• Sonuç bulunamadı

SOYUTTAN SOMUTA: DİL’DEN (LANGUE) SÖZ’E (PAROLE) ŞİİRİ İNŞA ETMEK İNŞA ETMEK

Şiir dili, pek çok açıdan gündelik dilden farklıdır. Bugün şiir üzerine yapılmış herhangi bir çalışmaya bakıldığında bu cümle ve benzerlerini görmek mümkündür. Yüzyıllardır şiir dilinin gündelik dilden farklılığı vurgulanmıştır. Antik Yunan’dan bu tarafa şiir dili, başka perspektiflerden algılanmaya ve anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Aristoteles’in Poetika ve Retorik adlı eserlerinden beri şiir dili, özellikle yoğun figür/beti kullanımlarından dolayı gündelik dilden ayrı olarak düşünülmüştür. Elbette bu görüşe hem Türk yazınında hem de Batı yazınında zaman zaman karşı çıkılmıştır. Ancak çoğunlukla şiir dilinin kendine özgü bir dile sahip olduğu görüşü pek çok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Nitekim bu bağlamda anlatıbilimciler de birtakım incelemelerinde şiiri, anlatı incelemelerinin ve anlatı kavramının dışında bırakırlar. Bu hususta bir anlatıbilimci olan Manfred Jahn’ın şu sınıflandırması (2020, s. 49) örnek olarak gösterilebilir:

Şekil 2: Anlatıbilim Bağlamında Türler

Bu sınıflandırmadan da anlaşıldığı üzere lirik şiir, anlatısal olmayan bir tür olarak gösterilmiş ve Jahn’a göre şiir, anlatıbilim incelemelerinin dışarısında bırakılmıştır.

Ancak bu noktada Genette’i anımsamakta yarar vardır. Genette, Anlatının Söylemi adlı çalışmasının Ses başlığı altında “anlatılama edimini” açıklamaya çalışır. “Ben uzun zaman geceleri erken yattım” sözcesini örnekleyen Genette, bu sözcenin “nesnel” olan pek çok sözceden daha farklı bir şekilde yorumlanabileceğini savunur. Onun buradaki amacı özneyi hem eylemi gerçekleştiren hem de eyleme maruz kalan olarak ele almak, hatta gerektiğinde bu anlatılama etkinliğine pasif de olsa katılım gösteren tüm kişileri belirtmektir (2020, s. 209-210). Bununla birlikte buradaki amacımız şiirin, anlatıbilim dâhilinde inceleneceğini ya da incelenebileceğini anlatmak ya da kanıtlamak değildir.

Amacımız şiiri ve şiir dilini konumlandırmaktır. Genette’ten hareketle söylersek, şiirin de bir öznesi/söyleyicisi vardır ve kimi zaman bu özne ya eylemi gerçekleştirir ya da eyleme maruz kalır. Şiir öznesinin/söyleyicisinin şiir dâhilinde değiştiğini ve bunun şiir içerisindeki verili durumu, biçemi, söylemi, vb. değiştirdiği kolaylıkla söylenebilir.

Benveniste’in de belirttiği gibi “insan dil içinde ve dil aracılığıyla özne olarak ortaya çıkar; çünkü, gerçekte yalnızca dil, varlığın kendi içinde, ‘Ego’ kavramını oluşturur”

(1995, s. 180). Benveniste’in bunu açıklamaktaki amacı “öznellik” kavramı üzerinde

Türler

Anlatı

Yazılı/basılı

Roman Kısa Öykü Anlatısal Şiir Senaryo

Oyun Senaryosu

Film Senaryosu Opera Senaryosu

İcra Edilen

Oyun Film Opera

Anlatısal olmayan (betimleme, görüş belirtme)

Lirik Şiir

düşünmek ve bu kavramı bir düzleme oturtmaktır. Ona göre öznellik, konuşucunun -şiir özelinde söylersek şiir öznesinin- kendini ortaya koymasıdır. Bu yüzden bu çalışmada şiir incelemeleri yapılırken “şaire göre”, “şair burada şunu anlatmak istemiştir” gibi bilinen kullanımlar yerine, “şiirin öznesi, şiir öznesi” kullanımları tercih edilmiş ve bu kullanımların şiir dilini şekillendirdiği düşünülmüştür.

