• Sonuç bulunamadı

Allah’tan En Çok Âlimlerin Korkması ve Bunun Hikmeti

BÖLÜM 2. FÂTIR SÛRESİNİN TAHLİLİ

2.19. Allah’tan En Çok Âlimlerin Korkması ve Bunun Hikmeti

361 Kutub, age, VI/694.

362 İbn Âşur, age, XXII/297. 363 Kutub, age, VI/695. 364 Kutub, age, VI/695. 365 er-Râzî, age, IX/234.

115

27 ve 28. âyetlerde Allah Teâlâ, âfâki ve enfüsî tablolar eşliğinde insanlara kudretinin boyutlarını sergilemiştir. Muhataplarını doğadaki muhteşem görünümlerden hareketle akıllara durgunluk verecek incelikleri keşfetmeye yönlendiren Kur'ân'ın, bu bağlamda bilmenin değerine vurgu yapması oldukça önemlidir. Bu âyette ilmin önemine dikkat çekilerek, âlim ve Allah korkusu Allah’ı gerektiği gibi tazim etme arasındaki münasebet anlatılmaktadır.

“Kulları içinde Allah'tan ancak âlimler saygı ile korkar. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, çok üstündür, çok bağışlayandır.” (Fâtır, 35/28)

Havf kelimesi daha çok hissedilen ve bilinen bir işarete dayanarak işaret edilen şeyden çekinme manasına gelirken, bu âyette geçen ve “Ha-Şi-Ye” fiilinin masdarı olan “Haşyet” ise, korkulanı bilerek, ta'zimle birlikte korkmayı ifade eder. Bir başka deyişle haşyet, sürekli Allah’ın huzurunda bulunulduğu şuuru içinde olmaktır. Bu bakımdan, Kur’ân’da âlimlerin haşyet sahibi olabilecekleri ifade edilir.366

Âyet-i kerîmede geçen, ilim ve âlim kelimelerinden maksadın ne olduğuyla alakalı müfessirler farklı görüşler beyan etmektedirler. Bunları zikretmeden evvel âlimin değerini ortaya koyan Hz. Peygamber (sav)’in şu hadisini hatırlatalım.

Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Âlimin, abide olan üstünlüğü benim sizden en alt mertebede olanınıza göre üstünlüğüm gibidir.” Daha sonra şu: “Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar” âyetini okudu. Devamla buyurdu ki: “Muhakkak Allah, O'nun melekleri, semavatındakiler, yeryüzünde bulunanlar, denizde balıklar, insanlara hayrı öğreten kimselere dua ederler.”367

Râzî, çekinme ve saygının, saygı duyulan varlığın tanınmasına, bilinmesine göredir der. Âlim olan, Allah'ı bilir ve O'ndan hem korkar, hem de O'na ümit bağlar. Bu, âlimin derece bakımından, abitten daha üstün oluşunun delilidir. Çünkü Hakk Teâlâ, “Sizin Allah katında en şerefliniz, en müttakî olanınız, (Allah'dan en çok korkanınızdır)” (Hucurat, 49/13) buyurarak, şerefin ve kıymetin, takvaya göre; takvanın da ilme göre olacağını beyan etmiştir. O halde, Allah katında şeref ve kıymet, amele göre değil, ilme

366 Ali Ünal, Kur’ân’da Temel Kavramlar, 2. Baskı, Akademi Yayınları, İstanbul: Üsküdar, 2011, s. 431. 367 Dârimî, Mukaddime, 29.

116

göredir. Evet, âlim, ameli bıraktığında (ilmiyle amel etmediğinde), bu onun ilmini zedeler. Çünkü onu gören kimse, “Eğer bilseydi, gereğini yapardı” der.368

Burada kullanılan ve “bilenler” şeklinde çevrilen (ulemâ) kelimesinin kök anlamları arasında, bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak etme, bir konuda kesin bilgiye ulaşma, bir işin hakikatine nüfuz etme manaları bulunur. Bütün bu manalar göz önüne alınırsa, kendilerine gönderme yapılan ve Allah’a saygı duyma hususunda ön plana çıkarılan kişilerin, meslek olarak bilimsel faaliyet icra edenler veya bir takım bilgileri öğrenip belleklerine yerleştirmiş olanlar değil, zihnî çabalarını Allah'ın evrendeki kudret delillerinden sonuçlar çıkarabilme düzeyine yükseltebilmiş kişiler olduğu anlaşılır.369

