• Sonuç bulunamadı

I. TÜRK HALK EDEBİYATI VE TÜRK SİYASAL KÜLTÜRÜYLE İLGİLİ

I.3. Türk Siyasetinin Sosyolojik ve Felsefî Temelleri

1.8. Dede Korkut Kitabı

Asıl adı Kitab-ı Dedem Korkut Alâ Lisân-ı Tâife-î Oğuzan (Oğuz Boyları Adına Yazılmış Dede Korkut Kitabı) olan; fakat Dede Korkut Hikâyeleri olarak anılan eser, 19. yüzyılda varlığı ortaya çıkarılan, Oğuz boyları arasında geçen 12 destansı hikâyeden oluşmaktadır.

Dede Korkut Hikâyeleri’nin şimdiye kadar iki nüshası elimize ulaşmıştır. Birincisi 1825’te Dresden Kral Kitaplığı’nda bulunmuştur. Eksiksiz olan bu nüsha, 12 hikâyeyi içermektedir. 1950 yılında Vatikan Kitaplığı’nda ele geçen ikinci nüsha ise altı hikâyeden oluşan eksik nüshadır.

Dede Korkut Hikâyeleri’ni yazan destancının kimliği tam olarak bilinmemektedir; ancak hikâyelerdeki ipuçlarından yola çıkarak, eserin 15.-16. yüzyıllarda yazıya geçirildiğini söyleyebiliriz. Hikâyelerin Oğuz tarihini, Sir-Derya’nın kuzeyindeki yaşamlarını ve Akkoyunlu Devleti’nin siyasal olaylarını anlatan konuları içerisine aldığı düşünülürse, tüm bu olayların kaynaşması için belirli bir zamanın geçmiş olması gerektiği görülür. “Dede Korkut Hikâyeleri, 12.-14. yüzyıldaki dönemde

Azerbaycan ile Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’ya gelerek yerleşen, bu bölgeleri vatan edinen Oğuz Türklerinin yaşamı üzerine kurulmuştur.” (Ekiz, 1986: 14).

Dede Korkut Hikâyeleri’nde genel olarak Oğuzların birtakım mücadeleleri yer almaktadır. Bu mücadelelerden ikisi Oğuzların kendi aralarında yaptıkları mücadelelerdir. Bunlardan Dirse Han Oğlu Boğaç Han Hikâyesi’nde mücadele, bir beyin oğlu ile beyin adamları arasında geçmektedir. Bir başka hikâyede ise İç Oğuz ile Dış Oğuz Beyleri karşılaşmaktadır. İki hikâyede ise mücadele insanüstü varlıklara ve tabiata karşıdır. Bunlardan birinde Deli Dumrul, Azrail’in karşısına çıkmıştır. Diğerinde ise Basat Tepegöz ile savaşmıştır. Bunların dışında kalan sekiz hikâyede ise mücadele Oğuz Beyleri ile Oğuzların düşmanları olan Gürcüler, Rumlar, Abazalar arasında geçmektedir.

Dede Korkut, Türk edebiyatının şaheserlerinden biridir. Birçok yönüyle öncü bir eserdir. Dede Korkut’taki hikâyeler tür yönünden destan, masal, halk hikâyesi, modern hikâye ve tiyatro gibi türlerin bazı özelliklerini bünyesinde bir bütün olarak toplamıştır. Bu hikâyeler, gelenekler arasında geçişin önemli bir halkasını oluşturmakta ve Türklerdeki destansı dünya görüşünün yumuşadığı bu yeni yaşam tarzı içinde yeni ihtiyaçlara ve kabullere göre şekillenmeye başladığı dönemin yansımalarıdır. Dede Korkut’ta yer alan hikâyeleri biyografik halk hikâyeciliğinin ilk örneklerinden saymak mümkündür. “Serim, düğüm, çözüm şeklinde plânı özetlenen yaşanmış hayat

sahnelerini anlatan modern hikâyelerin, Türk tahkiye geleneği içinde tabii oluşumudur. Hikâye kahramanları ve yaşanılan hayat sahnelerinin tasviri, karakterler arasında düzenli söyleşmeler yönünden dramatik eser senaryosu gibidir.” (Günay, 1998: 3).

