• Sonuç bulunamadı

4- Belirtili Nesne [derûnu]+Yüklem [mahşerdir]

1.4. ŞİİR DİLİNİN YARATICI SİLAHI: SAPMALAR

1.4.1. Yazımsal Sapmalar

Yazımsal sapmalar, temel olarak yazı formunda kelimelerin farklı yazılması olarak tanımlanabilir. Bir sayfa üzerinde yer alan şiirin düzenlenmesi onun karakteristiğini oluşturur. Bu durum beraberinde bilindik bir çizgiselliği getirir. Ancak şiirdeki çizgisellik düzyazıda karşılaşılan çizgisellikle koşut değildir. Bu da şiirin kendine özgü bir iletişim ortamı olmasıyla yakından ilgilidir. Bu kaynak aracılığıyla kimi zaman büyük harflerin ve noktaların atılması kimi zaman da kelimelerin karışık kullanılması söz konusu olabilir (Leech, 1969, s. 47). Bununla beraber dizeler içindeki sözcüklerin arasında olağandışı boşluklarla karşılaşılabilir, dizeler arasında olağan olmayan sıralamalar kullanılarak bilinen çizgisellik saptırılabilir (Özünlü, 1997, s. 132). Çalışmanın nesnesi olan Abdülhak Hâmid şiirlerinde yazımsal sapmalar, en sık karşılaşılan sapmalar arasındadır. Bu tespite de dayanarak yazımsal sapma bağlamında ilk olarak birleşik fiillerin karışık kullanımlarını şu şekilde göstermek yerinde olur:

“Bunu av etleri eder telziz” (2013, s. 21).

“Şem’a-i ma’bede olur kâim.” (2013, s. 22).

Hazret-i fıtrate eder secde. (2013, s. 22).

Eder eşcâra sırmalar ilbâs (2013, s. 23).

Etti ol kafir şu yolda i’tizâr; (2013, s. 63).

Berf ile mestûr olunca berg ü ber,

Hem leyâl eyler tagayyür hem seher; (2013, s. 63).

Bir hikmete lâzım etmek isnâd; (2013, s. 117).

Târihini mâtem etti tesvîd,

İnşâsını toprak etti tecdîd, (2013, s. 146).

İfrâtı ağlatır beni bunda meserretin. (2013, s. 204).

Eyler derdim zemîni tehzîz (2013, s. 236).

Sabâ eyler kudûm-i nevbaharı kûhdan tebşir, (2013, s. 603).

Farklı şiirlerden alıntılanan bu dizelerin ortak noktası, tamlamaların ve birleşik fiillerin çizgiselliğinin ortadan kaldırılmasıdır; bu da yazımsal sapmanın bir örneğini oluşturur:

eder telziz, olur kâim, eder secde, eder…ilbâs, etti…i’tizâr, eyler tagayyür.” Bu gibi örneklere, pek çok şiirde rastlamak mümkün olmakla beraber Abdülhak Hâmid şiirinde görülen yazımsal sapmanın en çarpıcı örneği Bâlâdan Bir Ses şiirinde yer alır:

“olmadan hâli değil!.. Biz bu seyyâre-i ulviyâta, ebediyyetin kenâre-i

cihânisi olan makbere-i fenaya ilticâ ile irtikâ ettik. Mesken-i cedîdimizin cesâmet-i bî-nihâye-

sine nisbet, sen bir cüz’-i nâ-muayyen” (2013, s. 302).

Dizeler meydana getirilirken özellikle tamlamaların ve sözcüklerin çizgiselliğinin bozulduğu görülür: Seyyâre-i (ulviyâta), kenâre-i (cihânisi), mesken-i (cedidimizin) ve bî-nihâye(-sine). Bu sıraladığımız dilsel göstergeler, şiir içerisinde yapısal bütünlüklerini kaybederek dizeleri birbirine bağlamış, Abdülhak Hâmid’in mühecca ve mukaffa olarak tanımlamaya çalıştığı şiirsel biçime örnek oluşturmuş ve bütün bunlar bir araya gelerek yazımsal sapmaya neden olmuştur. Buna yakın bir sapma olarak şu okumabirimi de örnek olarak gösterilebilir:

“ebedî gözleriyle mahkeme-i

Kibriyâdan bu arzadır nigerân” (2013, s. 322).

