• Sonuç bulunamadı

2.2. Kamu Yönetiminde Paradigma Arayışları ve Yeni Kamu Yönetimi Yaklaşımları

2.2.4. Yeni Kamu Yönetişimi Yaklaşımı

1998 yılından sonra YKİ doğrultusunda yapılan reformların bir takım eksikliklere sahip olduğuna yönelik algı, kamu yönetiminde teorik ve pratik düzeyde farklı bir yaklaşımın yani ‘Yeni Kamu Yönetişimi’ yaklaşımının gündeme gelmesine neden olmuştur. Söz konusu yaklaşım esasen özel sektörde kullanılan araç ve tekniklerin kamu yönetiminde de uygulanması aşamasında yol açtığı olumsuz etkilere yönelik bir yeniden yapılanmayı içermektedir. Bu yeniden yapılanma sürecinde, öncelikle YKİ’nin kamu yönetimine ilişkin gözden kaçırdığı ilke ve değerler ön plana çıkarılmıştır. Bu bağlamda ilk altı çizilen nokta ise, politik olan

problemleri çözmek için idari yaklaşımların kullanılması gerekliliği olmuştur. Zaten

yeni kamu yönetişimi yaklaşımını da diğer yaklaşımlardan ayıran en önemli özellik, onun bu politik değerleri yönetişim tartışmalarının tam merkezine yerleştirmiş olmasından kaynaklanmaktadır (Köseoğlu ve Sobacı, 2015: 235).

Öncelikle yönetişimi kavramsal boyutlarıyla ele alacak olursak; bir dizi kavramın bu kapsam çerçevesinde değerlendirildiği görülebilir. Bunlardan biri de son yıllarda öne çıkan ‘karşılıklı bağımlılık’ kavramıdır. Bu kavram örgütlerin, kurumların ve aktörlerin bir ilişki ağı içinde bulunduğu yönetişim anlayışının tanımlanmasında kullanılan en önemli argümandır. Karşılıklı bağımlılık anlayışının bu çerçevede devlet ve toplum arasındaki ilişkinin eşitlerarasılık ile geliştiği düşüncesini ifade ettiği söylenebilir. Çünkü yönetişim, yöneten ve yönetilen karşıtlığı biçimindeki bir devlet anlayışını reddeder. Bunun yerine eşit statüde olan ve karşılıklı bağımlılık içeren ‘birlikte yönetimden’ söz eder. Devletin yönetilmesi sadece hükümetle sınırlı bir konu değildir. Bu bağlamda toplumunda kendi kendine

bir örgütlenme anlayışı hâkim olup, ‘merkezsiz toplum anlayışı’na gönderme yapılmaktadır (Bayramoğlu, 2005: 31).

Yönetişimi, öne çıkan bu alt anlamlar ışığında karşılıklı bağımlı faaliyetlerin

ve bu faaliyetleri yerine getiren yapıların kendilerine has ekonomik, siyasi ve

toplumsal amaçları gerçekleştirmeye yönelik oluşturdukları her türlü koordinasyon

biçimi olarak ele almak mümkün olacaktır (Güzelsarı, 2003: 19). Dolayısıyla

yönetme eyleminin, yerelden ulusa ve ulustan da uluslararası düzleme kadar

karşılıklı bir etkileşim alanının konusu olduğu belirtilmek istenmektedir. Dolayısıyla yaklaşım, bir çoğulcu devlet anlayışına gönderme yapmaktadır.

Bu kavramla bir yandan devletin değişen rolü ve biçimi anlatılırken, diğer yandan bu değişimi içeren yeni kurallar bütünü ifade edilmektedir. Klasik kamu yönetimi anlayışında olduğu gibi siyaset ve yönetim çok kesin biçimde birbirinden ayrılarak, yönetim bir tür uzmanlık gerektiren mühendislik işi olarak görülmüştür (Bayramoğlu, 2005: 33). Dolayısıyla kamu yönetimi işletimci anlayışın hâkimiyeti altında kalmaya devam etmektedir.

Bu yönüyle yeni kamu yönetişiminin temel özelliklerini ise şu unsurlar oluşturmaktadır (Köseoğlu ve Sobacı, 2015: 235-236):

1) Yaklaşım öncelikle değer merkezlidir. Yani yönetimin yegâne amacının

etkinlik ve verimliliği sağlamak adına bir program dâhilinde hareket edilmesi değil, aynı zamanda daha fazla kamu yararının sağlanması olduğu öne sürülmektedir.

