• Sonuç bulunamadı

Yargı Gücü ve Estetik Öznenin Kuruluşu

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 92-117)

BÖLÜM 3. KANT’TA BİLEN ÖZNENİN NELİĞİ

3.5. Yargı Gücü ve Estetik Öznenin Kuruluşu

Buraya kadar ele alınmış olan konularda, Kant’ın, Saf Aklın ve Pratik Aklın Eleştirisi ile bilginin ve bilen öznenin olanaklı eyleminin sınırlarını ve koşullarını belirleme çabasında olduğu görülmüştür. Bu aşamada, yani Yargı Gücünün Eleştirisi’nde ise bahsi geçen saf ve pratik akıl arasında köprü kurmaya çalışmakta olduğu ifade edilebilir. Özellikle özgürlüğün ve estetiğin önemini önplanda tuttuğu görülmektedir. Bu bölümün temel meselesi de bahsi geçen iki nokta arasında olası ilişkinin nasıl kurulacağı sorununu incelemek olacaktır. Bu amaçla sırasıyla, yargı gücü, estetik yargı, güzel ve yüce kavramları ele alınacaktır. Bunları takiben yargı gücünün eleştirisi bağlamında güzelin ve yücenin analitiği, arkasından da estetik yargı gücünün diyalektiği analiz edilecektir. En son kısımda da deha kavramına ve estetik idelere yer verilecektir. Böylece sonuç olarak bu incelemeler tamamlandığında epistemolojik, etik ve estetik olmak üzere üç farklı bölümle bir bütün olarak Kant’ın bilen öznesinin tüm ayrıntıları ile belirlenmesi hedeflenmektedir. Ayrıca bu çalışmanın bu öznenin Descartes’ın düşünen öznesiyle ne gibi benzerlik ve farklılıklar içerdiği de görülmüş olacaktır.

Doğa yasalarını oluşturan anlama yetisinin (anlak, Alm. Verstand) teorik olarak kabul edildiği ifade edilmişti. Buna karşılık özgürlüğü oluşturan aklın (us, Alm. Vernunft) ise pratik olduğu ve ancak pratik alanda yasalara ulaşabileceği belirtilmişti. Anlama yetisinin doğanın teorik bilgisine veri yasalardan çıkarsanan nihai sonuçlar aracılığıyla ancak doğanın sınırları içinde kalarak ulaşabileceği iddia edilmişti. Aynı zamanda kuralların pratik olduğu durumlarda, bunların hem teorik hem de pratik nitelikte olabilmesi ihtimalinden dolayı bu kurallara dair aklın anında karar veren bir merci olarak işlev göremeyeceği üzerinde durulmuştu (Kant, 1922b, s. 10). Sonuç olarak anlama yetisi ve aklın aynı deneyim zemininden birbirine karşıt olmayan iki farklı yasaya ulaştıkları görülmüştür. Her iki yasa koyucunun ve bunlara ait olan yetilerin aynı öznede birlikte bulunuyor olmalarının çelişki yaratmadan düşünülebiliyor olmasını, Kant, “Saf Aklın Eleştiri”sinde aklın diyalektik görünüşleri bağlamında kanıtlamıştı. Ama her ne kadar yasa belirlerken olmasa da duyulur dünyadaki etkilerine dair kesintisiz olarak birbirlerini sınırlayan bu iki farklı alanın, tek bir alan olmadığı da ortadadır. Çünkü doğa yasalarının nesnelerinin fenomen’ler alanında görüde