Dede Korkut Hikâyeleri, Oğuz boyunun kültürel yapısına ve insan tipine bağlı olarak doğmuştur. Türk tarihinin konargöçer dönemindeki medeniyet ve kültürünün zihniyet, çağrışım, ruh, tecrübe ve algılamalarının anlatımıdır. Dede Korkut’taki hikâyeler bu medeniyet ve kültürün belgesi niteliğindedir.

Dede Korkut’ta, destan döneminin eserlerinde var olan cihangirlik ülküsünün kaybolması, değişmeye başlayan kahraman kültür zihniyeti ile açıklanabilse de meseleye çok kesin bir çözüm getirmemektedir. Bu ülkü açıkça hikâyelerde ifade edilmemekle beraber, Türk tarihinin her döneminde cihangirlik ülküsü taşınmış ve başarı ile gerçekleştirilmiştir. Kahramanlık kültür zihniyeti insanı için, dünya fethedilecek bir yer, insanlar; galebe çalınacak, tâbi kılınacak varlıklardır. Dede Korkut kitabındaki karakterler, kahramanlık insanı gibi güçlü, dinamik, aktif, gergin ve enerjiktir. Verilen mücadeleler kişilerin kendisini, ailesini ve boyunu müdafaa etmek ve onların haklarını korumak içindir. Hikâye karakterlerinin kendileriyle ve diğer insanlarla başa çıkmak için kendilerine has değerleri ve doğruları vardır.

Dede Korkut Hikâyeleri, atlı göçebe medeniyetten yerleşik medeniyete geçiş döneminin ve eski Türk inanışlarının İslami inanca dönüşmesi evresinin zihniyet, ruh, çağrışım, tecrübe ve algılamalarına anlatım kazandırmış bir edebi eserdir. Bu eserdeki hikâyeler, Türk kültür ve medeniyetinin bir kesitinin belgesi niteliğindedir. “Atlı göçebe

kültür ve medeniyetini yaşayan bir toplumun insanı ağır doğa ve geçim şartlarına dayanmaya, kuvvetli ve heybetli olmaya mecburdur. Dış dünyaya karşı fiziki olarak güçlü olan bu insanların içyapılarının da güçlü olması gereklidir. İçyapıyı, inanç, değer yargıları, bilgi birikimi ve kendine güven oluşturur. İnsanın inançları ve değer yargıları, dış dünyada yaşanılan ve algılanan anlamlar-kurallar-değerler bütünüyle çelişmediği, uyumlu olduğu nispette insan dengeli ve güçlü ruh yapısına sahip olur. Hikâyelerde bu ahengi hem karakterlerin kişilik yapılarında hem de yaşanılan toplum hayatında görmek ve tespit etmek mümkündür.” (Günay, 1998: 5).

Dede Korkut Hikâyeleri’ne bakıldığında, belirgin bir devletten ve bu devletin sınırlarından bahsetmek mümkün değildir; fakat hikâyeler dikkatle incelendiğinde, bir devletin varlığının kabul edilebilmesi için ön koşul olan siyasi yapının olduğuna dair örneklere rastlamak mümkündür. “Konargöçer Oğuz beylerinin yüceltip kutsallaştırdığı

Dede Korkut; Oğuzların her sıkıntısını çözen, gaipten haber veren, bozkır yaşamının geleneklerini, askerlik törelerini çok iyi bilen ve bu geleneklerin uygulanması aşamasında kendisine danışılan, kabile teşkilatını koruyan; halkın atası, kabilenin reisi,

ulusun ozanı bilge bir kişidir. On iki hikâyenin tamamının sonunda Dede Korkut dua kılan, hakkın hukukun âdeta koruyucusu konumundaki kişidir. Bu dualarla Dede Korkut’un var olan düzeni sürdürmek istediği söylenebilir.” (Dursun, 2011: 114). Basat’ın Tepegözü Öldürmesi adlı hikâyede, Dede Korkut’un toplumda var olan ve

siyasi yöntemlerle aşılamayan sorunları gideren aracı kişi olması, onun bu saygınlık sayesinde toplumda yaptırım gücüne sahip olduğunu göstermektedir.

