• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: YERLEùME VE NÜFUS

3.2. ùehir ve Nefs

ùehir, içinde meskûn bulunanların özellikle hizmet kesiminde çeúitli profesyonel etkinliklerde bulundukları belirli büyüklükte yerleúim alanı olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım oldukça geniú çerçeveli bir tanım olmakla birlikte, hem ortaça÷ hem de modern döneme ait kapsayıcı özelli÷e sahiptir. Zira úehir kavramının ait oldu÷a ça÷a göre farklı hususiyetler barındırdı÷ı bilinmektedir. Örne÷in ortaça÷ úehirlerinin en önemli karakteristik özelli÷i olan surlarla çevrili kale (Baykara, 2000:93), modern ça÷da úehirler için artık ayırıcı bir özellik olmaktan çıkmıútır (Yalçın, 1943: 377). Tarih araútırmalarında sıkça kullanılan ve sosyolojik oldu÷u vurgulanan bir di÷er tanıma göre úehir; tarımla birlikte baúka üretim faaliyetleri de gerçekleútirilen ve hukukî statüsü olan yerleúim merkezidir (Kuban, 1968:57).

øktisadî motifleri de mündemiç oldu÷u belirtilen sosyolojik bir tarife göre “úehirleúme”, dar mekânlı bir cemaat hayatından geniú mekânlı bir cemiyet hayatına geçiú ve bu ikinci hayat tarzı çizgisinde yeni sosyal münasebetlere ve bunun gerektirdi÷i yeni teúkilatlanmalara giriútir. Görülece÷i üzere bu tariflerde do÷rudan ya da dolaylı olarak; idarî-demografik, sosyo-ekonomik ve kültürel kıstaslara iúaret edilmektedir. Bu cümleden olarak, “úehir” birkaç kelimeyle; belli sayıda insanın yaúadı÷ı, sosyal hayatın farklı kültür gruplarına, mesleklere ve iúbölümüne göre organize edildi÷i ve tabiatıyla müesseseleúmenin yo÷unlaútı÷ı ve münasebetlerin giriftleúti÷i yerleúim yeridir (Sezal,1992:22-23).

ùehir, modern toplumların oluúumunda önemli bir dönüm noktası olan yerleúik hayata ya da bir di÷er ifade ile tüketicilikten üreticili÷e geçiúin en do÷al ve zaruri bir sonucu olarak ortaya çıkmıútır. Bu manada úehir, tarihin uzun safhalarından beri sürekli olarak hareketli olan insanın yaúamının, belli bir co÷rafyaya oturması ile yavaú yavaú ve tedrici olarak oluúumunu tamamlamıú ve günümüzde artık sadece ticaretin de÷il, sosyal hayatın da merkezi haline gelen bir anakent (anakent) hüviyetine bürünmüútür (Cezar, 1985: 25).

ùehirlerin yukarıda ifade edildi÷i úekli ile bir üretim merkezi hüviyetine sahip olması3 zaman içinde nüfus açısından geliúimi de kaçınılmaz kılmıútır. Hatta araútırmacılar úehirlerin genel karakter ve úehir olma kıstaslarını ortaya koyarken niceliksel bir takım formülasyon çabalarına dahi giriúmiúlerdir. Örne÷in Suraiya Faroqhi’ye göre ortalama olarak bir kasaba yerleúiminin úehir olarak de÷erlendirilebilmesi için 1000 vergi mükellefi ya da di÷er bir ifade ile 3000-4000 nüfusu barındırması gerekmektedir (Faroqhi-Elder, 1980: 269; Faroqhi, 1993:15). Bu cümleden olarak bir yerleúim yerinin úehir olup olmadı÷ı konusundaki belirleyiciler arasında nüfustan baúka, idarî ve ticarî faktörlerin bulundu÷u da unutulmamalıdır. Daha açık bir ifadeyle, idarî ve ticarî kıstaslar silsilesinden olarak, úehirlerde Sancakbeyi ya da bir Kadı’nın bulunması, nüfusun mühim bir kısmının geçimini tarımdıúı u÷raúlarla sa÷laması ve bi’t-tabi pazar faaliyetlerinin olması gerekmektedir (Faroqhi, 1993:12-13; 1984:65).

