• Sonuç bulunamadı

2.5. ANAVATAN PARTİSİ’NİN (ANAP) KİMLİĞİ

3.1.1. Liberalleşme ve Ekonomi Ağırlıklı Dış Politika

Turgut Özal’ın dış politikasını diğerlerinden ayıran önemli farklardan biri de dış politikaya ekonomi gözlüğü ile bakmasıdır. İçinde bulunulan konjonktür gereği iktidara geldiğinde Türkiye’deki ekonomik durumunun iyi olmaması ve Özal’ın ekonomi dünyasının içinden gelmesinin de bunda büyük payı vardır.

Özal’ın Batı’yla olan ilişkileri bağlamında Batı’dan teknoloji, gelişmişlik, iktisadi ve ticaret alanlarından yararlanmak gerektiğine inanırken, Doğu’yu bir alternatif değil tersine Türkiye’nin elini kuvvetlendirecek bir güç olarak görmüştür. Türkiye’nin ise hem Doğu hem Batı arasında bir köprü olmasını ancak bu köprü vazifesinin sadece aktarım değil aynı zamanda Türkiye’ye duyulan ihtiyacın da göstergesi olması gerektiği için önem arz ettiğini vurgulamıştır.

Özal dış politikasının bel kemiğini oluşturan unsur neo-libreal anlayıştır. Bu anlayışa göre; serbest piyasa, ihracata dayalı ekonomi politikası, karar verme süreçlerinde baskı ve çıkar gruplarının görüşünü almaya dayanan neo-popülist bakış açısı, devletin etkinliğinin kısıtlanması, bireye vurgu yapılması, özel sektörün ön plana çıkarılmaya çalışılması, ekonomik ve politik konularda işbirliğine vurgu yapılması önem arz etmektedir. Özal, demokrasinin olduğu yerde serbest piyasa ekonomisinin olacağını ve birbirlerini tamamladıklarını düşünmüştür. Özal,

138

iktidarının ilk döneminde iç neo-liberal politikalar ile uğraşmıştır. Buna göre; liberal demokrasinin temeli olan halkın çıkar ve istekleri, onları temsil eden parti ve çıkar grupları tarafından gerçekleştirilmelidir (Çınar, 2011: 7).

Özal’a göre, ekonomik işbirlikleri ve kişisel dostluklar, siyasi ilişkilerin geliştirilmesinde önemli rol oynamaktadır. Dış politikada faal olma, fırsatları değerlendirme anlayışı da önem arz etmektedir. Özal’ın dış politikası vizyon sahibidir. Zira ABD, Avrupa, Kafkasya-Orta Asya, Karadeniz, Ortadoğu vb. birçok alan içinde, gelecek için rehber oluşturacak proje ve işbirlikleri kurmayı hedeflemiştir. Barış Suyu Projesi, KEİB, Ekonomik İşbirliği Örgütü (Economic Cooperation Organization, ECO) bunun örneklerdendir (Gürbey, 2001: 295-297). Özal’a göre eğer ekonomik işbirliği sağlanırsa, bu durum zamanla siyasi işbirliğine evirilecektir.

Özal liberalizm üç ilke eklemlemiştir bunlar; düşünce ve ifade özgürlüğü, dini inanç özgürlüğü, ekonomik girişim özgürlüğüdür. Özal’a göre yeniden büyük ve medeni bir güç olabilmenin olmazsa olmazı bu üç özgürlüktür (Özal, 2010: 344). Turgut Özal, bu bağlamda neo-popülist reformcudur. Özal neo-popülist reformcu adını, kurumlardan daha çok baskı grupları ve çıkar grupları ile görüşüp reformu bu şekilde hayata geçirmesinden almaktadır. Neo-liberal reform yapılırken lider çok önemli bir rol oynar, neo-liberal reform bir bakıma ekonomi ve politik konuların işbirliğine dayanmaktadır (Çınar, 2011: 7).

Özal, ekonomi ağırlıklı dış politikası sonucunda Türkiye’yi uluslararası sermayeye katmayı amaçlamış ve siyasal sorunları da bu yolla halletmeyi hedeflemiştir.

