• Sonuç bulunamadı

I. TÜRK HALK EDEBİYATI VE TÜRK SİYASAL KÜLTÜRÜYLE İLGİLİ

I.3. Türk Siyasetinin Sosyolojik ve Felsefî Temelleri

1.5. Dîvânü Lügati’t Türk

Tarih boyunca yeryüzünde en zengin kültürel birikime sahip olan milletlerden biri Türkler olmuştur. Geniş bir coğrafyada hüküm süren Türkler, gittikleri yerlere Türk kültürünü taşımışlar, kültürel varlıklarını geliştirmişler, derinleştirmişler ve başka milletler arasında imtiyazlı bir konuma getirmişlerdir. Beş kıtaya ayak basan, güçlü devletleri ve zengin bir medeniyeti olan Türklerin bu zenginliklerinde hiç şüphesiz ki, kendi millî benliklerinde yoğrulmuş ve ortaya konmuş değerli çalışmaların ve eserlerin de etkisi vardır. Bu eserlerden biri de Dîvânü Lügati’t Türk’tür.

1072-1074 yılları arasında Kaşgarlı Mahmûd tarafından yazılan ve 1077 yılında dönemin Abbasi Halifesine takdim edilen Dîvânü Lügati’t Türk, esasen Türkçenin Araplara öğretilmesi gayesiyle kaleme alınan bir sözlük niteliğindedir. “Eser, Türk

dilinin 11. yüzyıldaki dil özelliklerini, lehçe ve ağız farklılıklarını, ses ve yapı bilgisini anlatan bir dilbilgisi kitabı; halk bilimine ve edebiyatına malzeme kazandıran zengin bir kaynak; kişi, boy, yer adları bakımından bir bilgi dağarcığı; çağın cemiyet yapısını siyasî, iktisadî, kâinat anlayışı yönüyle tanıtan bir sosyoloji mecmuası olarak da anılabilir.” (Kaçalin, 2008: 46).

Sözlük formatında olmasına rağmen içeriğinde Türk halk kültürüne dair barındırdığı kapsamlı ve değerli bilgilere bağlı olarak Dîvânü Lügati’t Türk’ün bir sözlükten çok daha fazlası olduğunu söylemek mümkündür. Eser Türk tarihi, Türk edebiyatı ve Türklerin estetik anlayışına dair barındırdığı bilgilerle tarihî ve edebî yönden oldukça yüksek bir değere sahiptir.

Eserin kaleme alındığı 11. yüzyıl, İslam âleminde iç çatışmaların arttığı, Bağdat’taki Abbasi Halifesi üzerinde ciddi tehditlerin olduğu bir dönemdir. Bu dönemde Abbâsi Halifesine takdim edilen Dîvânü Lügati’t Türk, Türk kültürünü ve dilini tanıtmak amacıyla sözlük formatında yazılmıştır (Yıldız, 2017: 126). Bu eserde o dönemin tarihine, Türklerin yaşantısına, örf ve âdetlerine, efsanelerine, mesellerine dair kıymetli bilgiler, çeşitli sözcükler ve bunların açıklamaları yer almaktadır. Geniş bir içeriğe sahip olan Dîvânü Lügati’t Türk, tam anlamıyla siyasi bir eser değildir; fakat gerek eserin Mukaddime kısmında gerekse de içerikteki bazı maddelere getirdiği açıklamalara dayanarak Kaşgarlı Mahmûd’un siyasi eğilimlerini belirleyebilmek mümkündür. Ayrıca eserin doğrudan Abbasî Halifesine sunulması, Dîvânü Lügati’t Türk’ün Türk siyasetinin köklü tarihinde önemli bir yere sahip olduğunun kanıtıdır.

Eserin kaleme alındığı tarih, yer ve kaleme alınma amacı göz önünde bulundurulduğunda belli bir ihtiyacın söz konusu olduğu ve Dîvânü Lügati’t Türk’ün de bu ihtiyaca binaen yazıldığı anlaşılmaktadır. 11. yüzyılda Türkler hilafetin merkezine taşınmış ve siyasi iktidarda söz sahibi olmuştur. Bu dönemde Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Şii Büveyhioğulları’nı ortadan kaldırmış ve Bağdat’taki halifelik makamına gelebilecek tehlikeleri bertaraf etmiştir. Bunun üzerine halife tarafından Doğunun ve

Batının Sultanı olarak Bağdat’a davet edilen Tuğrul Bey’e dinin temeli ve halifenin ortağı unvanları verilmiştir. Böylelikle Selçuklular önemli bir güç olarak İslam

âleminin kalbine yerleşmişlerdir (Yıldız, 2017: 127).

