• Sonuç bulunamadı

1.1. YOKSULLUK

1.1.9. Kadın Yoksulluğu

Yoksulluğun kadınlar üzerindeki etkisi o kadar çoktur ki, günümüzde yoksulluk kadın yoksulluğuyla birlikte anılır olmuĢtur. Bu çalıĢmada incelen kuruluĢlar da, büyük ölçüde kentlerdeki kadın yoksulluğuyla mücadele ettikleri için, bu yoksulluk türü üzerinde durmak gerekmektedir.

Kadın yoksulluğu veya bunun yerine sıklıkla kullanılan yoksulluğun kadınlaĢması kavramı yoksulluğun günümüzdeki en önemli boyutlarından birisidir. Rahnema (2009: 257), yoksulluğun kadınlaĢmasının modernize yoksulluğun ikincil görüngüsü olduğunu belirtmektedir. Yoksulluğun kadınlaĢması kırsal yerlerde olduğu kadar, kentsel alanlarda da yoğun bir Ģekilde görülmektedir. Toplumsal yapıların ürettiği olumsuzlukları en çok temel kabiliyetlerden mahrum olan ve dezavantajlı bir konumda bulunan kadınlar yaĢamaktadır. Kadınların yaĢadığı sıkıntılar ve karĢılaĢtıkları sorunlar toplumsal hayatın farklı alanlarında farklı Ģekillerde görülmektedir. Örneğin, toplumun genelinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığına uğrayan kadınlar, hane içinde cinsiyet ayrımcılığına ve Ģiddete maruz kalmakta, iĢgücü piyasasında emek sömürüsüne uğramakta, toplumsal alanlarda ise toplumsal dıĢlanma riskiyle yüzleĢmektedirler.

Yoksulluk, günümüzde dezavantajlı grupların baĢında yer alan kadınları dünyanın farklı yerlerinde farklı Ģekillerde etkilemektedir. Giderek derinleĢen küresel yoksulluğun en önde gelen kurbanları olan kadınlar, birçok ülkede erkeklere nazaran daha dezavantajlı bir konumda yer almakta, daha düĢük statülü iĢlerde çalıĢmakta, daha fazla ayrımcılığa uğramakta, toplumsal normlar ve değerler tarafından daha fazla baskı altında tutulmaktadırlar. BoĢanma ve aile parçalanmalarının sonucunda sayıları giderek artan ve yoksulluk riski çift ebeveynli ailelere göre daha fazla olan tek ebeveynli

ailelerde, hane reislerinin çoğu kadınlardan oluĢmaktadır. Rahnema (2009: 261), 90 milyon yoksul ailenin kadınlar tarafından yönetildiğini belirtmektedir. Kadınların yoksul duruma düĢmesinin en önemli nedenlerinden biri de hane reisi kadın olan bu tek ebeveynli ailelerin sayısında görülen artıĢtır.

Yoksulluğun gittikçe artan oranda kadınları daha çok etkilemeye baĢlaması, “yoksulluğun kadınlaĢması” kavramını ortaya çıkarmıĢtır. Kavram, 1970‟lerden itibaren literatürde yer almaya baĢlamıĢtır. Bu kavram, Goldberg ve Kremen‟in (1990: 2-3) belirttikleri gibi, kendilerini ve ailelerini geçindirmek zorunda olan kadınların bütün yoksullar içinde çoğunluğu oluĢturduklarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Kavramla ayrıca, çalıĢıyor olsalar bile kadınların yoksulluktan kurtulamadıkları vurgulanmak istenilmektedir. Günümüzde, dünyanın birçok yerinde, özellikle Güney Asya ve Sahra-altı Afrikası‟nda, yoksulların çoğu kadınlardan oluĢmaktadır.

BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı Raporuna (UNDP, 1995) göre, dünyadaki yoksulların %70‟i kadınlardan oluĢmaktadır. UNDP 1992 raporuna göre ise, geliĢmekte olan ülkelerde kırsal kesimde yaĢayan yoksul kadınların sayısı %50 oranında artmıĢtır. Bu da 565 milyon insana tekabül etmektedir. Bunların 374 milyonu Asya‟da, 129 milyonu ise AĢağı Sahra Afrikası‟nda yer almaktadır. Yoksulluk, kırsal kesimdeki erkekler arasında son yirmi yılda %30 artarken, kadınlar arasında %48 oranında artmıĢtır. BirleĢmiĢ Milletler 1996 raporuna göre de günümüzde bir milyardan daha fazla kiĢi, çoğunluğu kadın ve geliĢmekte olan ülkelerde olmak üzere, kabul edilemez yoksulluk koĢullarında yaĢamaktadır (Moghadam, 2005: 2). Benzer Ģekilde, Kloby‟nin (2005: 227) belirttiğine göre, kadınlar dünyadaki yoksulların %70‟ini ve okur-yazar olmayanların da üçte ikisini oluĢturmaktadırlar.