Dede Korkut, kahramanlık gösteren yiğitlere ad koyan, babalarına ya da beylerine; bu yiğitlere beylik verdiren, onlara toplumda statü kazandırmaya yardımcı olan kişidir. Böylece toplumdaki hiyerarşinin düzenli bir şekilde işlemesini sağlayacak siyasi süreci yönlendiren kişidir. Alevilikteki gözcülükte de gözcü olan kişi meydandaki işlerin düzgün yürümesini ve töreye uygun davranılmasını sağlar (Eröz, 1990: 118). Bu yönüyle bakıldığında hikâyelerde gözcülüğe benzer bir görevi olan Dede Korkut’un, kanunları yapan kişi olmasa da kanunların uygulayıcısı, hükümdar ya da bey olmasa da kendisine danışılan, fikirlerine değer verilen bir kişi olduğu anlaşılmaktadır.

Dede Korkut kitabının tarihî ve siyasi yönüne değinen Orhan Şaik Gökyay, Bayındır Han’ı, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın 52. göbekten atası olarak göstermekte; hikâyelerde geçen olayların Akkoyunlu dönemine denk geldiğini belirtmektedir. Gökyay, Zeki Velidi Togan’a dayandırdığı bilgilere göre hikâyelerin, Oğuzların henüz Türkistan’dan ayrılmadığı döneme ait olduğunu söylemekte; Dede Korkut’u ise Göktürkler zamanına kadar dayandırmaktadır. Yine Gökyay’ın Ebu’l Gazi Bahadır Han’dan aktardığına göre Oğuz beylerinin çoğunlukla Salur boyundan seçildiğini ve hikâyelerin başkahramanı olan Salur Kazan’ın bu boya mensup olduğunu söylemektedir. Hikâyelerde Salur Kazan ve diğer Oğuz beyleri Müslüman gaziler olarak geçmektedir. Savaştıkları düşmanları ise çoğunlukla kâfirlerdir. Gökyay’a göre hikâyelerde geçen bu savaşlar Oğuzların Kıpçaklarla yaptıkları savaşlardır. Buna göre hikâyelerde anlatılan olayların kronolojik sıraya göre ilerlediğini söylemek mümkündür. Dede Korkut kitabının ön sözünde Osmanlılardan bahsedilmesi ve saltanatın sonsuza kadar Osmanoğulları’nın elinde kalacağı inancı, eserin son telifinin Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlendiği bir döneme denk geldiğini göstermektedir. Anlaşılacağı üzere Dede Korkut kitabı, tarihî-siyasi yönden oldukça önemli bilgiler ihtiva etmektedir (Gökyay, 2000: XLI-LXXIII).

Hikâyelerde bahsi geçen hanlar ve beyler içinde, özellikle Bayındır Han dikkat çekmektedir. Hanlar hanı Bayındır Han şeklindeki ifade ve Bayındır Han isminin

