• Sonuç bulunamadı

1.1. YOKSULLUK

1.1.7. Eski ve Yeni Yoksulluk

Daha önce belirtildiği gibi, yoksulluk yeni bir olgu değildir. Biçim ve mahiyetçe farklı olmakla birlikte, tarihin ilk dönemlerine kadar geri götürülebilir. Eski yoksulluğun yeni yoksulluktan en önemli farkı, eski yoksulluğun, geçime dayalı ekonomilerde meydana geldiği için, yoksullar tarafından kalıcı bir sorun olmaktan çok geçici bir durum olarak algılanmasıdır. Ancak, yeni yoksulluk tek bir biçimde

görülmediği gibi, eski yoksulluğun da bütün toplumlarda aynı Ģekilde görüldüğünü ve yoksullar tarafından aynı biçimde algılandığını söylemek mümkün değildir. Eski ile yeni yoksulluk arasında çok büyük farklar vardır. Eski ve yeni yoksulluk, normal hayvanla klonlanmıĢ hayvana veya doğal bitkiyle genetiği değiĢtirilmiĢ bitkiye benzetilebilir. Yoksulluk, Illich‟in (2006: 10) deyiĢiyle mutasyona uğramıĢ gibidir.

Rahnema, eski yoksulluktan bahsederken “gönüllü yoksulluk” tabirini kullanmaktadır. Yoksulluğun TaĢ Devrinden sonraki Armağan toplumlarında da görüldüğünü belirten Rahnema (2009: 67, 167), gönüllü yoksulluk tabiriyle yoksulluğun hem yoksullar tarafından içselleĢtirildiğini ve bir sorun olarak görülmediğini, hem de yoksulların iç dünyalarının zenginleĢmesine katkıda bulunduğunu belirtmek istemektedir. Rahnema (2009: 37) ayrıca, günümüzdeki yoksulluk sözcüğünün geçmiĢ kültürlerde görülen yoksulluk gerçekleriyle hiç ilgisi olmadığını belirtmektedir. Günümüzde görülen yoksulluk değil sefalettir. Bu yüzden kitabına “Sefaletin Yoksulluğu Kovduğu Bir Dünya” adını koymuĢtur. Ona göre, yoksulluk içinde onurlu bir hayat yaĢanabilir; ama sefalet buna izin vermez. “Üretim odaklı kapitalist ekonominin geliĢmesi, insan toplumlarında geçmiĢten (sonuçları birçok açıdan telafi edilemez olan) toplumsal ve antropolojik bir kopuĢa neden” olduğunu belirten Rahnema (2009: 209, 40), bu modern üretim odaklı ekonominin sefalet üretiminin baĢlıca sebebi olduğunu vurgulamaktadır.

Gönüllü yoksulluk, eskiden bireysel bir tercihti; kiĢinin manevi açıdan olgunlaĢmasını sağlıyordu. Örneğin, gönüllü yoksulluk Ġslâm tasavvufunda riyazet yoluyla, yani kiĢinin belli bir dönem aç kalarak, az uyuyup az konuĢarak, manevi makamlara ulaĢmasını sağlayan bir araçtı. Bu kiĢinin kendisiyle olan mücadelesinde izlediği bir yoldu. Budizm‟de de Nirvana‟ya ulaĢmak için buna benzer bir yol izlenmektedir. Ancak bu, ne toplumun genelinde görülen bir olaydı, ne de herkesin takip edebileceği bir yoldu. Örneğin, çocuk, yaĢlı ve hastaların böyle bir yolu izlemeleri mümkün değildir. Gönüllü yoksulluk, Rahnema‟nın da kabul ettiği gibi, ancak toplum içinde yaĢayan insanların maddi açıdan eĢit bir konumda olmaları veya en azından birbirine yakın seviyelerde bulunmaları durumunda anlamlı olabilir.

Günümüzde ise böyle bir durum mümkün olmadığı için, gönüllü yoksulluk yine eskiden olduğu gibi ancak bireysel bir tercih olarak var olabilir. Günümüz yoksullarının çoğu açlık ve yetersiz beslenmeden mustariptir. Ayrıca, bunların da ortaya çıkardığı

hastalık vb. sorunlarla boğuĢmaktadır. Nerede kaldı ki, yoksulluğu kendi iç dünyalarının zenginliği ve manevi olgunlaĢmaları için bir vasıta olarak kullansınlar. Yeterli maddi doyuma ulaĢmayan ve karınlarını doyurmaktan baĢka bir Ģey düĢünemeyen insanlar, manevi olgunlaĢmayı nasıl gerçekleĢtirecekler? Her gün binlerce çocuğun açlıktan ve hastalıktan öldüğü bir dünyada, kaç kiĢi yoksulluğu bir olgunlaĢma vasıtası olarak görebilir?

