• Sonuç bulunamadı

4. YAZILI VE GÖRSEL KAYNAKLARIN ÜST ÜSTE DÜŞÜRÜLMESĐ

4.4 Yapı Malzemesine Đlişkin Veriler

Yapı malzemelerine yönelik ipuçları mevcut olsa da kesin bir yargıya varmak güçtür. FV’de “sakıfsız” (çatısız) beytlere rastlanmaktadır. Bu durumda akla Bizans’tan devralınmış döşemesi ahşap beden duvarları yığma yapılar gelmektedir. Fatih

dönemi vakfiyesinde ahşap döşemelerin yerlerinde olmaması Jacoby’nin (2007) kuşatma altındaki Bizans’ın ahşap ihtiyacını yapılardan karşıladıkları iddiası ile örtüşüyor gözükmektedir. Bizans’tan kalan yapı stokunun muhtemelen yığma karakterde olacağının üzerinde 2.1 bölümünde durulmuştu. Şekil 2.12’de Panvinius’un çizimindeki yapılarda Bizans karakteri baskındır, ancak AVTD’de ve kısmen ĐVTD’de karşılaşılan “kafiri” binalar kentin başka görsel tasvirlerinde de belirmiş olmadır. Arel’in (1982) işaret ettiği ve 2.1 bölümünde gösterildiği gibi geç Bizans döneminde etkin olan “Mistra” tipi yapıları çeşitli Đstanbul tasvirlerinde seçmek mümkündür. Bu yapıların iki cepheye üçgen alınlık veren, beşik çatıları ve uzunlamasına planları ayırt edici özellikleridir. Ayrıca üçgen alınlıklarda dairesel pencerelere ya da kemerlere rastlanır. BMS Đstanbul çiziminde (Şekil 4.25) ve LP’de (Şekil 4.26) bu tür yapıların beklendiği gibi Galata’da yoğunlaştığı görülebilir.

Şekil 4.25 : Muhtemel kâfirî yapılar, Matrakçı, Đstanbul Çizimi, BMS, 1537 (Tanney, 1996).

Şekil 4.26 : Karaköy civarında muhtemel kâfirî yapılar, LP (Leiden Üniversitesi Kütüphanesi, Sayısal Özel Koleksiyon, PK-P-BPL 1758).

Bizans’tan kalanlar dışında Fetih’ten sonra yapılan konutların malzeme tercihine ilişkin en kuvvetli olasılık aşağıda irdelenecek verilere göre ahşap strüktür ve tuğla/kerpiç dolgu olarak gözükmektedir. Ancak konutlarda yığma kullanımının varlığı ya da ne sıklıkta kullanılmış olduğu açıklanmayı beklemektedir. Çalışmanın 4.3.2 bölümünde merkezi planlı yapı olasılıkları ve kasırlarda değinildiği gibi yığma konutların varlığına ilişkin seyyahlardan edinilen veriler mevcuttur. Ancak daha özenilmiş yapılarda da değil de sıradan konutlarda yığma ne ölçüde kullanılmış olabilir? Bu konuda dönemin görsel kaynaklarına bakıldığında BMS Đstanbul

çiziminde yapıların alt katlarında “Türk Evi” imgesinden umulduğu gibi yığma karakterli dokular seçilmektedir. Lorichs’in kaldığı kervansaray etrafını (Elçi Han) tasvir ettiği çizimde moloz taşla örülmüş yığma bir yapı oldukça ayrıntılı bir şekilde görülmektedir (Şekil 4.27). Bu yapıyı da Şekil 2.12’de Panvinius’un gravüründeki yapılar gibi Bizans geleneği içerisinde açıklamak kolay gözükmemektedir.

