• Sonuç bulunamadı

Fenomen & Numen Düalizminde Özne

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 66-73)

BÖLÜM 3. KANT’TA BİLEN ÖZNENİN NELİĞİ

3.2. Kant’ta Öznenin Deneyim-Bilgi Kurgusu

3.2.1. Fenomen & Numen Düalizminde Özne

Kant görüngülerin (Alm. Erscheinung) kategorilerin birliği bağlamında nesneler olarak düşünüldüklerinde fenomen olarak tanımlanacaklarını ifade etmiştir. Buna karşılık sadece anlama yetisinin (Alm. Verstand) nesnesi olarak kabul edilen duyusal olmayacak şekilde (zaman ve mekân formlarından bağımsız olan) görüye gelenleri ise numen’ler olarak tanımlamıştır (Kant, 1919, s. 280). İşte bu tanımlamalar, belli nesnelerin fenomen olarak kabul edilmesi ve bu nesnelerin var oldukları doğadan ayırt edilmesi durumda aslında fenomenlerin dışında bir de doğada (zaman ve mekan formlarına bağlı) duyusal görüye gelmeyen veya duyu verilerinin nesnesi olmayan bazı şeylerin yani numen’lerin olduğu anlamına gelmektedir (Kant, 1919, ss. 282-283). Bu anlamda Kant anlama yetisinin duyu verileri ile kendini sınırlamadığı hallerde negatif anlamda genişleyerek fenomen’ler olarak kabul edilmeyen numen’lere yönelmesinden bahsetmiştir. Anlama yetisinin bu yönelimin sonucunda da kendinde şeyleri (Alm. “Ding an Sich”) numen’ler olarak tanımlaması aslında onun kendisini bir anlamda (bilinenlerle) sınırlaması anlamına geldiğini ifade etmiştir. Çünkü bu yetinin, numen’lerin hiçbir kategori ile bilinmesinin mümkün olmadığını kavrayacağını ve onları bilinemez olarak sınıflandıracağını iddia etmiştir (Kant, 1919, s. 287). Ayrıca şeylerin fenomen-numen ayrımı altında ele alınmasını Kant, duyu ve düşünce dünyası (mundus sensibilis et intelligibilis) olarak ikili bir dünyanın varlığının göstergesi olarak görmüştür. Bunu da bir tarafta numen’lerin olmasına diğer tarafta da transandantal estetik ile sınırlanmış kavramların doğası gereği, numen olarak kabul edilenlerin nesnel olarak olgusal kavranışına yani fenomen’lere bağlamıştır (Kant, 1919, ss. 280-281). Ama bu ayrımın bir birinden kopuk bir ikilik olmadığını önemle belirtmek gerekir ki,

58

Kant “duyular bize nesneleri göründükleri gibi, ama anlak ise oldukları gibi sunar” (Kant, 1993, s. 163) görüşünü savunmamıştır. Tersine o “anlak ve duyarlık bizim durumumuzda nesneleri ancak birleşik [kullanımları] içinde belirleyebilirler” kanısında olmuştur (Kant, 1993, s. 163). Çünkü “onları ayırdığımız zaman, önümüzde kavram olmaksızın sezgiler ya da sezgiler olmaksızın kavramlar, ama her iki durumda da hiçbir belirli nesne ile ilişkilendiremeyeceğimiz tasarımlar” bulacağımızı da eklemiştir (Kant, 1993, s. 164). Dolayısıyla özet olarak Kant’ın fenomen ve numen ya da duyulur- düşünülür dünya tespitine iki ayrı yapı olarak değil, birbiriyle ilişkili ve bütünsel bir yapı olarak baktığını ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Bu noktada ele alınması gereken bir diğer konu da zaman ve mekân bağlamındaki dünyanın yalnızca bir fenomen’ler dünyası olduğudur. Çünkü fenomen, bilen özneye görünen olarak yani onun anlama yetisinin kavradığı şey olarak kabul edilmiştir. Buradan kendinde şey olarak kabul edilenin, varolanın (numen’in) ise zamana ve mekâna bağlı olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Çünkü zaman ve mekânın yalnızca duyulara tabi olduğu ve duyulara gelen fenomen’ler dünyasına ait formlar oldukları kabul edilmiştir. O halde bu birbirine karşıt ikili yapının arasındaki ilişki daha netleşmiştir. Her ne kadar kendinde şey yani numen zaman ve mekân içinde olmasa da, onlar algıya gelmese de, bilen öznenin o şeylerin varlığını reddetmeden, o şeyleri sadece zaman ve mekân formu altında verildiklerinde bilebildiği kabul edilmiştir. Bu durumu Kant transandantal idealizm başlığı altında daha da ayrıntılı olarak ele almaktadır (Heimsoeth, 1993, s. 83).

