• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. FÂTIR SÛRESİNİN TAHLİLİ

2.22. Cennet ve Cennet Ehlinin Halleri

Yukarıda geçen âyetlerde, kendisinden önceki semavî kitapları tasdik eden Kur'ân’ın hak olduğu belirtildi. Arkasından bu hak kitaba üç sınıf insanın vâris kılındığına dikkatler çekildi. Bu âyetlerde (33-35) ise mü'minlerin ahiret günündeki durumları kısaca tasvir edilerek müjdeleyici bilgiler verilmektedir.

“Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir. Onlar orada şöyle derler: Hamd olsun Allah'a, bizden o üzüntüyü giderdi. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir. Lütfundan bizi durulacak bir yurda kondurdu. Burada bize yorgunluk gelmeyecek, burada bize usanç gelmeyecektir.” (Fatır, 35/33-35)

“adn cennetleri” buyruğu tekil olarak; ”Adn cenneti” diye de okunmuştur. Burada cennet kelimesinin öne alınması, sanki azlıkları dolayısıyla ileri geçen kimselere has olan bir cennet gibi bir izlenim vermektedir.409

Âyette geçen (esavira) kelimesi, kolye, çember, yuvarlak halka, gömleğin bilek kısmı ve altın bilezik gibi manalara gelir.410

408 Kutub, age, VI/700.

130

Esavir “bilezikler” kelimesi, çoğulun çoğulu olan bir kelimedir. Çünkü bu, (sıvarın) çoğulu olan (esvire) kelimesinin çoğuludur. Ancak “Orada elbiseleri de ipektendir” ifadesinde aynı kullanım görülmemektedir. Çünkü elbiseyi çok giymek, bir soğuğu ya da başka bir şeyi savuşturma ihtiyacına delâlet eder. Cennette ise böyle bir ihtiyacın olması söz konusu değildir. Hâlbuki zînetin çokluğu ise, ancak zenginliğe delâlet eder. Bu yüzden burada böyle bir ifade kullanılmıştır.411

Kur’ân'ın pekçok yerinde, diğer takılar ve zînetler arasından, özellikle bilezikler zikredilir. Nitekim “Gümüşten bileziklerle süslendiler” (Dehr, 76/21) ifadesinde de böyledir. Râzî bunun hikmetini şöyle açıklar: Çünkü süslenme, şu iki maksatla olabilir: a) Süslenen kimsenin, ağır işlerle uğraşan bir kimse olmadığını ortaya koymaktır. Çünkü süslenme hali, meselâ yemek pişirirken veya yıkarken olmaz ve uygun değildir. b) Süslenme eşyadan müstağni ve eşyaya kadir olduğunu ortaya koymaktır. Çünkü süslenme, ya incilerle, ya öteki mücevherlerle, ya altın, ya da gümüşle olur. Mücevherlerle ve incilerle süslenme, onun ihtiyaç anında daha büyük şeylere ulaşmaktan aciz olmayacağına delâlet eder. Zira hiç ihtiyaç yok iken nadir bulunan şeyleri bile elde etmesi pek kolaydır. Hâlbuki altın ve gümüşle süslenmesi o kimsenin havaici asliye denen şeylere muhtaç olmadığına delâlet eder. Eğer muhtaç olmuş olsa o kişi, altınını ve gümüşünü, ihtiyaçlarını gidermek için sarfeder ve onları koluna takmazdı.

Yine Râzî cennet ehlinin rahatlığını ifade etmek için şunları ifade eder: “Bileziklerin takıldığı yer kollardır. Genel olarak işler de, ellerle ve kollarla yapılır. Çünkü eller ve kollar, tutmak ve yakalamak içindir. Binaenaleyh, bu kimse bileziklerle süslendiğinde onun boş olduğu, işi olmadığı anlaşılır. Bu da onun hayatının rahatlığına delalet eder. Ayrıca âyette geçen “altın ve inci” ifadeleri, kendilerinden takıların elde edildiği iki türe ve çeşide bir işarettir.”412

34. âyette geçen, “hüznün” ne olduğu hususunda pekçok görüş vardır. Cennet ve cennetliklerden zail olan bu korkulardan bazıları; Cehennem ve kıyametin şiddetlerinin 410 Komisyon, el-Müncid fi’l-Luğati’l-Arabiyyeti’l-Muâsara, 2. Baskı, Dâru’l-Meşrik, Lübnan: Beyrut,

2001, “sin” mad., s. 721. 411 er-Râzî, age, IX/240. 412 er-Razî, age, IX/240-241.

