlamları ile örtüştüğü görülmektedir.3

Sünnet kavramının, ةريسلا “es-sîretü” kelimesi ile açıklanması da, yukarıda kaydedilen anlamlardan bilhassa, “bir yola girip yürümek” şeklindeki anlam ile uyumludur. Buna göre insanın tâbi olduğu yol, iyi olsun kötü olsun, sünnet olarak adlandırılır.4 Ancak Ezherî, “Sünnet, övülmüş ve dosdoğru yol demektir. Bu nedenle (bir kimseyi övmek için) ‘Falan ehl-i sünnettendir.’ denilir. Bu da, doğru ve övülmüş yolun ehlindendir anlamına gelmektedir.”5 demek suretiyle yanlış yolları kavramın anlam sahasının dışında bırakmıştır. Nitekim o, bir başka yerde bulunan, “Toplumun daha önce bilmediği, yeni ortaya konulan ‘hayır ve birr’ nitelikli davranışlar.”6 anlamındaki bir ifadesiyle de kavramın pozitif yönüne vurgu yapmıştır.

1 Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 303-304; Zebîdî, Tâcu’l-arûs, “s-n-n”, XXXV, 231; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2124. Zemahşerî’nin âyeti izah şekli de bu yönde görülebilir. Bkz. Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 413. Sünnetin bu anlamı ile ilgili olarak, باتكلا لهأ ةنس مهب اونس “Onlara (Mecusilere) ehl-i kitabın hükmünü uygulayın!” (Bkz. Mâlik, Muvatta’, Zekât 42; Abdurrezzak, Musannef, X, 325, had. no:

19253; İbn Ebû Şeybe, Musannef, III, 224, had. no: 10870; Bezzâr, Müsned, III, 264, had. no: 1056;

Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 189, had. no: 19125; a.mlf., Ma’rifetü’s-sünen ve’l-âsâr, XIII, 365, had.

no: 18492) şeklindeki rivayet örnek verilebilir. Rivayetin baş tarafında yer alan vürud sebebi ile ilgili bölüm de bu anlamı pekiştirmektedir. Buna göre Hz. Ömer, Mecûsîleri anarak, مهرمأ يف عنصأ فيك يردأ ام

“Onlar hakkında nasıl bir hüküm uygulayacağımı bilmiyorum.” dediğinde Abdurrahman b. Avf, Rasûlullah’dan işittiğine şehadet ederek mezkûr hadisi nakletmiştir. Hadis, cizyenin kabulü konusunda ehl-i kitapla Mecûsîler arasında hüküm yönünden fark olmadığını ortaya koymaktadır. Bkz. İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 410. Ayrıca bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 2125; Zeydân, Abdulkerim – Abdullah, Abdulkahhâr Dâvûd, Ulûmu’l-hadîs, Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, Beyrut 1434/2013, s. 12.

2 İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ş-r-a”, II, 460.

3 İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ş-r-a”, II, 460.

4 Zebîdî, Tâcu’l-arûs, “s-n-n”, XXXV, 230-231; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2124; Râzî, Tefsîru garîbi’l-Kur’âni’l-azîm, “s-n-n”, s. 501; Cürcânî, Mu’cemu’t-ta’rîfât, s. 105; Şevkânî, Muhammed b. Ali, İrşâdu’l-fuhûl ilâ tahkîki’l-hak min ilmi’l-usûl, I-II, thk. Ebû Hafs Sâmî b. Arabî el-Eserî, Dâru’l-Fazîle, Riyâd 1421/2000, I, 185; Zeydân – Abdullah, Ulûmu’l-hadîs, s. 12; Koçyiğit, Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 429. İbn Manzûr bu anlama, Hâlid b. Utbe el-Hüzelî’nin şu şiirini örnek vermektedir: اهريسي نمةنسضارلوأفاهترستنأةريسنمنعزجت لاف “Yürümüş olduğun yoldan dolayı sızlanıp durma! Çünkü bir yolda yürüyen kişi, o yoldan memnun olan ilk kişidir.” Bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 2124.