Kurtûbî de buradaki “ulema” kelimesiyle alakalı birçok farklı görüş zikretmiştir. Bunlardan bazılarına göre bu buyruk ile Allah'ın kudretinden korkan ilim adamları kas-tedilmektedir. Yüce Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilen bir kimse günah dolayısıyla cezalandıracağına da kesinlikle inanır. Nitekim Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'tan Yüce Allah'ın: “Kulları arasında Allah'tan ancak âlimler korkar” buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bunlar Yüce Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilen kimselerdir. Er-Rabî' b. Enes: “Allah'tan korkmayan bir kimse âlim değildir” derken, Mücâhid de: “Âlim ancak Allah'tan korkan kimsedir”, demiştir. İbn Mes'ud'dan da şöyle dediği nakledilmiştir: “İlim olarak Yüce Allah'tan korkmak, cahillik olarak da gurura kapılmak yeterlidir.” Yine Hz. Ali (ra)'dan da şöyle dediği nakledilmiştir: “Gerçek anlamıyla fakih, insanlara Allah'ın rahmetinden ümit kestirtmeyen, Allah'a isyan etmeleri için onlara ruhsatlar bulmayan, Allah'ın azabından emin olmalarına sebep teşkil etmeyen, başkasına duyduğu arzu sebebiyle Kur'ân'dan yüz çevirmeyen kimsedir. Çünkü ilimsiz ibadette hayır olmadığı gibi, fıkhı bulunmayan ilimde de hayır yoktur.”370

Mevdûdî, burada ilimden kastın, matematik, felsefe, tarih ve diğer pozitif bilimler olmadığını, buradaki söz konusu ilmin, Allah'ın sıfatlarını bilmek olduğunu ifade eder. Ona göre, bir kimse tahsil görmüş olsa da, olmasa da Allah'ın sıfatlarından habersizse eğer, o kimse cahildir. Öyleki pozitif bilimlerde “allame-i cihan” olsa bile bu böyledir. Fakat bir kimse hiçbir tahsil görmemiş olduğu halde Allah'ın sıfatlarını biliyor ve O'nun

368 er-Râzî, age, IX/236.

369 Karaman veDiğerleri, age, IV/466. 370 Kurtûbî, age, XIV/343-344.

117

içinde Allah korkusu bulunuyor ise, o kimse ilim ehlidir. Dolayısıyla Mevdûdî’nin nazarında “âlim” ifadesi ile Kur'ân, Hadis, Kelâm ilimlerini bilenler kastedilmektedir. Ancak bir şahıs dini bilgiye sahip olduğu ölçüde, içinde Allah korkusu taşıyorsa, o zaman âyetin bahsettiği “âlim” sınıfına girer. Nitekim Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a) nakledilen bir söz bu hususu doğrulamaktadır. “İlim sadece çok sayıda hadis bilmek değildir. İlim Allah'tan çok korkmaktır.” Hasan Basrî (r.a): “Âlim, Allah'ı görmediği halde korkan, Allah'ın sevdiğini seven ve Allah'ın sevmediğinden uzak kalan kimsedir” diye buyurmuştur. Bu âyet böyle kimselere işaret etmektedir.371

Vehbe Zuhaylî’ye göre âlim'den maksat, tabiat ve hayat ilimlerini ve kâinatın esrarını bilen kimsedir.372

Muhammed İzzet Derveze ise, âlim kavramına daha kapsamlı bakmış ve şöyle demiştir: “Âlimler kelimesi ayette genel olarak geçmektedir. Buna dini olan ve olmayan, özellikle de Allah'ın kâinattaki ve yarattığı bütün varlıklardaki gerçekleri kavratan bilimleri bilen âlimler dâhildir. Ona göre âlimlere, seçkinler, akıllılar, bilinçliler tabakası da girebilir. Her ne kadar bunlar ilimde derinleşmemiş olsalar da böyledir. Bütün bu bilginler ister akılları ve yetenekleri sebebiyle, ister araştırma ve inceleme sebebiyle, ister gerçeklere ve nefsî hakikatlere mukayese yoluyla ulaşsınlar fark etmez. İşte burada üzerine dikkat çektiğimiz sorumluluk ve üstünlüğün anlamı bulunmaktadır. Bu kelimeyi yalnızca din âlimlerine indirgemek keyfîlik olur.373

İbn Kesîr, bu âyette özellikle âlimin vurgulanmasının hikmetini şöyle açıklar: Çünkü güzel isimlerle ve mükemmel sıfatlarla nitelenen Alîm, Kadîr ve Azîm olan Allah'ın azameti ne kadar fazla bir bilgiyle bilinirse, ondan korkup ürpermek de daha muazzam ve daha fazla olur. Nitekim Ali İbn Ebî Talha, Abdullah İbn Abbâs’ın bu âyet-i kerîme hakkında şöyle dediğini bildirir: “O'na hiç bir şeyi ortak koşmayan, helâlini helâl sayan, haramını haram kabul eden, buyruğunu koruyan ve bir gün mutlaka O'na ulaşacağını ke-sinkes bilip, yaptıklarından hesaba çekileceğini kabul edenler Rahmân'ı bilendir.” Saîd

371 Mevdûdî, age, 498.

372 Zuhaylî, age, XXII/261. 373 Derveze, age, III/122.

118

b. Cübeyir der ki: “Haşyet, seninle Allah Azze ve Celle'ye isyanının arasına giren şeydir.”374

