• Sonuç bulunamadı

2.5. ANAVATAN PARTİSİ’NİN (ANAP) KİMLİĞİ

3.1.3. Etnik Unsurlara Yeni Bir Yaklaşım

3.1.3.2. Yeni-Osmanlıcılık

Özal, dış politikaya yeni bir kimlik kazandırmıştır. Zira bunu Türk İslam Sentezi ve Osmanlı-İslami geçmişin unutulması temelinde işleyen Kemalist kimlik algısının karşısında, güçlü bir alternatif olarak yeni Osmanlılık dış politik söylemi ile tarihsel bağ, mirasçı bakış açısı, değerler, inançlar, İslami kimlik ve Osmanlı geçmişi etrafında şekillendirmiştir.

Yeni Osmanlılık ilkesi, güçlü bir etnik Türklük vurgusu olan ve Türkiye’yi Müslüman dünyanın liderliğine götürecek yeni bir imparatorluk projesi olarak tanımlanabilmektedir (Balcı, 2013: 184). Zira Özal’ın algısına göre, değer yargılarını muhafaza eden Türkiye, İslam ülkelerinin liderliğini yapabilir ve Batı için daha önemli bir duruma gelebilirdi. Özal’ın çok kimlikli dış politikası yani Batı yönlü ve Yeni Osmanlıcı bakış açısı, iktidar ilişkilerinin de yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Bu dönemin diğer dönemlerden farkı, yalnızca iktidarın ekonomik nedenlerle İslami ve Osmanlı bakiyesi ülkelerle ilişki kurmak istemesi değil aynı zamanda kimlik temelinde de bu yakınlığın meşru görülmesi anlayışıdır. Özal, İslamcı ve Batıcı kimliklerin melezi olduğu bir kimlik yaratmaya çalışmıştır. Bunun yanı sıra pragmatist ve aktif dış politika anlayışları da Özal’la birlikte daha belirgin hale gelmiştir.

Özal’ı ve dönemini farklı kılan en önemli noktalardan biri de, mevcut ulusal kimlik tanımlamasının aidiyet sorunlarına sebep olduğunu düşünerek, halkın etnik ve

152

dilsel kökenlerinin dikkate alınması gerektiği konusundaki düşüncesidir. Bu bağlamda ortaya koyduğu ulus aşırı ve bölgesel çalışmaları etnik politika söylemini destekler nitelikte olmuştur. Şanlı tarih, muhteşem Osmanlı yeniden önem kazanmış ve biz olarak ortaya çıkmıştır (Çalış, 2004: 114). Özal’ın en önemli hedeflerinden biri de zihinlere Osmanlı mirasçılığını yerleştirmek olmuştur. Zira Osmanlı devletinin yıllarca uyguladığı hoşgörü ve çoğulculuk yol haritası edilebilirdi. Bu bağlamda yıllarca hor görüldüklerine inandıkları Kürtler, sosyalistler ve İslamcıların düşünce ve ifade özgürlükleri teminat altına alınmalıydı (Aral, 2001: 225).

1970’lerin sonlarıyla birlikte devlet destekli Türk-İslam sentezi, pro-İslamcı burjuvanın yükselişi, medya ve dini eğitimin yayılması, ekonomik liberalleşme ve sosyo-politik muhafazakârlıkla tanımlanan yeni bir seçkin sınıfın oluşumu ile Neo- Osmanlıcılık ortaya çıkmıştır. Ekonomik ve siyasi liberalleşmenin etkisi yeni bir sosyo-politik Anadolu sınıfı ve iş adamlarının ortaya çıkması ile de Osmanlı geçmişi ile bir araya gelmek şart olmuştur.

Neo-Osmanlıcılık, Türkiye’yi İslam dünyasına lider yapan yeni imparatorluk projesinin merkezine Türkiye’yi koyarken, etnik Türklük öğesine vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda etnik-dinsel (Türk-İslamcı) neo-Osmanlıcılık, Osmanlı devletinin resmen teşvik ettiği Osmanlıcılıktan farklıdır. Özal, Osmanlı imparatorluğunu örnek aldığını şu şekilde dile getirmiştir:

Osmanlı imparatorluğu zamanında olduğu gibi, bugün de etnik farklılıkları İslami bir kimlik yoluyla aşmak mümkündür. Bu toplumun en güçlü kimlik öğesinin İslam olduğuna inanıyorum. Anadolu’daki Müslümanları ve Balkanları birleştiren dindir. Bu yüzden, İslam, farklı Müslüman grupların bir arada yaşamaları ve yardımlaşmaları için güçlü bir birleştiricidir. Zaten, eski Osmanlı’da Türk olmak Müslüman olmak demektir veya tam tersidir (Yavuz,1998).

