• Sonuç bulunamadı

I. TÜRK HALK EDEBİYATI VE TÜRK SİYASAL KÜLTÜRÜYLE İLGİLİ

I.3. Türk Siyasetinin Sosyolojik ve Felsefî Temelleri

1.7. Divân-ı Hikmet

Tarihte çeşitli milletler devletin varlığına ve ilme önem vermişler, bu sebeple devlet adamlarının ve ilim insanların yetiştirilmesinde özel çaba harcamışlardır. Bunu başarabilen milletlerin varlıkları uzun sürmüş, başaramayan milletler ise tarih sahnesinden silinmişlerdir. Konuya bu açıdan bakıldığında Türk milletinin önemli şahsiyetlerin yetiştirilmesinde oldukça zengin bir tarihi olduğunu söylemek mümkündür. Bilge Kağan’dan Yusuf Has Hacib’e, Kaşgarlı Mahmûd’dan Edib Ahmed Yüknekî’ye, Hoca Ahmed Yesevî’ye kadar birçok düşünür, ilim ve siyaset adamı bu milletin irfan bağında yeşermiş ve kültürel bilincimizin günümüze kadarki taşıyıcıları olmuşlardır.

Millî kültürün öğrenilmesinde ve gelecek nesillere aktarılmasındaki en önemli vasıta zirve şahsiyetlerdir. Bu zirve şahsiyetlerin kendi dilleriyle, kendi kültürlerini anlatan eserler meydana getirmeleri millî değerlerimizin gelecek nesillere aktarılmasında önemli birer köprü olmaktadır. Bu köprülerden biri de Hoca Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet adlı eseridir.

Ahmet Yesevî’den Türk milletine kalan en önemli miras, onun Hikmetler’idir. Hikmeti, dinî-tasavvufî özlü söz olarak tanımlamak mümkündür. Divân-ı Hikmet, Hoca Ahmed Yesevî’nin sözlerinin, ona ait olduğuna inanılan manzumelerin toplandığı bir divandır. Hikmetlerin tamamı göz önüne alındığında üzerinde yoğunlaşılan ana konuların Allah’ın birliği ve sıfatları, Allah ve Peygamber sevgisi, öldükten sonra dirilme ve kıyamet, Hz. Peygamber’in sünnetleri, takva ve zühd, Allah’ı anma, Yesevî tarikatının usul ve erkânı gibi başlıklardan oluştuğu söylenebilir. Hikmetler, İslam dininin yüce ahlakının süzülerek insan idrakine sunulmuş hâlidir. Hoca Ahmed Yesevî, hayatı boyunca ahlak merkezli bir din anlayışının toplumda kabul görebilmesi için çalışmış, konuşmuş ve hikmetler söylemiştir (Onat, 2010: 148).

Karahanlı Dönemi, Türk Edebiyat tarihi açısından son derece önemli bir dönemdir. Bu dönemin önemli isimlerinden biri olan Hoca Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet adlı eseri, onun edebî ve felsefî görüşlerini içermektedir. Eserde Hoca Ahmed Yesevî’nin sofilik felsefesine dair görüşleri dörtlükler şeklinde yer almaktadır. Ona göre: “Hakikat yolu, sofilik yoludur. Gerçek bir sofi dehâ olmak için dört basamaklı

hikmetten geçmelidir. Bunların ilki İslam’ın kaide nizamı olan şeriatı bilmek, ikincisi tasavvufun temeli olan tarikatı bilmek, üçüncüsü aşk-ı İlahîye olan marifeti bilmek ve dördüncüsü Tanrı ile bütünleşen hakikati bilmekten ibarettir.” (Çakan, 2005: 203).

Hoca Ahmed Yesevi’ye göre şeriat, tarikat, hakikat ve marifet makamlarını geçmeden sofiliğin zirvesine ulaşabilmek mümkün değildir.