Kur'ân her vesileyle ilme, ilim adamına ışık tutmakta, ipucu vermektedir. Bilimsel anlamda ana fikir, temel bilgi sergilemektedir. Böylece insan aklına ışık tutup ilâhî kudrete delâlet eden belgeleri sıralamakta ve gerçekçi olan âlimlere, eşyadaki ilâhî damgayı görmeye çalışmalarını tavsiye etmektedir. 375

Buna bir misal verelim; Edison'un, kendi yakın arkadaşı Andre Rozonoffi'a şöyle dediği nakledilmiştir: “İnsanlar beni büyük bir dâhi görüp hayranlık duymaktadırlar. Aslında ben bir hiçim. Benim buluşlarımın hepsi dünyada mevcut olan şeylerdir. O bakımdan, «bunu ben yaptım, ben vücuda getirdim» diyen insan, en büyük yalancıdır. Gerçek mûcit ve dâhi, asıl yaratıcı Allah'tır. O, dünyaya bu kanunları, özellikle de nesneleri koymasaydı, biz mevcut olmayanı nasıl bulup icat edebilirdik? Bu mümkün müdür?” Görüldüğü gibi, ilim adamı taklit çemberinden kurtulup gerçekçi olduğu zaman elde ettiği bilimsel sonuçlarla Allah'a daha çok yaklaştığını anlamakta ve O'na üstün saygı duyup teslimiyet göstermektedir.376

Elmalılı buradaki ilmin Allah ilmi, âlimin de Allah’ı hakkıyla bilen kişi olduğunu söyleyerek konuyu şöyle özetler: “Sen ancak görmeden Rabbinden korkmakta olanları sakındıracaksın.” (Fâtır, 35/18) buyrulduğu üzere, Allah saygısını sürekli duyup da Peygamberin uyarmasından yararlanacak ve dolayısıyla temizlenip korunacak olanlar, Allah'ı celal ve cemaliyle, kemal sıfatıyla bilen ilim sahipleridir. Çünkü bir şey hakkında saygı, onun şanına olan bilgi ve bilginin derecesiyle uyumlu olur. Bir kulun da Allah'a dair ilmi ne kadar mükemmel ise, korkusu da o oranda mükemmel olur. Onun için Resulullah (sav) “Ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok müttaki olanınızım” demiştir. Niçin Allah'ı bilmek korkmaya sebep oluyor? Çünkü Allah çok güçlüdür, bağışlayıcıdır. Yalnız bağışlayıcı değil, güçlü bağışlayıcıdır. Sadece bir bağışlayıcı olsaydı, O'nu bilmek belki nazlanmaya, mağrur olmaya, hiç korkusuz ümit bağlamaya sebep olabilirdi. Fakat Allah yalnız bağışlayan, merhamet eden değil; aziz, hiç bir sebebe boyun eğmeyen, yenilmeyen, hiçbir kanun altına alınma ihtimali bulunmayan, dilediği anda kahredip yerle bir eden, çok kuvvetli, çok azametli, galip ve

374 İbn Kesir, age, III/561. 375 Celal Yıldırım, age, X/5005. 376 Celal Yıldırım, age, X/5006.

119

kahredici bir bağışlayıcıdır. Mağfireti çok olduğu gibi cezası, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah'ı bilmeyenler her türlü şeyi yapabilirler. O'nu bir kul ne kadar iyi bilirse, o kadar çok saygılı, o kadar çok hürmetli olur. Bununla birlikte bilginlerin saygısı, korkusu, haşyeti ne kadar yüksek olursa, ümidi de o oranda çok olacağı unutulmamalıdır.377

Râzî âyetin sonundaki “Şüphesiz Allah, Azizdir, Gafurdur” buyruğunu, korkmanın gereğinin gerekçesi olarak izah eder. Çünkü bu buyruk isyankârları cezalandırmasına ve onları kahretmesine, itaat ehli olan kimseleri mükâfatlandırıp onları affedeceğine delalet etmektedir. Cezalandıran ve mükâfatlandıran kimseden ise korkmak gerekir.378

Sonuç itibariyle, her nekadar seküler çevreler, islamın ilme önem vermediğini, gelişmeye engel olduğunu iddia etseler de, gerek bu âyet-i kerime ve gerekse Kur’ân’ın ilk emrinin “oku” olması ve Hz. Peygamber (sav)’in ulemayı enbiyanın varisleri olarak görmesi, islamın ilme ve âlime ne kadar önem verdiğini ortaya koymaktadır. Ne var ki, İslam ülkelerinin Avrupa ülkelerine nazaran geri kalması, islamdaki bir kusurla değil, belki müslümanların kusur ve tembellikleriyle izah edilebilir. Yoksa en gelişmiş ülkelerin ilimleri dahi, Kur’ân’ın 14 asır evvel ortaya koyduğu gerçeklerin hikmetini henüz hecelemektedir.