1980’li yılların sonuna doğru ortaya çıkan aidiyet odaklı tartışmalar, dünyada olduğu kadar Türkiye’de de yankı bulmuştur. SSCB’nin yıkılması, komünizmin çökmesi, yeni devletlerin kurulması, etnik temelli çatışmaların artması, kimlik sorunları yeni bir dönemecin kıyısında olunduğunun göstergeleridir.

Türkiye’de ulusal kimlik sorununa yönelik cevaplardan ilki 2. Cumhuriyet Projesi iken, ikincisi Özal’a yakın duran Cengiz Çandar, Hadi Uluengin, Zeynep

153

Göğüş, Nur Vergin gibi yazar ve akademisyenlerin ortaya attığı Neo-Osmanlılık düşüncesidir (Çalış, 2004: 166). Neo-Osmanlılığın en önemli özellikleri, Türkiye’nin toplumsal yapısındaki renkliliğe saygı duyulması, bireysel ve kolektif kimliklerin demokratik bir sistemde özgürce ifade edilebilmesidir (Çalış, 2004: 169). Neo- Osmanlılığın ortaya çıkmasında Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumu, kültürel ve tarihi geçmişi önem arz etmektedir. Cengiz Çandar’ın Özal ile yaptığı Balkanlar, Orta Asya gezileri bu tezin doğup netleşmesini sağlamıştır. Çandar, bu tez ile Osmanlı devletinin bulunduğu havza ve buradaki ülkelerle olan siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin pekiştirilmesini ele almaktadır.

Çandar’a göre, küreselleşen dünya değişmiştir. SSCB dağılmış, yeni devletler kurulmuş, Yugoslavya parçalanmış, yeni Balkan haritası oluşturulmuş, Körfez Savaşı ile Kürtler ön plana çıkmıştır. Türkiye eski dış politika anlayışı ile bu duruma cevap vermeyeceği için yeni bir vizyon şarttır (Çalış, 2004: 176). Zira artık toplumsal aidiyet formları tartışılmakta ve kimlik önemli bir konu teşkil etmektedir. Özal ise, ABD’nin “melting pot” (eritme potası) oluşunun etkisiyle de Osmanlı’ya özlem duymuş ve referans almıştır.

Özal, 24 Ocak Kararları’nın prototipi olan kalkınma programını 1979’ da Yeni Görüş adı altında Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği Milliyetçiler Kurultayı’nda açıklarken, kendi tarihimizden tecrübeler, İslam düşüncesinin konu ile ilgili esasları vb. durumlarından etkilenerek hazırladığını belirtmiştir. Bu da tesir altında olduğunun göstergelerindendir (Çalış, 2004: 108-110).

Türk İslam Sentezi de Neo-Osmanlıcılık bağlamında Özal’ı etkilemiştir. Bu anlayış 1960’lar sonu özellikle 1970’lerde gelişen Aydınlar Ocağı tarafından formüle edilen ve tüm politikalarında İslam ağırlıklı milliyetçi bir görüşü ele alan bir yaklaşımdır. Özal bu anlayışı, liberal bir bakış açısı ile modern olarak ele almıştır. Türk İslam Tezi’nin amacı hem ders kitaplarına Osmanlıyı eklemlemek hem de toplumsal uzlaşmaya giden yolu açmaktır. Özal’ın bu tez arka planında Osmanlıyı ön plana çıkarması onun anti-statükocu ve değişime açık farklı kişiliğini ve bunun dış politikaya etkilerine dikkat çekmektedir. Ayrıca bu sıra dışı kişiliği her konuyu tartışmaya açacak ve bu durumun olmasını sağlayacak ortamı hazırlayacaktır. Kürt