Dîvânü Lügati’t Türk’ün siyasi yönden değerini anlayabilmek için dönemin siyasi durumunu ve Türklerle Arapların o dönemdeki ilişkilerini bilmek gerekir. Türkler bu yüzyılda Bağdat’tan Bizans’a kadar geniş bir coğrafyada hâkimiyet sağlamışlardır.

Bununla birlikte kadim inanışlarını bırakarak İslam dinini kabul etmişler ve dolayısıyla Araplarla aynı kültür dairesine girmişlerdir. Bu kültürel etkileşim dillere de yansımıştır ve Türkçenin, Arapça karşısındaki gücünü göstermek için böyle bir eser meydana getirme ihtiyacı hâsıl olmuştur. Bu dönemde İslam âlemi Türklerin askerî ve siyasi anlamdaki üstünlüğünü kabul etmişlerdir. Kaşgarlı Mahmûd böyle bir dönemde yazdığı eseriyle kültür hayatını İslam medeniyetinde yeniden şekillendiren Türk milletini daha yakından tanıtma amacı gütmektedir. Kaşgarlı Mahmûd’un eserinde Türk milletinin, Türk dilinin ve Türk kültürünün yanında durması siyasi bir tavırdır. Bu nedenle eserin siyasi yönünün ağır bastığını söylemek mümkündür.

İşte böyle bir dönemde Kaşgarlı Mahmûd gerek İslam âleminin gerekse de Türklerin, içine girdiği yeni siyasal düzene şahit olmuş ve bu durumu eserinin hemen başında şu sözlerle dile getirmiştir: “Yüce Tanrı, devlet güneşini Türk burçlarında

doğdurdu. Dönenceleri onların ülkeleri çevresinde döndürdü. Bundan dolayı onları Türk diye adlandırdı. Onları çağın hakanları yapıp dünyanın egemenlik dizginlerini ellerine verdi. Onları herkese üstün kıldı, tüm insanlıkla görevlendirdi, doğruluğa yöneltti. Onlara katılanları ve onlar adına çabalayanları güçlendirdi. Bu nedenlerle, istedikleri her şeyi elde ettiklerini ve çapulcuların rezilliğinden kurtulduklarını kavradım [ve anladım ki] akıl sahibi her insan onlara katılmalıdır; yoksa onların ok yağmurunun altında kalırlar. En iyisi onların gönüllerini almak, onlara kulak vererek yanaşmak ve onlarla kendi dillerinde konuşmaktır. Onların düşmanlarından biri, onlardan yana geçerse, onu diğerlerinin hışmından korurlar; başkaları da onunla birlikte sığınabilirler. Böylece kötülüğe uğrama korkuları kalkmış olur. Buhârâlı imamlar arasında güvenilir bir kaynaktan ve Nişaburlu bir imamdan işittim. Her ikisi de aşağıdaki hadisi aktardı. İkisinin de bilgi kaynağı Tanrı’nın elçisine (Tanrı’nın salat ve selamı onun üzerine olsun) dayanıyor. Kıyamet günü belirtilerinden, ahir zaman fitnesinden ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkışından söz ederken dedi ki: ‘Türklerin dilini öğrenin, çünkü onların egemenliği uzun sürecektir.’ Bu hadis doğru ise -sorumluluğu anlatanların boyunlarına olsun- Türkçeyi öğrenmek dinsel bir gerekliliktir; yok kesin değilse, bilinç de bunu gerektirir bir iş olur. Bu doğru değil ise, akıl bunu emreder.”

(Kaşgarlı Mahmûd, 2012: 19).

Dîvânü Lügati’t Türk’ün Mukaddime kısmında geçen yukarıdaki bilgiler ışığında eserin bir sözlük olmanın yanında siyasi bir içeriğe sahip olduğu da anlaşılmaktadır. Kaşgarlı Mahmûd’un yukarıda söylediklerine göre yönetme erkinin

Türklere bizzat Tanrı tarafından verildiği ve bu durumun Türkler için bir görev olduğu söylenmektedir. Bu da tam manasıyla yazarın kut anlayışına değindiğini göstermektedir. Yine burada tüm insanlık âleminin huzurunu, refahını, iyiliğini sağlamanın ve adaleti tesis etmenin ancak Türkler tarafından gerçekleştirilebileceği, bu sebeple de Türklerin dili olan Türkçenin öğrenilmesinin aklî ya da dinî birer vecibe olduğu vurgulanmaktadır.

