• Sonuç bulunamadı

Yeryüzünde Öğüt ve İbret Alma Gayesiyle Gezip Dolaşmak

BÖLÜM 2. FÂTIR SÛRESİNİN TAHLİLİ

2.28. Yeryüzünde Öğüt ve İbret Alma Gayesiyle Gezip Dolaşmak

Allah Teâlâ, öncekilerin bir sünneti olup, bunun da imha edilmek olduğunu zikredince, burada da öncekilerin durumlarını hatırlatmak suretiyle onların dikkatini çekmiştir. Çünkü onlar, önce yaşayanların evlerinin yanından geçmekte ve onlardan geriye kalan şeyleri görmekteydiler. Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmede, Resulullahı yalanlayan müşriklere, kendilerinden önce gelip geçen ve kendilerinden daha güçlü ve kuvvetli

484 Yıldırım, age, X/5019. 485 Yıldırım, age, X/5019.

156

olan, Allah’ın emirlerine karşı geldikleri için cezalandırılan kâfirlerin akıbetlerine bakıp ibret almalarını ve onların durumlarına düşmemelerini emretmektedir.

“Yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki kendilerinden öncekilerinin sonu ne olmuş görsünler! Hem onlar bunlardan daha güçlüydüler. Göklerde ve yerde Allah'ın kudretine karşı durabilecek yoktur. Şüphe yok ki O bilendir, güçlüdür.” ( Fâtır, 35/44)

Yüce Allah, bir önceki âyette söz konusu ettiği sünneti burada açıklamaktadır. Yani bunlar Ad ve Semud ile Medyen ve benzerlerine resulleri yalanlamaları dolayısıyla indirdiğimiz azabı görmediler mi? Onlar yaşadıkları yerlere, evlerine bakarak ve başlarına gelenlere dair tevatür yoluyla işittikleri üzerinde iyice düşünmediler mi? Bunda bir ibret ve onlara bir açıklama yok mu? Bunlar öbürlerinden daha hayırlı ve daha güçlü değillerdir. Öncekiler daha güçlü idiler. Bunun delili de yüce Allah'ın şu buyruğudur: “Hem onlar bunlardan daha çetin bir güce sahip idiler. Göklerde olsun, yerde olsun hiçbir şey Allah'ı aciz bırakacak değildir.”486

Yani burada Allah (cc) Hz. Peygambere hitaben şöyle buyurmuştu: Ey Muhammed, senin kendilerine getirmiş olduğun risâleti yalanlayan şu yalancılara de ki: Yeryüzünde gezin peygamberleri yalanlayanların akıbetlerinin nasıl olduğunu görün. Allah Teâlâ'nın onları ve benzeri kâfirleri nasıl mahvettiğine bakın. Onlardan geriye sadece yurtları kalmıştır. Kuvvetin zirvesine sayının ve hazırlığın son noktasına, mal ve evlat çokluğuna ulaştıktan sonra sahip oldukları nimetler ellerinden alınmış ve hiç bir şey kendilerine fayda sağlamamıştır.487

Küfrün ve zulmün sonu helak ve cehennemdir. Yukarıda da geçtiği gibi bu, Allah’ın değişmez kanunudur. Şimdi o helak olan kavimlerin yerlerinde-yurtlarında baykuşlar ötmektedir. Baykuşlar da daha çok viranelerde barınır, insana yalnızlık ve terk edilmişliği anımsatır.

486 Kurtûbî, age, XIV/361; 487 İbn Kesîr, age, III/570.

157

Âyetin son kısmındaki, “Ne göklerde ne de yerde, hiçbir şey, Allah'ı aciz bırakamaz. Şüphesiz ki o, hakkıyla bilendir, hakkıyla kadirdir” cümlesini Râzî şöyle iki şekilde yorumlamaktadır:

a) Bunun, onlar için bir beyan olması... Yani, “evvelkiler, onca kuvvetlerine rağmen, Allah'ı acze düşüremediler ve O'nun elinden kurtulamadılar. O halde bunlar, O'nu hiçbir zaman acze düşüremezler” demektir.