geçtiği kısımlar, Bayındır Han’ın Oğuz boylarının tamamının liderliğini üstlendiğini göstermektedir. Yine Salur Kazan’ın da diğer beyler içinde daha üstün konumda olduğu, bir çeşit vezir ya da beylerbeyi olduğu anlaşılmaktadır. Bu hiyerarşik ilişkide, en tepede Bayındır Han vardır. Diğer beyler Bayındır Han’ın siyasi meşruiyetini ve iktidarını kabul etmişlerdir. Bayındır Han, boyu ilgilendiren kararları diğer beylerden oluşan bir kurultayda almaktadır. Bir beyin herhangi bir sıkıntısı ya da isteği olduğunda başta Bayındır Han olmak üzere bütün Oğuz beyleri toplanıp durumu değerlendirmekte ve sorunları gidermektedir. Yine beylere akın izni verilmesi, savaşlara ve yağmalara hangi beylerin katılacağının kararlaştırılması da kurultayda alınan kararlarla belirlenmektedir. Bunlara bağlı olarak Oğuz ilinde gerçekleştirilecek bütün faaliyetlerin bir denetimden geçtiğini ve Bayındır Han ile kurultaydaki diğer beylerin siyasi bir yaptırım gücüne sahip olduğunu söylemek mümkündür.

Bayındır Han’ın bu dikey ilişkide sahip olduğu siyasi iktidara ait değişik örneklere de rastlamak mümkündür. Dirse Han Oğlu Boğaç Han Hikâyesi’nde Bayındır Han’ın Oğuz beylerini her yıl toplayıp misafir ettiği, toy tertip ettiği anlatılmaktadır (Özçelik, 2005: 342). Toy düzenlemek, her beyin yetki alanları içinde olan bir durum değildir. Toyların katılım açısından zorunlu bir davet ya da yalnızca geleneksel bir toplanma olmadığı anlaşılmaktadır. Zira bütün beyler bu davete icabet etmektedir. Bu da davetin Bayındır Han’ın emriyle gerçekleştiğini göstermektedir. Toy adı verilen toplantılar, zamanla devlette bir kurum adı olarak ortaya çıkmış ve kurultay adını almıştır. Siyasi konularla ilgili kararların alındığı bu toplantılara katılmak, sadakatin göstergesi olarak kabul edilmekte; aksine bir durum da devlete itaatsizlik ve isyan sayılmaktadır.

Bayındır Han’ın sahip olduğu iktidara bir başka örnek ise sefere çıkma izni vermesidir. Kazılık Koca Oğlu Yegenek Hikâyesi’nde, Bayındır Han’ın veziri olan Kazılık Koca, akın yapmak için Han’dan izin istemiş ve bu izni almıştır. Çıktığı akında tutsak düşünce oğlu Yegenek yine Bayındır Han’ın huzuruna çıkmış ve babasının tutsak olduğu kaleye gitmeyi talep etmiştir. Bayındır Han bunun üzerine 24 sancak beyini huzuruna çağırmış ve bu sancak beyleriyle birlikte Yegenek’i kaleye göndermiştir (Özçelik, 2005: 726-736). Burada da yine Bayındır Han’ın savaş ilan etme kararı aldığı görülmektedir.

Bamsı Beyrek Hikâyesi’nde Deli Karçar, Bamsı Beyrek’in öldüğünü düşündüğü

ondan izin istemiştir (Özçelik, 2005: 508). Bu örnekten de anlaşılacağı üzere Deli sıfatıyla adlandırılan Karçar bile, Bayındır Han’dan izin almadan herhangi bir eylem gerçekleştirememektedir.

Bayındır Han’ın sahip olduğu iktidar gücüyle alakalı dikkat çeken bir başka durum da divanı toplama yetkisine sahip olması ve kendisine bağlı vezirinin olmasıdır. Hikâyelerin değişik yerlerinde karşılaşılan bu durum, Bayındır Han’ın divanı toplama yetkisinin olduğunu ve bu divana başkanlık ettiğini göstermektedir. Öte yandan vezirinin olmasından da Bayındır Han’ın sahip olduğu iktidarı kullanırken yürütmeye ilişkin hususlarda görevlendirme yapabildiği ve kendisine yardımcı olan uzmanlar grubunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere Bayındır Han, her ne kadar hikâyelerde aktif olarak pek fazla görülmese de, icra gücü olan ve siyasi egemenlik gücünü fiilen kullanan biridir.

