• Sonuç bulunamadı

2. FETĐH ÖNCESĐ SĐVĐL MĐMARLIK GĐRDĐLERĐ

2.2 Fetih Öncesi Türk sivil mimarlığı birikimi

Fetih sonrası ve klasik dönem Đstanbul sivil mimarlığına girdi oluşturacak en önemli kavramlardan biri şüphesiz kentin yeni sahiplerinin beraberinde getirdikleri barınma kültürüdür. Bu barınma kültürünün fiziksel özellikleri hakkında bilinenler ne yazık ki kuvvetli somut verilere dayanmamaktadır. Fetih öncesi dönemden Osmanlılar’la ilişkilendirilebilecek - anıtsal konutlar da dâhil - barınma yapılarından kalanlar

oldukça azdır. Erken Osmanlı dönemindeki yerleşimlerin sonraki dönemlerde de kesintiye uğramaksızın kendine has evrim çizgisi içinde iskân edilmeye devam edilmiş olması bu durumun en makul sebeplerinden biridir.*

Đstanbul’a Türklerin beraberlerinde getirmiş oldukları barınma kültürünün yansımalarını incelemek için iki temel girdiden bahsedilebilir:

• Fetih’ten sonra Đstanbul’daki sivil mimarlığın Fetih öncesine kıyasla değişiminin gözlenmesi

• Fetih’ten önceki barınma kültürünün Đstanbul dışındaki uygulamaları

Đlk girdideki sorun, Bizans sivil mimarlığı konusunda ele alındığı gibi tek tip ve kolaylıkla somut örneklerine ulaşılabilen bir geç Bizans Evi imgesinin yanıltıcılığıdır. Ayrıca kentin Fetih sonrası konut karakterinde gözlemlenecek değişikliklerin ne kadarının Bizans konut geleneğinin pek ala kendi evrim çizgisinde de var olabilecek değişiklikler ne kadarının kente yeni gelenlerin bu evrimde yol açmış olabileceği bir değişimin sonucu olduklarını kestirmek çok basit değildir. Zira ‘Türkleşme’nin Đstanbul kadar yoğun olamayacağı Yunan yarımadasındaki konut evrimi de “Türk Evi” imgesine rahatlıkla uyum sağlayacak örneklere doğru yönlenmiştir. Kizis, tarihi konut dokusunu korumuş olan Pelion konutlarında 17 ile 19.yy’lar arası için “Türk evi” evrim şemalarına oldukça tanıdık bir model önermektedir (Kizis, 1996)**. Đstanbul’un 1453 öncesi ve sonrası sivil mimarlığı arasındaki farkları kıyaslamak için kullanılabilecek ilk araç olan geç Bizans sivil mimarisine ilişkin değerlendirmeler önceki bölümde ele alınmış, Fetih’in sonrasında ortaya çıkacak yeni durumlar ise sonraki bölümlerde ele alınacaktır.

Đkinci girdi ile ele alınabilecek örneklerin en büyük sıkıntısı ise genelleme yapmaya fırsat verecek sonuçlara varabilmek için yeterli sayıda mevcut olmamalarıdır. Konunun sınırlı sayıda örneğin üzerinden tartışılmasının yanında konut yapımına etki edebilecek toplumsal ve kültürel çeşitli değerler bu kapsamda ele alınabilir.

* Osmanlılar için erken dönemi dondurabilecek Menteşoğulları’nın Peçin’i gibi sonradan gözden düşmüş bir örnek söz konusu değildir ki Peçin’den bilinenler de anıtsal, kamusal ve savunma yapılarının kalıntılarıyla sınırlıdır.

**Kizis’in modeli üç boyutlu değişikliklere vurgu yapmıştır. Kuban, (1995) Safranbolu evlerine sadece dış görünüş olarak benzeyen ancak plan şemasında farklılaşan Ohrid evlerinden bahsetmiştir

(böylelikle Eldem’den gelen ‘plan esaslı’ tasnif geleneğini olumlamıştır). Ancak Kizis’in Pelion’dan verdiği plan şemaları da Türk Evi plan şemalarıyla koşuttur (Şekil 2.12).