84

tasarlandığı, buna karşılık özgürlük kavramının nesnelerininse her ne kadar kendinde şeyin kendisine dair olsa da görüde tasarlanmadığı analiz edilmişti. Burada örtük olarak, anlama yetisinin ve pratik aklın ortak noktasının aslında kendinde şeyin kendisine dair bir belirlenimde bulunmadığı ifade edilmiştir. O halde hiçbir şekilde kavranamayan ve bilgi haline gelemeyen kendinde şeyin kendisi deneyüstü (Alm. Übersinnlich) olarak kabul edilmiştir. İşte bu sınırsız ama anlama yetisinin ve aklın bilgilerinin ulaşamadığı deneyüstü alan Kant’a göre ide’ler ile donatılmalıdır. Böylece de aralarında sanki uçurum varmış gibi görünen bu iki alan arasında bir köprü kurulabilir hale geleceğini düşünmüştür (Kant, 1922b, ss. 10-11). Çünkü ona göre bu iki alan arasında mutlaka bir ilişkinin olması gerekmektedir. Özgürlük kavramı tarafından belirlenen yasalar aracılığıyla saptanan amaçlılık duyulur alanda gerçeklik taşımalıdır. Bunu takiben de doğa yasaları için de aynı durum geçerlidir. Şöyle ki doğanın yasalarının biçimine etki eden amaçların olanağı ile özgürlük yasalarının en azından birbirini onaylaması, birbirine tezat olmaması beklenmektedir. O halde bu iki alan arasında bir ortak zemin olması gerektiği ifade edilebilir. Ancak böylece her ne kadar teorik ya da pratik olarak ifade edilemiyor olsa da her ikisi arasında bir geçişin var olduğuna kanaat getirilmiştir (Kant, 1922b, s. 11). Bu geçişi olanaklı kılan köprünün ise yargı gücü olduğu ifade edilmiştir. Üst bilme yetileri ailesi içerisinde anlama yetisi ve akıl arasında bir orta terim olarak yargı gücünün (yargı yetisi, Alm. Urteilskraft) bulunduğu belirtilmiştir (Kant, 1922b, s. 12) (Burada yeti kavramı yerine güç kavramı kullanılmıştır. Çünkü Kant’ın yeti kavramını belirtmek istediğinde özellikle Alm. Vermögen kavramını kullandığı güç kavramı için de Alm. Kraft kavramını tercih ettiği görülmüştür.) (Kant, 1922b, s. 12)

Tıpkı anlama yetisinde ve akılda olduğu gibi her iki alan arasında köprü niteliği gören yargı gücü yetisinin de saf a priori ilkeye sahip olduğu iddia edilmiştir. Her ne kadar bu ilkenin diğer iki alanda olduğu gibi bir nesneler alanı olmadığı ifade edilse de iki alan arasındaki geçişi mümkün kıldığı düşünülmüştür. Yargı gücünün a priori statüsünü hoşlanma veya hoşlanmama duygusunun (Alm. “das Gefühl der Lust und Unlust”) belirlediği belirtilmiştir. Böylece Kant’ın, üç ayrı alana dair, üç farklı alanla, yani bilme, isteme yetileri ve hoşlanma/hoşlanmama duygusuyla, öznenin bütününü kapsayan bir felsefe geliştirdiği söylenebilir (Kant, 1922b, s. 13).

85

Cassirer, yargı gücünü kavram kurmayla, kavram oluşturmayla ilişkili olarak tanımlamaktadır. Böylece yargı gücü sayesinde bir tekil ya da tikel olan, kendi üstündeki bir cins kavram kapsamında anlaşılabilmektedir. Yani bu bahsedilen adım, tikelin, tümel altında içerilerek düşünülebilir hale gelmesi olarak ifade edilebilir (Cassirer, 1996, s. 294). Sonuç olarak yargı gücü, tikellerin (Alm. Besondere) evrensel (Alm. Allgemeine) kapsamında düşünülebilmesine kesinlikle olanak sağlayan yeti olarak tanımlanmıştır. Bir başka ifade ile yargı gücü bu durumda tikelin, kural, ilke ya da yasa olarak kabul edilen veri bir evrenselin kapsamına alınmasını belirlemektedir. Aslında burada yargı gücünün bu bahsi geçen anlamıyla ele alınmasının ona belirleyici yargı (Alm. “das bestimmende Urteil”) statüsü kazandırdığından bahsedilmektedir. Buna karşılık eğer veri bir tikel ve bu tikele bir evrenselin bulunması gerekliliği söz konusuysa bu durumda bahsi geçen yargı gücü reflektif (Alm. “das reflektierende Urteil”) olarak tanımlanmıştır (Kant, 1922b, s. 15).