Günümüzde kadınların toplumsal hayata ve iĢgücüne katılmaları, geçmiĢe oranla oldukça artmıĢtır. Ancak, kadınların kentlerde çalıĢma hayatına katılmaları, toplumsal cinsiyet eĢitsizliği ve ayrımcılık bağlamında çeĢitli kazanımlar elde etmeleri, onları daha fazla özgürleĢtirmemiĢ ve erkeklerle eĢit bir konuma getirmemiĢtir. Kadınlara yönelik geleneksel bakıĢ açısı (onları farklı bir tür gibi algılama ve erkeklerden aĢağıda görme), küresel kapitalist sermayenin yoğun bir Ģekilde iĢlediği modern kentlerde farklı formlarda varlığını devam ettirmektedir. Bu durum, en açık bir Ģekilde yoksulluk konusunda gözlenmektedir. Gerçi kentlerin erkek egemen görüntüsü kaybolmuĢ ve kadınlar toplumsal mekânlarda giderek daha fazla görünür hale gelmiĢler; fakat baĢta

çalıĢma alanları olmak üzere, kadınların toplumun farklı kesimlerinde çokça görülmeleri onları özgürleĢtirmemiĢ, aksine kadınlara yönelik yeni sorunlar ortaya çıkarmıĢtır. Her Ģeyden önce küresel sermayenin ucuz iĢgücüne olan ihtiyacı, en evvel sömürülmeye daha müsait olan kadın emeği tarafından giderilmeye çalıĢılmaktadır. Bu, görünürde kadın istihdamının çokluğunu göstermekle beraber, gerçekte ise kadınların yoksulluğa daha fazla maruz kaldığını ve sayısal anlamda kadın yoksulluğunun giderek artmakta olduğunu göstermektedir.

Günümüzün küresel modern kentlerinde hem yoksul kadınlar hem de genç kızlar, enformel sektörde karın tokluğuna çalıĢmak zorunda kalmakta, emekleri gibi vücutları da sömürülmeye maruz kalmaktadır. Bu kadın ve kızlar, aynı zamanda herhangi bir sosyal güvenceleri olmaksızın kötü koĢullarda çalıĢtırılmaktadırlar. ĠĢgücüne olan talep fazlalığı, insanları düĢük ücretlerde çalıĢmak zorunda bırakmaktadır. Yoksulluğun küresel bir boyut kazandığı ve Yunus‟ un (2003: 122) deyiĢiyle giderek kronik bir hastalığa dönüĢtüğü bu küresel çağda, meydana gelen küresel ekonomik ve mali krizlerden, Ģiddet, terör, iç çatıĢma ve savaĢ koĢullarından da en çok etkilenenler yine alt tabakadaki yoksullardır; yoksullar içinde ise kadın ve çocuklardır. DüĢük ücretler, fuhuĢ, boĢanma ve namus/töre cinayetleri gibi sorunlar böyle ortamlarda daha da artmaktadır. Yoksulluğun yoğun bir Ģekilde görüldüğü Afrika ve Asya kıtalarındaki ülkelerde bu durum açıkça görülmektedir. Örneğin, Nikaragua‟da

“kadınlara, onların iĢini almak için 200 kiĢinin sırada beklediği söyleniyor. Patronlar kadınlara „sana ihtiyacım yok, benim için bir hiçsin, pislik kadar kıymetin yok‟ diyorlar ve aslında Ģunu söylüyorlar: „Git kendine mini bir etek bul çünkü buradan ayrılırsan sokakta fahiĢelik yaparsın‟” (Kernaghan, 2004: 170).

Aynı Ģekilde, nüfusun büyük çoğunluğu yoksul olan Hindistan‟da da benzeri bir durum görülmektedir. KüreselleĢmenin etkilerini önemli oranda hisseden Hindistan, yoksullar, özellikle yoksul kadınlar için, bir iĢsizlik, ruhsal bunalım ve Ģiddet/suç ülkesi haline gelmiĢ durumda. Bu, büyük ölçüde küresel sermayenin etkisiyle yerli tarım ve ziraat alanlarında meydana gelen değiĢikliklerden ve istihdamın giderek düĢmesinden kaynaklanmaktadır. Shiva‟nın (2004: 155) belirttiği gibi

“… büyük Ģirket ziraatının ve küreselleĢmenin, tarımı ve ziraatı yok ettiği yerde istihdam çöküyor, fahiĢeliğin patlamasıyla karĢı karĢıya kalıyoruz. Kadınlar hayatta kalabilmek için bedenlerini satıyorlar. FahiĢelikteki artıĢ, kadınların

tercihi değil. KüreselleĢme güçleri tarafından itildikleri derin yoksulluk sonucunda gerçekleĢiyor.”

Kadın yoksulluğu, bazı bölgelerde ve etnik gruplarda yoğunlaĢmakla beraber, dünya genelinde görülen bir olgudur. Kadın yoksulluğunun küresel bir boyut kazanmasından çeĢitli faktörler etkili olmuĢtur. Bunların baĢında, etnik/ırk ve toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık gelmektedir. Bu durum, sadece siyah ırka ve azgeliĢmiĢ ülkelere özgü değil, dünya genelinde gözlenen bir olgudur. Ayrımcılığın yanı sıra, hane içindeki eĢitsizlikler, iĢgücü piyasasındaki düĢük ücretler, hane reisinin kadın olması ve yasal eĢitsizlikler de kadın yoksulluğunun nedenleri arasında yer almaktadır. Bunlardan baĢka, erkeklerin göçü, artan sayıda aile parçalanması, boĢanma, kadınların maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik Ģiddet de kadın yoksulluğunu etkilemektedir.