Türk ya da Osmanlı evi başlığı altında çeşitli araştırmacılar şimdiye kadar Đstanbul merkezli coğrafyada etkin olmuş konut evrimine çeşitli modellerle açıklamalar getirmişler, söz konusu modellerini belirli kronolojilere oturtmuşlardır. Çalışmanın bu bölümünde ele alınan Đstanbul öncesindeki devir bu kronolojilerin genellikle ilk kısımlarına tekabül etmektedir. Zira daha bilinir ve özgünlüğü tartışmadan daha uzak olan “Türk” ya da “Osmanlı Evi” bu çalışmanın konusuna kıyasla geç bir dönemdir. Çeşitli araştırmacılar bu ev tipinin 17.yy ve sonrasında gelişerek yayıldığı konusunda hem fikirdirler.*

Şekil 2.12 : Kizis’in Pelion konutları için 17-19yy lar arası evrim şeması, sağda Pelion’da Kondos Evi planı (Kizis, 1996).

Türkiye’deki geleneksel konut geleneğiyle ilgili sıkça tartışılan konulardan biri de konut geleneğinin adlandırılması olmuş ve tartışmaların merkezinde kimlik sorunu yer almıştır. Türk Evi, Osmanlı Evi ya da coğrafyaya bağlı adlandırmalar (Anadolu ve Balkan Evi gibi) çeşitli araştırmacılar tarafından aynı geleneği ifade etmek için kullanılmıştır. Eldem, konu hakkındaki ilk kapsamlı ve analitik çalışmayla (Eldem, 1954), Türk Evi kavramının belki yaratıcısı olarak bu kavramı araştırmaların, tartışmaların merkezine oturtmuştur. Kuban (1995), Türk Hayatlı Evi çalışmasında Osmanlı Evi kavramının kapsamının oldukça geniş olması ve ana akım konut tipinden etkilenmemiş birçok farklı unsuru barındırması nedeniyle yanıltıcılığından bahsetmiş, Arel (1982) ve Cerasi (1998) daha çok Osmanlı Evi terimini tercih ederken, Asatekin, “geleneksel konut mimarlığı” kavramını tercih etmiş ve

geleneksel Türk konut mimarlığı gibi bir kavramın kullanılabilmesinin ancak Atatürk tarafından yapılan Türk –ki bu tanımın ırka göre şekillenmediğini savunur- tanımıyla geçerli olabileceğini belirtmiştir. (Asatekin, 2006) Bu çalışmanın kapsamı ve amacı gereği kimlik ve adlandırma tartışmalarında bir yargıya ulaşma hedefi olmamasıyla birlikte, çalışma, üzerinde konuşulan bu konut geleneğini hiç değilse işaret etmek için bir adlandırmaya muhtaçtır.

Adlandırmadaki farklılıklarınsa istisnaları da var olmakla birlikte, hımış tekniğiyle yapılmış çıkmalı, üst katı bol pencereli, oda ve sofadan oluşan, diğer konut geleneklerine kıyasla oldukça ayırt edici özellikleri bulunabilen, belirli ‘bir’ gelenekten bahsetmesi adlandırmanın sonucunu etkileyen bir girdi değil, yine ‘işaret etme’den öteye geçmeyen bir araç olarak kullanılmış olduğunu gösterir. Aslında tüm farklı adların (hatta Yunan, Bulgar Evi gibi kavramların bile*) belirli bir doğruluk ve hata payı olduğu yadsınamaz ve tüm bu adların kimlik anlamında ele alındığında birbirlerini saf dışı bırakırcasına algılanmalarına gerek olmayabilir.

Türk Evi tabirine uyan konutlarda, başka kavmi unsurların da ikamet etmesi ya da bundan 400, 500 yıl önce Türk tabiriyle kimlerin anlaşıldığı, tıpkı Kuban’ın Osmanlı Evi terimi için öne sürdüğü ‘kapsama eksikliği’ gibi Osmanlı coğrafyası dışındaki Türklerin konut geleneklerinin bahsedilen Gelenek’çe kapsanamayacak olması Türk Evi ifadesini zora sokmaktadır. Bununla birlikte Osmanlı coğrafyasındaki tüm yerel gelenekleri belki abartarak ele alan Cerasi bile, çadır - oda ilişkini yadsıyamamaktadır (Cerasi, 2001).