Divân-ı Hikmet, konusu itibariyle dinî-tasavvufî bir eser olmakla birlikte dörtlükler şeklindeki hikmetlerde yer yer siyasi konulara temas edildiği de görülmektedir:

“Ebu Cehl ve Ebu Leheb'e siyasetli Muhammed Melâmetin sabunu selâmetli Muhammed

Namaz oruç kılıcı ibadetli Muhammed

Dinmeyip tesbih söyleyici riyazetli Muhammed” (DH, 40. Hikmet)4

Yukarıdaki dörtlükte Hz. Peygamber’in İslamiyet’in varlık savaşımını verdiği bir süreçte kendisine ve davasına muhalif olan Ebu Cehl ve Ebu Leheb’e karşı geliştirdiği tavır siyaset kavramıyla vasıflandırılmıştır. Hz. Peygamber, Ebu Cehl ve Ebu Leheb’e karşı Mekke döneminde daha tedbirli bir tavır sergilerken Medine

4 Divân-ı Hikmet konusu içinde bu ve bundan sonraki dörtlük alıntılarında “Hoca Ahmed Yesevî (2016);

Divân-ı Hikmet, (Ed. Mutafa Tatçı), Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Yayınları, Ankara” adlı kaynaktan faydalanılmaktadır.

döneminde siyasi birliği ve otoriteyi sağladıktan sonra sonuç odaklı bir siyaset uygulamıştır. Bu açıdan bakıldığında dörtlükte geçen siyaset, şartlara göre yön ve tavır belirleme şeklinde değerlendirilmiştir. Siyaset konusunun geçtiği bir başka dörtlük ise şöyledir:

“Ahalinin mezarında imareti Görün orada türlü türlü alameti Kabir adlı kıyamet penceresini

Siyasetli eve varıp girmek gerek” (DH, 105. Hikmet)

Dörtlükte esas olarak ölüm temasının üzerinde durulmaktadır. Ahmed Yesevî, hikmetli bir söyleyişle ölümü, henüz yaşarken hissetmenin gerekliğini ifade etmektedir. Mezarlıkların yaşayanlar için ders alınacak alametlerle dolu olduğunu, kıyameti hatırlatan bir pencere olduğunu vurgulamaktadır. Dörtlükte geçen siyasetli ev ise kaçınılmaz son olarak düşünülen ölüme karşı dünya hayatında alınması gereken tavrı karşılamaktadır. Hoca Ahmed Yesevî, ölmeden önce yaptırdığı mezarda da ölümü beklediği, durumu anlamaya, kavramaya yoğunlaştığı için, o da kendince bir tavır, bir siyaset geliştirmiştir. Dörtlükte geçen siyaset ifadesi de bu gerçekliğe işaret etmektedir. Yine bir başka dörtlük ise şöyledir:

“Tarikate siyasetli mürşid gerek O mürşide itikatli mürid gerek

Hizmet kılıp Pir rızasını bulmak gerek

Böyle âşık Hakk'tan pay alır imiş” (DH, 109. Hikmet)

Tarikata giren müritler bazı eğitimlere tabi tutulmaktadır. Dinî ve ahlaki eğitimlerini tamamlayan müritler, gerekli yeterliği sağladıkları takdirde icazet alabilmektedir. İcazet alan müritler, mürşit sıfatıyla halkın hizmetinde bulunmak üzere tekke ve dergâhlarda görevlendirilebilmektedir. Hoca Ahmed Yesevî yukarıdaki dörtlüğüyle, müritlerin aldığı bu ilimlerin halkla ilişkilerde yeterli olamayacağını düşünmekte ve siyasetin bilinen anlamları dışında, duruma göre tavır geliştirme anlamına vurgu yapmaktadır. Dörtlükte geçen siyasetli mürşid ifadesiyle olayları gözlemleyebilen, idrak edebilen, çözümleyebilen ve buna göre davranabilen mürşitten bahsedilmektedir.

Divân-ı Hikmet’te siyaseten üzerinde durulan diğer bir konu da adalettir. Hikmetlerde adaletin önemi vurgulanmakta ve bilhassa yöneticilerin adaletli olma konusunda titiz davranmaları gerektiği vurgulanmaktadır.

“İkincisi dost olan adaletli Ömer'dir Müminlikte dost olan adaletli Ömer'dir Bilal'e ezan okutan şeriatı bildiren Din sözünü anlatan adaletli Ömer'dir Kâbe kapısını açtıran bütün putları kırdıran Rasul gönlünü dindiren adaletli Ömer'dir Şeriatı gözeten tarikatı doğru tutan

Hakikatı iyi bilen adaletli Ömer'dir” (DH, 43. Hikmet)

Hoca Ahmed Yesevî yukarıdaki dörtlüklerde adalet temasını vurgularken Hz. Ömer’in adaletini örnek göstermektedir. Bilindiği gibi Hz. Ömer, İslam dininin ikinci halifesidir. Onun adaleti tarihe Hz. Ömer adaleti olarak geçmiştir. İslam Devleti’ni yöneten Halife Ömer, idarede en ufak bir haksızlığa müsaade etmemiştir. Halka karşı şefkatli davranmış, onların her türlü müşkülüne çözüm bulmaya çalışmıştır. Hz. Ömer aynı zamanda kendi ailesinden hiç kimseye memuriyet vermemiştir. Devlet görevlerine tayin ettiği idarecilerin mal varlıklarını kayıt altında tutmuş ve normal olmayan artışlarda bu durumun izahını istemiştir. Yine devlet görevlerini sürekli denetim altında tutmuş, her fırsatta onlara adaletli olmalarını telkin etmiştir. Hileye, rüşvete ya da kayırmacılığa müsaade etmemiş, her işin şeffaf olmasını sağlamıştır.