İlk yıllarda, ihracatı artırmak maksadıyla ihracat sübvansiyonu; fiyat istikrar fonu; vergi iadesi; belli vergi, fon ve ödemelerden muafiyet; KDV ve gelir vergilerinden muafiyet; gümrük vergisinden muafiyet; ihracattan elde edilen dövizin serbest kullanımı ve Eximbank kredilerinden yararlandırılma gibi teşvikler sağlanmıştır. İthalat serbestleştirilmiştir (Ataman 2003: 51-52). Özal, Türk dış

139

politikasını bağımlılıktan çok yönlülüğe doğru yeniden yapılandırma yoluna gitmiştir.

Turgut Özal, liberalizm ile hedeflerini gerçekleştirmek istemiştir. Burada önem arz eden diğer bir husus ise uluslararası konjonktürün de buna izin verecek bir zeminde olmasıdır. Zira Soğuk Savaş’ın önemli ve gerilimli bir dönemi yaşanmaktadır ve SSCB’nin Afganistan’ı işgali ile komünizmi yayma tehlikesi tam olarak ortaya çıkmış, İran’da İslam Devrim’i yaşanmıştır. Bu dönemde, en önemli ABD dış politikası dayanağı, ülkeleri komünizmden korumak, çevrelemek ve engel olmaktır. Bu politikanın işaret ettiği anlayış ise, ülkeden ülkeye özümseme farklılıklarıyla birlikte liberalizmdir. Türkiye ayağında liberalizmin uygulayıcısı Turgut Özal olmuştur. Bu dönemde Amerika Sovyet tehdidine karşı insan hakları kalkanını ve İslam devrimi ve radikal hareketlere karşı da Ilımlı İslam kalkanını kullanmıştır (Cankara, Aysel, 2015: 528). Türkiye bu kalkanların önemli bir aktörü olmuştur.

Özal, ekonomik liberalizm ile beraber 24 Ocak Kararları’nın alınmasında büyük rol oynamıştır. Bununla birlikte özelleştirme, girişimcilik, devletin üstünlüğünün gevşetilmesi, değişimlere ayak uydurabilme gibi konulara da önem vermiştir. Zira ona göre seksenli yıllar daha çok bireyin ön plana çıktığı yıllardır.

24 Ocak Kararları ile küreselleşmeye uyum sağlamak için ilk adımlar atılmış, özelleştirme, serbest ticaret, tüketim ekonomisine geçiş için ilerlemeler kaydedilmiştir (Sezgül, 2009: 506). 24 Ocak kararları, Batı dünyası tarafından da desteklenmiştir. Zira o dönem Doğu- Batı ilişkisi en gergin dönemini yaşamaktadır. Sovyetler 1970’li yıllarda yükselirken, ABD düşüş yaşamaktadır. Moskova Afrika’da nüfuzunu genişletmiş, 1979’da ise Afganistan işgali yaşanmıştır. İran Devrimi de Batı ve ABD için fiyasko olmuştur. Tüm bu yaşananlar Türkiye’nin önemini Batı önünde bir kez daha hatırlatmış ve kendini toparlaması desteklenmiştir. Türkiye, yapısal uyum reçetelerinden 24 Ocak Programı ile eksik de olsa yararlanmaya hak kazanmıştır (Cemal, 2013: 250-252). Emin Çölaşan’a göre ise, 24 Ocak Kararları doğrudan doğruya Turgut Özal ve ekibince alınmış kararlar değildir. Zira dış ülkelerin ve dış ekonomik kuruluşların büyük baskısı altında alınmıştır. IMF,

140

Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organisation for Economic Co-operation and Development, OECD) bu manada etkili olanlardandır. Süleyman Demirel Başbakandır ve Turgut Özal’ın insiyatifinde Demirel tarafından onaydan geçmiştir (Birand, Yalçın, 2015: 77).