Şair tarafından kurgulanan ve şiir öznesi tarafından aktarılan şiir incelemeleri şüphesiz

“söz” bağlamında gerçekleştirilir. Yukarıda üzerinde yer yer durulmuş olsa da Saussure’ün ortaya attığı dil/söz diyalektiğini daha kapsamlı bir şekilde açıklamak gerekir. Bilindiği üzere modern dilbilimin kurucusu olan ve özellikle yapısalcılığı ve göstergebilimi şekillendiren Saussure, Genel Dilbilim Dersleri adlı çalışmasında yer alan temel kavramları açıklarken dil/söz diyalektiğine geniş bir şekilde yer vermiştir. Bir göstergeler dizgesi olan dili “dilyetisi” bağlamında ele alan Saussure, dilyetisi adı altında

“dil” ve “söz” kavram çifti üzerinde ısrarla durur. Saussure için dil soyut bir dizgedir ve bu soyut olan dil dizgesi, dilyetisinin toplumsal bağını açıklamaya yarar. “Dilyetisinin birey dışında kalan toplumsal bölümüdür dil ve birey onu tek başına ne yaratabilir ne de değiştirebilir. Dil varlığını yalnızca, topluluk üyeleri arasında yapılmış bir tür sözleşmeye borçludur” (1985, s. 17). Bu sözleşme doğrultusunda dil olgusu, bireyler tarafından kabul edilir. Ancak bireyin bu soyut olan dil dizgesini kullanımı da birtakım değişiklikleri beraberinde getirir. Saussure için dil ve söz birbirinden bu yüzden ayrılır. Çünkü ona göre

“dili sözden ayırmak demek: 1. Toplumsal olguyu bireysel olgudan; 2. Temel olguyu ikincil, az çok da rastlantısal nitelikli olgudan ayırmak demektir” (1985, s. 16). Böylece dil ve söz ayrımından dilin soyut ve kabul edilmiş bir sözleşmeye dayandığı ve sözün dilin bireysel kullanımlarını içerdiği anlaşılır.

Yapısalcı dilbilimin ve göstergebilimin sıklıkla başvurduğu bu kavram çifti, pek çok kişi tarafından da açıklanmaya çalışılmıştır. Saussure’ün bu kavram çiftinden hareket eden Bayrav da dilbilimini ilgilendiren şeyin “anlaşma” olduğu vurgusunu yapar. Bu noktada Saussure’ün kavram ve işitim imgesi kavramlarından hareket eder ve şunu belirtir:

“Sesleri duyan kişinin aklına o seslerin belli kavramlar getirmesi, bu kavramların sesleri çıkaran kişinin anlatmak istediği kavramlar olması şarttır” (1969, s. 36). Bayrav’ın burada vurgulanmak istediği şey, dilin bireyin değil, toplumun ortak bildirişim aracı olduğudur.

Bu anlayışa göre dilin belirli kuralları vardır ve vericinin bildirişimi gerçekleştirmek, yani iletisini alıcıya ulaştırmak adına bu kurallara uyması beklenir. Bu anlayışa göre sözleşmeye uymak zorunda kalan birey, dilin kuralları üzerinde herhangi bir değişiklik yapamaz. Ancak, söz konusu yazınsal metin olduğunda bu sözleşme saptırılır ki bu yüzden yazınsal metinler ve özellikle şiirler “söz” bağlamında incelenir. “Söz”

bağlamında bir yazarın ya da şairin biçemi, dili nasıl kullandığı, dilsel estetiğini nasıl kurguladığı anlaşılır ve açıklanabilir.

