• Sonuç bulunamadı

Kendilik Pratikleri

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 136-143)

BÖLÜM 4. FOUCAULT’DA ÖZNE SORUNSALI

4.5. Kendilik Pratikleri

Foucault’nun eserlerinin Türkçe basımlarında “kendilik pratikleri” karşımıza “asetik”, “asketik” ya da “askesis” olarak da çıkabilmekte ve aynı şeye gönderme yapmaktadır. Bu çalışmalarda ifade edilen bu pratik, antik Yunancadaki direkt karşılığı olan “ahlaki çilecilik anlamında değil, insanın kendini geliştirmeye, kendi kendisini tepeden tırnağa değiştirmeye ve belirli bir oluş tarzına ulaşma kaygısıyla kendi kendisi üzerinde çalışması” anlamında kullanılmaktadır (Foucault, 2014a, s. 222). Bu bağlamda kendilik pratiği hem üzerine düşünülmekte olan nesnenin, hem de o nesneyi zihninde temsil eden öznenin kendini sınaması ve eğitmesi sürecidir. Bu durum, öznenin onu hakikate ulaştıracak şekilde sadece içsel düşünme sürecini sınaması ve eğitmesi değildir, aynı zamanda düşündüğü doğrultuda nasıl edimlerde bulunabileceğini öğrenmesi anlamına da gelmektedir. Gerçekleşmesi burada ifade edildiği kadar basit olmayan bu pratiklerden oluşan süreç, Foucault’ya göre aslında insanın hakikatin etik öznesi konumuna gelmesi amacını taşımaktadır. Birçok yerde böyle bir çabada estetik bir açı yakalayan Foucault’nun bu sebeple bu çabaya “varoluş sanatı” ya da “yaşama sanatı” gibi kavramları da dâhil ettiği görülmektedir (Foucault, 2015b, s. xiv). Bu konular daha sonra daha ayrıntılı olarak ele alınacak ve kendilik pratiği ile ilişkisi kurulacaktır.

Foucault, kendilik pratiklerini incelemenin gerekliliğini, özne olarak belirlenen şeyin çözümlenebilmesi için önemli görmektedir. İnsanın kendini bir özne olarak oluşturmasını, özne olarak kabul etmesini incelemek için kendi ile kuruduğu ilişki biçimlerini ve yöntemlerini araştırmıştır (Foucault, 2007, s. 124). Bu açıklama çabası sadece kendiliğin bir tarihsel ontolojisini yapma değildir, bu aynı zamanda hakikat

128

oyunlarının kendiliğin, kendi ile olan ilişkisini ve öznenin bir öznel deneyimin öznesi bağlamında kuruluşunun da incelenmesi anlamına gelmektedir. Foucault, buna dair en derin çalışmalarını da “arzulayan insanın tarihi” olarak ele aldığı Cinselliğin Tarihi adlı eserinde detaylandırmıştır.

Foucault’nun çalışmalarında, insanın kendisini kendi eylemlerinin ahlaki öznesi olarak kurmasını mümkün kılan kendilik ilişkisinin dört boyutu söz konusudur. Kendilik ile ilişkinin ilk boyutu Kant’ta niyetler olarak geçen Foucault’nun ise etik töz olarak kullandığı, kendiliğin ahlaki davranış ile ilgili tutumudur. İkinci boyutu ise, insanlara dayatılan ahlaki yükümlülüklerin yine insanlar tarafından tanınması kipidir (Foucault, 2014a, s. 206). Foucault’nun deyimi ile tabi kılma kipidir. Üçüncü boyut, normal özne haline gelmek için insanın kendini hangi araçlar sayesinde dönüştürmekte olduğuna dairdir. Dördüncü ve son boyut ise insanın ahlaki bir davranış sergilerken göz önünde bulundurduğu amaçlardır. Farklı amaçların farklı kendilik teknikleri gerektireceği açıktır (Foucault, 2014a, s. 207). Daha önceki incelemelerde de belirtildiği gibi; Foucault’nun, ahlakın tarihsel incelemesini yaparken, ahlak yasası ile davranışların ahlaksallığını bir tutmadığının altını çizdiği ve davranışları, ahlak yasası karşısında insanların gerçek tutumları olarak yorumladığı, izin verilen ya da verilmeyen eylemin ahlak yasası ile eylemleri birbirinden ayırmak gerektiği kanısında olduğu dikkate alınmalıdır (Foucault, 2014a, s. 205). Bu durumda etik, kendi tarihsellikleri ve tekillikleri içinde, insanların davranış biçimlerini, davranış kurallarını, ahlaki yasaları ve burada kendilik ilişkisinin dört boyutu olarak bahsi geçen tespitleri de kapsamaktadır. Bu şekilde, üçüncü ayak olan etik sayesinde yani, kendilik pratikleri bağlamında insan, kendisini kendi eylemlerinin ahlaki öznesi olarak kurmuş olacaktır. Foucault eserlerinde “etik” kavramını geleneksel anlamda, davranışlarımızın nasıl olmasını gerektiğini belirleyen kurallar bütünü ya da bu şekilde belirlenmiş kuralların temel dayanaklarını oluşturan düşünce bütünleri olarak kullanmamaktadır. O “etik” kelimesini Helenistik felsefedeki bağlamında yani, insanın kendisi ile kurduğu ilişkiyi (kendilik ilişkisini) betimlemek anlamında kullanmaktadır (Foucault, 2014a, ss. 14-15). O halde aslında kendilik pratiği olarak bahsettiğimiz şeyin, bir öznel deneyimin kurulmasındaki üçayaktan biri olan etik ayağı olduğu söylenebilir.

129

Foucault, Batı felsefe geleneğinin özne konusunu ele alırken; kendilik bilgisi (gnothi seauton) ile kendilik kaygısı (epimeleia heatou) ilkeleri arasındaki gerilimden beslendiğini ve bu geleneğin Sokrates figüründen hareket ile onun çevresinde formüle edilmiş “kendini bil” buyruğundan hareket ettiğini yani, kendilik bilgisine öncelik verdiğini iddia eder (Foucault, 2015b, s. xv). Ama bu tercih Foucault’ya göre yetersiz kalmaktadır. Özellikle evrensel savunuları olan felsefi tutumlara karşın öznelliğin ve öznel deneyimin tarihsel olduğunu savunan Foucault’ya göre bahsi geçen kendilik bilgisinin de genel geçer, evrensel, zorunlu bir yapı olarak kabul edilemeyeceği ortadadır. Çünkü o, çalışmalarında kendilik bilgisini, kendilik kaygısının içine yerleştirmekte ve kendilik kaygısının gerektirdiği bir ilke olarak yorumlamaktadır (Foucault, 2015b, s. xv). Ayrıca kendilik bilgisini de, kendilik kaygısının tarihi içinde hep aynı biçimi ve işlevi taşımayan, hep aynı bilgi içeriklerinden oluşmayan, sürekli değişim içinde olan tarihsel bir unsur olarak görmektedir. Bu durum kendilik kaygısına özgü olarak ortaya çıkan düşünüm biçimi (Fr. reflexion) bağlamında öznel deneyimin kurulmasının ve öznenin kendisini değiştirmesinin olanaklı olduğu anlamına da gelmektedir (Foucault, 2015b, s. xvi). İşte “kendini yöneten bir özne olarak kurmak, kendi için kaygılanan bir özne olarak kurmayı içerimlemektedir” (Foucault, 2014a, s. 237). Kendilik bilgisi, düşünüm biçimlerinin ve bu biçimlerin üzerinde temellendikleri pratiklerin analizi ile ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Foucault’nun kendilik pratiği ya da etik eksen olarak kastettiği şey aslında burada bahsettiğimiz, evrensel nitelik taşımayan, tarihselliği olan kendilik bilgisi ile kendilik kaygısının birlikteliğidir.

Foucault tarafından ahlak ise tek tek bireylere ya da bu bireylerden oluşan topluluklara; ait oldukları aile, eğitim veya din kurumları ya da toplum gibi çeşitli emredici araçlar vasıtası ile önerilen bir değerler ve eylem kuralları bütünü olarak tanımlanmaktadır. Ahlak, aynı zamanda tek tek bireylere ya da topluluklara önerilen bu kurallar bağlamında onların gerçekte nasıl davrandıklarını da içermektedir. Ayrıca ahlak, bireylerin davranışlarını bu bahsi geçen kurallara uyma-uymama, itaat etme- etmeme, bir değerler bütünü olarak görme-görmeme biçimleri olarak da tanımlanmaktadır. Ahlaki yasa, tutarlı ve açık öğreti biçiminde olabildiği gibi, dağınık, sistematik olmayan, uzlaşmaya ya da değişikliklere açık öğelerden oluşan emredici kural ve değerler bütündür. Davranışların ahlaksallığı belli bir ahlak yasasına itaat etme ya da etmeme haline göre belirlenmektedir. Bu iki uç arasındaki mümkün eylemler

130

alanı bireylerin ait oldukları kültürlerinde açık ya da örtük olarak belirlenmiştir ve bireyler bunların az ya da çok bilincindedirler (Foucault, 2007, ss. 137-138). İnsanlar böylece davranışlarının ahlaksallığını bahsi geçen ahlaki yasa üzerinden mümkün eylemler içinde kurmaktadırlar. Bu bağlamda ahlak; davranış kuralları (ahlaki yasalar) ve özneleştirilme olmak üzere iki yönlüdür. Bu ikisi birbirinden ayrılamazlar ve görece özerk olup farklı derecelerde gelişme gösterebilirler. Ahlak içinde, davranış kuralları tarafının baskın durumda olması demek; yasanın, bu yasanın sistematikliğinin, her olası duruma uyabilmesinin ve tüm davranış alanlarını kapsamasının diğer unsurlara göre daha yoğun olması demektir. Böyle bir durumda öznelleştirme; hukuksal sınırlar içinde, ahlaksal öznenin bu sınırları aşması halinde cezalandırılma korkusu ile kendi kendini yasaya tabi kılarak oluşmaktadır. Bu süreci çözümlemek için kimin bu yasayı değerli kıldığına, kimin onun öğrenilmesini ve gözetilmesini dayattığına ve kimlerin bunlara karşı gelenlere yaptırım uyguladığına bakılması gerekmektedir (Foucault, 2007, s. 141). Bu iki yönlülüğe cinsel olarak ölçülü davranma üzerinden örnek verilebilir; sistematik ve kesin olan bir temel kurallar bütünü üzerinden gerçekleştirilecek davranışların düzenli denetimi ile bu kuralların öğrenilmesi ve içselleştirilmesi yolu ile cinsel alanda ölçülü olma davranışı sağlanacaktır (Foucault, 2007, s. 139). O halde emredici kurallar bütünü, söylemsel olan; kuralları dayatan kurumların olduğu bütün, ise söylemsel olmayan olarak kabul edilebilir.

Ahlakın bahsedilen iki yönünden davranış kuralları bütününün bu iki pratiği içinde barındırdığı ve ahlakın diğer yönü olan özneleştirilmenin ise üçüncü pratik olan kendilik pratiğinin yani üçüncü eksenin bir örneğini oluşturduğu iddia edilebilir. Ama bu ahlak tanımı içinde yer alan kendilik pratiği çerçevesi ahlak yasaları tarafından çizilmiş olduğu için biraz daha sınırlayıcı bir karaktere sahip olduğu görülebilir. Fakat yine de farklılıklar, davranış kuralları ve özneleştirme arasındaki düzlemde, bireylerin bahsi geçen kurallara itaat etme-etmeme aralığında ortaya çıkmaktadır (Foucault, 2007, s. 138).

Foucault, felsefeyi, düşünce yolu ile “kendilik terbiyesi” olarak kabul ederek, bu durumu belli bir hakikat düzeni içinde kişinin kendini değiştirme çabası olarak tanımlamakta ve bunu bir “deneme” olarak ifade etmektedir (Foucault, 2007, s. 126). Bu tespit, tek belirleyici merciinin ahlak yasaları olmadığını göstermektedir. Çünkü

131

yukarıda ele alındığı gibi, etik, kendilik pratiği bağlamında estetiğin de dâhil olduğu bir alandır. Öznenin kendi davranış biçimlerini, kendi kendini yönetebilmesi ve kendi davranış biçimlerini, yaşamını yapılandırabilmesi ve şekillendirebilmesi etiktir, “ethos”tur, özgürlük pratiğidir, sanattır, bir varoluş estetiğidir (Foucault, 2014a, s. 23). “varoluş sanatı” insanların düşünce ve iradi pratikler ile kendilerine davranış kuralları saptadıkları ve kendilerini değiştirdikleri, dönüştürdükleri çabaya, hatta yaşamlarını, estetik değerler taşıyan bir sanat durumuna getirme çabasına denir (Foucault, 2007, s. 127). Foucault’nun özgürlük, ahlak, etik ile estetik arasında kurduğu bu ilişki belli hakikat kabulüne bağlı kalmama çabası ve bu alana yaratıcılığı dâhil etmesi olarak yorumlanabilir.

İnsanın kendisini kendi davranışlarının öznesi olarak özgürce konumlandırmasını Foucault ahlaki özneleşme (Fr. subjectivation morale) olarak tanımlamaktadır. Özgürlük pratiği tespiti, Foucault felsefesinin, özne kuramlarına getirdiği farklı bakış açısını göstermesi açısından da etkilidir. Foucault’nun çalışmalarının felsefi antropolojiye, tüm bilgi ve eylemi evrensel yapılar üzerinden kuran felsefelere ve bu evrensel yapıları verili bir insan doğasında arayan özcü ontolojik yaklaşımlara karşı duruşu netleştirilmişti.

Bu bağlamda özne çözümlemesi, bir insan doğası keşfi değil, insanın kendi kendisinin bir jeneolojisini yapması ve kendi tarihinin, sınırlarının zorunlu olmadığını, olumsal olduğunu görebilmesi, bu sınırlar üzerinde çalışması, yaratıcılığın da dâhil olabileceği bir kendi kendini yeniden kurması durumudur. Konuya varoluş estetiğinin de dâhil olması ile aslında Foucault’ya göre bu kurulma durumu modern insanın tutumudur. Böyle bir öznenin etik anlayışı geleneksel etik olamaz, evrensel özellik taşımaz tersine kendi kendisi ile kurduğu ilişki biçimlerinden oluşur ve bu şekilde kurulan her ilişkinin herkese eşit ölçüde ideal olması beklenemez (Foucault, 2014a, s. 23-24).

Sadece kendi eyleminin temsilcisi olarak değil de, aynı zamanda ahlaksal özne olarak kendini kuran insan için, belli bir yasanın çizdiği sınırlar içinde; gerçekleşen davranış, kurallara uygun olan davranış, uygun olmayan davranış ve nasıl davranılması gerektiği ile ilgili davranış olmak üzere birçok farklı ahlaksal davranma biçimi söz konusudur (Foucault, 2007, s. 138). Bu bağlamda farklılıkların da ahlakın iki yönü

132

olduğu üzerinden, ortaya çıktığını, yukarıda yapılan incelemelerde de belirtilmişti. Farklılıklar sadece davranışlarda değil, aynı zamanda kişinin kendi üzerine ve etik düşünümlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Çünkü incelemeler göstermektedir ki; amaç sadece belli kuralların sınırlarında kalmak olmadığı gibi kişinin kendisini kendi tutumunun ahlaksal öznesi olarak kurması çabasını da içermektedir (Foucault, 2007, s. 139). Ahlaksal öznenin kurulması çabasında, davranışlar ve ahlaksallık arasındaki bağlantı reddedilmemek ile birlikte, ahlak yasasının sadece ahlak yasasına uygun eylemlere indirgenerek açıklanması zorunluluk değildir. Çünkü burada bahsi geçen eylemler aynı zamanda kişinin kendi kendisi ile kurduğu ilişkiyi de içermektedir. Buradaki ilişki sadece “kendilik bilinci” olarak kabul edilemez, daha geniş anlamda bu durum kendiliğin ahlaksal özne olarak kurulmasıdır. Ahlaksal özne kuruluşunun süreci; ahlaki sınırların belirlenmesi, o sınırların içinde kendinin konumlandırılması, ahlaki anlamda mükemmelleşmesini sağlayacak varoluş biçiminin belirlenmesinden oluşmaktadır. Bu süreç için kişinin eyleme geçmesi, kendisini tanıması, denetlemesi, geliştirip dönüştürmesi gereklidir. Ahlaki öznenin oluşumu için, bir ahlaksal tutuma gönderme yapan ahlaksal eylem, özneleştirme kipleri ile bunlara destek olan kendilik pratiklerinin olması gerekmektedir (Foucault, 2007, s. 140).

Sonuç olarak buraya kadar yapılan sorunsallaştırma bağlamında her birinin varolması için hepsinin bir bütün olarak varolmasını gerektiren bilgi, iktidar ve etik olmak üzere üç ana eksen olarak ele alındı. Belli kuramsal, kavramsal ve hakikatler bütünü bilgi alanı olarak ve bu bilgi alanları ile ilişkili, normlar kurallar ve kurumlar iktidar alanı olarak ve de sonunda bilgi ve iktidar alanları ile ilişkili olarak insanın kendisi ile kurduğu ilişki bütünü de etik alan olarak incelenmiştir. İnsanın kendisinin tarihsel bir ontolojisini yapma anlamında aşağıda sıralanmış olan;

1. Bilgi alanı olarak kastedilen ve bu alana dair oluşan söylemsel olan pratiklerin ve bu pratiklerin hakikat oyunlarının analizi,

2. İktidar alanı olarak kastedilen ve normatif sistemlerin örgütlendiği bu alanda oluşan, söylemsel olmayan pratiklerin ve bu pratiklerin hakikat oyunlarının analizi,

133

3. Etik alan olarak kastedilen ve kendilik ilişkisi bağlamında, bilgi ve iktidar ekseni ile birlikte bir bütün olarak, insanın kendisinin, kurulan tarihsel bir deneyimin öznesi konumuna geçmesiyle bu alana dair oluşan kendilik pratiklerinin ve bu pratiklerin hakikat oyunlarının analizi gerçekleştirilmiştir. Foucault’nun bu analizleri ekseninde bıraktığı düşünsel, söylemsel, yöntemsel miras bir sonraki bölümde incelenecektir.

134

BÖLÜM 5. FOUCAULT’NUN MİRASI: İNSAN-ÖZNENİN

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 136-143)