Bu analizlerin daha net anlaşılabilmesi açısından, özellikle de yargı gücü konusundaki ayrımların netleşmesi için “amaçlılık” kavramı büyük önem taşımaktadır. Doğanın amaçlılığı, sanat ve geleneklere dair olan pratik amaçlılıktan (Alm. “der praktischen Zweckmassigkeit”) reflektif yargı temelinde ayrılmıştır (Kant, 1922b, s. 17). Dolayısıyla doğanın amaçlılığından bahsederken bu belirlemenin reflektif yargıları içerdiği gözden kaçırılamaması gerekmektedir. Bu sınıflandırmaya ek olarak Kant, doğanın biçimsel amaçlılığı (Alm. “Das Prinzip der formalen Zweckmassigkeit der Natur”) ile yargı gücünün transandantal ilkesini ise (Alm. “transzendentalen Prinzip der Urteilskraft”) birbirine denk ifadeler olarak görmüştür (Kant, 1922b, s. 17). Bu sebeple de doğanın amaçlılığını transandantal, pratik amaçlılığı ise metafizik (Alm. Metaphysisch) ilkenin belirlediğini ifade etmiştir.

Yargı gücünün nasıl evrensellik ve zorunluluk taşıdığının anlaşılabilmesi için incelenmesi gereken diğer bir aşama da transandantal ve metafizik ilkelerin ayrımıdır. Kant, şeylerin ancak transandantal ilke altında genel olarak bilginin nesneleri olabileceği ve evrensel koşulun bu ilke ile a priori tasarımlanabileceği kanısında olmuştur. Bu ilke, şeylerin sadece saf aklın kavramları ile (töz olarak) düşünülmesini gerekli kılar ki, böylece önerme a priori olarak bilinebilir hale gelmiştir. Buna karşılık eğer bir ilke, kavramları deneysel olarak verilmesi gereken nesneleri a priori bir şart

86

olarak ortaya koyarsa, bu durumda bunların a priori’nin ötesinde belirlenmiş olmaları sebebiyle bu ilkeye metafizik ilke denilmiştir. Ayrıca şeylerdeki değişimlerin bilgisinin temeli nedensellik taşıyorsa transandantal, bir dış nedene bağlanıyorsa metafiziksel olarak kabul edilmiştir. Sonuç olarak Kant, doğanın amaçlılığı ilkesini (Alm. “das Prinzip der Zweckmäßägkeit der Natur”) transandantal bir ilke olarak görmüştür. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu yargı gücünün transandantal ilkesidir. Çünkü bu ilke bağlamında düşünülmesi şartıyla, nesnelerin kavramı, sadece genel olarak olanaklı deneyim bilgisinin nesnelerinin saf kavramları olup deneysel hiçbir şey içermediği iddia edilmiştir. Buna karşılık pratik amaçlılığın ilkesiyse (Alm. “das Prinzip der praktischen Zweckmäßägkeit”) metafizik bir ilke olarak kabul edilmiş ve özgür iradenin belirleniminin ide’si olarak düşünülmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Ek olarak Kant’a göre bir irade olarak, bir irade yetisi kavramı, doğal olarak deneysel verilmiş olmalıdır yani, transandantal yargılara ait olmamalıdır (Kant, 1922b, ss. 17-18). Ama dikkat edilmelidir ki her iki ilke, ilke olmaları bağlamında deneysel değil, a priori’dir. Çünkü yargıların öznesinin deneysel kavramı ile birleşmesi için öncesinde hiçbir deneyim gerektirmemektedirler ve bütünüyle a priori kavranabilirler (Kant, 1922b, s. 18).