Dolayısıyla úehir, sakinlerinin iú bölümüne ba÷lı olarak, pazarlamak için tarım dıúı üretimde bulunan çevresine, mal ve hizmet sunan bir yerleúme merkezidir (Gümüúçü, 2001:75) Ülkedeki tarım üretimi, tarım dıúı nüfusu besleyebilecek seviyede ise orada büyük ve geliúmiú úehirler görülür (Ergenç,1995:12). ùehirleri bulundu÷u çevre içinde yalnız olarak ele almak, úehirlerin yakın çevreleri ve hinterlandları ile sıkı kültürel ve iktisadi iliúkileri bulunan insan topluluklarının yo÷unlaútı÷ı sahalar olması gerçe÷inden hareketle yanlıú olacaktır. Bir úehrin büyüklü÷ü ve önemi genellikle onun tesir sahasının bilhassa iktisadi etki sahasının geniúli÷i ve önemi ile orantılıdır (Ergenç: 2006:122vd). ønceleme alanımız dâhilindeki “Nefs”lerden Sö÷üt, Yarhisar, Ermenipazarı ve Gölpazarı, Bursa úehrinin hinterlandı içinde yer almaktadır. Bilecik ise Sultanönü sanca÷ının Eskiúehir’den sonraki a÷ırlık merkezini oluúturmaktaydı. Dolayısıyla, inceleme alanımızı oluúturan bölgelerin úehir merkezi olmaktan çok, büyük úehirlerin hinterlandı durumunda oldukları aúikârdır. XVI. yüzyıl Osmanlı úehirleri; yakın çevrenin de ihtiyaçlarını temin ettikleri birer merkez olmaları hüviyetiyle çevreden gelen insanların alıú-veriú için geldiklerinde; barınabilmelerine yönelik han, kervansaray ve hamam gibi umumî kullanıma müsait yapıları da bünyesinde bulundurmak zorundaydı.

3 Bu üretimin tarımsal üretim olmaktan ziyade iúleme veya endüstriyel faaliyet úeklinde geliúti÷ini söylemekte fayda vardır. Zira úehir tanımının farklı úekillerde yapılmasının yanında tek ortak noktası tarımsal üretimin yapılmamasıdır (Baykara, 2000: 93)

Ebu’s-Suud Efendi, “úehir içinde kalan yerler mülktür” diyerek (Düzda÷, 1972:167), ço÷unlukla tarım dıúı üretim yapılan úehir topraklarının, genellikle vakıf, nadir olarak da mülk arazilerden oluúmasının hukuki temellerini oluúturmuútur. Bu ba÷lamda bilinen úehir tanımıyla, Osmanlı úehir olgusunun ters düúen bir noktası olamyıp, göze çarpan tek fark, klasik úehirlerde gıda üretimi yapılmazken (Baykara, 2000: 371), Osmanlı úehirleri, taúra özelli÷i göstermeksizin ve genel manada ticari amaç gütmeksizin-ki vakıflar kâr amacı gütmeyen kuruluúlardır- gıda üretiminin yapıldı÷ı yerlerdir.

Türklerin Orta Asya’dan, Anadolu’ya gelmeleriyle burada da bir úehirleúme ve úehir kültürü kendini hissettirmeye baúlamıú ve Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıktı÷ı XIII. yüzyıldan itibaren Türk-øslam merkezli úehir uygarlı÷ının geliúimi devam etmiútir. Osmanlı úehir uygarlı÷ının en önemli özellikleri de úüphesiz ki burada kendini göstermeye baúlamıú, fethedilen her yer ve kültürden bir takım hususiyetler yavaú yavaú bu medeniyetin içerisinde yerini almıútır. Bunun yanında Osmanlı’dan önceki Türk devletlerinin sahip oldu÷u müesseseler de yine göz ardı edilmeyerek bazı ufak de÷iúiklikler ile bu medeniyetin oluúumunda kullanılmıútır (Orhonlu, 1994:2).