Şekil 4.27 : Yığma yapı, Çemberlitaş civarı, Lorichs, 1559 (Lorck, 1962). Çoğu 16.yy seyyahının üzerinde uzlaştığı konulardan biri, Türklerin ya da Đstanbul’un konutlarının bakımsız, derme-çatma oldukları fikridir. Busbecq (1968), 1555 tarihli birinci mektubunda Buda’daki Türklerin eski Macar saraylarına yerleştiğini ancak bakım yapmadıklarını ve Türklere göre böyle şeylere önem vermek, gururun, kibirin, kendini beğenmişliğin göstergesi olduğundan, Türklerin binalarında görkemden kaçındıklarını ifade etmektedir. “Onlar için ev, yolcu için han gibidir.”* Busbecq bu yüzden tüm Türkiye’de zenginlerin evlerinde bile zarafet bulmanın zor olduğunu yazar ve sıradan insanların kulübelerde yaşadıklarını söyler. Ayrıca sokaklar hoş bir görünüm için fazla dardır (Busbecq, 1968).

Kentteki antik eserleri arayan Gyllius (Gilles)’un Đstanbul’daki değişim hakkındaki ifadesi şöyledir: “…eski kentin izini kolaylık bulabileceğimi umut ediyordum ama

barbar insanlar kentin o eski ve kuşkusuz destansı anıtlarını, kendi değersiz evlerini yapmak ya da kenti barbar yapılarla kaplamak için yok ettiler…” (Gyllius, 1997). Dernschwam‘ın (1992) konuyla ilgili tespitleri; “Türkler zaten yeni binalar yapmıyorlar. Eski güzel binaları da iyi muhafaza etmemişler. Eski, harap surlar içindeki hemen hemen bütün evler kötü malzeme ile yapılmış tek katlı yapılardır…”, “Đstanbul’un ahşap evleri Suebya, Bavyera ve diğer bölgeleki evler gibi sağlam olmadığından yeniçeriler bu evleri kolayca yıkmak suretiyle yangının yayılmasını önlerler.”, “Yangın söndürücüler, dar sokaklardan geçerek rüzgârın estiği yöndeki ahşap ve kerpiçten yapılmış kulübe gibi evleri yıkarlar…”şeklindedir. *

Schweigger (2004), Peşte kalesinin içindeki evler için “…derme çatma, bakımsız evler…”deyip, bütün Türkiye’deki evlerin de böyle olduğunu söylüyor. Filibe için yorumu şu şekilde: “…Gayet büyük olan bu şehir hoş bir ortamda geniş bir alana yayılmış durumda; fakat evleri Müslümanların geleneğine uygun biçimde kerpiçten ve kilden yapılmış olup çok ilkel ve derme çatma…”. Đstanbul’da ise görece daha kapsamlı bir konut tarifine girişiyor: “Kent içindeki binalar derme çatma ve bakımsızdır. Çoğunluğu kireç bile kullanılmadan, sadece çamur ve kille yapılmıştır. Evler alçaktır ve az ışık görür. Genelde odalarda tıpkı bizdeki bodrumların ve ahırların hava deliği gibi dar bir pencere vardır. Türkler soba nedir bilmezler, evlerini ocaklarla ısırtırlar. Zenginler kireç ve taş kullanarak yapılmış geniş ve yüksek binalarda yaşasalar da, bunlar Almanya’daki evlere benzemezler… Evlerin içinde hiç çam tahtası görmedim; her şey için kayın ağacı kullanılır. Damlar önce tahta ile örtülür, onun üzerine de oluk biçiminde kiremitler döşenir. Binanın damdan ışık alması sağlanır... Türkler genelde küçük mekânlarla yetinirler, çünkü at dışında başka hayvanları yoktur, ev eşyaları da azdır. Eğer birinin atını koyacak bir ahırı varsa, bunun dışında iki oda ona yeter.”

Moryson’un tespiti şu şekildedir: “…Kentin sokakları dar ve iki tarafı kaldırımlı. Evler, genellikle tuğla, taş ve tahta veyahut tuğla biçiminde fırınlanmamış topraktan yapılmıştır. Đki kat kadar yüksek olan bu evlerin çatıları düz ve kiremit kaplıdır. Büyük pencerelerin geceleri kapatmak için tahta panjurları vardır…” (Reyhanlı, 1983).

* Seyyah kitabının başka bir yerinde odunun pahalılığından yakınır (s.135) Yapıda ahşap kullanımı arz-talep dengesini tetikleyip bu pahalılığa sebep olmuş olabilir.