Ek olarak yazımsal sapmaların büyük çoğunluğunu dizelerin farklı şekilde yapılandırılması/bölümlenmesi oluşturur:

“(1) Ömrümü bahşeder idim, tâ ki

Rızkı müzdâd ola bugünkünden.” (2013, s. 41).

“(2) Acaba kim şu sîmîn-ber, Kime aşık kime muğber?

Tavrı pür-mânâ, hey’eti sâde, Ser-âzâde;

Kim şu hasnâ-yı bî-hemtâ:

Acep kimdir?

Âftâb âzim-i mağrîb;

O niçin olmamış gârib?

Sebep kimdir?” (2013, s. 44).

“(3) O mihr-i ümidimle! Vâ hasretâ, Geçip misl-i zıll-ı seri’ü’l-mürûr,

Karîn-i zevâl oldu fasl-ı sürûr!” (2013, s. 50).

“(4) Ben o gül-rûyu tanırdım âh bilsen! Bir zaman Lak’ta Kaskad’da anınla randevular var idi;” (s. 89).

“(5) Leyâl içinde hayâlâta benzesem de, beni İzâle eyleyecek bir sabah-ı sâdıkdır. (2013, s. 185).

“(6) Kendisi etmemiş taâm, ancak at, inek, her ne varsa hayvandan, onu it’âm için gider. Meselâ,

bir inek köyde hâne sahibidir,” (2013, s. 314).

“(7) Duhter-i ihtiyat-perver ise sanki tarz-ı tefekkürüyle buna

derdi: Heyhat! Korkarım ben ki” (2013, s. 322).

“(8) kamerin zîr-i sâyesinde nice

nice eşkâl olan sehâbelerin” (2013, s. 327).

“(9) yoldaki kız eniştemiz Sâhib

Bey’in olmuştu mâder-i pîri!-” (2013, s. 330).

“(10) Pederi görmez olduğuçün san

ki tehâşi ederdi görmekten:” (2013, s. 331).

(11) Terbiyetgâhı bir konak; -Bence

Kendinin kendidir mürebbiyesi.- (2013, s. 334).

(12) Hele,

çok geçmedi lâkin arası:

Âşikâr

oldu hep esrârı, ne lâzım ta’mîk?

arabayla vapura vermek için yok parası! (2013, s. 651).

(13) Perrân ser-i kabrinde meleklerle duâlar, ulviyetine gıbta eder

belki semâlar! (2013, s. 656).

(14) Yıldızları uçmuştu leyâlin.

Bir başka tecelli ile bir başka hayâlin lâzımdı tulûu. (2013, s. 678).

(15) bir zemini-i bî-karara, ve o

müteharrik mezara hayret ile! (2013, s. 754).

(16) Medeniyyetten ibâ, bedebiyetten hayâ,

etmeyen mahkemeler!, denizden, gökten, yerden, tardolunmaya sezâ, dağlardan derelerden

utanmayan hâkimler! (2013, s. 758).

(17) Size de yalvarırım, cellâtlara emredin, dışardaki yıldırım koltuğunu buraya getirsinler! Ey cinler periler, nerdesiniz? Görsünler, işitsinler, beni urun bitirin! (2013, s. 760).

(18) Hayır öldüğüm zaman he ne yerlerse onu yerler. Farz etsinler ki bu cellatlığın sonu benim ölmem olmuştur. Yahut Misis Sınayder ve ma’şûku Gırey’in ki eğer varsa peder, yahut vâlideleri bugün ne yiyecekler ve ne içeceklerse, karım ve o böcekler onu yiyip içerler. Sınayder’in nesi var

bilmem. Dün karısını hükûmet yedi! (2013, s. 762).