Osmanlı úehirleri øslam úehri hüviyetinde olup, çeúitli maddi ve kültürel sebepler ile di÷er øslam úehirlerinden farklılaúan ancak øslami temelde onlar ile bütünleúen özelliklere sahiptir. Sa÷lam bir temele sahip olan Osmanlı úehirlerinin ana hususiyetleri XIX. asrın baúlarına kadar zarar görmeden devam etmiú (Timur, 1998: 86). Bu asrın baúlarından itibaren, esas itibariyle østanbul’da ve østanbul’un etkisi ile di÷er úehirlerde, Batı’nın gösteriúçi ve merkeziyetçi yönetim felsefesi ve batıya hâkim olan Helenistik kültür kaynaklarının üstünlü÷ü inancı, Osmanlı-øslam kültür temellerinin adım adım terk ve tahrip edilmesine yol açmıútır (Cansever, 1993:135).

Osmanlı devletinde úehir ve kasabanın, “Cuma kılunur ve bazaru durur” yer olarak tanımlandı÷ına ilk dikkati çeken Ergenç olmuútur (Ergenç, 1984:69). Osmanlı kanununa göre, han, hamam, bedesten ve kervansaray inúa edilmiúse, o yer kasabadır. Hatta Osmanlı úehirlerinin genel Tük-øslam úehircili÷i ile en önemli paralelli÷i úehir dokusunun hareket ekseninin çarúıya yönelik oluúudur (Cezar, 1985: 31). Gerçekten de bir Cuma Camisi, Osmanlı úehirlerinin çekirde÷ini oluúturmaktadır. Aynı zamanda belirli aralıklarla kurulan pazarların úehirlerin ayrılmaz bir parçası oldu÷u anlaúılmaktadır (Arıkan, 1988: 45vd; Faroqhi 2006:35 vd).

ùehir merkezlerine göre daha küçük yerleúimler olan kasabalar da kendilerine has özelliklere sahiptirler. Her úeyden önce, ba÷, bahçe, bostan gibi zirai ünitelerle çevrilmiú olan kasabalar bir anlamda küçük da÷ köyleri arasında bir pazar görevi görmekte idi. Bu manada kasabaların teúekkül amacı da bu tip küçük üretim merkezlerinin ticari faaliyetler sayesinde geliúmesini sa÷lamaktır. Bu tip merkezlerde pazarın yakınına kurulan Ulu Camiler ile bir nevi úehir merkezi teúkil edilmekteydi.

Bir yerleúim merkezine úehir diyebilmek için gerekli olan özelliklerin baúında, tarım dıúı üretim ve bu üretimin yakın çevre veya uzak çevredeki di÷er yerleúim merkezlerinde yaúayan insanlara pazarlanması ile birlikte dinî ibadet ve adalet da÷ıtım merkezi özelli÷ine sahip olması gelmektedir. Osmanlı úehirlerinde de var olan bu yapı, beraberinde bazı binaların inúa edilmiú olma gereklili÷ini de ortaya koymaktadır. Bunların baúında cami ve bedesten gelir. Cami, ilgili yerleúim merkezinin ve yakın çevrede mevcut küçük yerleúim merkezlerinin ve hatta yine o civarda konar-göçer olarak yaúayan hareketli insan topluluklarının, haftada bir cuma günü kılınan “Cuma Namazı” ibadetlerini yerine getirme ihtiyaçlarını ifa ettikleri merkezdir. Bu merkez, yakınında imamı ve müezzininin evlerini de bulundurabilmektedir. Kadı da ço÷unlukla yine bu merkezde adlî iúlerin muhakemesini ve görüúülmesini icra etmektedir. Bedesten ise, camiye yakın bir yerde inúa edilir ki, cami civarındaki nüfus hareketlili÷inden istifade ile insanların günlük ve hayatî ihtiyaçlarını giderebilmelerine matuf alıú-veriú dükkânlarını ihtiva etmektedir (Ergenç, 1981:1266; 1980:103; Faroqhi, 1993:15). Bu türden çalıúmaların vazgeçilmez kayna÷ı olan ve “Devlet-i Aliyye” tarafından tutulan kayıtlarda (tahrirler) derece ayrımı yapılmaksızın kasaba, úehir vs. karúılı÷ında “nefs” ıstılahı kullanılmıútır. Günümüzde muhtevası oldukça müphem olan bu tabirden hareketle, herhangi bir úehrî yerleúimin niteli÷inin, açıkça bilinen modern tariflere uygun bir úehir olup olmadı÷ı hakkında hüküm vermek úimdilik imkânsızdır (Güneú, 1993:22-23). Daha açık bir ifadeyle nefs ibaresinin, do÷rudan ilgili birimin nüfus miktarı ve yo÷unlu÷una, sınaî ve ticarî faaliyetlerin yaygınlık ve geliúmiúli÷ine ve genel idarî yapıdaki konumuna iúaret edip etmedi÷i de belli de÷ildir (Faroqhi:1993:12-13). Nefs, kelime manası olarak úehir merkezi ve kasaba gibi isimlerle açıklanmıú olup, Osmanlı sisteminde kadı ve mülki, askeri idarecilerin bulundu÷u Osmanlı úehri manasında kullanılmıútır (Do÷ru, 1992:47). Göyünç de “nefs”in genellikle

