• Sonuç bulunamadı

Pratik Akıl ve Etik Öznenin Kuruluşu

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 79-82)

BÖLÜM 3. KANT’TA BİLEN ÖZNENİN NELİĞİ

3.3. Pratik Akıl ve Etik Öznenin Kuruluşu

Saf Aklın Eleştirisi’nde Kant’ın tüm amacının; anlama yetisi ve görü ile bilginin sınırlarının tam anlamı ile çizilerek, bu sınırın ötesini ideler bağlamında ele alarak bilen öznenin kesin, zorunlu ve evrensel yargıda bulunabilmesinin (yani düşüncenin) olanaklı koşullarının belirlenmesi olduğu ifade edilebilir. Pratik akılda ise bilen öznenin edimlerinin gereklilik ve evrensellik bağlamında sınırlarının nasıl çizileceği analiz edilmektedir. Böylelikle insanın hem düşünsel hem de edimsel tüm alanını kuşatmak hedeflenmektedir denilebilir.

Kant, deney temelli felsefeleri “deneysel felsefe” ve temelini a priori ilkelerden alanları ise “saf felsefe” olarak tanımlamıştır. Saf felsefeyi ayrıca salt biçimsel ise “mantık” olarak adlandırmıştır. Bu biçimsel yapı eğer anlama yetisinin nesneleri ile yetiniyorsa onu “Metafizik” olarak ifade etmiştir. O halde burada hem deneysel hem de akılsal olmak üzere ikili bir yapının olduğu açıktır. Benzer şekilde Kant, etiğin (Alm. Ethik) ilk kısmının deneysel olan kısım yani “pratik antropoloji”den ve ikinci kısmının da akılsal olan kısım yani “ahlak”tan (Alm. Moral) meydana geldiğini belirtmiştir (Kant, 1870, s. 4).

Fenomen’ler alanında saf akılda bilmenin sınırlarını duyusallıkta verilenler ile sınırlayan Kant’ın benzer şekilde etik alanda bir belirsizlik ve rastlantıya yer açmasının beklenemeyeceği ortadadır. Bu yüzden bu alanda da sentetik a priori ilkelere benzer ilkelere ulaşma amacında olmuştur. Bu ilkeleri duyulur alanın ötesine geçen pratik akılda bulmuş, ahlak yasasının sentetik a priori’si olarak tarif edilebilecek koşulsuz buyruğu (kategorik imperatif) keşfetmiştir (Kant, 1922a, s. 66). O halde bu kesinlik, evrensellik ve zorunluluk, en az duyulur alanda olduğu kadar onun ötesinde de sadece aklın a priori pratik ilkelerinin temellerini analiz etmek için değil, etik alanda yargıların doğru olması ve spekülasyonlara açık olmaması için de oldukça gerekli görülmüştür.

71

Ayrıca yargıları kesinliğe ve evrenselliğe taşıyacak yasanın tek başına yeterli olamayacağı düşünülmüştür. Ek olarak “… iyidir.” gibi, “iyi” olarak verilen yargının da sadece bir şeye iyi demeye olanak sağlayan ilgili yasasına uygunluğunun yetersiz olacağı, aynı zamanda ilgili yargıya dayanan eylemin yasa uğruna yapılıyor olmasının da çok önemli olduğu ifade edilmiştir. Aksi takdirde sadece bir yasaya uygun davranmanın evrensel bir tavır değil rastlantısal bir edim olacağı açıktır. Buna dair bir çözüm olarak, saf ve sahih bir felsefe (Metafizik) için, deneysel alandakilerle, etik alandaki tespitlerin birbirine karıştırılmaması önerilmiştir (Kant, 1870, s. 6). Bunu gerçekleştirebilmek için de ahlak metafiziğinin sınırları “olanaklı bir saf istemenin (Alm. Wille) idesini ve ilkelerini araştırmak” olarak belirlenmiştir (Kant, 2015, s. 6).

Bu alanın sınırlarının belirlenmesinde ilkeler ve yasalar yanında insanın kendi yapısının da büyük önem taşıdığı görülmektedir. İnsan varlığının kendine bakabilmesi, yani yetilerini ve eylemlerini kavrayabilmesi için de iki ayrı açının olduğundan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi insanın, fenomen’ler alanına ait olması bakımından doğa yasalarına (Alm. Naturgesetzen, Heteronomie) tabi olmasıdır. İkincisi de doğa yasalarından bağımsız ve deneysel olmayan, sadece akılda kendisini temellendiren yasalara tabi olmasıdır (Kant, 1870, s. 82). Sonuç olarak doğa yasalarına dayanarak bilimsel bir metafizikten bahsedilemeyeceği, bunun duyularla değil, pratik akılla kurulabileceği, ahlak yasasının ancak bu bağlamda zorunlu ve evrensel olabileceği ortaya çıkmıştır. Aksi durumda doğa yasaları bağlamında oluşturulacak bir etik anlayışın amaç-araç ilişkisi, eğilimler, istekler tarafından yönlendirileceği, rastlantısal olacağı ve asıl amacın pragmatizm ve mutluluğa ulaşmak olarak görüleceği ifade edilmiştir (Heimsoeth, 1993, s. 124). Bu ifadeler saf akıl yanında pratik aklın fonksiyonuna ve önemine dikkat edilmesi gerektiğinin göstergeleri olarak görülebilir. Bu amaçla insan iradesini (istencini Alm. Wille); eğilimlerin, isteklerin belirlememesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Pratik aklın da kendi bağlamında dayandığı a priori, evrensel ve zorunlu yasaların ve ilkelerin olması gerektiği anlaşılmıştır. O halde eğilimlerin ve isteklerin insanı mutlu etmesi ile akıl tarafından belirlenen etik durumun birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Çünkü eğilimlerin, etik anlamda sentetik a priori ilkeleri yani insan iradesinin kendi kendisini belirleyen ilkeleri tespit etme sürecinde yetersiz kalacakları açıkça görülmüştür (Heimsoeth, 1993, s. 125).