Daha önce kaynaklar bölümünde değinildiği gibi, 16.yy için Osmanlı ile herhangi bir rekabetleri olmadığından Đngiliz seyyahların tespitleri diğerlerine göre daha önyargısızdır. Alman seyyahların, seyahatnameleri boyunca durmadan yakın siyasi geleceğe ilişkin çıkarımlar yaptıkları, seyahatleri süresince her fırsatta kendi ülkelerini Osmanlılar’la karşılaştırdıkları izlenebilir. 16.yy için Đmparatorlarının sadrazama eşit olduğu, elçilerin haraçlarını sunmaya geldikleri ve barışı uzatmaya geldikleri düşünülürse, gergin ve önyargılı tavırları* anlam kazanabilir. Asıl beklenmedik ve çelişkili olan böylesine bakımsız ve derme çatma olduğu tasvir edilen evleri hakkında Türklerin - yine seyyahların ifadelerinde beliren - olumlu görüşleri olmasıdır. Frense-Canaye’nin (2009): “…evleri o kadar kullanışlı ve o kadar güzel ki, onu terk etmek zorunda kaldıklarında çok üzülüyorlar…” ifadesi ile Sanderson’un yukarıda da tartışılmış tespiti: “Türkler, bunları, gelip geçenin göz zevki için değil, kendi ihtiyaçları için yaptıklarını söylemektedirler. Hıristiyan saraylarının dışa açık ve içlerinin de o kadar güzel olmadıklarını ihdas etmektedirler.” seyyahların olumsuz görüşlerinin aksine Türklerin evlerini sevdiklerini işaret eder. Latifî (1977) Evsaf-ı Đstanbul’da Đstanbul evleri için methiyeler dizer. O halde derme-çatmalık ve bakımsız tespitlerini nesnel bir görüş olmaktan çok beğeni farkı ve seyyahların benmerkezci bakış açıları olarak yorumlamak yerinde olacaktır.

Seyyahların, dönemin Osmanlı konutuna ilişkin yaptıkları “bakımsız ve “derme- çatma” yorumların nedenleri arasında benmerkezcilik, kültürel farklar, siyasi gerilimler dışında yapı malzemesinin önemli bir etmen olduğu da düşünülmelidir. Hımış yapım tekniği seyyahlara yabancı gelmiş olması söz konusu olabilir. Yukarıdaki ifadelerinde de görüldüğü gibi, seyyahlara göre dönem için baskın konut strüktürü ahşap ve kerpiç yapım sistemidir. Malzeme anlamında dönemin sivil mimarisinin “Türk Evi” imgesiyle uyum içinde olduğu görülür.

Malzemeye ilişkin veriler için Osmanlı yazılı kaynaklarına başvurulduğunda ilk ortaya çıkan durum 16.yy’a ilişkin birçok imar yönetmeliği mahiyetinde düzenlemenin bulunduğudur. “Benna ve dülgerlik ilminden haberi olmayan” “naehil

* Önyargılı tavırlarına sadece bir örnek vermek gerekirse, Schweigger’in (2004) Selimiye Camii’ni gördüğünde Türklerin böyle bir işi başaramayacağını, camiyi yapanların Đtalyan esirler olduğunu iddia etmesi ele alınabilir.

kimesnelere” mimarlık ettirilmemesi*, yukarıda değinilmiş şahnişin, çıkma yasakları, yangınlara karşı türlü önlemler, camilere yakın bina yapılmaması, yapılarda kullanılan kerestelerin boyutları ve daha birçok imar düzenlemesinin sivil mimarlığı denetlediği görülmektedir (Refik, 1988). Ayrıca zulle tartışılırken görüldüğü gibi bu emirlerden Ayasofya Camii’nin bitişiğindeki konutlarla ilgili olanının, emrin verildiği yılda uygulanmış olduğunu Frense-Canaye’nin seyahatnamesinden teyit etmek mümkün oldu. Seyyahların dikkat çektiği kentin disiplinli ortamı, imar emirlerinin eksiksiz uygulandığını düşündürtür. Bu durumda seyyahların “bakımsızlık” iddiasının öznelliği bir kez daha ortaya çıkmış olur. Malzemeye ilişkin, Ayasofya Camii yanındaki evlerin yıkılması emrinde “kendü muradları üzre toprakdan ve agacdan yapdukları evleri” şeklindeki ifade seyyahların verdikleri malzeme bilgileri ile üst üste düşmektedir. Dükkân başlığında belirtilen ĐVTD’de karşılaşılan haşşab dükkânları gibi, malzemeye ilişkin bir veri olarak 2342 numaralı vakıfta geçen “Kerpici” ismindeki kişi ortaya konulabilir: “…muhavvata der mahalle-i mezbure mahdud Kerpici ve Daro mülkleri…”