“úehir-kasaba” anlamına geldi÷ini belirtmekte ise de, XVI. yüzyılda bu terimin kasabası bulunmayan kimi bölgeler için de kullanıldı÷ına dikkat çekmiútir. Bununla beraber “nefs” sözcü÷ünün kadı bulunan yeri anlatabilece÷i üzerinde de durmuútur (Göyünç, 1991:56.) Genellikle Tahrir defterlerinde Nefs deyimi, yönetim biriminin merkezi niteli÷inde olan úehir ya da kasaba düzeyindeki yerleúim merkezi için kullanılmıútır. Bu cümleden olarak, “nefs” Hüdavendigar ve Sultanönü Sancaklarında da meselâ baúta nüfus olmak üzere úehrî özellikleri birbirlerinden oldukça farklı olan, hem Bilecik ve Lefke (KKA.TTD 145:106a-108b; KKA.TTD 541:59b-60b, 61b-63a; BOA.MAD. 27:98-101; BOA.TTD 438:220) hemde ønönü ve Bozüyük’ün (KKA.TTD 145:82ba-83b; KKA.TTD 541:42b-43a; BOA.MAD. 27:82-83; BOA.TTD 438:233-234) tavsifinde tercih edilmiútir. Lefke ve Bozüyük’ün Bilecik ve ønönü dâhilinde birer “kasaba” olarak bulunması durumu daha da karmaúık hale getirmektedir. Ancak yine de en azından iki mefhûmun, birbirinden tefrik edilememekle birlikte birbirini tekzip etmedi÷i de bellidir. Bunun yanında Sö÷üd, Göl, Ermenipazarı, Yarhisar da birer “Nefs” olarak tavsif edilmiúlerdir. Osmanlı arúiv belgelerinde “úehir” kelimesi ile tarif edilen yerin özellikleri belirtilirken “cum’a kılınur bazarı durur yer” olarak tespit edilmiútir (BOA.TTD 438:220). Bazı kanunnâmelere göre, han, hamam, bedesten ve kervansaray bina edilmiúse o yer kasabadır. Osmanlı dönemi øslam úehri için yapılan tariflerde ise “dini iúlere bakan bir müftüsü ve kaza hakkına sahip bir kadısı olan” yere úehir denilebilece÷ine iúaret edilmektedir.

3.3. Mahalle

Bazı tarihçiler açısından, øslâm úehri adına çizilecek bir çerçeveyi úekillendirecek baúlıca iki belirgin çizgi vardır. Bunlardan ilki, iki özelli÷iyle belirmektedir. Birincisi, úehrin idaresinde merkezî otoritenin müessir olması (ya da âdem-i merkeziyetin olmaması); ikincisi ise bir çeúit siyasî úuursuzlu÷un sonucu olarak ahâlinin bir anlamda serbest (baúıbozuk) bulunmamasıdır. Bu tür görüúlerin do÷ru olmadı÷ı vesikalara dayalı araútırmalarla bazı mütehassıslar tarafından ortaya konmuútur (Ergenç, 1980:103). Dahası ananevi øslam úehirlerinde ulemânın rehberli÷inde güçlü bir sosyal birlik ve dayanıúma zemini oluúturuldu÷u da teslim edilmektedir. Di÷eri ise, úehrin özellikle úeklî ve içtimaî bakımdan en çarpıcı niteli÷i olarak mahallelere bölünmüú olmasıdır.

Osmanlı úehrini oluúturan baúlıca unsurlar camii, kale, pazar ve mahallelerdir (Kuban, 1968:57).