Osmanlı Evi kavramı kapsam sorunuyla yanıltıcı olmakla suçlandığı halde (Kuban, 1995), bu ev geleneğinin Osmanlı coğrafyası ve zamanı dışında belirmemiş olması bu konut türünü Osmanlı kültürüyle üst üste düşürmektedir.

Coğrafi tanımlamalar, oldukça nesnel görünmelerine karşın hiçbir zaman ve kültürel referans içeremeyeceklerinden kavram kargaşasına yol açabilmektedir. Örneğin “Anadolu Konutu” kavramına megaronu, hilaniyi ya da daha önce tartışılan Bizans konutlarını ve hatta günümüzün konutlarını dâhil etmemek için bir sebep yoktur.

* Arel (1982), Osmanlı konut geleneğinde tarihsel sorunlar, kitabını Dağlarca’nın “nerede/nerede

Geleneksel konut mimarlığı gibi bir kavram ise konu içinde tutarlı olmasıyla beraber, diğer konut gelenekleriyle karşılaştırma gerekliliği doğduğunda ayırt edici bir nitelik barındırmadığından sıkıntı oluşturacaktır.*

Şekil 2.13’te kimlik kümeleri betimlenerek çalışmanın adlandırma konusundaki yaklaşımına temel hazırlanmak istenmiştir.

Şekil 2.13 : Kimlik kümeleri O: Osmanlı Coğrafyası, T: Türk Coğrafyası, G: Tartışılan konut geleneği (Yılmaz).

Yakınsamaların ve genellemelerin doğurduğu tüm risklere rağmen** Şekil 2.14’teki gibi bir ifade, en azından mevcut tartışmaları oldukları gibi somutlaştırmak istemiştir. Buna göre Kuban’ın Osmanlı Evi terimini yetersiz bulmasına yol açan, Osmanlı coğrafyasında olan ancak Geleneğin kapsamadığı alan o’ (Mısır, Kuzey Afrika gibi), Türk kavminden olmayıp Geleneğe uygun konutlarda iskân edenlerin alanı o” (Pelion konutları gibi), Arel’in ifade ettiği “Osmanlı bireşiminin” sınırları dışında kalan Türklerin alanı t’ (Hazar doğusundaki Türkler gibi), Osmanlı coğrafyasında olup Gelenekle bağdaştırmanın zor olacağı Türklerin alanı t” (Osmanlı bürokrasisinden olmayan yerli Đran – Irak – Suriye Türkleri gibi***) olarak ifade edilmiştir. Buna göre o+t (Gelenek dâhilindeki Osmanlı Türkleri) ve o” (Gelenek

*

Asatekin’in (2006) “Understanding traditional residential architecture in Anatolia” makalesi, başlığının tersine konu tartışılırken “Türk”, “Yunan” gibi adlandırmalara yer vermiştir.

** ‘Konut geleneği’ sınırları tanımlı bir küme olarak gösterilebilir mi? Türk ifadesi 4 - 5 yüzyıl önce kimleri kapsar ya da kapsamaz?

*** Örneğin Saatçi’nin (2003) örneklerini sunup şemalandırdığı Kerkük’teki Türkmen evlerinde “dör” ismindeki uzunlamasına ve penceresiz odaları Gelenek’teki evlerin odalarıyla koşut görmek zordur.

Gelenek kapsamındaki odalarda seki üstünün çatısında kubbeyi anımsatan tavan bezemeleri mevcutken, bu duruma zıt bir şekilde Kerkük evlerinde “dör”lere göre seki altı olan “atabe”lerin kubbeli olması da özgün bir tavır olarak görülmektedir.