Bu tespitlerden sonra, sonuç olarak yanıtlanması gereken soru, reflektif yargı gücünün nasıl mümkün olduğuna sorusudur. Şimdi bu sorunun cevabı aşama aşama verilmeye çalışılacaktır. Doğanın amaçlılığı kavramının transandantal ilkelere ait olduğu, yargı gücünün maksimlerinden mümkün mertebe görülebilmektedir (Kant, 1922b, s. 18). Mümkün deneyimin sebepleri içinde zorunluluklara yani evrensel yasalara ulaşılır. Bu noktada yargı gücünün işlevi önemlidir. Doğanın evrensel yasalar olmadan düşünülemeyeceği açıktır. Bu evrensellikler ve zorunluluklar kategorilere dayanırlar. İşte tam bu yasalar altında yargı gücü belirleyicidir çünkü onun verili olanı yasalar altına almaktan başka bir işlevi olmadığı düşünülmektedir (Kant, 1922b, s. 19). Doğada, doğanın deneysel yasaları bağlamında sonsuz deney yasasının mümkün olduğu açıktır. Bunlar görü için de olumsaldır ve a priori olarak kavranamazlar. Doğa yasalarının sınırı olarak deneyin birliği (Alm. Einheit, bkz. anlama yetisi kavramlarının transandantal çizelgesi) zorunlu olarak varsayılmalıdır. Aksi takdirde deneysel bilgi ile deney arasında bir bağlantının kurulamayacağı ortadadır. İşte bu bağlamda da yargı gücü ilkesel olarak a priori kabul edilmek zorundadır. Böylelikle görüde olumsal ve açıklanamaz olan şey, olanaklı deneyin çokluğunu içeren yasa birliği (Alm. Einheit)

87

bağlamında düşünülebilir hale gelmektedir. Tersi durumda doğada bir düzenin olduğu varsayılamaz ve doğaya dair şu ana kadar keşfedilmiş ya da gelecekte keşfedilmeyi bekleyen yasalar ortaya konulamaz olduğu açıktır. Sonuç olarak bu durumu da mümkün kılanın reflektif yargı gücü olduğu anlaşılmıştır (Kant, 1922b, s. 20). Burada yargı gücünün öznel olarak, doğanın a priori olanağını, özerk (Alm. Autonomie) değil, heteronomik olarak reflektif şekilde, ilkesel olarak içeriyor olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Böylece bilme yetisinin doğanın evrensel yasalarını amaçlılık ilkesine göre spesifikleştirdiği ifade edilebilir. O halde doğanın bizzat kendisine, ne bir yasa yüklemiş, ne de onun kendisinden bir yasa edinilmiş olunur. Bu belirleme, yargı gücünün belirleyen değil reflektif ilkesinin sonucudur. Ancak bu kabuller bağlamında deneyin yasaları, bu ilke ve onun maksimleri bağlamında analiz edilmesi gerektiği görüşü oluşmuştur. Bu görüşe göre de anlama yetisi ancak ve ancak bu sayede ilerleyebilir ve bilgiyi arttırabilir, aksi takdirde böyle bir bilgiden ve ilerlemeden bahsedilemeyeceği belirtilmiştir (Kant, 1922b, ss. 22-23). Böylece yargı gücünün hem işlevi hem de önemi amaçlılık kavramı bağlamında netleştirilmiş olmaktadır. Doğanın amaçlılığı kavramını ile hoşlanma duygusunun arasındaki ilişkinin belirlenmesi bu bağlamda önemlidir. Anlama yetisi ve onun aracılığıyla ulaşılan doğa yasaları neticesinde varılan çıkarımların hiçbir amacı varsaymadığı ifade edilmiştir. Bunlar aracılığıyla sadece şeylerin zorunlu, kesin ve evrensel bilgilerine ulaşıldığı ve bunların doğaya yüklendiği netleştirilmiştir. Ama Kant, varılan bu sonuçlarla yetinmemiş ve her ne kadar kavrama yetisini aşıyor olsa da tikel (Alm. Besondere) olanlara dair yasalara ve düzene de ulaşmayı hedeflemiştir. İşte bunu sağlayabilmenin koşulu olarak da doğada olduğu varsayılan zorunlu bir amaçlılığı görmüştür. Bunu da yargı gücü üzerinden belirlemiştir. Nasıl ki anlama yetisinin işi doğaya dair ilkelerin birliğini (Alm. Einheit) sağlamak olarak tespit edilmişse, yargı gücünün işi de bu nokta da anlama yetisinin ulaşamadığı doğaya amaçlılığı eklemek olarak ifade edilmiştir. Tam bu noktada her bir amaca ulaşmanın yolunun hoşlanma duygusundan (Alm. “das Gefühl der Lust”) geçtiğini ve doğanın amaçlılığı ile hoşlanmanın birleşmesininse a priori yani reflektif yargı gücü ilkesi olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak hoşlanma duygusunun da böylece a priori olarak evrensel geçerliliğe sahip olduğu ve pratik amaçlılıktan farklılığı açıklık kazanmıştır (Kant, 1922b, ss. 23-24).