5 Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 298. Ayrıca bkz. Zebîdî, Tâcu’l-arûs, “s-n-n”, XXXV, 230-231;

İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2125; Zeydân – Abdullah, Ulûmu’l-hadîs, s. 12.

6 Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 298-299. Ayrıca bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2125.

Hattabî’nin kanaatinin de buna yakın olduğu görülmektedir. O, sünnetin asıl anlamının övülmüş yol olduğunu, dolayısıyla mutlak olarak kullanıldığında bu olumlu anlama delalet edeceğini belirtmiştir. Yine o, olumlu anlamın dışındaki kullanımlarda kavramın mukayyed olarak geldiğini söylemiş ve buna aşağıda da gelecek olan, “Kim kötü bir sünnet ortaya koyarsa…” hadisini örnek vermiştir.1

Talat Koçyiğit ise sünnetin, Ezherî’nin işaret ettiği bu olumlu anlamı, İslâm’ın bidayetinden itibaren, özellikle Hz. Peygamber’in yol ve yaşantısına tahsisinden sonra kazandığına işaret ederek şöyle demiştir:

Hz. Peygamber’in tarîk ve sîretinin, Allah’ın tebliğine memur ettiği “din” ile ilgili olması dolayısıyla, kelimenin lügatte görülen “kötü” veya “mezmûm yol” manası, ıstılahta kaldırılmıştır;

çünkü Hz. Peygamber’in sünneti söz konusu olduğu zaman, bu sünnetin zemme lâyık yol ve gidiş olması mümkün değildir; aksine bu yol ve gidiş övülmeye ve örnek alınmaya layıktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı âyetlerde sünnetin bu manasını görmek mümkündür.2

Ne var ki sünnet kavramının, yine Ezherî’nin kaydettiği, “bir işin ilk defa icat edilmesi ve sonraki kuşakların bunu benimseyip o yönde amel etmesi”3 bir başka ifadeyle, “çığır açma” eylemi hakkında kullanılıyor olması, olumlu ve olumsuz olmak üzere çift yönlü anlam taşıdığı şeklinde yorumlanabilir. Nitekim kavramın bu anlamda kullanıldığını gösteren çeşitli rivayetler vardır. Örnek olarak Tayâlisî’nin Müsned’inde Cerîr b. Abdullah’dan nakledilen bir rivayet zikredilebilir. Buna göre Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur:

هدعب نم اهب لمع نم رجأو اهرجأ هل ناك ةنسح ةنس ملاسلإا يف نس نم قتني نأ ريغ نم

مهروجأ نم ص

ائيش نم صقتني نأ ريغ نم هدعب نم اهب لمع نم رزوو اهرزو هيلع ناك ةئيس ةنس ملاسلإا يف نس نمو

ائيش مهرازوأ

“Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa, bunun sevabı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin sevabı, bu sevaplardan hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de

1 Bkz. Şevkânî, İrşâdu’l-fuhûl, I, 185. Ayrıca bkz. Zeydân – Abdullah, Ulûmu’l-hadîs, s. 12.

2 Koçyiğit, Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 430. Talat Koçyiğit bu âyetlere, “Allah’ın Rasûlünde sizin için bir numune-i imtisal vardır.” (Ahzâb, 33/21) ve “Sen (insanları) dosdoğru yola, Allah yoluna hidayet edersin.” (Şûrâ, 42/52) âyetlerini örnek vermiştir. Ancak bu âyetlerde, kavram olarak sünnetin yer almadığı da belirtilmelidir.

3 Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 306; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2124. Ezherî bu anlamdaki kullanıma şair Nusayb’ın şu şiirini de örnek vermektedir; وأ سانلا نم قشاع لوأ بحلا تننس ينأك يدحو مهنيب تببحأ “İnsanlar içerisinde ilk âşık olan ben olduğum veya aralarında tek ben sevdiğim için sanki sevgiyi ilk defa ortaya koyan benim.” Bkz. Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 306. Ayrıca bkz.

İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2124.