154

Sorunu ve Bulgaristan’daki Türklerin durumu buna örnek olabilmektedir. Turgut Özal dönemi, Türk-İslam Sentezi etkisi altında geleneksel İslami ve Türkçü motifler ile liberal ve modern çizgilerin birleşimi olması açısından hem farklılık hem de dikkat çekmektedir. Bu dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nın, 1930’lardaki Türk Tarih Tezine uygun tarih anlayışı daha milliyetçi ve muhafazakâr bir anlayış ile incelenip ders kitaplarında yerini almıştır. Bu durum Osmanlı’ya verilen önem ve dönüşün habercisi olabilmektedir. Özal’a göre, cari ulusal kimlik tanımı halkın etnik ve dinsel kökenlerini dikkate almadığı için ortaya toplumsal aidiyet sorunu çıkmaktadır. Ona göre Türkiye farklılıkların erime potası olmalı ve farklı kimlikleri ifade edecek üst aidiyet forumu ise Osmanlılığa giden bir çizgi oluşturmalıdır.

Özal, 1983-1993 dönemi boyunca iktidarının ilk zamanlarında, Türk kavramını daha çok kullanırken son zamanlarda Osmanlı kavramını daha çok kullanır olmuştur. Bu durum ise yaşanılan ortamın ve gelişmelerin tesirindendir. Kimlik tartışmaları, Kürt Sorunu, Bulgaristan Sorunu, Körfez krizi, SSCB’nin çökmesi, Yugoslavya’nın dağılması ile ortaya çıkan yeni ve farklı konjonktür etkili olmuştur. Bu nedenle iktidarının ilk döneminde daha çok Türk İslam Sentezi vurgusu yaparken daha sonraki dönemlerinde Yeni-Osmanlıcılık odak noktasını oluşturmuştur. Zira birleştiricilik hususu, ayrışmaların önlenmesi amaçlanmıştır.

Özal’ın Osmanlı’ya duyduğu ihtiyacın en önemli sebeplerinden biri, Türkiye’de yaşanan ulusal kimlik bunalımının PKK terörü ile şiddet içeren bir hal alarak toplumsal uzlaşının azalmasına sebebiyet vermesidir. Özal, Osmanlıyı tarihi referans noktası edinerek toplumsal ve kültürel problemleri, kimlik sorununu çözmek istemiştir. Özal’a göre cari ulusal kimlik halkın etnik ve dinsel kökenlerini dikkate almadığı için aidiyet sorunu yaşanmaktadır. Ancak ona göre Türkiye ABD gibi bir eritme potasıdır. Bu bağlamda bir aidiyet formu ararken Osmanlılığa giden bir yol çizilmiştir (Çalış, 2001: 395-397).

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile istikrar da sona ermiş, SSCB yıkılmış, güç boşluğu oluşmuş, bir belirsizlik hâkim olmuştur. Bu noktada geri plana itilen Osmanlı tekrar dış politikada önüne neo takısı eklemlenerek doğmuştur.

155

Özal’ın dış politik tercihi olarak gördüğü Yeni Osmanlıcılık, Türk milliyetçiliğinin etnik kalıplardan çıkartılarak, Osmanlı havzası sınırlarında farklılıklar için daha fazla hoşgörü anlayışıyla yeniden yorumlanarak, Balkan, Kafkas ve Ortadoğu ülkeleriyle ekonomik sınırların kaldırılması ve merkez ülke konumu kazanmasıdır (Ayata, Yücel,2015: 123). Özal politikalarının psikolojik faktörü ile “biz adam olamayız imajı” yerini “biz dünyada her ülkeyle yarış edebilecek konumdayız” imajına bırakmıştır. Çünkü Özal Türkiye’yi Osmanlı’nın varisi görmüş ve imparatorluk varisine yakışır bir şekilde olmamız gerektiğini düşünmüştür (Ayata, Yücel, 2015: 142). Bu nedenle Özal Osmanlı İmparatorluğu’nun şanlı mazisi ile gurur duyarken Türkiye’nin de geçmişi ile gurur duyarak ve mozaik yapısını koruyarak hareket etmesi gerektiğine inanmıştır. Dış politika bağlamında da Türkiye, bölge ülkeleri ve tarihi, kültürel ve inanç boyutlarıyla bağlantıları olan devletlerle yakın işbirliği içerisinde bulunmalıdır.