(19) Yok! Onu idam eden vicdanen ben değilim.

onu âdil bir hakim, veya müstebit, zâlim bir kanun idam etti! Demirler ve çelikler, yahut daha doğrusu maaşlar, gündelikler

idam etti ki, ben de onlar miyânındayım! (2013, s. 763).

(20) âfâkı, gâibâne uçan kargalar: Onun

hem-renk olan fikirleri etmişti cilvegâh, (2013, s. 766).

(21) Kör, sağır, dilsiz bir sultanın memurlarıyız. Bu şeytanetin rehberlerinin hakaretine, bu nesnâların kahrına tâkat getirmez oldum! Ben gideceğim

Paris’i sana terk edeceğim! (2013, s. 700).

Numaralandırılan bu birimlerden hareketle yazımsal sapmaların nasıl oluşturulduğunu söylemek gerekir. 1, 3, 6, 7, 10 ve 12 numaralı birimlerde bağlaçlardan hareketle yazımsal sapma meydana getirilmiştir. Bağlaçlar dize sonlarına getirilmiş, çizgisellik saptırılmış

ve böylelikle dizeler arasında bir bütünlük oluşturulmaya çalışılmıştır. 2, 4 ve 5 numaralı birimlerde, cümle farklı dizelere bölünmüş ve bu dizeler, kendi içerisinde son derece dağınık bir şekilde dizimlenmiştir. Bu kullanım elbette şiir açısından doğal olarak karşılanabilir. Ancak bu şiirin Tanzimat yıllarında yazıldığı ve yayımlandığı düşünüldüğünde bu kullanımın bir yazımsal sapma olduğunu bilmek gerekir. 8, 9, 11, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20 ve 21 numaralı birimlerde ise doğrudan cümlelerin bir birim içerisinde yarım bırakıldığı ve sonraki dizede tamamlandığı gözlemlenmiştir. Bu birimlerde de cümlenin ögeleri farklı dizelere dağıtılmış olmakla birlikte birtakım dilsel biçimlerin de ayrıklaştırıldığı belirgindir. Örneğin 9 numaralı birimde “Sahib Bey”

sözcük grubu, 14’te “tecelli ve hayalin tulûu”, 15’te “o müteharrik mezar”, 17’de

“yıldırım koltuğu”, 19’da “zalim bir kanun”, 20’de “onun hem-reng olan fikirleri”, 21’de

“kör, sağır, dilsiz bir sultanın memurları” tamlamalarının ve son olarak 16’da “haya etmek” birleşik fiilinin, 8 numaralı birimde ise “nice nice” ikizlemesinin ayrıklaştırıldığı görülmektedir.

Abdülhak Hâmid şiirlerinde görülen bir diğer yazımsal sapma ise noktalama işaretlerinin amacı dışında kullanımıdır. Bu şiirlerde noktalama işaretleri kimi zaman üst üste getirilerek anlamı pekiştirir kimi zaman da yanlış bir noktalama işareti seçilir:

“(1) Bildik seni muktezâ-yı hilkat?.” (2013, s. 118).

“(2) Esbâbım mıdır cihanda yoksa, Îkâ’-ı havâdise hevâcis..” (2013, s. 139).

“(3) Şâyân sana kâinattır bu!...” (2013, s. 140).

“(4) Hasret, o musibeti bilirsin…

Elbette muhabbeti bilirsin…” (2013, s. 145).

“(5) Gerçek mi, o yok da var mıyım ben?..

Gerçek mi bu makber-i keder-nâk?..” (2013, s. 148).

“(6) Ey bâd bu cismi âsiyâb et,

Ey ebr şu kabre incizâb et.” (2013, s. 148).

“(7) Mestim, fakat, âh, neşe bulmam!...

Bilmem içerim niçin şarabı?..” (2013, s. 150).