İslam’da kötü bir çığır açarsa, bunun günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahı, bu günahlardan bir şey eksilmeden ona aittir.”1

Bu rivayette Hz. Peygamber (a.s), öncülük yapma, çığır açma anlamında “senne”

fiilini, hem iyi, hem de kötü işler için bir arada kullanmaktadır. Onun bu ifadesinde

“senne” fiili, sözlük anlamında olup, iyiye de kötüye de delalet edebilen nötr bir anlam taşımaktadır. Şu kadar var ki, Hz. Peygamber (a.s) bu ifadeleriyle, birincisine teşvik ederken, ikincisinden sakındırmaktadır.2

1 Tayâlisî, Ebû Dâvûd Süleyman b. Dâvûd b. el-Cârûd, Müsned, I-IV, thk. Muhammed b. Abdulmuhsin et-Türkî, Dâru Hicr, Mısır 1419/1999, II, 55, had. no: 705. Rivayet şu kaynaklarda da yer almaktadır:

İbnü’l-Ca’d, Ali Ebû’l-Hasen el-Cevherî el-Bağdâdî, Müsnedü İbnü’l-Ca’d, (thk. Âmir Ahmed Haydar), Müessesetü Nâdir, Beyrut 1410/1990, s. 89, had. no: 516; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VI, 356, had. no:

9896; Ahmed, Müsned, XXXI, 494-495, had. no: 19156; Müslim, Zekât 69, had. no: 1017; Tebrîzî, Muhammed b. Abdullah Hatîb, Mişkâtü’l-mesâbîh, I-III, thk. Muhammed Nâsıruddin Elbânî, el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut 1399/1979, I, 72-73, had. no: 210. Rivayetin baş tarafında vürud sebebi ile ilgili bir bilgi de bunmaktadır. Buna göre Cerîr b. Abdullah şöyle demiştir: “Biz gündüzün ortasında Rasûlullah’ın (a.s) yanında bulunuyorduk. Derken yalın ayak, çıplak, kaplan postu rengindeki gömleklerini veya abalarını başlarına geçirmiş, kılıçlarını çekmiş, ekserisi hatta hepsi Mudar kabilesine mensup bazı kimseler Hz. Peygamber’e (a.s) geldiler. Onların muhtaç hâlini görünce Rasûlullah’ın (a.s) yüzü değişti. İçeri girip çıktıktan sonra Bilâl’e emir buyurdu ve Bilâl ezanı okuyarak kamet getirdi.

Rasûlullah da (a.s) namazı kıldırdı. Sonra cemaate hitap ederek, ‘Ey insanlar! Sizi bir kişiden yaratan Rabbinizden korkun!’ âyetini sonuna (yani) ‘Şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde gözcüdür.’ âyetine kadar ve Haşr sûresindeki ‘Allah’tan korkun! Her nefis yarın (âhiret) için ne gönderdiğine bir baksın! Allah’tan korkun!’ âyetini okudu. (Hz. Peygamber sözüne devamla), ‘Bir adam dinarından, dirheminden, elbisesinden, bir sâ’ buğdayından, bir sâ’ kuru hurmasından sadaka vermelidir.’ dedi hatta ‘Velev ki ya-rım hurma olsun.’ buyurdu. Derken Ensâr’dan bir zât neredeyse elinin taşıyamayacağı kadar hatta elinin taşımaktan âciz kaldığı bir kese getirdi. Sonra bir biri ardınca herkes bir şeyler getirdiler. Neticede yiyecek ve elbiseden oluşan iki yığın gördüm. Rasûlullah’ın (a.s) yüzünün de sevinçten, altınla yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Bunun üzerine Rasûlullah (a.s) şöyle buyurdu…” Bundan sonra da Cerîr, rivayetin son kısmını nakletmiştir. Bkz. Tayâlisî, Müsned, II, 55, had. no: 705; İbnü’l-Ca’d, Müsned, s. 89, had. no: 516; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VI, 356, had. no: 9896; Ahmed, Müsned, XXXI, 509-510, had. no: 19174; Müslim, Zekât 69, had. no: 1017; Tebrîzî, Mişkâtü’l-mesâbîh, I, 72-73, had. no: 210. Tirmizî de Sünen’inde, bazı lafız farklılıkları ile beraber bu anlamdaki bir rivayete yer vermiş ve bu rivayetin hasen sahîh olduğunu belirtmiştir. Yine Tirmizî, Cerîr b. Abdullah’dan nakledilen bu rivayetin, ondan birden fazla isnâd ile geldiğini ve bu konuda Huzeyfe’den de rivayet nakledildiğini ifade etmiştir. Bkz. Tirmizî, İlim 15, had. no: 2675. Bu anlamdaki diğer rivayetler için bkz. Abdurrezzak, Musannef, XI, 466, had. no: 21025; Humeydî, Ebû Bekir Abdullah b. Zübeyr b. Îsâ b. Ubeydullah, Müsnedü’l-Humeydî, I-II, (thk. Hasan Selîm Esed ed-Dârânî), Dâru’s-Sekâ, Dımaşk 1996, II, 50, had. no:

824; Ahmed, Müsned, XXXI, 519, had. no: 19183; 536, had. no: 19200; 537-538, had. no: 19202;

Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah Abdurrahman, Sünen, I-II, Çağrı Yay. ve Dâru Sehnûn, İstanbul 1413/1992, I, 107, had. no: 518; İbn Mâce, Mukaddime 14, had. no: 203; Bezzâr, Müsned, X, 145, had.

no: 4208; İbn Huzeyme, Ebû Bekir Muhammed b. İshâk, Sahîhu İbn Huzeyme, I-IV, (thk. Muhammed Mustafa A’zamî), Mektebu’l-İslâmî, Beyrut 1390/1970, IV, 112, had. no: 2477; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IV, 176, had. no: 7993. Bu muhtevada bir rivayet Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Ebû Hureyre’den de nakledilmektedir. Bkz. Ahmed, Müsned, XVI, 326, had. no: 10556.

2 Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 15-16. Kavramın tek başına olumsuz ve tek başına olumlu anlamına işaret eden rivayetler de bulunmaktadır. Bkz. Abdurrezzak, Musannef, XI, 369, had. no: 20764; İbn Ebû Şeybe, Musannef, XIV, 252, had. no: 28334; Ahmed, Müsned, VI, 136, had. no: 3630, VII, 170, had. no:

4092, XXXVI, 438, had. no: 22124; Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ 1, had. no: 3335, 50, had. no: 3456;

Müslim, Kasâme 27, had. no: 1677, İlim 6, had. no: 2669; İbn Mâce, Diyât 1, had. no: 2616; Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali el-Horâsânî, Sünen, (tsh. Ahmed Şemsüddin), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2009, Tahrîmu’d-Dem 1, had. no: 3991; İbn Hibbân, Sahîh, XV, 95, had. no: 6703;

Hâkim, el-Müstedrek, I, 93, had. no: 106; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VIII, 15, had. no: 16242; Tebrîzî, Mişkâtü’l-mesâbîh, I, 73, had. no: 211.

