• Sonuç bulunamadı

I. TÜRK HALK EDEBİYATI VE TÜRK SİYASAL KÜLTÜRÜYLE İLGİLİ

I.3. Türk Siyasetinin Sosyolojik ve Felsefî Temelleri

1.3. Prens Kalyanamkara Papamkara

Eski Türkçe evresi içerisinde Göktürkler ile birlikte var olan diğer bir yazın dönemi Uygur dönemidir. Uygurca gelişmişlik bakımından Göktürk döneminden daha iyidir. Uygurlar, Göktürkleri yenerek yurtlarını ele geçirirken, Göktürk halkını da kendi kültürleri içinde eritmişlerdir. Dil bakımından onların mirasçısı olmuşlardır. Dokuzuncu yüzyıldan itibaren yüksek bir siyasi ve kültür geleneği kurmuşlardır. Bu gelenek daha sonra kurulan Türk-Moğol hanlıklarının kültürel altyapısını meydana getirmiştir.

Uygurların başkenti Hoço’da yapılan kazılarda, Uygur dil ve edebiyatının zengin ürünleri ortaya çıkmıştır. “Budist, Maniheist ve Nasturi tapınaklarında ele geçen çok

sayıdaki yazma, Uygur dil ve yazınının görkemini yansıtır. Bunlar yerleşik Uygurlardan kalma belgelerdir. Özgün metinler değildir. Türkler arasında yayılmış Önasya ve Güney Asya dinlerinin ürünleridir. Genellikle çeviri metinlerdir. Aralarında gökbilim, tıp ve yazın konularında olanlar da vardır. İlahiler, dualar, tövbeler, göksel içerikli metinlerdir. Hristiyan metinleri içinde Doğudan Üç Yetim öyküsü, Kutsal Geor’un

Şehitliği gibi parçalar yer alır. Süryani Hristiyanların aracılığı ile Esop masallarının bir bölümü Uygurcaya yansır. Yedi-Su’da 13.-14. yüzyıllardan oldukça Süryani ve Hristiyan mezar taşı vardır. Profam metinleri içinde Çinli gezgin Hün-tsang’ın yaşam öyküsünün çevirisi ele geçer. Aynı belgeler içinde bir iki takvim, fal kitabı, tıp metinleri de bulunur. Uygurlardan kalan çok sayıdaki yasa metinlerinden bir bölümünü Radloff ve Malov yayınlar. Bunlar kültür tarihinin yapı taşlarıdır. Çoğu 13.-14. yüzyıllardan kalır. Biraz da Moğol tarihini aydınlatacak yapıdadır. Belgeler, köle alım satımından toprak icarına, satımına, eşya değişiminden veraset ve vergi çeşitlerine, kumaş gıda ve tarım ürünlerinin dağılımına dek çok çeşitli konuları içerir. Bunlar Uygur toplum düzeninin öğeleridir.” (Bozkurt, 1999: 84).

Uygurcada dinsel metin çevirileri önemli bir yer tutmaktadır. Çevirilerin Uygurcanın anlatım biçimine birçok etkisi vardır. En önemlisi, o döneme kadar Türkçeye girmemiş olan terimler Uygur Türkçesi ile birlikte dilimize dâhil olmuştur. Bu dönemde Uygur Türkçesine Hint, Çin, Soğd ve İran dillerinden sözcükler girmiştir.

Uygurlar, kendilerinden sonraki dönemlere birçok eser bırakmışlardır. Eski Turfa’dan türküler, Mani metinleri, dörtlükler, Oğuz Han Destanı bu öbeğe girmektedir. Bunun dışında Moğol yönetiminden esinlenerek oluşturulmuş yargı metinleri ve Budizm ile Maniheizm’in öğretilerinin anlatıldığı dinsel metinler de yer almaktadır. Uygur dönemi edebiyatı içerisindeki metinlerde siyaset ve siyasi meseleler karşımıza pek çıkmamaktadır. Bu durum yeni bir coğrafyaya yerleşmiş, yeni bir yaşam tarzı benimsemiş, kültürel, iktisadi, sosyal ve siyasal anlamda yeni bir medeniyete yaklaşmış olan Uygurların Budizm ve Maniheizm gibi yeni dinsel öğretilerin de etkisi altına girerek Türk kimliklerini bir süreliğine rafa kaldırmalarından kaynaklanmaktadır. Buna rağmen Uygur dönemine ait incelediğimiz eserler içerisinde İyi Huylu prens ile Kötü Huylu Prens Hikâyesi siyasi noktalara değinmesi yönüyle bazı farklılıklar göstermektedir.