Hikâyelerde coğrafi anlamda Oğuz ili, Oğuz serhaddi, Oğuz hududu, Oğuz

diyarı, Oğuz ülkesi gibi tabirler geçmektedir. Bunların dışında kalan yerler için kâfir illeri olarak bahsedilmektedir. Dolayısıyla sınırları belli olan bir ülkenin ve bu ülke

dışında, ötekileştirilen coğrafyaların olduğu anlaşılmaktadır. Egemenlik yetkisinin bir boyutu da yukarıda bahsedildiği gibi egemenliğin iç cephesidir. İç egemenliğin sağlanması ve siyasi düzenin oturtulabilmesi için sınırları belirlenmiş bir coğrafya gereklidir. Hikâyelerin dilinden belirli sınırlara sahip bir ülkenin olduğu, Bayındır Han’ın bu sınırlar içinde iktidarını sürdürdüğü ve Oğuz ülkesi sınırları içinde Bayındır Han’ın egemenliğini paylaşmadığı, rakipsiz olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Bayındır Han’ın siyasi gücünün sadece Oğuz illeriyle sınırlı olduğu da hikâyelerden çıkarılabilecek bir başka sonuçtur.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde Bayındır Han’ın, halkın güvenliği ve sosyal hayatta intizamın sağlanması gibi konularda siyasi gücünden kaynaklanan bazı adımlar attığı görülmektedir. Bayındır Han’ın sefere çıkma izni vermesi ve savaş ilan edebilmesi gibi konuların dışında da Oğuz ülkesinin başbuğu olduğu anlaşılmaktadır. Basat’ın

Tepegöz’ü Öldürdüğü Hikâye’de, Basat’ın “Şanlı bayrak yücelten hanımız Bayındır Han. Vuruş günü önden giden alpımız Salur oğlu Kazan.” (Özçelik, 2005: 784)

ifadeleri, Bayındır Han’ın aynı zamanda orduya da komuta ettiğini göstermektedir. Yine aynı hikâyede, Oğuz ülkesi için tehlike olan Tepegöz’ün ortadan kaldırılmasına yönelik kararın üstün bir otorite tarafından alınan siyasi bir karar olduğu ve alınan bu kararın da Oğuzların iç güvenliğini ve asayişini sağlamaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Begil

oğlu Emren Hikâyesi’nde “Padişah Tanrı’nın gölgesidir. Padişahına asi olanın işi rast gelmez.” (Özçelik, 2005: 802) denilmekte ve birçok yerde karşımıza çıkan kut inancına

göndermede bulunulmaktadır.

Güvenlik ve asayişle ilgili bir başka örnek, Begil Oğlu Emren Hikâyesi’nde geçmektedir. Gürcistan’dan gelen haracı beğenmeyen Bayındır Han, Dede Korkut’un tavsiyesi üzerine gelen hediyeleri Begil’e vermiş ve onu Oğuz ülkesinin sınırlarını beklemek üzere görevlendirmiştir. Aldığı görev üzerine Begil, Gürcistan sınırına yerleşerek asayişi ve iç güvenliği tesis etmiştir. Düşmanları, Oğuz ülkesi sınırlarının içine sokmamıştır. Ayrıca, elde ettiği ganimetleri ve hediyeleri de Bayındır Han’a göndermiştir (Özçelik, 2005: 792-828). Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, Oğuz ülkesi içerisinde meşru silahlı güç kullanma yetkisi Bayındır Han’dadır. Bayındır Han gerektiğinde asayişin ve güvenliğin tesisi için görevlendirme yapmaktadır. Bunun dışında yine akın izni ve savaş kararı da Bayındır Han’ın uhdesindedir. Oğuz ülkesinin toprak bütünlüğünün korunmasına ve Oğuzların can güvenliğinin sağlanmasına yönelik tedbirlerin Bayındır Han eliyle hayata geçirilebilmesi, egemenlik yetkisinin bir izdüşümüdür.

