• Sonuç bulunamadı

I. TÜRK HALK EDEBİYATI VE TÜRK SİYASAL KÜLTÜRÜYLE İLGİLİ

I.3. Türk Siyasetinin Sosyolojik ve Felsefî Temelleri

1.2. Yenisey Yazıtları

Göktürk ve Uygur Türklerinin ürünü olarak kabul edilen, 7. yüzyıla ait olduğu düşünülen bu taşlar, Yenisey Irmağı civarında bulundukları için Yenisey Yazıtları ismini almışlardır. Bu taşların Orhun Yazıtları’ndan daha eski oldukları hesaplanmaktadır; fakat Orhun Yazıtları, gelişmiş bir dile sahip olduğu için ilk sayılmaktadır. Sayıca fazla olan Yenisey Yazıtları, geniş bir bölgeye yayılarak bulundukları yerlerde Türk kültür ve medeniyetinin tapularını oluşturmaktadır. Gömülü taşlara, yazılı kayalara ve türlü gereçlere yazılmış olan Yenisey Yazıtları büyük bir orman içindeki küçük bir koruyu temsil etmektedir.

Yazıtların Batı Türkleri öbeğinde yer alan Göktürk ve Uygur Türklerine ait olduğu bilinmektedir. Onların, Batı Türkleri yöresinden Kuzey Türkleri yöresine nasıl geldiklerini Bahaaddin Ögel şöyle açıklamaktadır: “Orta Asya’daki Batı Türklerinin

Tanrı dağlarının kuzey etekleri ile Altay dağlarının güney batısı arasında oturduklarını söylemiştik. Bu bölgelerden kuzeye doğru çıkılınca, artık Kuzey Türklerine düş geliniyordu. Kuzey Türkleri içinde de en güçlü olanlar Kırgız Türkleri idiler. Kırgız Türklerinin yaşadığı bölgeler demir, çelik, altın cevherleri ve kürk tecimi bakımından çok önemli idi. Altay dağlarındaki bölge ise Batı Türkleri ile Kuzey Türkleri arasında kalıyordu. Fakat bu konuda ekinç tarihî bakımından çok önemli sonuçlara varıyoruz. Altay dağları Kuzey Türklerine yakın bir bölgeydi. Fakat nasılsa ekinci bakımından Kırgız ekinine değil; Batı Türklerinin buluntularına yakın idiler. Yani Altay dağlarının kuzeyindeki ekinçler bile Kırgızların değil; Batı Göktürk Devleti’nin ekinç çevresi içinde incelenmesi gerekiyordu. Bu da bize gösteriyor ki Batı Göktürk Devleti’ni kuran ve yücelten halkların bir ucu da Altay dağları içinde yayılıyordu. Bu bölgenin altın cevherlerine yakın olması bakımından gömütlerde bulunan yapıtlar da öbürlerine göre daha varsıldır. Öyle anlaşılıyor ki Göktürk çağında en varsıl tiginler bu bölgelerde yaşıyorlar ve soylulukları dolayısıyla varlık ve gönenç de bunlara akıyordu.” (Ögel,

1971: 49-50). Yazıtlara bakıldığında hemen hepsinin devlet yönetiminin başında ya da üst mertebelerinde yer alan erkekler için yazıldığı görülmektedir. Rütbe ve mevkilere sahip olamayan kadınlar içinse herhangi bir yazıt dikilmemiştir. Bu olgu, kadınların toplumsal statüleriyle ilgilidir. Benzer durum Orhun Yazıtları’nda da görülmektedir. Yazıtlar, biçim yönünden manzum, anlatı yönünden kısa ve öz, içerik yönünden ise birbirine benzer konular ihtiva etmektedir. Yazıtta bahsedilen kişi önce hayat öyküsünü anlatmakta, sonra sevdiklerini saymakta ve dünyaya doymadan öldüğünü döne döne

vurgulamaktadır. Anlatımda mübalağa, övünme ya da metafizik unsurlarına pek rastlanmamaktadır. Saf bir dille, içten ifadelerle, duygusal ve inandırıcı bir anlatım söz konusudur. Göktürk Yazıtlarında insanoğlunun hep ölümlü olduğundan bahsedilmiştir. İslami inançta da her canlının öleceği, baki olanın yalnızca Allah olduğu bilinmektedir; fakat Yenisey Yazıtları’nda böyle bir durumun olmadığı ve ölümün kabullenilmesinde zorlanıldığı görülmektedir.

Yenisey Yazıtları birer mezar taşı olmasına rağmen, dönemin yönetici kesimine ait oldukları için siyasi olarak da belli konulara değinilmiştir. Bunların başında vatan sevgisi gelmektedir:

“Yüce yurduma Başbuğ, Altı birleşik buduna bey idim. Henüz 60 yaşında iken Ayırdı beni İl’imden, Ölüm!” (Orkun, 1994: 31). “Ben, İl’ime doymadım, Yurduma doymadım, Sizlere doymadım! Ve öldüm…” (Orkun, 1994: 39). “Erlik adına,

Daha yeni kavuşmuştum ki Öldüm!