“(8) Ben mevtimi böyle beklerim, ben!..” (2013, s. 151).

“(9) Rüya mısın ey siyah nokta…

Sevda mısın ey siyah nokta…” (2013, s. 151).

“(10) Yeller esiyor o anda.. yahut,

Taşlar duruyor onun yerinde!...” (2013, s. 152)

“(11) Âlem ki bu akldan da belki,

Bir hizmet umar, demez mi: Cinnet!..” (2013, s. 153).

“(12) Yağsın nesi varsa kâinâtın..

Lâkin bu derin sükût dinsin!..” (2013, s. 161)

“(13) Bilir mi gördüğünü hâb, hâb içinde kişi?..

Uyûn fark edebilsin mi umk-ı zındanı?..” (2013, s. 187).

“(14) Ne oldu, anlamadım zerre ben bu hikmetten!..” (2013, s. 188).

“(15) O bînevaya niçin kıldın ey felek?.. Acaba,

Ne lezzet anladın ey mevt, cism-i zarından?..” (2013, s. 194).

“(16) Bir cefâ eylediğin var elbet;

Hangi bîçareye geldi nevbet?...” (2013, s. 249).

“(17) Âh!... Bilmez misin ettiklerini;

Ne yaman yollara gittiklerini?...” (2013, s. 250).

“(18) Şimdi ben bir çiçek oldum… kokmuş.” (2013, s. 254).

“(19) Çekil oradan, yetişir teklifin;

Bana lâzım da değil tavsifin!...” (2013, s. 256).

“(20) Nedir, eyvah!... Sebep, sevmiyorum?...” (2013, s. 266).

“(21) Esselâm, ey ketîbe-i ulyâ, Vatan uğrunda can veren ahyâ,

Ey şu vâdide hâk olan asker!...” (2013, s. 353).

“(22) Ey vatan, ey ilâhe-i millet!..” (2013, s. 355).

“(23) O ra’d u berk-ı mehâbet nefer sadâlarıdır!..”. (2013, s. 359).

“(24) Güneş midir mütevâri sehâb-ı hâkinde,

Felek mi pâyına inmiş nedir bu ulviyyet!.” (2013, s. 381-382).

“(25) Cin misin, câdu musun, şeytan mısın?...

Sende de can var mı sen insan mısın?...” (2013, s. 409).

“(26) Âh aman Yârab!... Ne nûrânî vücûd!...

Titriyor her hâli şâyân-ı sücûd!...” (2013, s. 411).

“(27) Yok mudur bir yer ki âlemde bugün

Ondan asla olmasın yarınla dün?...” (2013, s. 413).

“(28) Âkıbet bir vak’a gördüm âh ben,

Fark olunmaz şey o da efsaneden!...” (2013, s. 414).

“(29) Ya nedir ölmek?... Fena bulmak mıdır?...

Yoksa cismen münkalib olmak mıdır?...” (2013, s. 417).

“(30) Gösterin siz de o ruhu bizlere…” (2013, s. 423).

“(31) Bahşişi kim verse eyler arz-ı hat!...” (2013, s. 424)

“(32) Yok mudur bir kızda zevke ihtiyaç…

Etmesin mi yoksa fikr-i izdivaç?...” (2013, s. 436)

“(33) Aklımı aldın; gınâ vermez mi bu?...

Rûhumu öldürdün: Elvermez mi bu?...” (2013, s. 494).

“(34) Garip!.. Elimde kalem, zulmet eylerim izhâr,” (2013, s. 585).

“(35)O, bir ân-ı mahşerdi geçti…” (2013, s. 795).

Yukarıda alıntılanan örneklerde kullanılan noktalama işaretleri, öncelikle soru işareti bağlamında şu şekilde sınıflandırılabilir: Soru işaretinin gereksiz yere kullanımı (1), soru işaretinin kullanılmaması (2), soru işareti ve noktanın üst üste kullanımı (5, 7, 13, 15), soru işareti ve üç noktanın üst üste kullanılması (16, 17, 25, 27, 29), soru işareti yerine ünlem işareti kullanılması (24) ve soru işareti yerine üç nokta kullanılması (9). 1 numaralı birimde görülen soru işaretinin gereksiz kullanımı, yalnızca anlatım düzlemiyle ilişkilidir.