Kaşgarlı Mahmûd’un yazdığı bu eserin henüz başında söylediklerinden anlaşılacağı üzere eserin kaleme alınmasının yegâne amacı Türklerin dilini öğretmek değildir. Eserin ön söz kısmı bir nutuk niteliğindedir. Kaşgarlı, bu ön sözde Araplara karşı siyasi anlamda üstünlük sağlama amacını gizlememektedir. Söylediklerine Allah’ı, Hz. Peygamber’i ve İslam dinini referans gösteren Kaşgarlı Mahmûd, böylelikle siyasi fikrini dine ve akla bağlayarak söylediklerinin meşruiyetini sağlamaya çalışmaktadır.

Eserin yazıldığı yüzyılda oldukça geniş bir bölgede Türk egemenliği söz konusudur. Kaşgarlı, eseri yazmadan önce Türk ellerini bir süre dolaşmış ve sonra Bağdat'a gitmiştir. 26 Ağustos 1071'de Malazgirt'te Bizans’ı bozguna uğratan Selçuklu Türkleri, bütün Ön Asya ve Orta Asya'ya hâkim olmuşlardır. Kısacası bu zaferle Türkler, dünyanın bir numaralı gücü hâline gelmişlerdir. Malazgirt Savaşı sırasında Bağdat'ta muhtemelen eserinin hazırlıklarıyla meşgul olan Kaşgarlı Mahmûd, eserini bu siyasi üstünlüğün şuuruyla kaleme almıştır. Nitekim bu durum eserin girişinde bizzat yazarın Araplara önemli mevkilere gelebilmeleri için Türkçe öğrenmelerini tavsiye etmesinden ve Tanrı’nın, dünyanın idare yularını Türklerin eline verdiğini belirtmesinden rahatlıkla anlaşılmaktadır (Ercilasun, 2004: 320).

Eserin ön sözünün devamında Kaşgarlı Mahmûd, Türkler için şöyle demektedir:

“Türk, Tanrı yarlıgayası Nuh’un oğlunun adıdır. Bu Tanrı’nın Nuh oğlu Türk’ün oğullarına verdiği bir addır. Biz ‘ad olarak Türk adını ulu Tanrı vermiştir’ dedik. Çünkü bize, Kaşgarlı Halef oğlu İmam Şeyh Hüseyin, ona da İbnül Garkî denilen, İbnü Ebüddünya olarak ünlü Eş Şeyh Ebu Bekir El Müfidül Cerceraî’nin dünyanın sonu üzerine yazdığı kitabında ulu Peygamber’e tanıkla varan bir ‘Hadis’ yazmış. Hadis şöyledir: Yüce Tanrı ‘Benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim. Onları Doğuda birleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulusun üzerine gönderirim’ diyor. İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş, onlara ‘kendi ordum’ demiştir.

Bununla birlikte Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyilikler görülmektedir.” (Atalay, 1985: 352)

Kaşgarlı Mahmûd’un yukarıda söylediklerine göre Türk adının ve Türk milletinin tarihsel önemi, Hz. Nuh’un soyundan gelenlere bu ismin Tanrı tarafından verilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Esere göre Türkler ayrıca, başka toplulukların azgınlaştığı bir dönemde siyasi, askerî ve ahlaki açıdan güçlü yapılarıyla düzeni sağlamak, kaosu ortadan kaldırmak amacıyla Tanrı tarafından vazifelendirilmişlerdir. Kaşgarlı Mahmûd, yukarıdaki ifadeleriyle Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresini sağlam bir zeminde temellendirmektedir. Kaşgarlı’ya göre Türk milleti, Tanrı tarafından seçilmiş ve kutsanmış bir millettir. O, bu fikriyle Arapların kendi soyları için dinî anlamda bir üstünlük sağlama gayelerine karşın Türklerin de Tanrı tarafından seçilmiş bir millet olduğunu söyleyerek siyasi anlamda Türklerin gücüne güç katmıştır. Dîvânü Lügati’t Türk, bu açıdan incelendiğinde yazılış amacının sadece Araplara Türkçeyi öğretmek değil, aynı zamanda Araplar ile Türkler arasındaki dayanışmayı arttırmak, katı Arap milliyetçiliğine karşı İslam’ın bütünleyici mesajını hatırlatmak, İslam’ın herhangi bir etnik kökenin temelinde olmaması gerektiğini vurgulamak ve Türklerin millî unsurlarının ne derece kuvvetli olduğunu göstermektir.