88

Kant’a göre hoşlanma duygusunun, doğa yasaları ile hakkında iddiada bulunduğu şeyler arasında bir uyum söz konusu olduğunda kendini hissettirdiği iddia edilmiştir. Ortaya konulan doğa yasaları deneysel yasalar ile destekleniyor ve bu konuda başarılı olabiliyorsa oluşan uyum her ne kadar olumsal olsa da bir hoşnutluk hissinin yaşanacağı ifade edilmiştir. Aksi bir durumdaysa yani uyuşmazlığın fark edilmesiyle ise tersine bir hoşnutsuzluk hissinin yaşanacağı belirtilmiştir. Bu durumun doğadaki öznel amaçlılığın spesifikleşmesi ilkesiyle, reflektif yargı gücünün çelişmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir (Kant, 1922b, s. 25). O halde hoşlanma ya da hoşlanmama duygusunun çizdiği yolda, doğa ile bilme yetisi arasındaki uyumun gerekliliği ilkesi bağlamında bilgiyi gidebildiği yere kadar ilerletmek ve başka bir şeyle sınırlanmadan düşünmek, yargı gücünün buyruğu olarak kabul edilmiştir. Bilen özenin önünde sınırsız bir alan açan yargı gücünün belirleyici değil reflektif olduğunu belirtmekte fayda vardır. Her ne kadar anlama yetisi ile akıl bir takım sınırlar belirleyebiliyor olsa da deney alanında herhangi bir sınır belirlemenin mümkün olmadığı açıktır (Kant, 1922b, s. 25).

Buraya kadar Kant, adım adım yargı gücü, reflektif yargı, amaçlılık ve hoşlanma duygusunu tanımladıktan sonra bu aşamada amaçlılık ile estetik arasındaki ilişkiyi incelemeye geçmiştir. Nesnenin tasarımındaki nesnel yan bilgiyken, öznel yan estetiktir. Bu herhangi bir bilgisel özellik taşımayan ve öznel tasarımla ilişkili olan şey ise hoşlanma ya da hoşlanmama duygusu olarak kabul edilmişti (Kant, 1922b, s. 26). Amaçlılık da bu bağlamda bilgiyle bağlantılı olmamakla birlikte öznellikle ilişkili görülmüştü. İşte tam da bu sebeple nesnenin tasarımının doğrudan doğruya hoşlanma duygusu ile ilişkili olmasından dolayı amaçsal olduğu iddia edilmiştir. Böyle bir tasarımın bizzat kendisi bir amaçlılık tasarımı olarak kabul edilmiştir (Kant, 1922b, s. 26-27).