Bu yüzden bir yazımsal sapma olarak ele alınan bu kullanımı, içerik düzleminde de sınırlar dâhilinde kalarak anlamlandırmak gerekir. Tek bir dize olarak alıntılanan “Bildik seni muktezâ-yı hilkat?.” sözcesi bağlamında “bil-” fiilinin görülen geçmiş zaman birinci çoğul kişi ekiyle çekimlendiği belirtilmelidir. Burada “bil-” fiili, öznenin kipsel durumuyla da yakından ilgilidir. Bir anlatı izlencesi sınırları içerisinde düşündüğümüzde özne, burada edim aşamasındadır. Edim aşaması, doğrudan öznenin değer nesneyle olan ilişkisini esas alır. Burada değer nesne [dN], “mukteza-yı hilkat” yani yaratılışın icabıdır.

Ancak özne bildiğini/anladığını ve değer nesne [dN]’ye ulaştığını belli şartlar altında düşünse de yaptırım aşamasında bunu inandırıcı kılamamıştır. Bu inandıramama durumu, yani öznenin yaptırım aşamasında başarısız olduğunu düşünmemizi sağlayan gösterge, soru işaretinin gereksiz yere kullanımıdır. “Bildik” kullanımı soru işaretiyle tamamlanarak, belirsizlik durumu pekiştirilmiştir.

2 numaralı birimde, soru işareti kullanılması gerekirken kullanılmamıştır. Burada da bir belirsizlik durumu yaratılmaya çalışılır. “Esbâbım mıdır cihanda yoksa Îkâ’-ı havâdise hevâcis..”178 dizesinde “îkâ’-ı havadis” görüneni, “hevâcis” ise görünmeyeni temsil eder.

Özne yine belirsizlikten kurtulmaya çalışır. Anlatım düzleminde ise bu tutum, soru işaretinin kullanılmamasıyla gerçekleştirilir; çünkü özne, bilinmezi bilemeyeceğinin farkındadır, bu yüzden “sebeplerim midir..” bir retorik soruya dönüştürülür.

178 Bu dizeleri şu şekilde sadeleştirebiliriz: Dünyada olayların meydana gelmesinde, makul olmayan şeyler midir sebeplerim..

Soru işareti ve noktanın beraber kullanımında 5, 7, 13, 15 numaralı birimler örnek olarak gösterilmişti. Bu birimlere bakıldığında izleğin yinelendiği kolaylıkla görülebilir. Hepsi öznenin, uhrevi olanı bilmek istemesi ancak bilememesi üzerine kurgulanmıştır. 5’te gerçeklik bağlamında varlık-yokluk kavram çiftinin zıtlığı vurgulanır. 7’de geleneksel anlamda ve özellikle Divan şiirinde kullanılan dilsel göstergelerden hareketle özne, mutluluk-mutsuzluk kavramlarını içkiye dair yerdeş göstergeler kullanarak aktarmaya çalışır. 13 ve 15’te ise özne, karşısında biri varmışçasına konuşmaya çalışır; uhrevi olanı sorgulamak, bilmek ister; ancak ölüm ve onun çerçevesinde ölümün bilinmezliğini vurgulayan göstergeler aracılığıyla öznenin edinç aşamasında kaldığı görülür. Çünkü 13’te ve 15’te özne, bilmek/yapmak ister, fakat bu isteğini yerine getirecek şeylere sahip değildir, bu yüzden edinç aşamasında kalır, belirsizlik meydana gelir; işte bu durum da soru işareti ve noktanın beraber kullanılmasıyla gerçekleştirilir. Buna ek olarak soru işareti yerine üç noktanın kullanılmasının da aynı amaca hizmet ettiğini unutmamak gerekir. Burada çerçevesini çizmeye çalıştığımız anlatımın, soru işareti ve üç noktanın üst üste kullanılmasında da görmek mümkündür. Ayrıca bu kullanımda retorik soru kullanımının çok daha sık olduğu ve bunun yanı sıra soru işareti yerine ünlem işaretinin kullanılmasının da -24 numaralı birimde örneklendirildiği gibi- retorik soruyu pekiştirdiği söylenebilir.