Transandantal idealizm, fenomen-numen ikiliği bağlamında duyulur ve düşünülür dünya ayrımı üzerinden temellendirilmiştir. Ancak belirtilmelidir ki hayal kuran, rüya gören idealizmden farklı olarak Kant bu konudaki görüşlerini özellikle transandantal idealizm ya da eleştirel idealizm olarak tanımlamıştır (Kant, 1920, s. 49). İdealizm ile arasına koyduğu mesafeyi Kant, “bilgimizi şeyler ile değil, yalnızca bilme yetimiz ile içine sokma anlamına gelen ‘transsendental’ sözcüğü bu yanlış anlamayı önlemek içindi” (Kant, 2002, s 43) ifadeleri ile belirtmiştir; böylece insanın etkin olduğu ve sınırlarının olduğu bir bilme ediminden bahsetmektedir. Ek olarak Kant’ın idealizme mesafesi, onun diğer tüm idealist kabullerden farklı olarak, kendinde şeylerin gerçek olduğu kabulüne dayanmaktadır. Kant’a göre “deneyimin maddi koşullarına

59

uygun gelen her şey gerçektir” (Heimsoeth, 1993, s. 101). Bu gerçek şeylerin, görüye gelenlerini ise doğa bilimleri nesnel olgusallık temelinde araştırmaktadır. Bu araştırmaya mümkün şeylerin dışındakileri ise zaman ve mekân formu altında ve anlama yetisinin kavramları bağlamında bilinemeyecek gerçekler olarak görmektedir (Heimsoeth, 1993, s. 84). Öyleyse bu gerçek şeylere dair gerçekliği verecek olan, ancak ve ancak sentetik a priori yargılardır. Bu yargılar için de deneyim gereklidir. Bu bağlamda zorunluluk kavramı da farklı bir konuma taşınmaktadır. Numen’ler hakkındaki mutlak zorunluluk konusunda hiçbir ölçütün olmadığını düşünen Kant, buna karşılık fenomen’ler alanında numen’ler alanından farklı olarak, zorunluluğu, duyu verilerine, deneyime, algılara, anlama yetisinin kavramlarına, zaman ve mekâna, nedensellik zincirine dayanan göreli bir zorunluluk olarak görmektedir (Heimsoeth, 1993, s. 102).

Kant, idealizmi, düşünülen dünya dışında başka bir dünya olmadığı, görüye gelen algıların düşünen öznelerde olduğu ve bunların hiçbir nesnede karşılığı olmayan tasarımlar olduğu tezine dayanan görüş olarak tanımlamıştır. Buna karşılık bahsedildiği gibi Kant, şeylerin bilen özneden bağımsız olarak var olduklarını ve onların duyu nesneleri olarak bilen özneye verildiklerini kabul etmiştir. Sadece bu kendinde şeylerin nelikleri hakkında bir bilgi edinemeyeceğimizi savunmuştur (Kant, 1920, s. 43). Bu tespitlerin aydınlatılabilmesi ve transandantal idealizmin içeriğinin anlaşılabilmesi için numen’in bir gerçek olarak kabulünü detaylı olarak incelemek gerekmektedir.

Kant, öncelikle kendi bilgisi dışında kalan kendinde şeylerin yani kendi dışındaki cisimlerin var olduklarından hiç kuşku duymadığını belirtmiştir. Çünkü bu cisim dediği şeylerin, duyusallığı etkilediklerini ve bilen öznenin tasarımlarının temelinde bilinen şeyler oldukları görüşündedir. Bu tespit, neliği bilenemeyen buna karşın gerçek olarak kabul edilenin nesnelerin görünüşü olduğunun bir göstergesidir (Kant, 1920, s. 43). Bu durumu “duyarlık yoluyla kendilerinde şeylerin doğalarını yalnızca bulanık olarak bilmemiz gibi bir şey söz konusu değildir; tersine, onları hiçbir biçimde bilemeyiz” görüşüyle de desteklemiştir (Kant, 1993, s. 61). Numen’in bilinmiyor olması onun var olmadığı anlamına gelmeyeceği, bir şeyi bilmek ile var olmasının aynı şeyler olmadığı ama birbirleri ile çok sıkı bir ilişki içinde oldukları bir örnekle somutlaştırılabilir. “Uzayın üç boyutu vardır, iki nokta arasında ancak bir doğru