b) Bunun, cahillerin bekleyişlerini sona erdiren bir ifade olması... Çünkü bir kimse, şayet, “Farzedelim ki, evvelkiler daha kuvvetli ve daha uzun ömürlü idiler. Ancak ne var ki biz birtakım hususiyetleri bulunan bazı arzî işler veya tesirleri bulunan bazı semavî yıldızlar sayesinde, zekâmızı kullanarak, onların kuvvetleriyle yaptıkları işlerden daha fazlasını yapabiliriz” derse, işte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, “Ne göklerde, ne de yerde, hiçbir şey, Allah'ı aciz bırakamaz. Şüphesiz ki O, onların fiillerini ve sözlerini hakkıyla bilendir, onları imha etmeye ve köklerini kazımaya kadirdir” buyurmuştur.488

Kutub, Kur’ân-ı Kerîmdeki bu tür âyetlerin, insanı durup düşünmeye ve gafletten uyandırmaya yaradığını şu şekilde ifade eder: Açık gözler ve uyanık kalp ile yeryüzünü gezmek, eski kuşakların acı sonlarının izlerini görmek, onların ne olduklarını ve neye uğradıklarını düşünmek, bütün bunlar insan kalbini etkileyici, duygulandırıcı ve Allah'tan korkmaya özendirici mesajlar verir. İşte bundan dolayı yeryüzünü gezmeye, eski kuşakların başına neler geldiğini izlemeye, bizden önceki milletlerden kalan izleri görmeye ve bu sayede kalbi gaflet uykusundan uyandırmaya yönelik direktiflere sık-sık rastlarız. Çünkü gaflet, kalpte çöreklenince gerçekleri görmez; görse bile hissetmez; hissetse bile onlardan ders almaz. Bu gaflet de yüce Allah'ın değişmez yasalarının farkında olmamaya, olayları algılayıp genel kanunlarına bağlamak konusunda yetersiz kalmaya sevk eder. Oysa bu kavrayış çabası insanı hayvandan ayıran kriterdir. Hayvan birbirinden kopuk “an”larda yaşar. Bu “an”lar arasında hiçbir bağ kuramaz, bu zaman dilimlerine yön veren kuralların farkında olmaz. Oysa insan, ilahi yasaların, doğal kanunların sürekliliği önünde bir bütündür.489

488 er-Râzî, age, IX/248.

158

Bu âyette yüce Allah, müşrikleri eski milletlerin yıkıntıları karşısına dikmektedir. O eskiler kendilerinden daha güçlü idiler. Fakat bu güçleri onları kaçınılmaz âkıbetlerinden kurtaramamıştı. Bu “durup düşünme” müşriklerin duygularını yüce Allah'ın üstün gücüne yöneltmektedir.490

Celal Yıldırım, bu âyet ile sünnetullah'ın câri hükümlerinin zaman-zaman kavim ve milletler hakkında gerçekleştiği ülkeleri, onların kalıntılarını gezip görmemiz tavsiye edilmektedir, der. Özellikle inkâr ve haksızlığı kendilerine yol seçip taşkınlık göste-renlerin, dönüp geçmişteki olayların sebeplerini araştırmaları hatırlatılıyor. Kendi ölçülerine göre kurulan birçok medeniyetler, ekonomik yönden güçlü kavimler neden yıkılıp yok olmuş ve geriye sadece taş ve mermer yığınları kalmıştır? İşte Kur'ân-ı Kerîm onların yıkılış sebepleri üzerinde durulup sonuçlar çıkarılmasını emrederken, tarihî olayları ve sebeplerini çok iyi teşhis etmemizi telkin etmektedir. Zira tarih durmadan tekerrür etmekte, benzer olaylar birbirini izlemektedir. Hiçbir millet, Cenâb-ı Hakk'ı, sünnetullah gereği vereceği hükümde, indireceği azap konusunda aciz bırakacak bir kudrete sahip değildir. Zaten acizlik, öncesiz olmayıp sonradan yaratılanlara arız olan bir sıfattır, Cenâb-ı Hak hakkında muhaldir. O bakımdan Allah'ın koyduğu kanunlar hükmünü yürütürken önüne çıkacak engel bulunmaz.491

İncelediğimiz kadarıyla müfessirlerin çoğu, Kur’ândaki bu ve bunun gibi birçok âyetin ana gayesinin, insanları uyarmak, şirk çukuruna düşmelerine engel olmak ve onları gaflet uykusundan uyandırmak olduğunu belirtirler. Kur’ân-ı Kerîmde bu şekilde insanları uyarı niteliğinde birçok âyet bulunmaktadır.492