Ünlem işaretinin kullanımları ise kendi içerisinde şu şekilde sınıflandırılabilir: Ünlem işareti ve üç noktanın üst üste kullanımı (3, 10, 19, 20, 21, 26, 28, 31), ünlem işaretinin kullanılmaması (6), ünlem işareti ve noktanın üst üste kullanılması (11, 12, 14, 22, 23, 34). 3’te özne, “şayan” göstergesiyle ünlemi öncelemiş olur, “fakat kainattır bu” şeklinde dizenin sonlandırılması, kâinatın bilinmezliğini de beraberinde getirir ve üç noktayla yansıtılır. 10, 19, 21, 31 numaralı birimlerde de buna benzer bir duruma rastlamak mümkündür. 20, 21, 26 ve 28 numaralı birimlerde ise belirsizliğin yanında retorik sorunun da kullanıldığı ve bu kullanımın ünlem işareti ve üç noktanın üst üste kullanımıyla pekiştirildiği söylenebilir. Bu bağlamda 20’de “Nedir eyvâh!...” kullanımı örnek olarak gösterilebilir.

Üç noktanın gereksiz kullanımının 4 ve 35 numaraları birimlerde örneklendirildiğini belirtmek yerinde olur. İlk olarak 4’te “Hasret, o musibeti bilirsin…/Elbette muhabbeti

bilirsin…” (2013, s. 145) dizelerinde yine bil- fiiliyle karşılaşılmaktadır. Bir musibet olarak nitelenen hasretin ve muhabbetin de bilinebileceği söylenir. Ancak kendi içerisinde kurallı cümle olarak oluşturulan bu iki dize, üç nokta kullanımıyla tamamlanır.

Böylelikle üç noktanın kullanımıyla anlatım düzleminde, içerik düzlemine bir göndermede bulunulur. Bir söylem meydana getiren şiir öznesi hem görsel olarak hem de anlamsal olarak bilinmezliği vurgular.

Noktalama işaretlerinin yazımsal sapma bağlamında nasıl kullanıldıklarına dair bahsi kapatmadan önce Abdülhak Hâmid’in birtakım şiirlerinin herhangi bir noktalama işareti içermediğini ve bunları da yazımsal sapma olarak değerlendirdiğimizi söylemek gerekir:

Biriçkendi, Tecelli yahut Teselli, Mahim, Kambala Hil, Hindistan’daki Odam, Gurbette Vatan, Bağ-ı Rânî, Bir İğbirar, Hacle-i Muzlim, Ebedi Bir Saniye, Avdet-i Mazi, Bir Visâl-i Ba’îdü’l-İhtVisâl-imâl ve Tehlîl. Bu şVisâl-iVisâl-irler arasında özellVisâl-ikle EbedVisâl-i BVisâl-ir SanVisâl-iye Visâl-isVisâl-imlVisâl-i şVisâl-iVisâl-irde herhangi bir noktalama işaretinin kullanılmaması içerik düzlemiyle yakından ilişkilidir.

Şiirde insan algısının yetersizliği zaman kavramı üzerinden anlamlandırılmaya çalışılır.

Şiirin öznesi doğayla söyleşir, doğa kişileştirilerek metaforik söylemin bir parçası hâline getirilir ve anın şiiri yazılmış olur. Noktalama işaretlerinin kullanılmaması ise bu anın hiç kesintiye uğramadığını ifade eder.