Turgut Özal iktidarı ile ekonomik liberalizm bağlamında “ihracatı teşvik” politikasına geçilmiştir. Türkiye, ekonomik mantıkla ve pragmatik bir anlayışla yürütülmeye başlanan uygulamalar sonucunda daha önceleri büyük oranda Batılı ülkelere yaptığı ihracatı yeni uygulamalar neticesinde çeşitlendirmiştir. Batı dışında ticaret ortakları keşfedilerek bunlar ile değişik ticaret antlaşmaları yapılmıştır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri başta olmak üzere Türkiye ticaret etkinliğini geniş alanlara taşınmıştır.

Türkiye Ortadoğu’da toplam ihracatının yarısına yakının gerçekleştirmiştir. Örneğin, İran’a yapılan ihracat 1978 yılında sadece 44 milyon Amerikan doları iken bu meblağ 1985 yılında 1.1 milyar dolara çıkmıştır”(Ataman, 2003: 52). Dönemin dışa açık ve ihracata dayalı ekonomik gelişme politikası ile Ortadoğu ve İslam ülkelerine dışsatım, bu ülkelerde müteahhitlik, Türkiye’ye giren Arap İslam sermayesindeki artış yaşanmıştır (Uzgel, 2004: 164).

Uluslararası kapitalizm ve İslam sermayesine açılan Türkiye’de Özal bir sentez oluşturmak istemiştir. Faizsiz bankacılık, İslam Kalkınma Bankası aracılığı ile kurulan finansal ilişkiler, İslamcı kesimlerin ekonomik faaliyetlerinin desteklenmesi, Müstakil İş Adamları Derneği’nin kurulması ve İslam Ortak Pazarı amacının savunulması, İslamcı özel girişimcilerin desteklenmesi, İKÖ, Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi'nin İstanbul’da toplanarak Türkiye’nin ilişkisel manada daha üst seviyeye çıkması da bu bağlamda önemli gelişmelerdir (Uzgel, 2004: 174- 181). 1986 yılında petrol fiyatlarındaki düşüş ile Türkiye yönünü pragmatik politikası ile Batı’ya dönmüştür ve ağırlık Avrupa Topluluğu’na kaymıştır.

Özal, 1985’te ABD’ye yapmış olduğu ilk resmi ziyarette, Başkan Reagan’a “We don’t want more aid, we want more trade, Biz daha fazla yardım değil, daha fazla ticaret istiyoruz” diyerek uluslararası politika ile ekonomi arasında kurduğu

141

bağın önemini vurgulamıştır (Güzel, 2010: 201). Özal’ın 27 Mart 1991’de yapmış olduğu şu açıklama ise onun liberal devlet anlayışına olan inancını gözler önüne sermektedir; “Devlet baba değildir. İnsanların hizmetindedir. Devlet, baba olursa bir

gün bizi döver” (Milliyet, 1991: 18).

1980’li yıllarda Özal’ın ortaya koyduğu ekonomi politikaları, Reagan ve Thatcher hükümetlerinin uyguladığı politikalara benzemektedir ve böylece Reaganomics ve Thatcherizm’in ardından Türkiye’de Özalizm gelişirken 1980-1990 yılları arasında Türkiye’de uygulanan liberalizm anlayışı Özalizm ya da Özal Liberalizmi şeklinde de ifade edilmektedir (Aktan, 1988: 22-23).

Bu dönemde ekonomik liberalizm hızla yol kat ederken siyasal liberalizmin uygulanması konusunda aksaklıklar yaşanmıştır. Bu durumun oluşmasında, Özal’ın önce iktisadi liberalizmin uygulanması gerektiği düşüncesi ve bunun zamanla siyasi liberalizmin uygulanmasına yol açacağı görüşü ve bu dönemde yaşanan insan hakları ihlalleri etkili olmuştur. Ayrıca siyasal liberalizmde, devlet anayasal bir devlet, hukuk ile sınırlandırılmış minimal bir devlet konumundadır. İnsan hakları, bireyin devlet karşısında önceliği, sivil yönetim vb. konular siyasi liberalizm açısından önem arz etmektedir. Bu dönemde dünyada ve Türkiye’de yaşanan mali ve ekonomik sıkıntıların çözüm yolu olarak liberalizm ön plana çıkmış ve uygulamaya alınmıştır. Dönemin yükselen değeri, devleti sınırlayan, özelleştirmeyi ön plan çıkaran, serbest piyasa ekonomisini savunan, bireyi önemli ve başat kılan Amerika’da Reagan, İngiltere’de Thatcher ile özdeşleşmiş Yeni Sağ anlayışıdır.