ĐVTD’de Yavaşça Şahin Mescid’inin 501 nolu vakfiyesinde eski defterden devreden mülkler“haneha-i fevkanî 7 bab ve tahtânî 6 bab der semt-i Bergoz” şeklinde sıralandıktan sonra tahrir görevlisi “ba’de zaman ihrakda (yangında) harab olub tahtânî dört bab olmışdır” şeklinde bir not düşmüştür. Yangında 7 bab fevkanî hanenin hepsi harap olmuşken, 6 bab tahtânî hanenin sadece ikisinin harap olması alt katın yığma ve üst katın ahşap strüktürden imal edilmiş olmasını akla getirir.

Hicri 1021 (1612) tarihine ait olmasıyla çalışmanın döneminin hemen bitimine ait bir şer’iye sicili vakıf mallarının tamiri hakkındadır (Şer’iyye Sicilleri c.I, 1988). ĐVTD’de de geçen Hamamcı Muhyiddin Mahallesinde yer alan bu vakfın şer’iyye sicilindeki tamiratına ilişkin veriler şöyledir: “…menzil-i merkumun beyt-i ulviyesi ve zullesini misaha eyledüklerinde (ölçtüklerinde) satrancı ile otuz sekiz zira tuğla duvarı içün iki yüz on akça, on bir adet kiriş içün doksan akça ve kırk dört aded döşeme tahta içün yüz akça…” Bu kayıttan anlaşıldığına göre ahşap kirişler ve tuğla duvarların kullanıldığı bir strüktür mevcuttur. Burada tuğlaların fırınlanmış olup olmadıkları belli değildir. Son olarak devrin görsel kaynaklarına başvurulduğunda farklı kişilerin 16.yy çizimlerinde tuğla/kerpiç ve ahşabın birlikte kullanıldığına

işaret eden strüktür ana hatlarıyla belirmiş olur. Edirne’de Mimar Sinan Caddesi 40 numarada karşılaşılan eski bir yapı 16.yy’daki Đstanbul çizimlerindeki strüktürlere ciddi bir benzerlik göstermektedir. Bu yapının strüktürü 16.yy Đstanbul’unun sivil mimarisindeki strüktüre ilişkin fikir verebilir (Şekil 4.28).

Şekil 4.28 : Yukarıda; Schweigger’in çizimlerinde “Đstanbul’un evleri”, 1578 (Schweigger, 2004). Ortada solda; Şekil 4.24’den ayrıntı, Lorichs, 1559 (Lorck, 1962). Ortada sağda; Freshfield albümünde Rumeli Feneri’nden ayrıntı, 1574 (Müller-Wiener, 1998) Altta; Edirne, Mimar Sinan Cd. No:40, Yılmaz (2008).

Yukarıda belirli bir açıklığa kavuşturulan yapım sistemine ek olarak ĐVTD’deki verilerden çıkartılan başka bir ayrıntı daha mevcuttur. 2369 nolu vakfiyede bir beyt, “beyt-i levhî” olarak tanımlanmıştır. Arapça kökenli olan “levha”nın Farsçası, Türkçede artık ahşapla özdeşleşmiş olan “tahta”dan başka bir şey değildir. 1733 nolu vakfiyede “hane-i çatma” isminde bir haneden, 412 nolu vakfiyede “hane-i tahtânî el maruf bi çatma” ifadesi ile yine çatma bir yapıdan bahsedilmektedir. Burada çatmayla tanımlananın şiddetli bir ihtimalle strüktür olmalıdır. ĐVTD’de seyrek de olsa rastlanan bu “levhî” yapılar görsel kaynaklarda da izlenebilir. ĐVTD’de ileride ele alınacak gurfelerden de bazıları levhî olarak ifade edilmiştir. Dış cephenin ahşap levhalarla kaplandığı bu sistem akla geç dönem Đstanbul evlerinin baskın yapı tekniği olan bağdadî sistemini getirir. ĐVTD’de adı geçen levhî birimlerin bağdadî tekniğinin ilk örnekleri olduğu düşünülebilir.*