Roland Barthes da göstergebilim alanının en önemli çalışmalarından biri olan Göstergebilim İlkeleri adlı çalışmasında dil/söz karşıtlığını ele alır. Barthes, dili, dilyetisi eksi söz olarak tanımlar. Saussure’de olduğu gibi Barthes da dilin bir toplumsal kurum ve bir değerler dizgesi olduğunu vurgular. Sözü ise kurum ve dizge niteliğinde olan dilin karşısında konumlandırır. Çünkü söz, her şeyden önce bireysel bir seçme ve gerçekleştirme işlemidir. İşte şiir daha çok bu yüzden söz bağlamında ele alınır. Çünkü bir şiir, Barthes’ın belirttiği gibi bireysel bir seçme ve gerçekleştirme edimidir. Ancak unutmamak gerekir ki her söz, “bir bildirişimsel oluş biçiminde kavrandığı an dil olmuştur bile” (2016, s. 32). Dilsel özellikler bakımından ele alındığında ise, yani bizim çalışmamızın amacı doğrultusunda düşünüldüğünde dilsel özellikler ilk olarak yalnızca söz bağlamında incelenebilir. Bu da bizim yazarın dili nasıl kullandığını, biçemini nasıl oluşturduğunu anlamamıza ve yorumlamamıza olanak sağlar. Bütün bunlara ek olarak Barthes, Saussure’den bu yana yenilenmiş iki ek kavrama daha değinir. Bunlardan birincisi “kişisel kullanım” kavramıdır. Kişisel kullanım, “bir tek bireyin kullandığı biçimiyle dil”i ifade eder (2016, s. 35).

Dil ve söz karşıtlığı söz konusu olduğunda dilin çift eklemliliğinden de bahsetmek gerekir. Yine Saussure’den ve Prag Okulu’ndan kaynaklanan işlevselcilik, işlev kavramını öne çıkarır ve bu bağlamda yukarıda da üzerinde durulduğu gibi dilin iletişim işlevleri üzerinde durur. Dilin çift eklemliliği ilkesini açıklığa kavuşturan Martinet’e göre,

“insan dilinin birinci eklemliliği, aktarılacak her deneyim olgusunun, başkalarına bildirilmek istenen her gereksinimin her biri sesli bir biçim ve bir anlamla yüklü bir birimler dizilişi olarak çözümlenmesini sağlayan eklemliliktir” (1985, s. 7). Dilin birinci eklemliliği, belli bir deneyim olgusu için bir bildirişim dizgesinin olduğunu varsayar.

Bununla birlikte birinci eklemlilik, belirli bir dilsel topluluğun üyelerince üzerinde anlaşma sağladığı deneyimlerin düzenleniş biçimini de ifade eder. Martinet’in anlayışına göre birinci eklemliliğin bir anlam ve bir sessel biçimle donatılmış olan ögeleri daha küçük birimlere ayrılamazlar. Bu açıklamayı yapan Yücel, “masa” anlambirimini örnek verir. “Masa bütünü ‘masa’ demektir ve ma- ve -sa ögelerinin toplamı “masa” anlamını oluşturacak olan ayrı anlamları bulunduğunu söylemeye olanak yoktur” (2015, s. 46).

Birinci eklemlilik birimlerinin her birinin bir anlamla sesli bir biçim sunduğunu gösteren Martinet, sesli biçime gelince işin değişeceğini açıkça belirtir. Bundan hareketle ikinci eklemlilikte sesbirimlerin ön planda olduğunu söylemek gerekir. Bu bağlamda Yücel yine masa örneğinin birtakım sesbirimlerini değiştirerek “tasa”, “yasa”, “maça” ya da “maşa”

örneklerini verir. Görüldüğü üzere ikinci eklemliliği çözümlemeyi sağlayan sesbirime paralel olarak, birinci eklemliliği de bir temel birim getirilmiş olur: Anlambirim (2015, s.