Sünnet kavramı, yukarıda da kısaca değinildiği üzere ve bundan önce kaydedilen anlamlarından bilhassa çığır açma, icat ve ihdas etme anlamları ile bağlantılı olarak, örf/âdet manasında da kullanılmaktadır.1 Bu anlamıyla kavram, İslâm öncesi Arap toplumunda da var olan ve itibar edilen bir kavram olup, cahiliye devri Arapları onu, mutad ya da ortak örfleri için ataları tarafından tayin edilmiş örnek davranış ve kadîm âdet anlamında kullanmışlardır. Bu âdetlere de harfiyyen uymuşlardır; çünkü onları kendileri için birer hayat standardı olarak kabul etmişlerdir.2 Ezherî’nin, “İlk olarak önceki nesillerin çıkardığı, sonraki kuşakların da meslek haline getirdiği yol/yöntem.”3 şeklindeki ifadesinin de bu anlamda olduğu görülmektedir. Yine Kadı Şureyh’den nakledilen bir söz de bunun bilhassa ticarî hayattan bir örneği olarak zikredilebilir. O, aralarında ihtilaf ettikleri bir meseleden dolayı kendisine müracaat eden ve sanatlarının örfünden bahsederek, اذكو اذك اننيب انتنس نإ “Muhakkak ki bizim aramızdaki sünnetimiz şöyle şöyledir.” diyen4 iplikçi esnafına, مكنيب مكتنس “Aranızda sabit olan sünnetiniz (âdetleriniz) (hukukî muamelelerinizde muteberdir, caizdir.)” demiştir.5 Nitekim Aynî’nin de, buradaki “sünnet” kavramını, “âdet” ve “yol” olarak açıkladığı görülmektedir.6 Kirmânî ise kavramı sadece “âdet” kelimesi ile karşılamıştır.7

Buhârî’nin, Sahîh’inde, örf konusunu işlediği bir babın başlığı olarak belirlediği, ةراجلإاو عويبلا يف مهنيب نوفراعتي ام ىلع راصملأا رمأ ىرجأ نم و

ليكلا نسو نزولاو ن

مهتاين ىلع مه

ةروهشملا مهبهاذمو “Şehir halkının alış veriş, kiralama, ölçü, tartı gibi hususlardaki hukukî işlerini öteden beri tanıya geldikleri ve aralarında kendi niyetlerine göre oluşan sünnetleri ve meşhur ve yaygın olan yöntemleri üzere icra eden kimse”8 şeklindeki ibare de, sünnetin örf ve âdet anlamında kullandığını gösteren bir başka örnektir. Nitekim Buhârî, Kadı Şureyh’in yukarıda işaret edilen sözünü de bu başlık altında kaydetmiştir.

1 Cürcânî, Mu’cemu’t-ta’rîfât, s. 105. Zemahşerî’nin Fetih suresinin 23. âyetini, “Allah, Peygamberlerinin galibiyetini sünnet kıldı.” cümlesiyle izahı da kavramın bilhassa âdet anlamı ile ilgili görülebilir. Bkz.

Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 259.

2 Özafşar, Hadisi Yeniden Düşünmek, s. 49.

3 Ezherî, Tehzîbu’l-lüga, “s-n-n”, XII, 298. Ayrıca bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, “s-n-n”, III, 2125.

4 İbn Hacer, Şihâbeddin Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed Askalânî, Fethu’l-bârî şerhu Sahîhi’l-Buhârî, I-VIII, Dâru’l-Marife, Beyrut 2005, III, 630; Aynî, Ebû Muhammed Bedruddin Mahmûd b.

Ahmed b. Musa Hanefî, Umdetü’l-kârî şerhu sahîhi’l-Buhârî, I-XXV, (tsh. Abdullah Mahmûd Muhammed Ömer), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1421/2001, XII, 23.

5 Buhârî, Buyû 95, (Muallak).

6 Aynî, Umdetü’l-kârî, XII, 23.

7 Kirmânî, Muhammed b. Yûsuf b. Ali b. Saîd Şemsüddin, el-Kevâkibu’d-derârî fî şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-XXV, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut 1401/1981, X, 62.

8 Buhârî, Buyû 95.

Sünnetin Istılah Manası

Sünnet, lügat açısından incelenirken, çok zengin bir anlam sahası içerisinde çizgi, yol, gidişat gibi anlamlara geldiği bilgisine de temas edilmişti. Bu anlamlarla bağlantılı olarak İslâmî örfte sünnetin, “Falan sünnet üzeredir.” sözünde ve sünnet/bidat karşılaştırmasında olduğu gibi “İslâm’ın yolu” anlamında kullanıldığı da dile getirilmiştir.1

Kavramın, “Hz. Peygamber ve ashabının itikad ve amelde takip ettiği yol”2 şeklinde özetlenebilecek ıstılahî anlamlarından birinin de az evvel zikredilen lügat anlamları ile irtibatlı olduğu görülmektedir. Nitekim Râğıbel-İsfahânî de bu bağlantıya temas etmiştir ki yukarıda kaydedilmişti.3 Buna göre sünnetin genel manada, Hz.