60

çizgi olabilir, vb. gerçi tüm bu ilkeler ve bu bilimin de aldığı nesnelerin tasarımları anda bütünüyle a priori üretilebilseler de, eğer anlamlarını her zaman görüngülerde (görgül nesnelerde) gösteremeseydik, hiçbir anlamları olmazdı” (Kant, 1993, s. 156). Bu örnek ayrıca varlık ve bilgi arasındaki sıkı ilişki üzerinden işaret edilen düşünce ile ilgili de önemli bir tespiti barındırmaktadır. O da düşüncenin aslında böylece bir yanda varolanı diğer yanda da görünüşe geleni birbirine bağlamasıdır. Kant, bu bağlamda düşünceyi; görüye verilenleri bir nesneye bağlayan edim olarak tanımlamaktadır (Kant, 1919, s. 279).

O halde transandantal idealist görüş bağlamında; numen ya da kendinde şey kavramının, fenomen ya da görünüşün dışında bir şey olarak kabul edilmesiyle, aslında bilginin sınırlarını dolayısıyla bilen öznenin sınırlarını da belirleyen bir sınır kavram olduğu ifade edilebilir. Bu konu ayrıca kategoriler konusu incelenirken, kategorilerin varlıklar ile ilgili olmadıklarından ve sadece fenomen’lere uygulanabileceklerinden bahsedilmişti. Konu burada daha ayrıntılı olarak ifade edilecek olursa; numen kavramının bir sınır kavram olduğu ve duyusallığın (Alm. Sinnlichkeit) ileri sürebileceği tezleri sınırladığı ortadadır. Bu kavram duyusallığın sınırlanmasına dayanmaktadır (Kant, 1919, s. 286). Böylelikle bilginin sınırlarının dışında kalan numen anlama yetisinin kavramları tarafından anlaşılabilecek bir kavram olmaktan çıkmıştır. Onun bulunduğu alan olanaklıdır. Kant numen’in, sadece kategoriler yolu ile değil duyusallık dışında bir görünün (Alm. Anschauung) formlarıyla da en ufak bir tasarımının oluşturulamayacağı düşüncesindedir (Kant, 1919, s. 287).

Bu anlayış bağlamındaki bilen-öznenin yani “ben”in de gelip geçen zamanda son bulan bir ben olduğu ve insanlar için bir fenomen’den başka bir şey olmadığının altını çizmektedir. Bilen-özne, böylece kavrama ve bilme tarzlarına bağlı olarak belirlenmiş ve kendi benliğine dair bilgi ve bilinçten bağımsız düşünülemeyen bir ben halini almıştır. Fenomen’ler, kendi evrensel ve zorunlu dayanak noktalarını yine bilen öznenin kendisinde görünün formları ve anlama yetisinin kavramlarından oluşan sistemde bulmaktadır. Bu tespit Kant’ın transandantal idealizm anlayışının özünü oluşturmaktadır (Heimsoeth, 1993, s. 84). Aynı zamanda da diğer idealist anlayışlar dikkate alındığında Kant’ın konuya bakış açısındaki özgünlüğü de açıkça ortaya çıkmaktadır.

61

Transandantal mantığın, ikinci tartışması olarak ifade edilebilecek

transandantal diyalektik, “eytişimsel yanılsamaların eleştirisi olarak mantığın kapsamına alınmıştır” (Kant, 1993, s. 70). “Transandantal estetik ve Transandantal analitik, deneyin içinde ve onun temel ilkeleri aracılığıyla verili olan ve bu haliyle “obje” adını alabilen şeyin bilgisel koşullarını göstermeye yönelirken; transandantal diyalektik, ters yönden hareketle, bu koşulların bilincinde olmaksızın ortaya atılmış olan yanlış “obje” kavramlarını akıl eleştirisi altında ayıklamak” (Cassirer, 1996, s. 212) amacının güdüldüğü bölümdür. Bu mantığı, yanılsamalar, kuruntu, görüntü mantığı olarak tanımlayabilmek mümkündür. Bu tanımlama, bahsi geçen mantığın aklın kategori ve kavramlarına göre değil idelerine göre hareket etmesinden ötürü yapılmıştır. Bilimlerin ölçütünü veren kesin ve zorunlu bilgilerin aksine çelişki gibi görünen bir mantık analiz edilmiştir. Dolayısıyla Kant’ın amacı bir yanda olanaklı metafiziğin izlerini sürmek iken diğer taraftan da;

“Aklın bizi ruhla, dünyayla ve Tanrıyla ilgili olarak sürüklemiş olduğu uydurma sorunlar ve spekülatif yanılsamalar için uyarıyor. Yanılgı’nın geleneksel kavramı yerine (dış belirlemeciliğin zihindeki ürünü olarak yanılgı) Kant uydurma sorunları ve iç yanılsamaları koyuyor. Bu yanılsamaların kaçınılmaz hatta aklın doğasının sonucu olduğu söyleniyor. Eleştiri’nin tüm yapabileceği şey, bilginin kendisi üzerine yanılsamanın etkisini önlemektir, ama bilme yeteneği içindeki oluşumu engellememektir” (Deleuze, 2011, s. 35).