131

korkularıdır. Çünkü ehl-i Cennet Cennete girince günahtan korku kalmadığı gibi ölmek, Cehenneme girmek ve kıyametin dehşetlerine dair asla endişe kalmaz.413

Ancak Râzî’ye göre evlâ olanı, bunlarla beraber burada kastedilen, her hüznün giderilmesidir. Bu mana (el-hazen)'in başındaki “lâm” harfinin cins ve istiğrak (şümul) ifade etmesinden çıkarılmaktadır. Hüznü giderme işi ise, olması gerekli olan şeylerin bulunması ve onların, devamlılığının sağlanması iledir. Çünkü olması gerekli şeylerden birisinin bulunmaması halinde hüzün bulunacaktır; olup da, devam etmemesi halinde ise, yine hüzün bulunacaktır.

Hemen bu âyetin sonunda, “Doğrusu Rabbimiz, gafur ve şekûr'dur, çok lütufkârdır” buyrulmuştur. Burada Cenâb-ı Hak, onlar namına birtakım şeylerden bahsetmiştir ki, bunlardan hepsi de, Allah'tan kaynaklanan bir lütfü ifade etmektedir. Bunlar şöyledir: 1) Hamd, Çünkü hamdeden, mükâfata nail olur. Zira Allah (cc) şükredene nimetini artıracağını buyurmaktadır.

2) Onların, “Rabbimiz” demeleri, Çünkü bu şekilde nida eden herkese Allah, mutlaka icabet eder.414

Daha sonra Cenâb-ı Hak, “Fazl-u inayetinden, bizi ebedî kalınacak bir yurda yerleştirdi” buyurmuştur. (mukame), (ekame) fiilinin mimli mastarıdır. Bir yerde oturmak kalmak manasına gelir. Burada kastolunan ise ebediyet evi yani cennettir.415

Cenâb-ı Hak, onların sürurlarından, süslenmeleri sebebiyle, onlara verdiği ikramlardan ve onları cennete sokmasından bahsedince; onların orada, o cennetlerde kalmaları sebebiyle duydukları sevinçleri beyan etmiş ve onlara, o cennetlerin ebedî olduğunu bildirmiştir.416

Buradaki “fazlından” ifadesinden anlaşılmaktadır ki; Bize bu makamı ve bu mevkii veren zat lütfu, rahmeti ve ihsanı nedeniyle onları vermiştir. Yoksa bizim amellerimiz buna yeterli değildir. Nitekim sahih bir hadiste Rasûlullah (s.a)’in şöyle buyurduğu bildirilir: “Sizden birinizi kendi ameli cennete girdiremez. Onlar; sen de mi ey Allah'ın

413 Konyalı Mehmet Vehbi Efendi, Büyük Kur’an Tefsiri Hülâsat’ül Beyân, Üçdal Neşriyat, İstanbul: Sirkeci, ts., XI/4586-4587.

414 er-Râzî, age, IX/240-241. 415 İbn Âşur, age, XXII/316. 416 er-Râzî, age, IX/240-241.

132

Rasûlü? Dediler. Rasûlullah: “Ben de, ancak Allah, rahmeti ve lütfuyla beni nimetine garkederse müstesna”, buyurdu.”417

Âyetteki, “Burada bize hiçbir yorgunluk değmeyecek, burada bize hiçbir usanç dokunmayacak” ifadesine gelince, buradaki (lüğub) “yorulmak” (nasab) ise, yorulmaya sebep olan şey demektir. “Cenâb-ı Hak, onlara, yorulmayı gerektiren herhangi bir şeyin dokunmayacağını beyan edince, onlara orada, yorulmanın da dokunmayacağı anlaşılmış olur. Bir görüşe göre de “lüğub”, kendisinden dolayı yorulunan şeydir. “Nasab” kelimesinin de, hasta düşüren bir yorgunluk olduğu ileri sürülmüştür.418

Zemahşerî “nasab”, yorgunluk ve yorgunluk sebebi, “luğub” ise, bu yorucu şeyin neticesi yani yorulmaktır, demiştir.419

İbn Âşur “nasab” kelimesini, sıcak veya soğuğun şiddetinden yorulmak diye ifade ederken, “luğub” u koşmak veya bir işten dolayı yorulmak diye ifade etmiştir.420

Bazıları da “nasab” için cismani yorgunluk, “luğub” için ise psikolojik yorgunluk demiştir.421