Beyliğimden oldum.” (Orkun, 1994: 61). “Gökte güneşe, Yerde İl’ime Doymadıydım.” (Orkun, 1994: 63). “Halkımdan, Budunumdan Ayrıldım.” (Orkun, 1994: 72). “Yüce yurduma doymadım.

Beyliğime doymadım.” (Orkun, 1994: 119). “Halkıma,

Budunuma, Üç oğluma

“Ey Hân’ım, Ey halkım,

Sizlere doymadım. Ne acı!

Ne yazık!

Sizlerden ayrıldım.” (Tekin, 1995: 20).

Beylerin, kağanların ya da başbuğların vatanlarını, il’lerini ne derece sevdikleri yukarıdaki alıntılarda açıkça görülmektedir. Türklerde siyasi egemenliğin dört ana unsuru vardır. Bunların başında millet, yani budun; devlet, yani il; toprak ve kağan gelir. Bunlardan birinin eksikliği durumunda Türk ülküsü gerçekleşmez. Türk hükümdarları kendilerine bağlı budunun babası sayıldıkları, il’in de sahibi oldukları için birçok görevleri vardır. Ölen bey ya da hakan görevini yarıda bırakmış, il’i ve budunu terk etmiştir. Yenisey Yazıtları’nın yukarıda bahsedilen bölümlerinde çoğu genç yaşında ölen devlet adamlarının ölümleriyle birbirini bütünleyen unsurlardan birinin yok olması neticesinde duyulan üzüntü dile getirilmektedir:

“Katlan halkım, Katlan!

Orunum sizler için. Öz il’im sizler için. Han’ım için, Ay için, Güneş için!

Yüz yiğit kandaşım, Bin kahraman erim, Halkım,

Budunum,

Katlanın!” (Orkun, 1994: 95).

Türk milleti, siyasi bakımdan emretme hakkına, gücüne ve o emri icra edebilme yeteneğine sahip bir sosyal düzen olan devlet ile devleti idare etme hakkı Tanrı tarafından kendisine verilen, milletini ve vatanını koruyarak siyasi istiklali elinde tutan hükümdar arasında güçlü bir bağ kurmuş ve bu sebeple de geçmişten günümüze millî birlik ve beraberlik içinde devam edegelmiş, tarihin en köklü milletlerinden biridir. Türk tarihine adlarını şerefle yazdıran Türk devletleri, güçlü hükümdarları sayesinde

yüce, büyük gibi sıfatları haklı olarak kazanmışlar ve Türk-Cihan hâkimiyeti ülküsü

Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin başında bulunan hükümdarlar, devletin bağımsızlığını, vatanın bütünlüğünü ve milletinin huzurunu düşünmüş, bunun için de gecesini gündüzüne katarak âdeta bir aile reisi edasıyla çalışmışlardır. “Umumiyetle

temsil ettiği milletin sevgisini ve itimadını kazanabilmek için hükümdarın bilgili, güçlü, tecrübeli, adaletli, cesaretli olması yanında; yüksek ahlaki, millî, insanî vasıflara sahip ve demokratik ruhta bulunması da lazım gelmektedir. Bu cümleden olarak, idare edilenlerin arzusu istikametinde yapılan icraat, onların hükümdarlarına olan güvenini arttırarak, devlet otoritesinin sağlam ve daimi olmasını sağlar, böylece de hem idareciler ve hem de idare edilenler karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde mutluluğa erişirler.“ (Donuk, 1982: 103).

Yukarıda bahsedilenlerden anlaşıldığı üzere Türklerde halk, hükümdarına saygı duymuş, onu sevmiştir; bunun karşısında hükümdarlar da halkını sevmiş, halka karşı yerine getirmesi gereken görevlerinin bilincinde olmuştur. Türk tarihindeki birçok hükümdarın savaş meydanlarında askeriyle birlikte savaşmaları ve savaşta hayatlarını kaybetmeleri, onların kutsal ülkülerine ve milletlerine olan bağlılıklarını ve yerine geldiğinde canlarını feda etmekten kaçınmadıklarını göstermiştir:

“Boğuldum kederlere. Lâkin,

Benim varlığım, Feda olsun sizlere. Ey aç kalan halkım! Yalınayak halkım! Dinleyin, Katılın, Birleşin! Koruyun töreyi, Ayrılmayın!” (Orkun, 1994: 181).

Orhun Yazıtları’nda olduğu gibi Yenisey Yazıtları’nda da, hükümdarlar halka nasihatler vererek, kendilerinden sonra hataya düşmemelerini vurgulamışlardır. Yukarıdaki Elegest Yazıtı’ndan yapılan alıntıda görülen bu durum, aynı yazıtın devamında da karşımıza çıkmaktadır:

“Ey halkım; Çalışın! Ülkeyi, Töreleri, Orduyu,

Koruyun, Kollayın;

Elden çıkarmayın!” (Tekin, 1995: 20).