Kaşgarlı Mahmûd’un kaleme aldığı eserini Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e değil de Abbasî Halifesine takdim etmesi ve Abbasî Halifesini Âlemlerin Rabbinin Halifesi olarak vasıflandırması, halifenin dinî liderliğinin devletin temeline dayandırılmasıyla daha evrensel bir güç oluşturma gayesi içerisinde olduğu görülmektedir. Nitekim Kaşgarlı Mahmûd eserinde halifeye olan bağlılığını şöyle ifade etmektedir: “Mukaddes

Hazreti Peygamber ve imamların, Hâşimi ve Abbasîlerin soyundan, efendimiz, velinimetimiz; mü’minlerin emiri, Âlemlerin Rabbinin halifesi Abu’l Kasım Abdullah bin Muhammed, el-Muktedî bî-Emrillâh’a ihtiramla! Allah halifenin ömrünü, daimi ve uzun bir izzet, bahtiyar ve huzurlu bir yaşayış içinde uzatsın! Yüceliğin en geniş alanlarına yayarak, saltanatının temellerini, izzet içinde sabit kılsın! Elinin cömertliği sayesinde insanlara sağladığı esenliğin lütfuyla, yıldız zamanının talihiyle, okun on ikiden vuran gidişiyle, zaferin yüceliğiyle birleşmiş dostlarla, kahrın zilletiyle perişan olmuş düşmanlarla, rehberliğinin derecesini yüceltsin! Allah onun gölgesini, güzelliğini, kudretini, faziletini, celâlini Müslümanların üstünden eksik etmesin!”

Dîvânü Lügati’t Türk’te geçen yukarıdaki bölümden anlaşılacağı üzere Türk milletinin devlet anlayışında hükümdara atfedilen kutsiyet anlayışıyla halifeye duyulan bağlılık arasında bazı yönleriyle benzerlikler bazı yönleriyle de farklılıklar bulunmaktadır. Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte içine girdikleri yeni dünyada dinî otorite, diğer bütün otoritelerin üstünde olmuştur. Her ne kadar siyasi iktidar kamu hayatını düzenleyip dinî lider olan halifelik makamıyla eşgüdümlü olsa da bu iki mevki arasında ciddi farklılıkların olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu açıdan bakıldığında Kaşgarlı Mahmûd’un Dîvânü Lügati’t Türk’ünde halifeye yönelik duası ve eseri halifeye ithaf etmesi halifenin manevî iktidarına yöneliktir. Bu manevî iktidarın devamı ise ancak askerî, siyasi ve adli düzenin sağlanmasıyla mümkün olabilmektedir.

Türk milletinin devlet anlayışındaki en önemli unsurlardan biri olan Türk töresi de manevî iktidara bağlı olarak İslam hukukuyla harmanlanmış ve İslam’ın temel prensipleriyle çelişmeyecek şekilde bütünleşmiştir. Dolayısıyla Türkler halifenin manevî otoritesini tanımış; fakat gelenek ve göreneklerini de sürdürerek kültürel miraslarına bağlılıklarını sürdürmüşlerdir.

Dîvânü Lügati’t Türk dil, kültür ve siyaset arasındaki güçlü ilişkiye bağlı olarak dönemin siyasi hayatında etkin unsurlardan biri olan Türklerin kültürünü, Türk olmayanların nezdinde kanıtlayan bir kapsama sahiptir. Bu nedenle Dîvânü Lügati’t Türk yalnızca bir sözlük ya da ilmî bir eser olmaktan öte Türklerin o yüzyıldaki varlık siyasetini tescillemeye yönelik bir eserdir. Dönemin siyasi gelişmelerine bakıldığında eserin yazılmasındaki siyasi amaç çok daha net görülmektedir. Kaşgarlı Mahmûd bu eseriyle Türklerin siyasi, askerî, kültürel ve edebî açıdan yetkinliğini çok net şekilde göstermiştir.