Hz. Ömer’in adaleti, kendinden sonra Müslüman ya da gayrimüslim birçok yöneticiye örnek olmuş, sirayet etmiştir. Âdeta adalet kavramı onunla özdeşleşmiştir. O, gerek devlet işlerinde gerek şahsi işlerinde gerekse de halkına karşı hep adaleti gözetmiş, hakka ve hukuka riayet eden bir lider profili çizmiştir. Hz. Ömer’in adaletini konu edinen yüzlerce kıssa ve menkıbe bulabilmek mümkündür. Hoca Ahmed Yesevî de adalet konusuna değinirken konuyu Hz. Ömer’in adaleti üzerinden anlatmaktadır. Eserde bir yandan adaletin ve adaletli olmanın önemine değinilirken öbür yandan adaletsiz davranan, rüşvet yiyen ya da devlet işlerini layıkıyla yerine getirmeyen devlet adamları da eleştirilmektedir:

“Dünya ehli halkımızda cömertlik yok Padişahlarda vezirlerde adalet yok Dervişlerin duasında kabul edilme yok

Türlü bela halk üstüne yağdı dostlar” (DH, 89. Hikmet)

“Dünya benim diyenler cihan malını alanlar Kerkenez kuşu gibi olup o harama batmışlar Molla müftü olanlar yanlış fetva verenler Akı kara eyleyenler o cehenneme girmişler

Kadı imam olanlar haksız dâva eyleyenler O eşek gibi olarak yük altında kalmışlar Haram yiyen hâkimler rüşvet alıp yiyenler

Kendi parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar” (DH, 99. Hikmet)

Dinî olduğu kadar didaktik yönüyle de dikkat çeken Divân-ı Hikmet’te siyaseten oldukça önemli olan belli konulara da temas edildiği görülmektedir. Eserde ebedî hayata yönelmeyip dünya hayatına dalan padişah, vezir, kadı, hâkim gibi devlet adamlarının adaletten uzaklaştıkları, harama bulaştıkları, rüşvet aldıkları söylenmektedir. Hoca Ahmed Yesevî, eseri boyunca İslamiyet’in bütünleştirici esaslarını anlatma ve gerek bireylerin gerekse de toplumun bu düsturlarla hareket etmesi gerektiğini vurgulamaktadır; fakat yukarıdaki dörtlüklerde İslam’ın usul ve esaslarından uzaklaşan devlet adamlarının yoldan saptığını belirterek onları eleştirmektedir.

Göçebe Türklerin yerleşik hayata geçtiği ve akın akın İslamiyet’e katıldığı bir dönemde, Yesevî Hazretleri’nin İslam’ın ilkelerini ve esaslarını en ücra yerlere kadar yayma gayreti yeni arayışlar içindeki Türkleri tek bir kültür dairesinde bütünleştirmede önemli bir rol oynamıştır. Hoca Ahmed Yesevî’nin, takipçilerinin ve Divân-ı Hikmet’in etkileriyle Türk dili ve kültürü, yalnızca Maveraünnehir’de değil, Anadolu’da, Kafkaslar’da, Rumeli’de ve Balkanlar’da yayılma ortamı bulmuştur. Özellikle Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinde manevî rol oynayan Şeyh Edebâli, Hacı Bayram Veli ve Hacı Bektaş Veli gibi önderler Hoca Ahmed Yesevî’nin takipçileri ve temsilcileridir. Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya gönderdiği Hacı Bektaş Veli, Osmanlı ordusunun manevî önderi olmuştur. Bugün Orta Asya’dan Kafkaslara, Türkistan’dan Balkanlara kadar uzanan bu coğrafyadaki Türk toplulukları arasındaki kültür ve dil bütünlüğünün sağlanmasında Hoca Ahmed Yesevî’nin, takipçilerinin ve Divân-ı Hikmet’in oldukça önemli bir yeri bulunmaktadır.