Hikâyelerde Bayındır Han’dan sonra siyasi statü olarak ikinci sırada olan Kazan Han da toylar düzenlemekte, hediyeler dağıtmaktadır. Ulaş Oğlu Salur Kazan, Bayındır Han’ın damadı, Oğuz beylerinin beylerbeyi; İç Oğuz’un da lideridir. Yapılan savaşlarda en ön safta o durur. Salur Kazan da akın izni verme ve beyleri divanına toplama hakkına sahiptir. Bamsı Beyrek Hikâyesi’nde deli ozan kılığına giren Bamsı Beyrek, düğün yerine gelir ve düğün yemeğinden yiyebilmek için Salur Kazan’dan izin ister (Özçelik, 2005: 544). Salur Kazan hiyerarşik düzende üst sıralarda olduğu için Bayındır Han’ın olmadığı yerde siyasi otoriteyi temsil etmektedir. Ona danışılmadan, izin alınmadan bir işin yapılması mümkün değildir.

Her beyin bir divanı vardır. Beylerin oğullarına baş kesip kan döktükten, kahramanlık gösterdikten sonra ad ve beylik verilir. Divanlarda, kadim Türk düşüncesinin bir gereği olarak her beyin yeri, rütbesine göre verilir. Bayındır Han’ın sağında oturanlar sağ beyler, solunda oturanlar sol beyler, eşikte oturanlar ise has beylerdir (Ergin, 2011: 26-27).

Dirse Han Oğlu Boğaç Han Hikâyesi’nde bir yere ak otağ, bir yere kara otağ ve

bir yere de kızıl otağ kurdurulur. Ak otağ, hükümdarlık sembolüdür. Kızıl otağ, varlık seviyesi biraz daha düşük olup çadırlarını her yıl yenileyemeyenlerin sembolüdür. Kara

otağ ise varlık seviyesi bakımından en düşük olanların kullandığı çadırdır (Tezcan, 2001: 67). Görüldüğü gibi çadırların rengi bile beyler arasındaki statü farkını belirlemektedir. Statünün ekonomiyle paralel olduğu düşünüldüğünde kara çadıra oturtulan beyin, Bayındır Han tarafından cezalandırıldığı sonucunu çıkarmak mümkündür. Bu tutum bir bey için utanç sebebidir.

Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Hikâye’de Karaca Çoban, obanın dışında

bir yerde hayvanları otlatmaktadır. Akına giden beyler, onu almadan giderler. Salur Kazan, kendi öcünü çobanla beraber aldığı duyulursa, toplum tarafından kınanacağını düşünür. Çobanı bir ağaca bağlar; fakat çoban ağacı söküp Kazan’ın peşinden gider. Bey, bu tavrı sonucu çobanı takdir eder ve onu imrahor başı yapma sözü verir (Özçelik, 2005: 416-424). Bu durum bir çeşit terfi ettirmedir. Bozkır kültürü dikkate alındığında hem söz verilmesi hem de kişinin terfi ettirilmesi konuları, sözlü hukuk kuralları açısından değerlendirilebilecek önemli bir örnektir.