Budacılığa ilişkin anlatılan İyi Huylu Prens ile Kötü Huylu Prens Hikâyesi’nin özgün adı Prens Kalyanamkara Papamkara’dır. Hikâyede iki prens kardeşin hayatı ve mücadeleleri anlatılmaktadır. Bu kardeşlerden iyi olan prens hep kazanmış, kötü olan prens ise kaybetmiştir. Budist inanışta kişiler ya da kavramlar değerlendirilirken iyi ve kötü ekseninde değerlendirildiği için, bu hikâyenin temelini de iyi ve kötünün mücadelesi ve iyinin her zaman kazanıp kötünün kaybetmesi oluşturmaktadır.

Hikâye, çocuksuzluk motifi ile başlamaktadır: “Çok eski zamanlarda Benare

adlı bir krallık vardı. Ülkenin kralı çok iyi, çok akıllı bir kraldı. Altmış küçük krallığı, sekiz yüz kalesi, beş yüz fili, yirmi bin karısı vardı. Fakat oğlu yoktu.” (Bozkurt, 1999:

88). Türk destan, masal ve halk hikâyelerinde çocuksuzluk olarak adlandırılan motif, genellikle muktedir, mal mülk sahibi bir hükümdarın her şeye sahip olmasına rağmen bir çocuğunun olmaması şeklindedir. Hükümdarın özellikle erkek çocuğunun olmaması devletin istikbalinin tehlikede olacağının göstergesidir. Kahramanın annesi ve babası çocuk sahibi olabilmek için dualar eder, adaklar adar, yoksullara yardım eder, açları doyurup çıplakları giydirir, kurbanlar keser, elma bahçesine gidip elma yer. Bu şekilde çeşitli ritüeller gerçekleştirilerek Tanrı’nın lütfuyla çocuk sahibi olurlar. Birçok anlatıda olduğu gibi bu hikâyede de karşılaştığımız bu motif, Türk inanışlarına göre doğacak çocuğun Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olacağı ve diğer insanlardan farklı olduğunun vurgulanması için kurgulanmış geleneksel bir motiftir.

Bu motifin geçtiği diğer örneklerde olduğu gibi bu hikâyede de çeşitli ritüeller gerçekleştikten sonra kral çocuk sahibi olur: “Kralın buyruğu ile halk dağ, ırmak, göl,

ağaç tanrılarına dua etti, kurbanlar kesti. On iki yıl sonra kralın birinci karısıyla ikinci karısı gebe kaldılar. Birer erkek çocuğu doğurdular.” (Bozkurt, 1999: 88).

Hikâyelerde iyi prens olan Kalyanamkara, Türk hakanlarının taşıması gereken bütün özellikleri taşımaktadır. “Türk kağan ve sultanları bilge, akıllı ve bilgili olmalı;

cesaretli, kuvvetli ve kahraman olmalı; asil soydan gelmeli, dürüst olmalı ve doğruluktan ayrılmamalı; faziletli olmalı, sözünde durmalı, eli açık olmalı; yumuşak huylu, alçak gönüllü, himmet ve hayâ sahibi olmalıdır; ihtiyatlı ve uyanık olmalı, ihmalkâr olmamalı; aceleci değil, sabırlı olmalıdır, zalim olmamalı, merhametli ve şefkatli olmalı, yalancı olmamalı ve yalandan hoşlanmamalı; siyasette mahir olmalı; suçluları affetmeli; inatçı olmamalı; temiz ve takva sahibi olmalı; dili yumuşak olmalı; mağrur ve kibirli olmamalı; tok gözlü olmalı, gönlü temiz ve kalbi doğru olmalı; anlayışlı olmalı; misafirperverâne olmalı; nefsine hâkim olmalı; harama el uzatmamalı; Tanrı’ya kulluk etmeli, ibadet etmeli; içki içmemeli, kumar oynamamalı ve fesattan uzak durmalı; kan dökmemeli; düşmanlık besleyip, kin gütmemelidir; kılıcı elden bırakmamalı; dünya malına değer vermemeli, dünyaya aldanmamalı ve varlığının fâni olduğunu unutmamalıdır.” (Göde, 1985: 202).