Yeni Sağ’ın Türkiye’deki temsilcisi Turgut Özal olmuştur. Özal ve partisi farklı görüşleri bir potada eritmeye çalıştıkları dört eğilimli “muhafazakârlık, milliyetçilik, liberallik, sosyal adaletçilik” anlayışı ve üç özgürlük düşünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs özgürlüğü üzerinde durmuşlardır. Ekonomiden başlayarak her alanda serbestleşmeyi, devletin mümkün olduğunca küçültülmesi gerektiğini savunan Özal, iktidarda olduğu yıllarda bu söylemlerini uygulamaya geçirebilme fırsatını bulmuştur (Oral, Erdoğan, 2014: 38) Özal ithal ikameci sanayileşme yerine, ihracata dayalı sanayileşmeye, devletin işletmecilik ve devletçilik politikasından vazgeçmesini, ekonomik faaliyetleri özel sektöre/

142

sermayeye bırakmasını, ekonominin kendi kurallarıyla -fiyat, döviz, faiz, kur vb. serbest bırakılmasını savunmuştur. Liberal muhafazakar bir lider olan Özal, birey odaklı bir siyaset anlayışı gütmek istemiştir. Özal devleti küçültüp bireyi öncelleyen, özel sektör odaklı, sivil toplumun kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini savunan, bürokrasinin hantallığından yakınan bir anlayış benimsemiştir. Ayrıca, düşünce özgürlüğü, din-vidan özgürlüğü ve girişim özgürlüğü üç temel alan olarak kabul edilmiştir.

Özal hükümeti, uluslararası kapitalizmle bütünleşme, ekonomide liberal, dış politikada aktif bir politika izlemeyi hedeflemiştir. Özal’ın pragmatist tarafına en güzel örnek, fon sistemi uygulamasıdır. Konu ile ilgileri diğer detaylar Özal liberalizmi başlığı altında ayrıca aktarılmıştır.

Özal, ekonomi ve politika ilişkisini 1986 Ekim ayında Harbiye Orduevi’nde öncelikle ekonominin serbestleşmesi gerektiği, ardından demokrasinin gelişeceği, Batı’da demokrasinin temelinde liberal ekonominin yattığını vurgulayarak dile getirmiştir. Ayrıca dış siyasette ekonominin ağırlığını yüzde seksen olarak ön görmüştür. Fakat bunun yanı sıra ekonomik işbirliği ve liderler arası dostluğun da siyasal ilişkilerin düzenlenmesinde büyük rol oynayacağını ele almıştır (Tuncer, 2015: 32-34).

Nisan 1979 yılında Özal’ın kaleme aldığı “Kalkınmada Yeni Görüş’ün Esasları Raporu” adlı belgede kalkınmanın ne olduğu, devletin kalkınma için nerede yer alması gerektiği, eğitim ve fertlerin rolü, tarihi tecrübeler, İslam düşüncesinin konu ile ilgili esasları, gelişmiş ülkelerin deneyimleri ele alınarak oluşturulmuştur. Raporda, eğitim bağlamında ekonomik kalkınmanın manevi kalkınma yolu ile gerçekleşeceği, inançlı, gıybet etmeyen, İslam ahlakını düstur edinen milletlerin hedeflerine ulaşabileceği Özal tarafından muhafazakâr kimliğinin etkisi ile vurgulanmıştır (Barlas, 2001: 212).