Dönem konutlarının kırma çatılı olduğu çeşitli kaynaklarca doğrulanabilen bir tespittir. Çatıların 4.24’deki çizimi, seyyahların kiremitli çatılardan söz etmesi, LP, BMS Đstanbul çizimi ve diğer çizimlerde (Schweigger, Aelst) binaların kiremitli ve kırma çatılı gösterilmesi takip edilebilir. Geç dönemlerde belki daha az rastlanacak olan bir ayrıntı ise çatılarda açılan aydınlatma delikleridir. Schweigger’in (2004) bahsettiği bu tepe pencereleri, kendi çiziminde görüldüğü gibi Lorichs’in Şekil 4.24’teki çiziminde de mevcuttur. Đstanbul’daki konut geleneğinin en azından çatı özellikleri olarak nereye kadar uzandığını takip etmek kısmen mümkündür. BMS’de tasvir edilen kentlerden Đstanbul’da Eskişehir’e kadar olanlarının (Hereke, Đzmit, Gebze, Đznik, Bozüyük) binaları kiremitli tasvir edilmiştir. Đstanbul’la koşut kiremitli kırma çatı tipi 1590 tarihli, Şemailname-i Âl-i Osman’da, Talikizade’nin minyatürü ile Manisa’da da izlenebilir. Ayrıca Manisa’da hicri 1070 (1659) tarihli bir vakfiyeden de kiremit kullanımı anlaşılabilir: “Ayni mahallede toprak örtülü evi ile, kiremit örtülü çardağını ve müştemilatını…” (Gökçen, 1950). Eskişehir’den doğuda çatıların düz, toprak çatılar (dam) olduğu yönünde veriler mevcuttur. Busbecq 1555’te Amasya’yaki evlerin Đspanya’daki evler gibi kilden yapılmış olduğunu, yine aynı malzemeden eğimsiz düz çatıları olduğunu belirtir. Çatı, yağmur ya da rüzgârdan zarar gördüğünde antik bir sütun parçasını çatı üzerine ileri geri

* Levhi evlerin 16.yy. da baskın olmayışı, endüstriyel ahşap işleme aletlerinin yokluğuyla da açıklanabilir.

yuvarlayarak yüzeyi sıkıştırıp düzleştirdiklerini belirtir.* Yazın ev sakinleri çatıda uyumaktadır, ancak yağmur yağdığında yoldan gelip geçenlerin elbiseleri çatıdan damlayan çamur yüzünden kirlenmektedir (Busbecq, 1968). Busebecq’le aynı heyette olan Dernschwam da Busbecq’in tespitini doğrular nitelikte, ancak Dernschwam’ın tespitleri Amasya ile Đstanbul evi arasındaki tek farkın çatılarda olabileceğini düşündürtüyor zira Dernschwam Amasya evlerindeki ahşap kullanımına da değiniyor. Ayrıca evlerin iki katlı oluşu ve alt kattaki ahırların üzerinde odaların bulunması, ĐVTD’deki ‘ahur-gurfe’ ilişkisini akla getirmektedir. “…evler, pişmemiş tuğladan yapılmış. Evlerin iç kısmı da iyi işlenmemiş, tahtadan şöyle böyle yapılmış iki kat yükseklikte. Evlerin altında ahırlar bulunuyor. Bunların üzerinde oturdukları odalar var. Bu odalar da tahta ve kalaslarla örülmüş ve üstleri toprakla kapatılmış. Damlardaki toprağın kalınlığı yarım arşın var… Hemen hemen her evin damında silindir biçiminde yuvarlak taşlar mevcut. Küçük ve yuvarlak bir sütunu andıran bu taşları bir oraya bir buraya çekerek damın toprağını sıkıştırıp pekiştiriyorlar” (Dernschwam, 1992).