Son olarak yazımsal sapma bağlamında birtakım kelimelerin yanlış yazıldığını da göstermek gerekir. İlk olarak “Bindiğim payton yetişmekle ana,” (2013, s. 500) dizesinde yer alan ve fayton anlamına gelen sözcük, Arap abecesi ile asıl olarak şu şekilde yazılır:

ﻓﺎ ﯾ ﻄ ﻮ

ن . Ancak Garam’da sözceleme öznesi, bu kelimeyi şu şekilde yazar: نﻮﯾﺘﭘﺎ. Buradaki yazımsal sapma Fransızca söyleyişle yakından ilgilidir. Fransızca bu kelime şu şekilde yazılır: Phaéton. Buradan anlaşılır ki Abdülhak Hâmid şiirinin kendine özgü bir imlası vardır ve bu imla duyumla yakından ilişkilidir. Bu kullanıma benzer bir diğer örnek olarak

“Olsa da mahrûme ismetten Venüz” (2013, s. 432) dizesinde yer alan Venüs kelimesi gösterilebilir: Asıl olarak Arap abecesiyle şu şekilde yazılır: سﻮﻧ ه و . Ancak Garam’da yer alan Venüs kelimesinin şu şekilde yazıldığını görülmektedir: زﻮﻧه و

Yazımsal sapma dâhilinde son olarak eksiltili kullanımla da ilişkili bir örnek de vermek gerekir:

“Üsküdar.

İskele,

Herkeste tehâcüm, acele…

Yeri var..

İşte vapur haykırıyor, hiddetle..” (2013, s. 650).

Abdülhak Hâmid’in deneysel şiirlerinden biri olarak gösterebileceğimiz Sinema Şiiri’nden alınan bu okumabiriminde yer alan sözcüklerin anlatım düzleminde değil, içerik düzleminde bir bütün oluşturduğu görülür. Bu gibi yazımsal sapmalar daha çok Cumhuriyet sonrası Türk şiirinde karşımıza çıkar. Ancak devrimci/değiştirici şiirler bütünü olan Abdülhak Hâmid şiirlerinde bu gibi yeniliklere de rastlanmaktadır.

Yukarıda yazımsal sapma olarak gösterilen iki örnek yanında bir kullanım üzerinde daha durmak gerektiği düşünülmektedir. Örneğin Kahpe isimli şiirde “entari” sözcüğü Arap abecesi ile şu şekilde yazılır: يﺮﻨﺘﻋ. Ancak Kahpe’de şu şekilde yazılmıştır: يرﺘﺎاﻧ. Kavaid kitaplarına bakıldığında da bu bağlamda değerlendirilebilecek birtakım görüşler yer alır.

Şemsettin Sami, Nev-usûl Sarf-ı Türkî isimli çalışmasında, ع harfinin آ yerine kullanılmasının büyük bir hata olduğunu söyler (2009, s. 51). Buradaki tam tersi bir kullanım olmakla birlikte [ayın] harfinin Türkçe kelimelere de sirayet ettiği ve bunlardan kurtulmak gerektiği söylenir: “Bir vakit ‘ﮫﺑﺮﻋ’, ‘ ﻋﻮ ’ yazılan iki kelimeyi üdebâ bugün ﻠ (…), (…) yazarak asıl Türkçeye karıştırılmış olan topu iki (ayın)’ı geldikleri yere göndermişlerdir!” (Tahir Kenan, 2004, s. 18). Tahir Kenan’ın bu tespitinden de yararlanarak bu yazımın doğru olabileceği de görülmektedir. Burada Kamus-ı Türkî’ye başvurarak sözcüğün şu şekilde gösterildiğini gözden kaçırmamak gerekir: “Entari (ىرﺘﺎآﻧ): Arabîde ‘ىﺮﻨﺘﻋ’ denilirse de Türkçeden me’hûzdur” (Şemsettin Sami, 2015, s.

313). Bu bağlamda bu kullanımın bir yazımsal sapma olmayabileceği de düşünülebilir.