Özal’ın demokrasi anlayışı sınırlı, çoğunlukçu ve dar kapsamlı olarak değerlendirilebilir. Zira Özal’a göre öncelikli olan ekonomik serbestliktir. Bu bağlamda pratik ve işlevsel bir anlayıştan yola çıkmaktadır. Parlamentoyu devre dışı

143

bırakmasında da bu durum görülmektedir. Siyasi yasakların kalkması konusundaki olumsuz tavrı da buna örnektir. Ayrıca AET’ye üye olmak için atılan adımlar da ekonomik amaca giden araç olarak demokrasinin görülmesinin kanıtı niteliğindedir (Özen, 2011: 161).

Tüm bu ekonomik bakış açısının yanı sıra Özal, tek amaçlarının iktisadi meseleler olmadığını, iktisadi boyutun sorunların çözümüne zemin hazırlayacağını daha sonra güvenlik, eğitim meseleleri ile özdeşleştirilmesinin önem arz ettiğini 22 Aralık 1983 yılında 45. Cumhuriyet Hükümetinin programının görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada dile getirmiştir (Neziroğlu, Yılmaz, 2014: 139).

Özal iktidarının ilk dönemindeki yüksek enflasyonun nedenini, transformasyonun sağlanması ve ihracat ve alt yapının geliştirilmesi için zaruri son olarak görmüştür. 90’ların enflasyonunu ise kamu açıkları, sosyal güvenlik sistemi iflası nedenleriyle eleştirmiştir.

Özal, 2-7 Kasım 1981 yılında İkinci İzmir İktisat Kongresinde devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak yaptığı konuşmada Türkiye’nin nereden nereye geldiğini cevaplandırmak istemiş ve yine insana ve ekonomiye verdiği değeri bu tarihten itibaren vurgulamıştır. Özal’ın ekonomiye verdiği önem bu kongrede de ortaya çıkmaktadır. Zira I. İzmir İktisat Kongresi’nin Lozan Anlaşması kesinleşmeden önce yapılmasını, yöneticilerin iktisadi olarak zafer almadan gelen siyasi ve askeri zaferlerin anlamsız olacağını düşündüklerine bağlamıştır. İnsan ve iktisadi yapıyı birlikte ele alan ve insana büyük önem veren Özal, burada da bu fikrini savunmuştur. Zira ülkenin en önemli birikiminin kaliteli nüfus olduğunu ve bütün beşeri durumların odak noktasında insanın olduğunu, insanın davranışlarının iktisadi davranışları da etkileyeceğini ele almıştır (Barlas, 2001: 240-241). Kongrenin ana hedefi; muasır medeniyet seviyesi ile olan farkı kapatmak ve gelişmiş devletlerin seviyesine yaklaşmak olmuştur (Barlas, 2001: 264). Kongrede, ekonominin doğal kanunlarının dışına çıkmamak, devlet ve milleti birleştirmek, merkeziyetçi idarenin bürokratik yanını hafifletmek, iktisadi planlama yapmak, alt yapı ve enerji imkânlarını geliştirmek ve dış yardımlardan yararlanmak, ihracatı artırırken ekonomiyi serbestleştirmek, belediyelerin güçlendirilmesi, kararsızlığın engellenmesi

144

ana başlıklar olarak işlenmiştir (Barlas, 2001: 264-266). Ayrıca belgede son on yılda yapılanlara maddeler halinde yer verilmiştir.2

4-7 Haziran 1992 yılında, III. İzmir İktisat Kongresinde ise Cumhurbaşkanı Özal, Türkiye’nin dünyanın ileri ülkelerden birisi olmasını hedeflediğini belirtmiştir. Zira Özal birinci sınıf olabilmenin şartlarını şöyle sıralamıştır; öncelikle; iyi bir coğrafyaya sahip olmak ki Türkiye bu imkâna sahiptir, ikincisi; nitelik nüfus barındırmak ki bunun gerçekleşeceğine inanılmaktadır, üçüncüsü; içinde bulunulan dönem Türkiye’nin önünün açık olduğu, Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar Müslüman ve büyük bir kısmı Türk olan bölgeye uzanabileceği bir dönemdir. Bu ülkelerle işbirliği yapılmalı ve fırsat değerlendirilmelidir (Barlas, 2001: 269). Ayrıca demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, devletin topladığı ve kullandığı kaynakların milli gelirin %30’nu geçmemesi, KİT’lerin tasfiye edilmesi, devletin ticari ve sınai faaliyetlere girmemesi, yatırımlarını geri ödeyebilen alt yapının ve Sosyal Güvenlik sisteminin özelleştirilmesi, hukuk reformunun yapılması zira Müslüman toplumlar huzur ve mutluluğu adalette bulmaktadır, bilgi çağını yakalamak, eğitime önem vererek okulları bürokratik tahakkümden kurtarmak, sağlık hizmetlerinin geliştirilip rekabete açılması konularını kongrenin ana hedefleri olarak ele almıştır (Barlas, 2001: 269-273).