2) Siyaset, bireysel tercihlerin bir toplamında ziyade, kolektif olarak

belirlenmiş tercihlerin bir ifadesi olarak görülmektedir. Bu bağlamda yaklaşım, hangi eylem tarzının daha fazla kamu değeri üreteceği hususunda varılacak mutabakatın, paydaşlarla gerçekleştirilecek yönetişim süreçleriyle varılması gerekliliğinin altını çizmektedir.

3) Son olarak yine kamu yararının oluşturulma sürecinin kamu ve özel sektör

ile sivil toplum örgütlerinin dâhil olduğu birliktelik sürecinden oluşması gerektiği ifade edilmiş olup; bu bağlamda devlet rolünün ise sadece düzenlemek, dağıtmak ve yeniden dağıtmaktan ibaret olmadığı belirtilmekte ve ortak bir kamu yararı adına

yatırım yapılmasını sağlamak üzere taraflar arasında katalizör rolü üstlenmesi gerektiği ifade edilmektedir.

Bu aşamada yönetişim, altı boşalan devletin yeniden tanımlanması ve eline bir varlık nedeni verilmesi düşüncesiyle geliştirilmiş bir modeldir. Yükselen değişim trendi ile ulus devletlerin uluslararası düzeyde alınan kararları uygulamaktaki stratejik önemi ise, bu hususta dayanılan en önemli kaynak olmuştur. Paul Hirst ve

Graham Thompson (1998: 204) bu konuya ilişkin olarak devlet işlevlerinin artık

ulus-üstü ve ulus-altı yönetişim mekanizmalarının sorumluluklarını tanımlamak ve

meşrulaştırmak olacağını ileri sürmüşlerdir. Bu yönüyle yönetişim yaklaşımı, YKİ yaklaşımı ile de kesişen birçok ortak özellik taşımaktadır. Söz konusu yaklaşım YKİ’ne “...karşıt olmaktan çok, kavramın kapsamını genişleten alternatif bir öneri olarak ortaya çıkmış, ‘işletmecilik’ kavramını işletme-benzeri, piyasa yönelimli yorumlanışını genişletme çabasına verilen bir yanıt olmuştur.” (Güzelsarı, 2004: 15).

Bu çabaya yanıt en iyi şekilde, yeni kamu yönetişiminin öngördüğü devlet- özel sektör-sivil toplum arasındaki işbirliği ve etkileşim ile verilmiştir. YKİ’nin öngördüğü şirketleşmiş yönetim yapısı ile geri planda kalan siyasal, toplumsal ve ekonomik kurumlar arasındaki ilişki bütünü bu perspektifte yeniden gündeme gelmiştir. Bu sefer söz konusu bütünlüğe sivil toplum da dâhil edilmiştir. Sivil toplum, vatandaşların da politika yapım sürecinde etkinliğini sağlayan bir kavram olarak kullanılmıştır. Bu şekilde vatandaşların kendi problemleri ile ihtiyaçlarını belirleme, birbirleriyle ve yöneticilerle müzakere etme ve bu problemler ile ihtiyaçlara çözümler sunabilme imkânına sahip olunmaktadır. Sorumluluk ise devlet, özel sektör ve vatandaş yani sivil toplum arasında paylaşılacağından uygulanan kamu politikaları daha meşru bir zemine oturmaktadır (Ayhan ve Önder, 2017: 42).

Bu şekilde artık hiyerarşik bir örgütlenme tipinden, kurumlar arası ağlar oluşturan ve eşgüdüm sağlayan örgütlenme modeline geçilmesi öngörülmektedir. Böylece tek merkezlilik değil, çok merkezlilik ön plana çıkarılmaktadır. Postmodern anlayışa bu özelliği ile yakınlaşan yeni kamu yönetişimi yaklaşımı, yönetimde heterarşik bir iletişim yapısı öngörmektedir. Söz konusu yapı, karşılık ilişki ve bağımlılık halindeki faaliyetlerin ve örgütlerin eşgüdümü ile sistemler arası döngüyü kapsamaktadır (Özer, 2012: 363). Dolayısıyla yaklaşım ‘koordinasyon, katılım ve

birlikte üretim’ değerleri üzerinden yükselmektedir. Böylece katılımcılığın demokratikleşmeyi de beraberinde getireceği varsayılmaktadır.