Orhun Yazıtları’nda birçok yerde bahsedilen töre, Yenisey Yazıtları’nda da karşımıza çıkmaktadır. Bilge Kağan her fırsatta törenin önemine ve korunması gerektiğine değinmiştir. Aynı şekilde Yenisey Yazıtları’nda da törenin korunması gerektiği birkaç yerde geçmektedir. Türklerde hükümdarın en önemli vasıflarından biri adaletli olmaktır. Adaleti sağlamak için de hiç şüphesiz ki sağlam bir töreye ihtiyaç vardır. Türk tarihinde bu denli büyük devletlerin hüküm sürmeleri, uzun yıllar cihanda hâkim güç olmaları ve siyasi başarılar sağlamaları, bu güçlü töreye bağlılıkları sayesinde olmuştur. Yenisey Yazıtları sadece kağanlar, beyler ya da şehzadeler için değil önemli komutanlar adına da dikilmiş mezar taşlarıdır. Dönemin önemli bir komutanının adına dikilen Begre yazıtının arka yüzünde, bu komutanın aynı zamanda şaman olduğu anlaşılmaktadır:

“Bengi taş diktim, Savaştım,

Ululandım.

Önbilicilikte davulumdan, İyi huylu eşimden,

Sizlerden

Ayrıldım.” (Orkun, 1994: 72).

Şaman, sosyokültürel hayatın tek yönlendiricisi değildir. Ancak sosyal olayların merkezinde yer alan şaman, askerî seferlerde bulunur, hatta askerî birliğin başında durur, kendisi de savaşlara katılır. Ancak zamanla askerî savaşçılık işlevini kaybeden şamanın, eski savaşçılık işlevleri giysisinde, sembolik silahlarda ve metal aletlerde korunmuştur. Şaman efsane ve memoratlarında şamanların savaşları hakkında geniş bilgi verilmiştir. Ancak şamanın savaşçıya benzerliği de ayrı bir özellik göstermektedir. Nitekim şaman, kozmik bilgileri sayesinde topluma zarar veren varlıklarla başa çıkabilmeyi öğrenmiştir. Kostümü, davulu bir savaşçı özelliğine atıfta bulunduğu gibi aynı aksesuarlar da şamanı, öteki âlemde savaş konusunda bilgilendirmeye yöneliktir. Her bir simge hem bilgi hem de savaş taktiğidir. Şamanın giyim kuşamı bir savaşçıyı andırır. Şamanist bir toplumda şaman da savaşçıdır. Alp veya batır, savaş meydanında düşmanla dövüştüğü gibi şaman da toplumun rahat yaşamasına engel olan ve insanlara zarar veren kötü ruhlara karşı savaşır. Bu bağlamda şamanın manyakı (üst giyimi) tam anlamıyla zırh görevini yerine getirir. Şaman giysisinde savaşçı sanatını hatırlatan bazı

eşyalar da bulunmaktadır. Ok, yay, tokmak ve davul şamanı tam bir savaşçı durumuna getirir. Bütün bunlara göredir ki şaman giyindi, denmez, şaman kuşandı, denir. Şaman davullarında tuğların asılması da şamanın savaşçılık yeteneğinden haber verir. Nitekim davul sedası da askerî marşa benzemektedir. Şaman, düşmanına gönderdiği oklardan sonra, düşmanın oklarından da elindeki davulu kalkan gibi kullanarak korunur. Şaman, bütün savaş seferleri boyunca kağanın yanında olurdu. Türklerin askerî demokratik devrinin faal iştirakçisi olan şamanın davulu, giyimi, tokmağı, üstüne taktığı sembolik silahlar gibi dış simgeleri Türk savaşçılarını hatırlatır. (Bayat, 2009: 164-168).

Yenisey Yazıtları da Orhun Yazıtları gibi Türklerin siyasi tarihi açısından önemli belgelerdir. Bu yazıtlar bizlere Türklerin yönetim anlayışlarının temellerine dair fikir vermektedir. Yenisey Yazıtları, özellikle dönemin yönetici/lider kademesinin yaşamlarına ve liderlik anlayışlarına dair bilgiler sunduğu için yöneticilerin davranış tarzları ve nitelikleri hakkında bilgiler bulabilmek mümkündür. Yazıtlarda bu yönüyle yöneticilerin kahramanlıklarına, güçlü, kudretli, erdemli olma gibi özelliklerine dair unsurlar yer almaktadır. Yine yazıtlarda yöneticilerin ülkelerine dirlik ve düzenlik getirmeleri, töreyi korumaları ve uygulamaları, il’i muhafaza etmeleri ve düşmanlara karşı savunmaları, düşmanlarla mücadele etmeleri ve vatan topraklarını genişletmeleri üzerinde durulmaktadır.