Prens Kalyanamkara Papamkara Hikâyesi’nde yukarıda birçok yönüyle bahsedilen hükümdar özelliklerini, Prens Kalyanamkara’nın kendinde topladığı görülmektedir.

Hükümdar akıllı, bilgili, cesaretli ve kuvvetli olmalıdır: “Zehirli yılanlardan,

ejderlerden, güzel kızlardan kurtularak ejderha kralının katına çıkmayı başardı. Ejder kralı onu Buda bilerek sevdi, kulağındaki Çintemani incisini verdi.” (Bozkurt, 1999:

88).

Hükümdarın eli açık olmalı, himmet sahibi olmalı ve tok gözlü olmalıdır: “Bu

zahmetli yerde ben neden doğdum? Birçok yoksul, düşkün canlıları görüp ağladım. Geçim uğruna ne güçlükler çekiyorlar, canlıları öldürüp ne büyük günaha giriyorlar. Hazineni bana ver, bu yoksullara dağıtayım. Yeryüzünden sıkıntılar, günahlar kalksın.”

(Bozkurt, 1999: 88).

“Bir ay sonra bir kopuz buldu. Şehre çıktı. Kopuz çalıp topladığı sadakalarla beş yüz dilenciyi besledi.” (Bozkurt, 1999: 89).

“Bütün yoksulları eziyetli çalışmalarından, dünyalık sıkıntılarından ve canlıları öldürüp günaha girmekten koruyacak geçim kaynağını sağladı. Ülkesine ve halkına böylece mutluluk getirdi.” (Bozkurt, 1999: 89).

Hükümdar kan dökmemeli, düşmanlık besleyip kin gütmemeli, suçluları affedici olmalıdır: “Kardeşi Papamkara yaptığı kötülüklerden ötürü zindana atılmış.

Kalyanamkara gözlerini açtı. Sonra da Papamkara’yı zindandan çıkarıp suçunu bağışladı.” (Bozkurt, 1999: 89).

Prens Kalyanamkara, Papamkara hikâyesi her ne kadar Budizm etkisiyle donatılmış bir anlatı olsa da motifleri ve teması yönüyle masal, destan ve halk hikâyelerimize çok benzemektedir. Bununla birlikte siyasi temleri işlemesi yönüyle bazı farklılıklar da söz konusudur: “Prens, Çintemani incisini bulmak için denizlere

açılmaya karar verdi. Deniz tehlikelerle doluydu. Kral ilkin izin vermedi. Sonra oğlunun üzüntüsüne dayanamayıp izin verdi.” (Bozkurt, 1999: 88).

Hikâyeden alınan yukarıdaki bölümde dikkat çeken nokta, prensin denizlere açılıp inciyi bulabilmesi için kralın başta izin vermemesi; fakat daha sonra kararını değiştirip oğlunu kırmamak için izin vermesidir. Türklerde hükümdar sert mizaçlı, kararlı, sözünden dönmeyen kişiler olmalıdır. Hükümdar bir söz söyleyince onu ikiletmek vatan ihanettir. Hükümdarlar yeri geldiğinde kendi öz evlatlarının dahi gözünün yaşına bakmamışlardır; fakat bu hikâyede durum farklılık göstermektedir. Bu

farklılığın sebebi Uygurlara ait bu metinde Çin kültürünün ve Budist inanışın etkilerinin görülmesinden kaynaklanmaktadır.