Peygamber’in, hayatta iken Kur’ân’ı uygulayıp öğretmesi suretiyle tecessüm eden, arkadaşları ile birlikte yaşadığı vahiy merkezli ideal İslâmî hayat modelinin adı olduğu söylenebilir.4 Bu yöndeki bir başka tanıma göre de sünnet, tanrı katından peygamber kalbine indirilmiş Kitab’ın, kendi örnekliği üzerinden hayata geçirilmiş şeklidir.5

Özel anlamda ise sünnet çoğunlukla, Hz. Peygamber’e izafe edilen söz, fiil ve takrir anlamında kullanılmaktadır.6 Bununla beraber, hadisçiler, usulcüler ve fıkıhçılar şeklinde sınıflandırılabilecek ilim ehlinin, araştırmalarında yöneldikleri amaçlara göre sünnet tanımlarında farklılıklar olduğu da görülmektedir.7

Hadis âlimlerine göre kavram, yukarıda da belirtildiği gibi Hz. Peygamber’in (a.s) sözleri, fiilleri ve onaylamaları anlamında kullanmakla beraber yine onun fiziksel ve

1 Itr, Nureddin, Menhecü’n-nakdi fî ulûmi’l-hadîs, Dâru’l-Fikr, Dımaşk 1418/1997, s. 27. Şevkânî de

“Falan ehl-i sünnettendir.” sözünde olduğu gibi kavramın bidat karşılığında kullanıldığını belirtmiştir.

Bkz. Şevkânî, İrşâdu’l-fuhûl, I, 186. Ayrıca bkz. Zeydân, el-Vecîz fî usûli’l-fıkh, 161; Koçyiğit, Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 430.

2 Çelebi, İlyas, “Sünnet”, DİA, İstanbul 2010, XXXVIII, 153. Ayrıca bkz. Koçyiğit, Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 430.

3 Bkz. Tez metni, s. 39.

4 Şimşek, Murat, İslâm Hukukunda Bağlayıcılık Bakımından Hz. Peygamber’in İctihad ve Tasarrufları, TDV Yay., Ankara 2011, s. 38. Sünnetin bir hayat modeli olduğu düşüncesini Hz. Peygamber’in örnekliği çerçevesi içerisinde ele alan kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Küçük, Raşit, “Hz.

Peygamber ve Örnekliğinin Mahiyeti”, İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, (Kutlu Doğum Sempozyumu-2001), TDV Yay., Ankara 2008, s. 281-301.

5 Erdoğan, Mehmet, “Makâsıd-ı Şerî’a Bağlamında Sünnet ve Hadisin Anlaşılması”, İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, (Kutlu Doğum Sempozyumu-2001), TDV Yay., Ankara 2008, s.

401.

6 Şevkânî, İrşâdu’l-fuhûl, I, 186; Cezâirî, Tâhir, Tevcîhu’n-nazar ilâ usûli’l-eser, I-II, (thk. Abdulfettah Ebû Gudde), Mektebetü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, Haleb 1416/1995, I, 40. Ayrıca bkz. Kandemir, M.

Yaşar, “Hadis”, DİA, İstanbul 1997, XV, 28; Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukûku, s. 26.

7 İbn Hacer, Şihâbeddin Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed el-Askalânî, et-Telhîsu’l-habîr fî tahrîci ehâdîsi’r-râfiî’l-kebîr, I-IV, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1419/1989, I, 260.

ahlakî özellikleri, siyeri, savaşları ve peygamberlikten önceki haberleri hakkında da kullanılmaktadır.1

Hz. Peygamber’e isnad edilen söz, fiil ve takrir anlamında sünnetin, sahih olan

Hz. Peygamber’e isnad edilen söz, fiil ve takrir anlamında sünnetin, sahih olan