Kant, bir görü (Alm. Anschauung) nesnesinin (Alm. Gegenstand) biçimin salt kavrayışı (İng. Apprehension) eğer belli bir kavramla ilişkili değil de hoşlanma duygusuyla ilişkiliyse bu durumda tasarımın (Alm. Vorstellung) nesnel değil öznel olacağını iddia etmiştir. Bu tespitini de oyun kavramı ile ilişkilendirmiştir. Bu bağlamda hoşlanma duygusu, bahsi geçen tasarımın salt reflektif yargı gücüyle oyunda olan bilme yetisinin uygunluğundan başkaca bir şey olarak kabul edilmemiştir. Sonuç olarak bu

89

tasarımın nesnenin öznel biçimsel bir amaçlılığını anlatabileceği ortadadır. Bu durumda da ortaya konulan yargının kendisinin nesnenin direkt kendisine dair ya da kendisini nesne üzerinden temellendiren olarak değil ama onun amaçlılığına dair olacağı açıktır. İşte bu yargı, nesnenin amaçlılığına dair olan estetik yargı olarak tanımlanmıştır (Kant, 1922b, s. 27).

Bu açıklamalar sonrasında da Kant, güzel ve beğeni kavramlarını ele almıştır. Estetik yargıyı tanımladıktan sonra eğer bu yargıya varma sürecinde nesnenin biçimi reflektif yargı ve hoşlanma duygusu tarafından tasarlanmışsa, bu sadece onu tasarlayan özne için değil, bütün bilen özneler için geçerli bir durum olarak kabul edilmiştir. Bu bahsi geçen nesnenin de güzel (Alm. Schön) olarak tanımlanacağı iddia edilmiştir. İlgili nesneye dair evrensel geçerliliğe sahip hoşlanma duygusuyla ilişkili olan bu yargının kendisine de beğeni (Alm. Geschmack) denilmiştir (Kant, 1922b, s. 27). Ancak burada bir öznenin kendi deneyimine dayanarak tekil bir hoşlanma duygusu yaşaması ve herkesin de benzer duyguyu yaşayacağını varsayması halinin yukarıda ifade edilenlerle aynı durumu tasvir etmediğini belirtmek gerekmektedir. Bu durumda böyle bir hoşlanma, beğeni yargısında deneye bağlı bir tasarım olarak görülmüş ve hiçbir şekilde a priori sayılamayacağının altı çizilmiştir (Kant, 1922b, s. 29). Böylece hangi durumlarda bu kavramlar açısından bir evrenselliğin olacağı ya da olmayacağı da netleşmiştir.

Bu aşamada Kant, reflektif yargı ve amaçlılık tarafından belirlenen herkes için geçerli ve evrensel olarak kabul ettiği hoşlanma duyusuna dair estetik yargının nesnesinin sadece güzel ile bağlantılı değil aynı zamanda yüce (Alm. Erhabane) ile bağlantılı olacağını da belirtmiştir (Kant, 1922b, s. 29). Bu kavramlar ayrıntılı olarak ilerleyen kısımlarda tekrardan ele alınacaktır.

Amaçlılığın estetik ile olan ilişkisi incelendikten sonraki adım, bu ilişkinin karşıtı olarak amaçlılığın mantık ile olan ilişkisinin analizidir. Amaçlılığın estetik tasarımında, nesne üzerine salt reflektif yargının nesnesinin biçiminin, doğrudan hoşlanma duygusuna dayandığı belirtilmişti. Güzel, salt öznel olarak biçimsel amaçlılığın tasviri olarak görüldüğünde öznenin, estetik olarak, hoşlanma duygusu aracılığıyla yani beğeniyle yargıda bulunulduğu açıklanmıştı (Kant, 1922b, s. 31). İşte bu noktada amaçlılığın mantıksal tasarımında nesnenin biçimi hoşlanma duygusuna