dâhilindeki Türk olmayan Osmanlı kavimleri) birleşimi, şemaya göre Geleneği ifade etmede en sağlıklı kapsam olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda ifadeyi yalınlaştırmak adına Osmanlı ya da Türk ifadelerinden daha az hatalı olarak (o” yu ihmal ederek)* Osmanlı - Türk evi ifadesi Geleneğin temel unsurunu tanımlayabilmesi açısından çalışma için daha doğru bir ifade olacaktır. Bununla birlikte ana akım kuramcılarının kullandıkları Osmanlı ve Türk kavramları arasında bir tercih yapılmak istenirse Gelenek, Osmanlı kümesinin bir alt kümesi olduğundan Türk Evi kavramına göre Osmanlı Evi kavramı daha kapsayıcı olacaktır. Adlandırma konusunun başına dönülürse önceden de belirtildiği gibi bu çalışmadaki Osmanlı ya da Osmanlı-Türk Evi kavramı sadece Geleneğe ‘işaret etme’ amacıyla kullanılıp, kimlik ve aidiyet üzerine sonuçlar çıkarmak amacıyla ele alınmamıştır.

Fetih öncesi Osmanlı Türklerinin Đstanbul’a getirmiş olabileceği konut geleneğini tartışmak için bu başlığın da belirli oranda bir tanıma ihtiyacı olacaktır. Osmanlı Türkleri kimlerdir? Kuruluştan Fetih’e bu kavram nasıl değişmiştir? Kuruluştan önce bu beyliğin mirası nerede aranacak, Anadolu’dan önceki geçmiş nerede takip edilecektir? Bu tür sorulara çeşitli cevaplar farklı Türk Evi kuramlarında yer verilmiştir. Farklı kuramlar, Türklerin Osmanlı coğrafyasına gelişlerinin farklı özelliklerini ön planda tutup kendi Osmanlı-Türk evi evrim modellerini kanıtlamak istemişlerdir. Bunun yanında Eldem’de olduğu gibi köken tartışmalarına değinmeden başlangıcı meçhul bırakılmış evrim şemaları da mevcuttur. Eğer Osmanlı-Türk konut geleneğini açıklamak isteyen kuramların da gelenekleri olduğu iddia edilecek olursa bunların çalışma kapsamında incelenmiş olanları şu şekildedir:

• Eldem: Sofa temel öğedir**, “Türk Evi” nin farklı coğrafyalarda özgün bir tür olarak izlenebilmesini sağlayan özellik plandır. Evrim Açık sofadan merkezi sofaya doğru olmuş, açık sofa ilkel, merkezi sofa ise gelişkin olarak ele alınmıştır.

• Kuban: Hayat (açık sofa) temel öğedir. Eldem gibi planın belirleyiciliği ve adlandırmada “Türk” terimi vurgulanmıştır. Evrim çizgisi de Eldem’le koşuttur, ancak Kuban hayatlı evin daha ilkel olduğunu kabul etmeyip bu evi

* Çalışmanın o” nun fetih öncesi tarihsel gelişimine kayıtsız kalması söz konusu değildir, zira konu Bizans sivil mimarlığı geleneğinde ele alınmıştır.

** Ancak oda kavramının da üzerine vurgu yapılmış, sonradan klasikleşecek özelliklerine -çok işlevlilik gibi- değinilecektir.

Türk evini özgün yapan başlıca unsur olarak ele almıştır. “Orta Sofalı Plan” gelişkinlikten ziyade batı etkisinin sonucudur.

• Esin: Diğer kuramlar gibi bütünü açıklama iddiası pek de olmayan, ancak yalı ve köşkler ile Orta Asya, Çin gelenekleri üzerine kuvvetli bağlantılar kuran bir kuramı vardır. Evrimden çok merkezi plan şemalarıyla bağlantısı koparılmayan bir süreklilik üzerine deliller sunulur ve “18.yy’da Đç Asya geleneğine sadık” şekillerden ve geri dönüşten bahsedilir.