Mahalle “mahall” kökünden türetilmiú bir kelime olup, baúlangıçta konaklama gibi bir anlam ifade ederken, zamanla bir iskan co÷rafyası kavramı olarak kesif bir nüfusu bünyesinde barındıran úehir ya da bazı büyük köylerin bir alt birimi, daha do÷rusu onu meydana getiren yerleúim ünitelerinden her birini ifade etmek için kullanılmıútır (Kramers, 1998:144). Günümüzde iskân co÷rafyacıları mahalleyi, birbirleri ile sosyo-ekonomik ba÷lar kurmuú, karúılıklı dayanıúma sistemine ulaúmıú, birbirleri ile tecrit faktörünü yıkmıú kimselerin birbirinden uzak ya da yakın mesafede tesis etmiú oldukları meskenlerin meydana getirdi÷i toplum úeklinde tanımlamaktadırlar (Tunçdilek, 1988:108). Bir di÷er tarife göre mahalle; genellikle bir dinî yapı ya da pazarın etrafında geliúen, ço÷unlukla herbirinde dinî inanç ve iktisadî faaliyetleri, kısacası, hayat tarzları aynı olan insanların yaúadı÷ı bir birimdir (Ergenç,1980:103)4. Nitekim ileride ilgili fasıllarda da do÷rudan ya da dolaylı olarak açıklanaca÷ı gibi, Sultanönü ve Hüdavendigar Sancaklarında da müslim ve gayr-i müslimlerin ayrı mahallelerde oturdukları anlaúılmaktadır. Ancak, bu cümleden, adı geçen cemaatler arasında herhangi bir etkileúimin olmadı÷ı anlamı çıkarılmamalıdır.

Dolayısıyla, úehrin hem fiziki hem de sosyal bir ünitesi olarak kabul edilmesi gereken Osmanlı mahallesini, “birbirlerini tanıyan, bir ölçüde birbirlerinin davranıúlarından sorumlu, sosyal dayanıúma içinde olan kiúilerden oluúmuú bir toplulu÷un yaúadı÷ı yer” (Gökçe, 2000:71; Ergenç, 1984:73) veya “aynı mescidde ibadet eden cemaatin aileleri ile bereber ikamet ettikleri úehir kesimi” (Ergenç, 1980:104; Emecen, 1989:47) olarak tanımlamak uygun olacaktır. Osmanlı úehrindeki mahallenin en belirgin vasıflarından biri, úehir bütününün bir kesitini ifade etmekle beraber, içtimai ve iktisadi bakımdan kendi içinde bir bütünlük arzetmesidir (Kuban, 1968: 66). Mahallenin en dikkate de÷er yanlarından birisi de úehir platformunda kendi içinde organize olmuú bir üniteyi ifade etmesidir. Bu noktadan bakıldı÷ında, úehir mahallelerden müteúekkil bir idari organizasyon olarak görülebilir (Ergenç, 1984:72). Nitekim nefs tabir olunan úehir niteli÷ini haiz büyük iskan merkezleri nüfus ve hasılının, mahalle esasına göre

4 H. Ziya Ülken de ilkça÷ sitelerinin tapınak, pazar yeri ve siyasî otorite teúkilatı olmak üzere baúlıca üç merkez çevresinde kuruldu÷unu belirtmektedir (Ülken, VD, 1971:13–14).

kaydedilmiú olması sadece muayyen vergilerin tahsilini düzenlemek gibi bir iktisadi düúünceyle de÷il, aynı zamanda idari organizasyonu belli bir esasa ba÷lamak gayesiyle tatbik edilmiú bir tasarruf olarak görünmektedir (Gökçe, 2000:72).