72

Ele alınması gereken diğer bir konu da “gereklilik” (Alm. Sollen) kavramıdır. Buraya kadar diğer konular ele alınırken incelendiği gibi gereklilik konusu da doğa ve ahlak (zorunluluk ve gereklilik) yasaları bağlamında iki kısma ayrılmıştır. Bu ayrım bağlamında da Kant’ın “etik” alanın sınırlarını belirlediği görülmektedir. Amaç tıpkı doğa yasalarında olduğu gibi maksimlerin (eylemin öznel ilkelerinin) nesnel ve evrensel ilkeler olabilecek şekilde ve böylece de insanın kendi kendisine evrensel yasalar belirleyebilecek şekilde belirlenmesi olmuştur (Kant, 1970, s. 77). Analizlerin devamında da ayrıntılı olarak değinileceği gibi Kant, buna eğilimler ve isteklerin müsaade etmeyeceği ve kesin bir buyruk (Alm. “kategorisch Imperativ”) belirleyemeyeceği düşüncesindedir. Ama eğilimler tarafından rastlantısal olarak belirlenmeyen, böyle kesin ve evrensel bir kavrayışın yani koşulsuz buyruğun neden var olabileceğini araştırdığında karşısına “gerek” (Alm. Sollen) kavramı çıkmıştır. “gerek” kavramını da her akıllı varlık için geçerli bir “irade” (Alm. Will) olarak tanımlamıştır (Kant, 1870, s. 78). Böylece doğaya ilişkin bilgeliğin deneye dayanması gibi ahlaka ilişkin alanın da deneysel kısmının olduğunu düşünen Kant’a göre, ilkinde deney nesnesi olarak doğa yasalarını, ikincisinde ise doğa tarafından uyarılan insanın iradesinin yasalarını belirlemek olanaklı hale gelmiştir. Böylece gereklilik bağlamında iradenin yasaları, her şeyin iradeye göre olması gerektiği yasalar olarak belirlenmiştir (Kant, 1870, s. 4). Bu bağlamda buyrukların da hipotetik (koşullu buyruk, bir amaca götürmesi için uyulması gereken koşulları gösteren buyruk) ve kategorik olarak ikiye ayrıldığını belirtmek gerekir.

Hipotetik buyruklarda görülebileceği gibi örtük olarak bir “eğer” vardır. Bu durumun hipotetik buyrukların, belli bir amaç-araç ilişkisi taşıdıklarından kaynaklandığı söylenebilir. Dolayısıyla böyle buyruklar belli çıkarlarla ilgili de olabilirler. Ama böyle bir buyruğun hem araçsallık hem de rastlantısallık taşımasından dolayı Kant’a göre pratik akla dayalı bir buyruk olamayacağı da açıktır (Heimsoeth, 1993, s. 127).

Kategorik buyruk daha sonraki bölümlerde daha ayrıntılı olarak açıklanacaktır ama kısaca ifade edilecek olursa Kant’a göre ahlaki buyruklar kategoriktirler (Kant, 1870, s. 42). Kategorik buyruklarda örtük olarak bir eğer bulunmadığı, belli bir çıkar ve amaç-araç ilişkisi taşımadığı ifade edilebilir. Bu türden buyruklara hiçbir koşula bağlı olmadan gerekliliğe dayanmanın söz konusu olduğu eklenebilir. Ayrıca koşulsuz

73

buyruklar durum ne olursa olsun buyruğa buyruk olmasından dolayı uymayı gerektirirler ve iyi irade temellidirler. Herkes için geçerlidirler (Heimsoeth, 1993, s. 128). Hipotetik-Kategorik ayrıma göre Kant, sadece belli bir amaca göre ya da belli duyusal ihtiyaçları gidermeye yönelik hareket etmenin, aklın, hayvanlarda olduğu gibi sadece araçsal kullanılması anlamına geleceğini ifade etmiştir. Sadece böyle bir akla sahip insanın da hayvanlığın üstünde bir edim gerçekleştirmiş olamayacağını belirtmiştir. Ama gerçekte insanın bu yapıda yani tamamen bir hayvan olarak kabul edilebilecek ve aklına karşı kayıtsız kalabilecek bir yapıda kabul edilemeyeceğini de ifade etmiştir. Dolayısıyla insan aklı, Kant’a göre iyi (Alm. Gute) ve kötüyü (Alm. Böse) gözetebilecek yapıdadır ama bunu yeterli görmemiş ve aklın daha yüksek bir amaç için var olduğunu ve bu amacın da kendisi için iyi ve kötü olanın en yüksek koşuluna ulaşabilmek olduğunu, yani edimlerinin evrensel bir yasa tarafından belirlenmesi gerektiğini iddia etmiştir (Kant, 1922a, ss. 80-81).

Buraya kadar yapılan incelemeler ışığında Kant’ın etik anlayışını daha net incelemek ve bilen öznenin bilgisinin dışında bir de eylemlerinin sınırlarını belirleyecek alanı anlayabilmek için adım adım öncelikle “iyi irade” (“iyi istenç”, “iyi isteme”, Alm. “der gute Wille”), sonrasında ödev (Alm. Phlicht), koşulsuz buyruk (Kategorik Imperatif), en yüksek iyi ve insanı insan yapan temel özellik olarak görülen özgürlük kavramlarının ayrıntılı olarak ele alınması gerekmektedir.

Belgede Foucault'da özne sorunu (sayfa 79-82)