Uşun Koca Oğlu Seğrek adlı hikâyede, divana teklifsizce gelen ve istediği yere

oturan Egrek, Ters Uzamış adlı bey tarafından uyarılır. Egrek’in bu şekilde oturabilmesi için hüner göstermesi gerektiğini söyler (Özçelik, 2005: 830). Burada dirlik ve düzene uymayan birinin uyarılması söz konusudur. Bu sistem ilk Türk devletlerindeki divanlardan günümüze kadar bu şekilde devam etmektedir. Üst düzey devlet toplantılarında katılımcıların her birinin duracağı, oturacağı yerler önceden belirlenmiş olup, buna riayet etmek esastır. Tüm bu edimler, kadim Türk düşüncesi içinde yazılı olmayan kurallara tabidir.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde, egemenlik yetkisinin farklı boyutlarıyla ilgili örneklere de rastlamak mümkündür. Kazılık Koca Oğlu Yegenek Hikâyesi’nde, Yegenek ve Oğuz beyleri tarafından yapılan akında bir hisar kuşatılır ve ele geçirilir. Bunun üzerine hisar yağmalanır ve Bayındır Han’a da bu yağmadan bir pay ayrılır (Özçelik, 2005: 724-747). Buradaki yağmalama, günümüzdeki yağma suçundan farklı olup devrin savaş hukuku gereğince galip gelen tarafın yaptığı bir uygulamadır. Burada elde edilen ganimetten Bayındır Han’a pay ayrılması da egemenliği/iktidarı elinde tutan yöneticinin oluşturduğu bütçeye aktarılan bir gelir kalemi niteliğindedir. Malî egemenlikle ilgili bir başka grubu ise beşte birlik ganimetin Bayındır Han’a ayrılması oluşturmaktadır. Pençik

çıkartma olarak da bilinen bu uygulamayla Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek, Begil Oğlu Emren Hikâyeleri’nde ve yukarıda bahsettiğimiz Kazılık Koca Oğlu Yegenek Hikâyesi’nde, yapılan savaşlar sonrasında elde edilen ganimetin beşte biri Bayındır

Han’a tahsis edilmiştir. Yapılan bu tahsis Bayındır Han adınadır; ancak aslında Oğuz ülkesinin bütçesine aktarılan bir kazandırma, gelir temin etme niteliğindedir. Bilindiği üzere vergilendirme, devletin egemenlik yetkisinin malî alandaki görünümüdür. Egemenliğini sürdürebilmesi için düzenli malî kaynaklara ihtiyaç duyan devletin vergilendirme yetkisini kullanması siyasi bir zorunluluktur, zira devletten beklenen kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için gereken kaynaklar ancak bu şekilde sağlanabilmektedir. Kamu ihtiyaçlarının yerine getirilmesi için gereken düzenli ve sağlıklı finansman, malî alandaki egemenliğin nişanesi olan vergilendirme yetkisi kullanılarak gerçekleştirilir. Bu açıdan bakıldığında, Dede Korkut Hikâyeleri’nde geçen malî meseleler, egemenlik yetkisinin malî alanda da kullanıldığını göstermektedir.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde, Oğuz ülkesi sınırları içinde bir ceza hukuku olduğu ve cezalandırma yetkisinin de üstün bir iradeye bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. Kazan

Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olması isimli hikâyede, Kazan Bey ile oğlu Uruz

arasında geçen diyalogda, düşmanın kim olduğu sorusu cevaplandırılmaktadır. Oğlu Uruz’un: “Düşman kimdir?” sorusuna karşılık Kazan Bey: “Düşman ona derler ki biz

onları bulsak öldürürüz; onlar bizi bulsalar öldürürler.” cevabını verir. Bunun üzerine

Uruz: “Baba, savaşta bey yiğitler adam öldürse kan sorarlar mı, dava ederler mi?” şeklinde ikinci bir soru sorar. Kazan Bey de: “Oğul, bin kâfir öldürsen kimse senden

davacı olmaz.” diyerek diyaloğu tamamlar (Özçelik, 2005: 578-579). Bu geçen

diyalogdan anlaşıldığı üzere, Oğuz ülkesi sınırları içinde adam öldürmek bir suçtur ve öldüren kişi dava edilir. Adam öldürmenin bir suç olduğu ve öldüren kişinin dava edildiği bir ülkede, suçun işlenip işlenmediğine karar veren ve suç işlenmişse ceza verme yetkisine sahip üstün bir otoritenin olduğu anlaşılmaktadır. Adam öldürme