Osmanlı úehrindeki alt birimler durumundaki mahallenin en önemli özelli÷i, birbirini tanıyan ve birbirinin kefili olan kiúilerin birlikte yaúadı÷ı önemli bir úehir kesimi olmasıdır. ùehrin bir parçası olan mahalle, aynı zamanda temel bir yönetim birimi özelli÷ini göstermektedir. Vergiye muhatab olan “reaya”, tahrir defterlerine ve di÷er bazı vergi kayıtlarına isim isim ayrıca mahalleler dikkate alınarak yazılmıúlar ve bu da oturdukları binaların bulundu÷u yer esas tutularak yerine getirilmiútir. Bu özelliklerin dikkate alınması, ardından bazı tedbirlerin uygulanmasını da gündeme getirmiútir. Osmanlı úehirlerinde görülen bu uygulama, mahallenin kendi aralarında birbirine kefil edilmeleri neticesini ortaya çıkarmıútır ki bu konuda ùer’iyye Sicillerinde birçok örnek vardır. Halkın birbirine kefil edilmeleri, bazı faydalar sa÷lamıútır. Meselâ, vergilerin eksiksiz toplanabilmesi ile güvenli÷in daha iyi sa÷lanabilmesi bu yolla kolaylaúmıútır. Mahallelilerden birisi hırsızlık yapıp kaçarsa veya hırsızlı÷ın faili bulunamazsa, zararın mahalleliden tazmin edilmesi yoluna gidilebilmekteydi (Ergenç, 1984:75). Mahallenin içtimaî merkezi cami veya mescid olup, özellikle akúam ve yatsı namazları mahallenin bütün erkeklerinin katılmasıyla kılınır. Mahalle sakinleri, mescid veya caminin devamlısı oldukları için, belgelerde mahalle ahâlisi için “cemaat” tabiri kullanılmaktadır. ùu halde; caminin veya mescidin imamı, mahallenin önderi ve temsilcisi durumunda oluyordu (Ergenç, 1981:1271). Camiye sürekli gelme mahalleli için, komúularının gözünde kendisinin tanınır ve güvenilir olup olmadı÷ının ölçüsü olmaktaydı. Ahaliden birisi hakkında ortaya atılan bir iddia, suçlama veya methiye için imamın úehâdeti çok önemli idi. ømam, en genel anlamda úehir idaresinde bir alt birim olan mahalle idaresinden sorumlu yönetici sıfatıyla, mahalleli ile úehrin üst düzey yöneticileri arasında bir köprü vazifesi görüyordu (Kazıcı, 1982:29-36).

Osmanlı mahallelerinde toplumsal merkez “cami” olmuú ve özellikle akúam ve yatsı namazları tüm erkeklerin katılımı ile kılınmıútır (Ergenç, 1984:73). Caminin bu misyonunun çok iyi idrak edilmesi neticesinde özellikle XV. yüzyıldan XVI. yüzyıl ortalarına kadar cami sayılarında önemli artıúlar gözlenmiútir. Özellikle vakıflar tarafından yaptırılan bu camiler, bugünkü anlamda sadece ibadet edilen yer olarak inúa

edilmemiú, ibadet edilen mahale bir medrese, imaret ve bir okul eklenmiútir. Mahallelerin oluúumunda etkili olan faktörlere de÷inirken, araútırma sahamızda mahalle teúekkülü konusunda bu türden bir örnek olmasa da “kolonizatör Türk derviúleri”ni ve kurdukları zaviyeleri (Barkan,1942:279-387; Ocak, 1978:247-271) özellikle belirtmek gerekir. Birçok Osmanlı kentinde bu türden bir zaviye etrafında oluúmuú pek çok mahalleye tesadüf edilmektedir (Emecen, 1989:51-52; Gökbilgin, 2007:34). Türk-øslam tarzı yapının bir gere÷i olarak, imaretlerin de úehirde yer aldı÷ı görülmüútür. ømaretler, en basit ifadesi ile ihtiyaç sahiplerinin aynî ihtiyaçlarının karúılandı÷ı hayır kurumlarıdır. Osmanlı döneminde a÷ırlıklı olarak aúevi görevi görmüútür (Demir, 1998:41).

Osmanlı dönemi øslam úehirlerinin, önceki dönem øslam úehirlerine tamamen uymayan bir biçim arzetti÷i görülmektedir. Osmanlı úehirlerindeki mahalleler, kendi savunmalarını ayrı ayrı yapmak yerine, úehri bir bütün olarak koruma düúüncesiyle hareket etmiúlerdir. Her mahalle için ayrı kapı yapmak yerine úehir için umumî kapıların inúa edildi÷ine úahit olunmaktadır (Ergenç, 1980:105; 1984:69-78).