Turgut Özal, III. İzmir İktisat Kongre’sindeki konuşmasında, Türkiye’yi 21. yüzyılda lider ülkeler arasına sokabilmenin şartları ile ana hedef ve yöntemlerini serbest pazar ekonomi sistemi temelinde devletin ekonomiye müdahalesi azaltılması, dışa açılma politikası desteklenmesi, devletin kullandığı kaynakların milli gelirin yüzde otuzu ile sınırlandırılması, KİT’ler tasfiye edilmesi ve özelleştirilmesi ile sağlanacağını ortaya koymuştur. Devletin ticari ve endüstriyel faaliyetlere karışmaması gerektiğini, hukuk alanında reformlar yapılmasını, teknoloji çağının mutlaka yakalanmasını, 21. yüzyılda bireyin kendisini geliştirmesi gerektiğini, hizmet sektörünün yetenekli ve çağı yakalamış kişiler tarafından yürütülmesinin şart olduğunu vurgulamıştır. Bireyden başlayarak yaşanan değişimin 21. yüzyıla yakışır bir Türkiye oluşturulmasında şart olduğunu ileri sürmüştür. Ciddi hatalar yapılmaz

2 Ayrıntılı bilgi için bkz: Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, Birey Yayıncılık, 2001, EK 4, s.267-

145

ise, 21. yüzyıl Türklerin ve Türkiye’nin yüzyılı olacağı Özal tarafından dile getirilmiştir.3

Özal dış politikayı, ekonomi öncelikli olarak değerlendirmiş, dış siyasette dış dünya ile ilgili hem Batı hem eski Doğu bloğu ülkeleri hem SSCB hem Araplarla hem Japonlarla münasebetinin olduğunu, bu yüzden de dış siyaset ile temaslarının yoğun olduğunu belirtmiştir. Ayrıca dış politika konusunda da prensler oluşturmuş ilk zamanlar çok karışmasa da zamanla bu çevresi ile etkili olmaya başlamıştır. Hiyerarşik yapıya önem vermemiş, dış politikada iş çevrelerinin etkisi artmış ve dışişleri bürokrasisi değil, özel kişiler bazı düzenlemeleri yapmıştır. Örneğin 1985 Davos Papandreu-Özal görüşmesi, Şarık Tara aracılığı ile sağlanmış, Suudilerle ilgili meselelerde de Korkut Özal ve Nevzat Yalçıntaş etkili olmuştur (Laçinok, 2007: 558).

22 Aralık 1983 yılında 45. Cumhuriyet Hükümeti’nin programının görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada Özal işçi, memur, çiftçi, esnaf ve emekliyi orta direğe benzetmiştir. Zira Türkiye’yi Türk milletini büyük bir çadıra benzetmiş ve bu çadırı ayakta tutan şeyi ise orta direk olarak ele almıştır. Orta direk güçlü ise, çadır da güçlü olacaktır diyerek devam eden Özal, onları güçlendirmek istediğini vurgulamıştır (Neziroğlu, Yılmaz, 2014: 145).