46). Martinet’in vardığı sonuçlar doğrultusunda dilin yapısının çözümlenebileceği düşünülebilir. Bu bağlamda Benveniste’e göre dili belirleyenin dille aktarılandan çok, her düzeyde birbirinden ayırdığı birimler olduğunu da belirtmek gerekir:

“- Adlandırılan kavramların dökümünü yapmamızı sağlayan sözlükbirimlerin ayırıcılığı;

- Biçimsel sınıfların ve alt-sınıfların dökümünü sağlayan biçimbirimlerin ayırıcılığı;

- Anlam taşımayan sesbilimsel ayrımların dökümünü sağlayan sesbirimlerin ayırıcılığı;

- Sesbirimleri sınıflar biçiminde düzenleyen sesbirimciklerin ayırıcılığı” (1995, s.

28).

Görüldüğü üzere Benveniste, dört basamakta dilin yapısının nasıl ortaya çıkarılacağını aktarmıştır ki yukarıda Yücel’den alıntılanan tabloda da bu kavramların nasıl kullanıldığı ve kullanılacağı gösterilmiştir.

Şiir dilinin biçembilim, göstergebilim, vb. alanlarında çözümlenmesi ve şiir dilinin yapısının ya da anatomisinin ortaya çıkarılması bu kavramlardan hareketle mümkündür.

Israrla vurgulandığı gibi şiir, “söz” bağlamında incelenmelidir. Çünkü şiir dili, Jakobson’un bildirişim şemasında açıkladığı dilin işlevlerinden pek çoğunu bünyesinde barındırır, ancak daha çok şiirsel işlev tercih edildiğinden ileti kendisine dönüktür.

İletinin bu kendisine dönüklüğü, araştırmacıyı “söz” bağlamında bir okumaya

yönlendirdiği gibi, şiir dilinin yapısı da bu bağlamda ortaya konulur. Bu yüzden biçembilimciler, Martinet’in dilin çift eklemlilik kuramında da anlatıldığı gibi, şiir dilinin yapısını ortaya koyarlarken şiir dilini pek çok biçimde incelemeye ve sorgulamaya tâbi tutarlar. Bir sonraki bölümde görüleceği üzere, anlama, daha çok anlatım düzleminden hareketle ulaşmaya çalışan biçembilim araştırmacıları, şiirin bir “seçme” işi olduğunu vurgularlar. Bu seçme işleminde, göstergebilimin diliyle konuşursak, sesbirim ve sesbirimcikler, anlambirimler, göstergebirim ve göstergebirimcikler ön plana çıkar. Yani, dilin birinci eklemliliğinde yer alan anlambirimler, ikinci eklemliliğinde yer alan sesbirimlerin değiştirilmesiyle sınırsız sayıda gösterge üretilir. Ancak bu sınırsız sayıda üretilen göstergeler, bir toplum tarafından kabul gördüğü an, “söz” bağlamından “dil”

bağlamına da aktarılmış olurlar. Hemen hemen şiir üzerine yazılmış her kitapta, her makalede, her köşe yazısında ve daha nicelerinde söylendiği gibi şiir dili gündelik dilden ayrıdır ve bu ayrı oluş durumu dilbilimsel bir düzlemde bu şekilde açıklanır. Dili, söz bağlamına çekerek “kişisel kullanım”ını ortaya koyan şair yahut yazar, şiir dilinin içeriği taklit etmesi adına sesbirimcikler ve sesbirimlerle oynayabilir. Anlambirimlere yeni anlamlar katabilir ki bu betisel kullanımları beraberinde getirir. Göstergebirim ve göstergebirimcikleri değişime uğratarak daha önce kullanılmamış, duyulmamış pek çok gösterge meydana getirebilir. İşte şiir dilini gündelik dilden ayıran, şiir dili incelemelerinin biçembilim alanında ön plana çıkması, bir bütünce halinde araştırılması ve incelenmesinin sebebi açıkça budur.

1.2. ŞİİRSEL İFADENİN DOĞUŞU: ŞİİRDE DİLİN İŞLEVLERİ, ŞİİRSEL