Aksi halde geleneksel metafiziğin yaptığı hatalara geri gidilebilir. “Yanılsamalarla sürekli karşılaşmak bir yerde insan türünün yazgısı” (Kant, 1993, s. 192) olduğu görüşündedir Kant, ama yine bu yüzden geniş anlamdaki aklın, saf aklın sınırlarını aşması olarak gördüğü Metafizik sorunu çözmeden, aklın hiçbir zaman kendini tatmin edemeyeceğini düşünmektedir (Kant, 1920, s. 92). Bu yüzden idelere sahip olan aklı da bir kenara atmamaktadır. Dolayısıyla da “saf anlama yetisinin akılca ancak deney sınırları içinde tutulan kullanılışı, aklın tüm belirlenimini yerine” (Kant, 2002. s. 80) getirmediğini ve idelere yani “saf anlama yetisi kavramlarından büsbütün farklı kavramlara gereksinim” (Kant, 2002, s. 80) duyduğunu ifade etmiştir. Böyle olmasına rağmen idelerin anlama yetisinin kavramları gibi kesin olarak alınamayacağının da ek olarak altını çizmiştir. Çünkü “aklın kavramları tamlığa, yani olanaklı tüm deneyin toplu birliğine böylece verilmiş deneyin ötesine yönelirler ve aşkın olurlar” (Kant, 2002, ss. 80-81) görüşünde olduğunu belirtmiştir. Ayrıca dikkat

62

edilmelidir ki buradaki aşkınlık (Alm. Transszendent) kavramı, aşırılık (Alm. Überschwenglich) kavramı anlamında kullanılmıştır (Kant, 1920, s. 93). Kant, ideler ile kategorileri birbirinden farklı konumlara yerleştirerek bu yanılsamaları, aşırılıkları çözümlemek istemiştir. Kant’a göre “idelerin duyusallıktan gelen hiçbir içerikleri yoktur; bunlar en yüksek normlardır; ne fazla ne eksik, idare edici görüş noktalarıdır” (Weber, 2015, s. 335). İşte bunların ötesine geçip bunları kesin bilgi olarak görmek, geleneksel metafiziğin hatalarına düşmek ile aynı anlama geleceği söylenebilir.

Bu bölümün temelini oluşturan ide kavramının açıklanması gerekmektedir. Kant, “ide” (Alm. Idee) derken, “nesneleri hiçbir deneyde verilemeyecek olan zorunlu kavramları” (Kant, 2002, s. 81) anladığını ifade etmiştir. Farklı şekilde ifade edilecek olursa; bir tarafta anlama yetisinin özellikle duyusallık tarafından verilenleri, diğer taraftan da aklın, özellikle anlama yetisi tarafından gelen bilgileri derleyici ve birlik verici bir özelliğe sahip olduğu öne sürülmüştür. Bunun yanında nasıl ki saf anlama yetisinin kavramları kategoriler şeklinde sınıflandırılmıştı, derleyen ve birlik verici özellikleri olan akıl da anlama yetisinin kategorilerine benzer olarak idelere sahiptir ve bunlar “transandantal ide’ler” altında tanımlanmıştır (Kant, 1919, s. 327). Ayrıca duyuma gelmeyen, ama yine de zorunlu olan, bu salt akıl kavramlarına yani idelere, fenomen’ler alanında, mümkün deneyim alanında karşılık gelecek bir şey/nesne (Alm. Gegenstand) olmadığı da gözden kaçırılmamalıdır (Kant, 1919, s. 641). O halde bu bağlamda ide’nin algı tarafından verilen bir içeriği olmadığı ve dolayısıyla da deneyimlenemeyeceği açıktır, Kant daha önceki incelemelerde bu türden kavramların boş olduklarını belirtmişti. Fakat tüm tespitlere rağmen Kant, ide’nin zorunlu olarak var olduğunu ve yok sayılamayacağını iddia etmektedir (Kant, 1919, s. 385). Buraya şu notu düşmek gerekir ki; eğer ide’ler yardımıyla anlama yetisinin kategorileri bağlamında sentetik a priori yargılara ulaşılmasına benzer bir mantıksal çabaya girilecek olursa, bunun yanılsamalar yaratacağı, bu türden mantıksal çabaların diyalektik olacağı, yani yanıltan bir görüntü/kuruntu mantığı tarafından insanın aslında kendi kendisinin bu yolla yanılgıya düşeceği savunulmaktadır. Yine de bu tespite rağmen bu yanılsamadan tamamen kurtulmak, ya da aklın bu tavrını kökten ortadan kaldırmak mümkün değildir (Heimsoeth, 1993, s. 106). Bu konuda dikkat çeken diğer bir önemli nokta da, her ne kadar transandantal ide’lerin herhangi bir oluşturucu kullanımı olmasa da (içi boş olsalar da), onların zorunlu ve düzenleyen kullanımı söz