Tablo 2.6. Karşılaştırmalı Olarak Klasik Kamu Yönetimi, YKİ ve Yeni Kamu Yönetişimi

Paradigma Kilit Unsurlar

Teorik

Kökenler Devlet Odak Vurgu

Dışsal Partnerlerle

İlişki

Yönetişim

Mekanizması Temeli Değer

Klasik Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi ve Kamu Politikası Üniter Devlet Politika Sistemi Politika Uygulama Politika Sisteminin Potansiyel Öğeleri

Hiyerarşi Kamu Sektörü Değerleri YKİ Rasyonel Kamu Tercihi Teorisi ve İşletme Parçalı Devlet Örgüt İçi Yönetim Hizmet Girdi ve Çıktıları Rekabetçi Bir Pazardaki Bağımsız Yükleniciler Piyasa ve Klasik veya Neo-Klasik Sözleşmeler Rekabetin ve Piyasanın Etkinliği Yeni Kamu Yönetişim Örgütsel Teori ve Ağ Teorisi Çoğulcu Devlet Örgütler Arası Yönetişim Hizmet Süreçleri ve Sonuçları Karşılıklı Bağımlı Aktörler Güven veya İlişkisel Sözleşmeler Neo- Korporatist Kaynak: Osborne, 2010: 383.

Yukarıda nitelikleri verilen yönetim yaklaşımları değerlendirildiğinde yeni kamu yönetişimi yaklaşımının YKİ’ne alternatif olmaktan çok onun ihmal ettiği eksiklikleri tamamlayan, siyasal ve yönetsel değerleri ön plana çıkaran bir yaklaşım olarak değerlendirilmesi mümkündür (Güzelsarı, 2003: 26). Yani aslında YKİ’ni hem destekleyen hem de onun boşluklarını tamamlayan bir düşünceyi yansıttığı söylenebilir. Yönetişimin, devletin etkinlik ve etkililik ölçülerinin işletilmesinden çok daha fazlasını gerektirdiği vurgulanmaktadır. Kısacası amaç, YKİ ile devlette başlatılan piyasalaştırma girişimlerini rekabet, etkinlik ve etkililik gibi ekonomik ölçütlere göre tanımlanan toplumsal ilişkiler alanına doğru genişletmektir (Güzelsarı, 2004: 11-12).

Yeni kamu yönetişimi ile revize edilen reform sürecinin ise bu bağlamda YKİ’nin ardından ikinci kuşak reform süreci olarak değerlendirilmesi mümkündür. Birinci kuşak reform dönemindeki minimal devlet modeli yerini ikinci kuşak reform döneminde düzenleyici devlet modeline bırakmıştır. Ayrıca ikinci kuşak reform

döneminde piyasa mekanizmasının aksayan yönlerini düzeltmeye yönelik olarak

rekabetçi bir piyasa anlayışının geliştirilmesi, tekelleşmenin önlenmesi ve tüketicinin korunması için devletin bir takım rolleri tekrar üstlenmesi hedeflenmiştir. Bu

kapsamda piyasa için kurumlar inşa etmeye yönelik reformlar hayata geçirilmiştir (Ercan, 2005: 22).

Görüldüğü üzere, bu yeni reform dönemiyle birlikte serbest piyasaya dayalı ekonomik gelişme modelinde çok büyük bir değişim öngörülmemiş, rekabetin arttırılması için devlete etkin önlemler alma görevi yüklenmiştir. Bunun için ise özellikle bağımsız düzenleyici kurum gibi alternatif örgütlenme modelleri geliştirilmiştir (Atalay ve Kalfa, 2008: 232). Dolayısıyla yeni kamu yönetişimi yaklaşımında örgüt sosyolojisi ve ağ teorilerinden etkilenilerek birçok aktörün kamu hizmeti sunumuna katkı sağlayabileceği öngörüsünden yararlanılmıştır. Bu bağlamda yeni kamu hizmeti yaklaşımının da söz konusu teori ile bağlantılı olduğu söylenebilir (Köseoğlu ve Sobacı, 2015: 237).