90

değil, o nesnelere dair eleştirel anlama yetisine dayandığı iddia edilmiştir. Bir nesnenin kavramı veriliyse, bu durumda yargı gücünün kullanımdaki fonksiyonu, bilginin tasvirinden oluşan yani kavramı, kavrama karşılık gelen ilgili görüyle ilişkilendirmek olarak kabul edilmiştir. Bunun da imgelem gücüyle (Alm. Einbildungskraft) olanaklı olduğu ifade edilmiştir (Kant, 1922b, s. 30). Güzel olgusal (Alm. Reale) ve amaçlılık kavramının tasviri olarak görüldüğünde öznenin, anlama yetisi ve akıl ile yani kavramlara göre ve mantıksal olarak yargıda bulunulduğu açıklanmıştır. Bu ayrımın önemi yargı gücünün eleştirisinin bu fark temelinde ele alınmış olmasından kaynaklandığı söylenebilir (Kant, 1922b, s. 31).

Kant amaçlılığa bir başka ayrım daha eklemiştir o da teleolojik olarak yargı gücü ile olan ilişkisidir. Teleolojik kullanılan yargı gücü, bir şeyin (herhangi bir şey anlamında, Alm. Etwas) bir doğa amaçlılığı idesine göre yargıda bulunulmasının koşullarının belirlenmesi olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla böyle bir durumda a priori temellerden bahsedilemeyeceği ve nesnel bir amaçlılığa ulaşılamayacağı belirtilmiştir. Çünkü bu yolla nesnel bir amaçlılığa ulaşmak için a priori değil ama deneysel olarak bilgiye ulaşmak hedeflense bile, evrensele ulaşmak için birçok tikele dair deneyin yapılması ve bunların da bir ilke birliği altında toplamasının gerekli olduğu ifade edilmiştir. Sonuç olarak aslında estetik yargı gücünün özel (tikel) bir yeti olarak kabul edildiği söylenebilir. Bu bağlamda şeyler hakkında kavramlara göre değil, ama bir kurala göre yargıda bulunan güç, estetik yargı olarak belirlenmiştir. Buna karşılık teleolojik yargı gücü özel (tikel) bir yeti olarak kabul edilmemiştir. Ama sadece genel bir reflektif yargı gücü olarak tanımlanmıştır. İde’ler ile ilişkili olduğu için de kavramlar üzerinden değil, belli doğa nesneleri için tikel ilkeler bağlamında, yani belirleyici değil, salt reflektif yargı ilkelerine göre ilerlemesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Dolayısıyla Kant, teleolojik yargı gücünü, yargı gücünün eleştirisinin tikel bir bölümüne dair olduğunu belirtirken buna karşılık estetik yargı gücünün ise nesnelerin bilgisine bir katkısı olmayan ama sadece yargıda bulunan öznenin bilme yetisine ait olduğu tespitinde bulunmuştur. Tabi estetik yargının ister teorik olsun ister pratik olsun a priori ilkeleri ortaya koyabildiği derecede felsefenin hazırlayıcı bilgisi (Alm. Propädeutik) olduğu ifade edilmiştir (Kant, 1922b, s. 32).

91

Estetik yargıya dair bu belirlemelerin, özneyi sadece anlama yetisinden ibaret görmeyen ve anlama yetisiyle ulaşılan bilgiyi dahi önceleyen bir durumu ortaya koyması açısından çok büyük bir öneme sahip olduğu açıktır.

Buraya kadar yapılan analizlerin neticesinde, anlama yetisi ve aklın, yargı gücünde nasıl birbirlerine bağlandığı sorusuna tekrar dönülecek olursa, bu soru artık yanıtlanabilir bir hale gelmiştir. Anlama yetisi, duyunun (Alm. Sinne) nesnesi olan doğa için mümkün deneyimin teorik bilgisi bağlamında a priori yasa koyucudur. Akıl, özgürlük ve kendi nedenselliği için öznenin deneyüstü (Alm. Übersinnlich) tarafı olarak mutlak pratik bilgisi bağlamında a priori yasa koyucudur. Buna karşılık özgürlük kavramı, doğanın teorik bilgisi bağlamında hiçbir şekilde belirleyici değildir. Ama aynı

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 92-117)