“Orada bize ne bir yorgunluk dokunacaktır, ne de bıkkınlık gelecektir.” İbn Kesîr âyetin bu kısmını şöyle yorumlar: hiç bir sıkıntı ve zahmet isabet etmeyecektir kelimeleri, sıkıntı ve zahmet için kullanılır. Sanki maksat, yorgunluk ve sıkıntının nefyidir. Onların ne bedenlerinde, ne de ruhlarında yorgunluk ve sıkıntıdan bir iz bulunmayacaktır. Allah en iyisini bilendir. Çünkü onlar dünyada ibadetle nefislerini zahmete koştukları için, cennete girince kendilerinden mükellefiyetler kalkmış ve sürekli rahat ve huzur içerisine dâhil olmuşlardır. Nitekim Allah Teâlâ Hakka sûresinde şöyle buyurur: “Onlara şöyle denir: Geçmiş günlerde peşinen işlediklerinize karşılık afiyetle yiyin, için.” (Hakka, 69/24).422

Celal Yıldırım bu âyet ve tefsirler ışığında cennetin bazı özelliklerini şöyle özetlemektedir:

417 İbn Kesir, age, III/565.

418 er-Râzi, age, IX/241. 419 Zemahşerî, age, III/310. 420 İbn Âşur, age, XXII/317. 421 Âlusi, age, XXII/200. 422 İbn Kesir, age, III/565.

133

a) Cennete girecek olan bu üç sınıf mü'min, oranın tarifi mümkün olmayan zînet eşyasıyla süslenirler. Cenâb-ı Hak, anlamamızı kolaylaştırmak için oradaki süs eşyasını dünyadaki nadide süs eşyasının ismini vererek anmaktadır: Altın, inci, mercan ve ipek... b) Cennet'in verdiği neşe ve huzur, her an orada Cenâb-ı Hakk'a hamdetmeyi ilham eder.

c) Cennet'te üzüntü, keder, sıkıntı, hastalık, yorulma, bunalma, yaşlanma gibi arızî şeyler yoktur. Orası mutlak anlamda sonsuz huzur, mutluluk, neşe ve güven yurdudur. d) Allah'ın kulları hakkında çok bağışlayan, şükredenin şükrünü çokça kabul eden olduğu cennet'te çok daha iyi görülür ve anlaşılır.423

Kutub ise, burada bir yanı elle tutulur, maddi nimetlerden ve öbür yanı ile duygulara hitap eden psikolojik nimetlerden oluşmuş iki kesimli bir sahne ile karşı karşıya bulunulduğunu söyleyerek cennet sahnesini dünyayla da kıyas ederek, çift yönlü olarak tasvir eder. Sebebine gelince; “Bunlar orada altın bilezikler takarlar. Oradaki elbiseleri ipekten olur. Bunlar, insanların psikolojik arzularını tatmin eden bazı maddi görünümlü nimetlerdir. Bunların yanı sıra Allah'ın hoşnutluğu, huzur ve güven de vardır. “İçimizdeki üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun.” Oysa dünya hayatı, bu sürekli nimetler ve bu kalıcı mutluluk yanında bitimsiz bir üzüntü, tükenmez bir tasa kaynağıdır. Çünkü bu hayatta insan her zaman gelecek kaygısı ile ve çözüm isteyen problemlerin sıkıntıları ile yüz yüzedir. Ayrıca mahşer gününe ilişkin gelecek endişesi başlı başına büyük bir endişe sebebidir.

Ayrıca Kutub, cenneti anlatmak için burada seçilen kelimelerin de anlamlı olduğunu şöyle ifade eder: Bu âyetlerin yansıttıkları hava; konfor, huzur ve mutluluk havasıdır. Kullanılan seçme sözcüklerin melodileri ve mesajları bu cana yakın, sıcak, rahmet saçıcı hava ile yüklüdür ve metnin anlamı ile ahenkli bir bütün oluşturmaktadır. Öyle ki, “üzüntü” anlamına gelen “hazen” sözcüğünün bile yumuşak okunan kalıbı seçilmiş, “hüzn” biçimindeki sert okunuşlu ve gırtlağı tırmalayıcı kalıbından kaçınılmıştır. Bu arada cennet “istikrar yurdu”dur; “yorgunluk” ile “bıkkınlık” cennetliklere

423 Yıldırım, age, X/5012.

134

ilişmemektedir. Kısacası âyette kullanılan tüm sözcüklerin melodisi yumuşak, tatlı ve sessiz akışlıdır.424

Nasıl dünya nimetlerinin sayılıp hesaplanması mümkün değilse öyle de cennet ve nimetlerinin de sayılıp anlatılması mümkün değildir. Hele hele sadece bu âyetler ışığında, işte cennet budur demek imkânsızdır.