Eski yoksulluk, sadece ekonominin geçime dayalı olduğu geçmiĢ toplumlarda görülen yoksulluğu anlatmak için değil, aynı zamanda modern dönemin ilk zamanlarında görülen (dönemlere göre ülkeden ülkeye değiĢen) yoksulluğu belirtmek için de kullanılmaktadır. Örneğin, sanayileĢmenin ilk yıllarında Batı Avrupa‟da görülen kitlesel yoksullukla bugün Amerika ve Avrupa‟da görülen sınıf-altı ve sosyal dıĢlanma temelli yoksulluk aynı değildir. Aynı Ģekilde, Türkiye‟de 1980‟lerden önce görülen ve toplumsal iliĢki ağları sayesinde fazla hissedilmeyen yoksulluk, 1980‟den sonra görülen ve toplumsal dayanıĢma ağlarından mahrum bir Ģekilde yaĢanan yoksulluktan çok farklıdır. Yeni yoksulluk, bu yoksulluk türlerinden ikincisini anlatmak için kullanılan bir kavramdır.

Buğra ve Keyder (2003: 6), yeni yoksulluğun “son yıllarda dünyada ve Türkiye‟de yer alan bir dizi yapısal değiĢimin sonucu olarak” ortaya çıktığını belirtmektedirler. Onlara göre (2003: 21), yeni yoksulluk olgusu, “toplumsal dıĢlanma riski taĢıyan, kenarda kalan, özellikle ekonomik iliĢkiler açısından sistemle bütünleĢmesi giderek zorlaĢan bir tabakaya” iĢaret etmektedir. Yeni yoksulların en belirgin özelliği ise “refah toplumunun getirilerini yaĢayamamak ve bunun sonucu olarak, 20. yüzyılın ortalarından sonra bütün Avrupalı vatandaĢların doğal karĢıladığı modern yaĢama eĢit ve aktif katılamamak”tır (Mavrommatis, 2007: 17).

Yeni yoksulluk, günümüzdeki yoksulluğu betimleyen tek yoksulluk kavramı olmadığı gibi, bütün yoksulları anlatmak için kullanılan bir kavram da değildir. Kavram, daha çok dıĢlanmalara ve marjinalliğe maruz kalan ve yoksullukla baĢ etmek için hiçbir ümidi olmayan yoksulları anlatmak için kullanılmaktadır (IĢık&Pınarcıoğlu, 2005: 76). Türkiye‟de yoksulluğun yumuĢak bir süreç olarak yaĢanmasını mümkün kılan, baĢta enformel sektör olmak üzere, tüm koĢulların ortadan kalktığını belirten IĢık ve Pınarcıoğlu (2003: 53), yeni yoksulluğun, sonuçları öngörülemez olan yeni bir olguya- kuralsız yoksulluğa- dönüĢtüğünü iddia etmektedirler.

Yeni yoksulluğu bizim çalıĢmamız açısından önemli kılan bir diğer husus da, yeni yoksulların yardım için akrabaları, komĢuları ve hemĢehrilerine gitmek yerine, ilk önce gönüllü ve resmi yardım kuruluĢlarına baĢvurmalarıdır. Zorunlu veya gönülsüz göçle kentlere gelen insanların, kendilerini geleneksel toplumsal iliĢki ağlarıyla örülmüĢ bir ortamda bulmaları haliyle mümkün değildi. Eski iĢlerinden ve geçinme stratejilerinden mahrum kalan bu göçmenlerin, acımasız kent koĢullarında iĢ bulmaları veya kendilerine ait yeni bir iĢ kurmaları da kolay değildi. Devletin de yoksulları ve göçmenleri koruma altına alacak yeterli toplumsal kurumları mevcut değildi. Dolayısıyla, geçinmek için baĢka çaresi olmayan insanların özel ve resmi yardım kuruluĢlarına baĢvurmaları, kendi bireysel tercihlerinin bir sonucu olarak görülmemelidir; aksine bu bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır.