• Sonuç bulunamadı

Söylemsel ve Söylemsel Olmayan Pratikler Arasında Özne

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 129-136)

BÖLÜM 4. FOUCAULT’DA ÖZNE SORUNSALI

4.4. Söylemsel ve Söylemsel Olmayan Pratikler Arasında Özne

Öznel deneyimin; bu insan davranışlarından, deneyimlerinden hareket ile üç temel eksende kurulduğundan, bunlardan ilkinin de söylemin (Fr. discourse) oluştuğu ve söylemsel alan, söylemsel pratikler, söylemsel bilgi alanları, bilgi alanları, bilgi olarak da ifade edilen eksen olduğu yukarıda belirtilmekteydi. Farklı isimler altında analiz edildiği gözlemlenen bu eksen, bu çalışma kapsamında “söylemsel olan pratikler” olarak isimlendirilmektedir.

Söylemsel olan pratiklerin izlediği çizgi çok kısa olarak şöyle ifade edilebilir: Süreç, tarihin belli bir anından itibaren ilgili bir davranış biçiminin ya da bir insan davranışının, sorun olarak görülmesi ya da anlaşılması ile başlamaktadır. Bu süreç, sorun olarak görülen belli bir insan davranışına dair, belli bir takım bilgi alanları oluşmaya başlaması ile devam etmektedir. Bu bilgi alanları, o davranış biçimi ile ilgili her türlü bilgiyi, hakikat savunularını içeren alanlar olarak tanımlanmaktadır. Bu alanlar, dayandıkları bilgi ve hakikat savunuları temelinde bilimsel hakikat olarak anlatılan bir söylemi oluştururlar. Bu oluşan bilimsel söylem aynı zamanda bilimsel hakikat olarak sunulan ve dayandığı bilginin de evrensel olduğu kabul edilen söylemleri oluşturmaktadırlar. Böylelikle bu hakikate dayalı bilgi ışığında “normal olan” ve “normal olmayan” ayrımları da ortaya çıkmaktadır. Bahsedilen bu söylemin sadece teorik içeriği yoktur, aynı zamanda pratiklerde de bu içerik edimler olarak gözlemlenmektedir. İşte gerek bu teorik içerikler, gerekse de bu davranışa dair pratikler bütünü, “söylemsel olan pratikler”i oluşturmaktadır.

Söylemsel pratikler konusu, Foucault’nun 1970 ile 1982 yılları arasında College de France derslerinde çok ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Onun ders özetlerinden, bu konu ile ilgili yapılan çıkarımlar, konunun anlaşılmasında kolaylık sağlamaktadır. Derslerde bu konu şu şekilde ele alınmaktadır: Söylemsel olan pratikler, yapılmış olan araştırmaların ve düşünce sistemlerinin analizini mümkün kılmakta ve diğer felsefi çalışmalardan farklı olarak ayırt edici tekilliğin tanınıp bilinmesini sağlamaktadır. Bu pratikler, salt mantıksal temelli olmadıkları gibi salt dilsel temelli de olmayan bir yapıya sahiplerdir.

121

“Belli bir nesneler alanına ilişkin olması; bilgi öznesine sağladığı meşru perspektifin tanımlanması kavramların ve kuramların ortaya konmasını sağlayan normların saptanmışlığı” (Foucault, 1993, s. 43) söylemsel olan pratiklerin ayırt edici özellikleridir. Bu özellikler, temel olarak, söylemsel pratiklerin neleri içereceği, neleri içermeyeceğini de belirlemektedirler. Bir başka açıdan da belirtmek gerekir ki; söylemsel olan pratikler, yukarıda bahsedildiği gibi bilimler ile çok yakından ilişkili olsalar dahi sadece bilimsel hakikat ya da bir bilim dalı ile sınırlı tutulamazlar. Onlar bu bilimler temelinde verilmiş eserler ve düşüncelerden daha fazlasıdırlar. Çünkü söylemsel olan pratiklerin her biri, genellikle, farklı bilim dallarını ve bilimsel hakikatlerin bir bütünü olmak ile birlikte onların da ötesinde, birçok farklı bölümü içeren belirli bir kural içinde oluşan bir araya gelişlerdir. Ayrıca söylemsel olan pratikler sadece bir biçimsel yapı olmamakla birlikte, teknik bilgilerde, kurumsal alanlarda, davranış kalıplarında, iletişim şekillerinde, eğitimbilimsel unsurlarda somut olarak deneyimlenebilmektedirler (Foucault, 1993, ss. 43-44).

Özetle Foucault’da söylem kavramı geleneksel felsefede kullanıldığından farklı bir içeriğe sahip olmaktadır. Bu durum söylemin ortaya çıkabilmesini sağlayan ve söylemi belirleyen ilişkiler ağının da içeriğe dâhil edilmesinden kaynaklanmaktadır. Ama bu ilişkiler ağı, geleneksel anlamda kabul edilen; önermeler arasındaki tümdengelimsel bir yapı yani, salt mantıksal ya da önermeler arasındaki retorik bir yapı yani, salt gramatikal ya da dilsel ilişkilerden oluşmamaktadır. Söylemsel olan pratikleri oluşturan ilişkiler ağı, tüm bu geleneksel anlayışlara ek olarak; kurumlar, ekonomik ve toplumsal yapılar, davranış biçimler, normatif sistemler, iktidar ve kendilik teknikleri, kategorize ve karakterize etme biçimleri arasında oluşmuş yapıların tamamını kapsayan bir bütün olarak anlaşılmalıdır (Foucault, 1999, s. 63).

Söylemsel olan pratiklerin tarihin belli bir anında belli bir insan davranışına dair olması hem tarihsellik ile hem de arkeolojik yöntem ile olan ilişkisi ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi (Fr. L’Archéologie du savoir, 1969) adlı eserinin giriş bölümünde ayrıntılı olarak ele alındığı gibi, söylemsel olan pratikler, epistemeler ile onları tanımlayan ilişki sistemleri üzerinden şekillenirler. Aslında bu pratiklerdeki süreksizlikleri ve dönüşümleri betimlemekte kullanılan ilkelerin arkeolojik analiz yöntemi ile aynı olduğu söylenebilir. Foucault, değişim ve dönüşümleri

122

tanımlayan yapısalcılık ile farklı olay türlerini ve bu olayların tanımladığı süreleri betimlediğine inan ve süreklilik fikrini içeren dizisel tarih anlayışına karşı çıkmaktadır. Ona göre dizisel tarih, hem olayların süreksizliğinin hem de toplumların dönüşümünün düşünülmesini sağlayan teorik araçlar olarak düşünülmelidir. Aslında bu bağlamda bakıldığında bu teorik araçlar, yani dizisel tarih ve arkeolojik analiz yöntemi Foucault bağlamında birbirine denk düşmektedir (Foucault, 2011b, s. 13).

Söylemsel olmayan pratikler, Foucault’nun birçok metninde iktidar, normatif iktidar sistemleri, iktidar pratikleri, iktidar alanları olarak da adlandırılan eksendir. Bu bölüm bu bahsi geçen kavramların hepsini kapsamaktadır. Öncelikle Foucault’nun çalışmalarında bu eksenin ne anlama geldiği açıklanacak sonrasında bilgi, söylemsel olan pratikler, özne, tarih, özgürlük ve tahakküm kavramları ile ilişkileri tek tek ele alınacaktır.

Söylemsel olmayan pratikler, çok genel anlamda, belli kurallar ve normlar içeren iktidar alanıdır. Bu pratikler; kendimizin tarihsel ontolojisini yapmak bağlamında, “iktidar ilişkileri ve teknolojilerinin, yani tarihsel olarak kurulmuş bir deneyimin pratiğini düzenleyen normatif sistemlerin (örneğin delilerin, hastaların ve suçluların kurumsallaştırılması ve “normal” insanlardan ayrılıp tecrit edilmesini düzenleyen sistemlerin) örgütlenmesinin ve bu sistemlerde söz konusu olan hakikat oyunlarının analizini” gerektirirler (Foucault, 2014a, s. 14). Söylemsel olan pratiklerde olduğu gibi söylemsel olmayan pratiklerde de tarihin belli bir anında belli bir davranış biçimi sorun olarak düşünüldüğünden, davranış biçiminin nasıl gerçekleştirileceğine dair, bunun gerçekleştirilmesini yönetmek üzere, söylemsel olan pratiklerden farklı olarak, ortaya bir takım normatif sistemler çıkmaktadır. Bunları ayakta tutacak kurumlar ve bunların sistematikliğini sağlayacak kurallar oluşmakta ve normal olan ve olmayanı birbirinden ayırmaktadır. Bu ayrımı da, getirdiği belli bir takım kurallar, yani hakikat oyunları üzerinden yapmaktadır.

Foucault’nun farklı metinlerinde söylemsel olmayan pratikleri; kurumlar, politik, pratik olaylar ve ekonomik süreçler olarak da tanımladığı gözlemlenmiştir. Bunlar arasından “kurum”u Entelektüelin Siyasi İşlevi (Fr. Dits et écrits, 1954-1988) adlı eserinde söylemsel olmayan pratiklerden biri olarak şu şekilde tanımlamaktadır; “‘kurum’ denilen şey, genellikle, az çok kısıtlanmış, öğrenilmiş davranış türlerinin

123

tümüdür. Bir toplumda bir kısıtlama sistemi işlevi gören ve sözce olmayan her şey, kısacası toplumsal düzeyde söylemsel-olmayan alanın tümü kurumdur” (Foucault, 2011a, s. 123). Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu (Fr. Surveiller et punir: Naissance de la prison, 1975) adlı eserindeki “hapishane” örneği üzerinden bu ilişkiler ve söylemsel olmayan pratikler, hapishanenin mimari yapısı, disiplini ve işleyişini sağlamak için belirlenen bir dizi idari prosedürler şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Foucault’ya göre öznesi konumuna geçtiğimiz, öznel deneyimlerin kurulmasını gerçekleştiren söylemsel olan pratikler gibi söylemsel olmayan pratiklerin merkezinde de bir iktidar alanı mevcuttur. Bu iktidar, bir ilişkiler kümesidir. Bir ilişki biçimdir. Bir eylem kipidir. Bir başka açıdan iktidar, mümkün eylemler üzerinde işleyen bir eylemler kümesi olarak tanımlanabilir. Ayrıca eylemde bulunan öznelerin davranışlarının kaydolduğu olanaklılık alanı üzerinde de yer almaktadır (Foucault, 2014a, s. 74). Bu anlamdaki iktidar, “kışkırtır, teşvik eder, baştan çıkarır, kolaylaştırır veya zorlaştırır, genişletir ya da sınırlar, aşağı yukarı muhtemel hale getirir; uç noktada kısıtlar ya da mutlak olarak engeller” şeklinde örneklendirilebilir (Foucault, 2014a, s. 74). Ayrıca bu iktidar aynı zamanda bir güç ilişkileri çokluğu olarak da tanımlanabilir. İktidar, bu güç ilişkilerinin birbirinden aldıkları destek ya da bu ilişkileri birbirinden ayıran çelişkilerdir. Foucault’ya göre işleyişinden bağımsız olarak kendiliğinden varolan, sahip olunabilen, devredilebilen, paylaşılabilen ve uygulanmayı bekleyen bir iktidar yoktur. İktidar, yukarıda bahsi geçen ilişkiler bütünü olarak, bu ilişkilerin her yerde ve her zaman varolan hareketliliğin genel etkisidir (Foucault, 2011a, s.23).

Foucault bilgi ve iktidar arasındaki ilişki konusunu da detaylı bir şekilde incelemiştir. Özellikle bilimsel söylem dâhilinde olan ve belli bir hakikat iddiasında bulunan bilgi ve iktidar ilişkisinin döngüsel olduğundan bahsetmiş ve bu durumu iktidar rejimi olarak tanımlamıştır. Ayrıca iktidar ilişkilerinin önünde sonunda kendilerini daha güçlü kılabilme adına bir bilgi alanı oluşturmakta olduğunu ve böylece işleyişlerini olanaklı hale getirdiklerini de eklemiştir (Foucault, 2011a, s. 23). Bu çalışmada rejim kavramı daha sonraki incelemelerde, bilgi ile iktidar ilişkisi şeklinde ele alınacaktır. Bilgi ile iktidar arasında analiz edilen bu durum aslında bir anlamda söylemsel olan ile söylemsel olmayan arasındaki ilişkiye denk düşmektedir.

124

Özellikle Cinselliğin Tarihi’nin birinci bölümünde “dispositif” olarak geçen ve ikinci bölümünde ise “öznel deneyim” olarak adlandırılan kavram üzerinden bu ilişki netleşmektedir.

Dispositif kavramı, “söylemler, kurumlar, mimari biçimler, düzenleyici kararlar, yasalar, idari tasarruflar; bilimsel felsefi, ahlaki önermelerden oluşan heterojen bütünler” (Foucault, 2014a, s. 18), bir diğer deyiş ile söylemsel olan ve olmayan pratikler arasındaki ilişkiler bütünüdür; yani öznel deneyimlerdir. Dolayısıyla dispositif’ler bir yandan söylemsel olan pratikler ya da bilgi eksenine öte yandan da söylemsel olmayan ya da iktidar eksenine dâhillerdir. Çünkü iktidar ve bilgi birbirinden bağımsız değillerdir. Bilgi alanı ile varolan iktidar ilişkileri veya tersi durumda iktidar ilişkileri ile oluşan bilgi alanı (bilgi ve hakikatlerin oluşturduğu söylem) bağlamında döngüsel bir ilişkileri olduğundan bahsedilmişti. Bu durumda aslında dispositifler ya da kurulan öznel deneyimler sorunsallaştırma odaklarıdırlar, bilgi ve iktidar alanlarının bir araya geldiği noktalardır yani, söylemsel olan pratikler ile söylemsel olmayan pratiklerin bir arada oluşturduğu bütünselliklerdir (Foucault, 2011a, ss. 119-123).

Foucault öznel deneyimi, “yapılmış olan” (pratikler) üzerinden ele almaktadır. Örneğin “cinsellik” ya da “akıl hastalığı” gibi bir öznel deneyimi çözümleyebilmenin yolunun; bu deneyimlerin temsil ediliş biçimlerinin ve dayandıkları teorilerin yanında, ayrıca bunlar ile ilgili yapılan uygulamaların analizlerinden; yani söylemsel olan ile söylemsel olmayan pratiklerin incelenmesinden geçtiğini belirtmektedir. Bunlar, hem gerçek olarak kurulmuş olanın, hem de özneler olarak kurulma tarzlarının ortaya çıktığı eylem tarzları bütününü incelemektedir. Bu pratiklerin bu şekildeki analizleri sayesinde, hem özne hem de nesnenin birbiri ile ilişki içinde ve bir bütün olduğunun anlaşılması mümkün hale gelmektedir (Foucault, 2011b, s. 353).

Söylemsel olmayan pratikler; aynı zamanda bir öznel deneyimin öznesi olma hali tercih edilirken ya da öznesi olmaya zorlanırken, bu öznenin normal ya da anormal olarak sınıflandırılması konusunda rol oynamaktadırlar. Normallik-anormallik, zararsız- tehlikeli, akıllı-deli gibi ikilikler üzerinden tanımlamalar yapan; tekillikleri ikilikler üzerinden ayıran yöntemler olarak da karşımıza çıkmaktadırlar. Bu pratikler, normalliği ölçme, denetleme, anormalliği düzeltme, disipline etme gibi işlemleri kendilerinin ödevi olarak gören kurumlardan ve kurallardan oluşmaktadır (Foucault, 1992, ss. 294-295).

125

Foucault, öznenin nesneleşmesini bu pratiklerdeki ikilikler üzerinden incelemiş, yöntem tercihini “nelik” felsefesinden yana yapmamıştır. Bu pratiklerin kökenlerini, ilkelerini, sınırlarını belirlemeyi tercih etmemiştir. Foucault’nun felsefesi, kendi tekillikleri içinde öznelerin davranışlarının; bir bütün olarak, kurumsal ilişkiler, kurallar, prosedürler ve teknikler tarafından; etkilenmesi, şekillenmesi, yönetilmesi ve değiştirilmesi gibi koşulların üzerinde durmuştur. Ek olarak bu pratiklerin ayırt edici özelliğinin insanların birbirlerini “yönetme” tarzı olduğunu tespit etmiştir ve bunların analizi ile belli bir öznenin (örneğin hasta, akıl hastası ya da suçlu olarak işaret edilenin) bu yönetme tarzları dolayımı ile nasıl belli özne kiplikleri altında nesneleştirildiklerini, o özneleri nasıl belirlediklerini göstermiştir (Foucault, 2011b, s. 354).

Arkeoloji, jeneoloji, etik başlığı altında ayrıntılı olarak incelendiği ve bahsedildiği gibi jeneoloji konusunun söylemsel olmayan pratikler ile önemli bir ilişkisi söz konusudur. Çünkü jeneoloji kısaca hâkim hakikat rejiminin ve hakikatin döngüsel olarak bağlı olduğu iktidar ilişkilerinin eleştirel bir analizi anlamına gelecek şekilde tanımlanmıştı. Bu tespit jeneolojinin bir anlamda söylemsel olan ile olmayan pratiklerin arasındaki ilişkinin analizi olduğu anlamına geldiğini göstermektedir (Foucault, 2011a, s. 29). O halde söylemsel olmayan pratiklerin kendisinin ve söylemsel olan pratikler ile olan ilişkisinin anlaşılabilmesi jeneolojik yöntemsel bakış açısını gerektirmektedir.

Globalize edici tavırda olan ve Evrensel doğruluk iddiasındaki anlayışlar tarafından belirlenen özne yerine, tikel-öznel deneyimlerin tarihsel olarak nasıl kurulduklarının ve pratikler alanındaki uygulamaların araştırılması gerekmektedir. Çünkü bu araştırmalar sayesinde de bahsi geçen öznel deneyimlerin nasıl bir özne tasarımına sahip olduğunu ve iktidar uygulamalarına bakılarak nasıl bir iktidar sisteminin kurulduğu daha net anlaşılabilir hale gelmektedir (Foucault, 2011b, s. 15). Ayrıca burada bahsi geçen pratiklerin tarihine dair yapılan analizlerin çizgisel bir tarih anlayışını kabul eden anlayış üzerinden değil, (çizgisel olmayan tarih için bkz. Nietzsche, Güç İstenci ve Ahlakın Soykütüğü (1887) adlı eserleri: tarihin anlamı olmadığı, çizgisel olmadığına dair aforizmalar), kırılmalar üzerinden gerçekleşen olayları baz aldığı belirtilmelidir.

126

O halde iktidar, iki eylem kümesi arasındaki ilişki olarak tanımlanacak olursa ve her iki eylem kümesinin önündeki mümkün eylemler alanı üzerinde bir engelleme olmadığı kabul edilirse bu durumda örtük olarak aslında özgürlük, iktidarın ön koşulu haline gelmiş olacaktır. İktidar yalnızca özgür özneler üzerinde ve yalnızca özgür oldukları sürece işleyebilmektedir (Foucault, 2014a, s. 75). Bir ilişkinin iktidar ilişkisi olarak kabul edilebilmesi için bu bahsedilen her iki tarafın da sonuna kadar eylemde bulunabilme olanağına sahip olması gerekmektedir ama bu bahsi geçen eylem kümelerinin karşılıklı etkileşim halinde olmadığı ya da birbirlerini yapılandırmadıkları anlamına gelmemektedir (Foucault, 2014a, s. 236). Ayrıca bu bağlamda Foucault yaptığı incelemelerde iktidarı, öznelerin davranışlarının yönlendirilme biçimi anlamına gelen ve onun çalışmalarında önemli bir yere sahip olan bir “yönetim” (Fr. gouvernement) sorunu olarak da tanımlamıştır (Foucault, 2014a, s. 21). Bu durumda buraya kadar yapılan incelemelerde kullanılan söylemsel olmayan pratikler ve iktidar kavramlarının “tahakküm” anlamını içermediği açıktır. Çünkü yukarıda bahsi geçen iktidar tanımına tezat olarak “tahakküm” (Fr. domination) bir eylem kümesinin diğer bir eylem kümesinin önündeki olanaklı tüm eylemler alanının ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Tahakküm söz konusu olduğu durumlarda ise özgürlükten ve de iktidardan bahsedilemeyeceği açıktır. Foucault’nun “iktidar” kavramını kullanmasındaki amacı bir siyasi yapıyı, yönetimde olan bir hükümeti, belli bir sınıfın toplumsal düzene hâkim olmasını, otokrasiyi vb. yönetim biçimlerini açıklamak değildir. Onun iktidar ilişkisi olarak kastettiği ve açıklamaya çalıştığı, insan ilişkilerinde farklı biçimlerde ve farklı düzeylerde hep varolan ve bir insanın bir başkasının eylemlerini yönlendirme çabasıdır. Ayrıca bu ilişkilerin kesin, genel geçer, değişmez ve verili olmadığını da belirtmek gerekir (Foucault, 2014a, s. 235). Foucault’nun burada aslında Kant bağlamında incelenen ahlak anlayışına bir eleştiri getirdiği tespitinde bulunulabilir. Çünkü eğer Kant’ın “kategorik imperatif”i temel dayanak alınarak eylemde bulunulacak olursa, özünde, “yapmamalısın!” diyen iktidarın buyruğuna uymak gerekmektedir. Foucault’ya göre bu; iktidara ilişkin tamamen yetersiz bir anlayıştır ve sadece hukuksal ve biçimsel bir iktidar anlayışıdır (Foucault, 2014a, s. 141). Ona göre, bu anlayışın tam tersine iktidar; değişebilen ve kalıcı olmayan ilişkiler bütünüdür.

127

Özgürlük de bu iktidar ilişkilerinden söz edebilmek için önkoşul niteliğindedir. Sonuç olarak iktidar, tahakküm ve özgürlük konuları bağlamında; aslında öznenin sınırları konusunun sorunsallaştırıldığı tekrar belirtilmelidir (Foucault, 2014a, s. 235).

Bir sonraki bölümde buraya kadar yapılmış olan söylemsel olan ve olmayan pratikleri takiben son eksen olan kendilik pratikleri incelenecektir. Bu üç eksenin açıklanması ile birlikte Foucault bağlamında insanın, kurulan öznel deneyimin öznesi konumuna bu aşamalardan geçerek nasıl geldiği de ortaya konulmuş olacaktır.

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 129-136)