Atilla Yayla’ya göre Özal, salt ekonomik reform getirmemiştir. Hatta ekonomiden çok siyasi reformlar yapmıştır. Zira sıkı yönetimli bir ülke devralıp sıkıyönetimsiz hale getirmiş, Kürtçe konuşma yasağını kaldırmış, TCK’nın ifade özgürlüğünü sınırlayan 141., 142., ve 163. Maddelerini kaldırtmış, üniversitelerde kılık kıyafet yasaklarını aşmaya çalışmış, devlet anlayışını değiştirip devleti araçsallaştırmıştır (Yayla, 2005: 584-585). Özal’ın Öztorun yerine Torumtay’ı ataması sivilleşme-demokratikleşme yolunda attığı bir adım olarak değerlendirilebilir. Özal, sivilleşmeye büyük önem vermiş, ordunun, devletin kurucusu olduğunu, ancak kendisinin siyasi otorite olduğunu ve ordunun görevinin siyasi otoritenin çizdiği hedefleri gerçekleştirmek olduğunu vurgulamıştır.

3 T. Özal, III. İktisat Kongresi Konuşması, 4-7 Haziran, 1992,

https://halilturgutozal.wordpress.com/2008/07/26/izmir-iktisat-kongresi-konusmasi-4-haziran-1992/ (17.11.2017).

146

Özal, sivillerin askerlere, seçilmişlerin atanmışlara göre öncelikli olmasını ve baskının son bulmasını istemiştir. Askeriye bağlamında askerlerin değil kendi istediği Torumtay’ı genelkurmay başkanı olarak atamasının yanı sıra genelkurmay bütçesini tartışmaya açması da buna bir örnektir (Ataman, 2000: 58-59). Özal’a göre 12 Eylül’ü bitiren olay Necip Torumtay’ı genel kurmay başkanı yapmalardır.

Özal’ın tek başına hareket ettiğine dair bir örnek ise Emin Çölaşan tarafından şöyle iddia edilmiştir: Çölaşan, Özal’ın planlama müsteşarlığı döneminde İran ve Pakistan ile Kalkınma için Bölgesel İşbirliği Örgütü içinde önemli kararlar içeren anlaşmanın, hükümet ve dışişlerinden habersiz imzalandığını belirtmiştir. Anlaşma üç İslam ülkesi ile tercihli ticaret yapmalarını, İslam ortak pazarını kurup sonradan diğer Müslüman ülkelerinin de eklemlenmesini, sistemin İslamcı esaslara göre yürütülmesini ve bir İslam bankası kurulmasını ele almaktaydı. Demirel bu anlaşmanın iptalini sağlamıştır (Çölaşan, 2008: 63-64).

Özal, ANAP’a atfedilen yolsuzluk iddialarını çamur at izi kalsın mantığı olarak dile getirmiş ve ispatın olmadığını vurgulamıştır.

Özal siyasete girmeden önce ticaret ile de uğraşmış şirketler kurmuştur. Ekonomiye verdiği önem buradan da gelmektedir. Özal’ın ilk şirketi, SİLM’dir. 24 Şubat 1975 tarihli Ticaret Sicili gazetesinde şirketin kuruluşu yayımlanmıştır. İthalat, ihracat, yatırımcı ve sanayicilere danışmanlık gibi işler amaçlanmıştır. İkinci şirket olan Ege Metal Sanayii A.Ş. ise, 30 Kasım 1976 tarihli Ticaret Sicili gazetesinde yayımlanıp kurulmuştur. Amaç; imalat, montaj, tesisat işlerinde kullanılan makinalar yapmak ve bu amaçla ihracat yapmak ve bayilik açmaktır. Üçüncü şirket olan Özban Otomotiv ve Metal Ticaret A.Ş. de, 16 Ekim 1979 yılında Ticaret Sicili gazetesinde yayımlanarak kurulmuştur. Amacı; çeşitli alanlarda toptan ve perakende alım satım, ihracat, ithalat ve imalat olmuştur. Çölaşan için bu üç şirket ve devlet yönetiminde dikkatini çeken nokta Özal’ın şeriatçı ve Nakşibendiler, aile bireyleri ve kendine yakın gördüğü üç kesim ile birlikte her zaman iş yapmasıdır (Çölaşan, 2008: 110- 117).

147