63

konusu olup düşüncenin bir amaca yönelmesi gibi işlevleri olmasıdır (Kant, 1919, s. 549). Bunlar hiçbir deneysel ilke tarafından kapsanmayan aklın çıkarımlarıdır (Alm. Vernunftschluss). Onların nesnel olgusal bilgilermiş gibi kabul edilmesinin sebebi yine onlara dayanarak kavramlar üretilmesinden, çıkarımlarda bulunulmasından kaynaklanmaktadır. Öyleyse bunlar yok sayılamaz ve aklın doğası gereği varlarsa da, gerçek olmayan akılsal çıkarımlar olarak tanımlanabilirler (Kant, 1919, s. 347). Akıl (Alm. Vernunft) direkt olarak bir nesne ile değil sadece anlak (ya da anlama yetisi, Alm. Verstand) ile ilişki içindedir ve bu ilişki bağlamında aklın deneye dayalı kullanımından bahsedilebilir. Bu sebeple akıl (Alm. Vernunft), kavramları var eden değil sadece düzenleyen bir yetiye sahiptir ve bu düzen içinde bütünlüğü oluşturan birlikleri sağlar. Buna karşılık anlak (anlama yetisi, Alm. Verstand), bu bahsi geçen bütünlük ile değil, dizgesel kavramları ortaya çıkaran ilişkiler ile ilgilidir. O halde akıl çeşitli kavramları ide’ler, anlak çeşitli nesneleri kavramlar aracılığı ile birleştirmektedir (Kant, 1919, s. 549). Özet olarak “anlama yeteneği (burada “Verstand” anlamındaki anlama yetisi ya da anlak kastedilmiştir) her zaman bir koşullar yığını içinde (neden-sonuçların görülemeyene kadar uzayan dizisi içinde) dönüp dolaştığı halde; akıl (burada “Vernunft” anlamındaki akıl kastedilmiştir), birbiri ardınca sıralanan koşulların dizisinin bütününü kavramak ister. Bu durum Kant’ın, sözleriyle: “Aklın ide’leri koşulların totalite’si (bütünlüğü) ile uğraşır” şeklinde ifade edilebilir (Heimsoeth, 1993, s. 104). Ayrıca aklın ideleri doğadan türetilmiş değildir, doğa bu ide’ler aracığıyla sorgulanır (Kant, 1919, s. 550). Bu bütünlük, bilgi nesnesinde görülen bir birlik (tümel ilişki) olarak kabul edilemez. Çünkü ide’ler düzenleyici birlik olmanın ötesinde kurucu kabul edilirlerse, bilgi mümkün deneyin ötesine genişleyecek ve yanılsamaya, kuruntuya neden olacaktır. “Tüm yanılsamanın düşüncenin öznel koşulunu nesnenin bilgisi olarak saymaktan kaynaklandığı söylenebilir” (Kant, 1993, s. 211). Sonuç olarak, ide’lerin bu şekilde kullanımları ikiliği var eden diyalektik durum olarak tespit edilmektedir (Kant, 1920, s. 120).

Kant ide’leri, yargıların mantıksal çizelgesindeki, kesin (Alm. Kategorische), koşullu (Alm. Hypothetische) ve ayırıcı (Alm. Disjunktive) farklara dayanarak bir sınıflandırmaya gitmiştir. Bu bağlamda tam özne (tözsel) ide’si, psikolojik (ruh olarak çevirilerini de görmek mümkün) ide’yi; koşulların tam diziselliği (nedensellik) ide’si, evren ide’sini (ya da kozmolojik ide’yi); bütün kavramların olanaklı olanının eksiksiz

64

tümünün (birliktelik) idesi de teolojik ideyi işaret etmektedir. Saf aklın paralojizmleri psikolojik ide, analojileri evren idesi ve en nihayetinde saf aklın ideali teolojik ide kaynaklıdır (Kant, 1920, ss. 95-96).

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 66-73)