ùehri meydana getiren hâkim unsurlar olarak cami, bedesten, imaret siteleri, han, hamam gibi vakıflar eliyle tesis edilen yapılar ile çarsı-pazar ve dükkânlar yer almaktaydı. Bu müesseselerin yerlerini úehrin fiziki planında tespit etmek ve bu istikamette bir tablo çizmek, gerek malzemenin muhtevası, gerekse sahanın ve zamanın büyüklü÷ü düúünüldü÷ünde, bu safhada, bu araútırmanın sınırlarını aúmaktadır. ùehir, nefs ve bunları oluúturan mahalle üzerindeki bu kısa mütalaanın ardından, tezimizin co÷rafi sınırlarını oluúturan, Osmanlı’nın kuruluú co÷rafyası içindeki seçilmiú birkaç nahiyeyi tanımaya baúlayabiliriz.

3.4. Nahiye Merkezleri ve Nüfus 3.4.1. Bilecik

Günümüzde Marmara bölgesinde bir vikayet merkezi olan Bilecik, eski dönemlerden beri yerleúim yeri olarak kullanılan bir yerdir. Bizans döneminde úimdiki Bilecik’in yerinde “Belekome” adında bir kalenin varlı÷ından daha önce bahsedilmiúti. Bizans-Selçuklu arasında bir akın sahası durumunda olan Bilecik’te Osmanlı Devleti’nin

kuruluúu sırasında önemli hadiseler meydana gelmiútir5. 1299’da Bilecik’in fethiyle ona tabi olan dört hisar (Yeniúehir, ønegöl, Yarhisar, Köprühisar) da beyli÷e katılmıú, Osman Gazi’nin egemenlik alanı Bithynia’nın iki büyük merkezi olan Prussa(Bursa) ve Nicae (øznik) sınırına eriúmiútir.

Bilecik nahiyesi aynı zamanda kadının bulundu÷u kaza merkezini de içinde bulunduruyordu. Kaza ile nahiye arasında devamlı bir kavram karmaúası bulunmakla beraber biri dini, di÷eri ise daha çok sivil idari merkezi ifade etti÷i söylenebilir. Bu merkezler genelde aynı yeri iúaret etmekle beraber, nahiye ve kaza merkezlerinin farklı yerleúim birimlerini iúaret etti÷i ender durumlar da bulunmaktaydı. Sultanönü Sanca÷ı’nda Bilecik, Eskiúehir, ønönü ve Seyidgazi nahiyeleri bulunuyordu. Bunlardan Bilecik nahiyesinin kaza merkezi, Lefke kasabasıydı. Lefke, vakıf eserlerin etrafında kurulup geliúen bir kaza merkezi olarak Bilecik’e ba÷lı bir kasaba iken, XVII. Yüzyılda, bu vakıf kimli÷i çevresinde daha da geliúerek ayrı bir nahiye ve kaza merkezi haline gelecektir. Nefs-i Bilecik, Eskiúehir’den sonra Sultanönü Sanca÷ı’ndaki en geliúmiú idari birimdi ve bir nevi ikinci merkez konumundaydı. Osmanlı bakıú açısını yansıtması bakımından Bilecik’in “bazarı durur kasaba” olarak tarif edilmesi en uygun olanıdır. (BOA:TTD 438:220) Bilecik nahiyesinde kendisine ba÷lı Lefke kasabasında bulunan hisarla beraber iki tane hisar bulunuyordu. Bu hisarlar çevresinde geliúen mahalleler de “hisar” adını almıúlardı.

XVI. yüzyılın ilk yarısında hazırlanmıú olan TTD 438 numaralı deftere göre Bilecik’te 6 mahalle ve 1 “cemaat-i Ermeniyan” grubu, 1572 yılına ait TTD 145 numaralı defterde ise 8 mahalle bulunmaktadır. III. Ahmed zamanında düzenlenen “Defter-i Evkaf-ı Ertu÷rul Gazi der Bilecik” ismini taúıyan vakf-ı cedid defterinde söz konusu mahallelerden elde edilen gelirin vakıf oldu÷u görülmektedir. III. Murad döneminde düzenlenen 145 numaralı defterde de derkenâr olarak belirtilen bu vakıf kaydının defterin düzenlenme aúamasında belirtilmemiú olması düúündürücüdür. Sultanönü Sanca÷ının evkaf defteri olan 541 numaralı defterde de bu mahallelerin yer almaması durumun sehven oldu÷unu düúündürmemektedir. Bununla beraber XVIII. yüzyılda