• Küçükerman: Sofa ve oda kavramlarının tekrar altı çizilmiş, planı üreten temel birim olarak ise oda ele alınmıştır. Plan tipleri herhangi bir kronoloji önerilmeden sunulmuş, en temel girdi olarak göçebe çadırı ele alınmıştır. • Arel: Esin’in kuramının belirli bir evrim çizgisi içinde ve tüm konut

geleneğini açıklamaya yönelen bir sürümü, genişletilmiş bir Esin kuramı olarak ele alınabilir. Böylelikle Arel, oda kavramına vurgu yapan tarafta durmaktadır. Esin’in “köşk”e dayalı kuramı Arel’de “başoda”da irdelenmiş ve bu başodanın-köşkün dört yöne bakmak isteyen merkezi doğasıyla iç sofalı plan tipi arasında bir evrim olduğu iddia edilmiştir. Bu durumda son dönem konutlarındaki iç sofa batı etkisiyle değil, Asya’dan gelen sürekliliği içinde oda biriminin (oda, başoda, köşk ve nihayet iç sofa üst üste düşürülmüştür) bir sonucudur.

Osmanlı-Türk evi kuramları farklı araştırmacılarla çeşitlendirilmiş ve bazen birbirlerine oldukça zıt fikirler üretmiştir. Bu durumda mevcut birikimden faydalanılarak yapılacak bir “Fetih öncesi Türk sivil mimarlığı çalışması” ister istemez kuramların köken ve evrim üzerine tavırlarıyla yüzleşmek zorundadır. Köken ve evrim üzerine gidilip, son devirden uzaklaşıldıkça tartışmalarının artmasının en büyük sebebi bölümün en başında belirtildiği gibi somut verinin azlığıdır. Üzerinden tartışmaların yürütüldüğü konutların teknik anlamda bilinir olanları kabaca ve iyimser bir ifade ile günümüzden ancak 250 yıl kadar geriye gitmektedir.

Emel Esin’in Osmanlı barınma kültürüne ilişkin ortaya koyduğu iddia, Osmanlılar’ın Orta Asya bağlantılarıdır. Doğu-Türkistan, Çin, Budizm eksenlerinde yeğlenen, dünya hâkimiyetinin ifadesi olması gibi simgesel anlamlar taşıyan dört yöne bakan köşklerden bahsedilmektedir. 9-13yy’lar arasında Koço ve Tun-Huang’ta bulunan

Uygur kağanlıklarının edebiyat ve sanatındaki cennet mefhumu deniz kenarında bulunan, “kalık, köşetri” ve “kolumak orunları” gibi çeşitli yapılardan oluşmaktadır (Esin, 2008). Esin, kalığı Budizm’deki semavi köşklere denen “Harmıka” olarak açıklamıştır* (Şekil 2.14). Köşetri, otağ ve şemsiye, kolumak orunları ise erenlerin “murakabe yeri olarak” ifade edilmiştir. Bunların yanında Esin, kerekü denen kubbeli bir çadırdan bahsetmektedir ve bunun semavi bir timsal olduğunun altını çizer. Baba Ata Kalesi isimli Kerekü tarzı bir yapının da çizimlerini sunar (Şekil 2.14). Daha sonra Esin, Asyalı bu merkezi mekân geleneği ile geç dönem iç sofalı konutları üst üste düşürmektedir. (Sadullah Paşa yalısı) Referanslar ve incelenen mimari ürünler arasındaki zaman farkı ve iddialarının köşk mimarlığına odaklı bir tavrı olması sivil mimarlık geleneğinde bir evrimi göstermemektedir. Esin’in merkezi plana vurgu yapan konumlandırması Kuban’ın hayatı ön planda tutan ve ayırt edici özelliği burada arayan kuramlarına ters bir savlamadır.

Türklerin Ön Asya coğrafyasına gelişleri, daha uç fikirler yadsınırsa (Proto-Türkler), bilindiği gibi Đslam devletinin büyüyüp batı Orta Asya’yı işgal etmesi sonucu köle olarak orduya alınmalarıyla başlamıştır. Samarra’da arkeolojik kalıntılar ve ulu caminin büyüklüğüne bakıldığında oldukça büyük bir kentin kurulduğu görülmekte ve bu kentin de halifenin köle ordusu için kurulduğu bilinmektedir (Behrens- Abouseif, 1989). Sanat tarihi kapsamında yaklaşıldığında Türklerin bu coğrafyaya gelişleri çeşitli dışavurumlar sonucu okunabilmektedir. Örneğin C tipi Samarra sıva motifinin bozkırdaki ahşap sanatıyla ilişkisi olduğu ileri sürülmektedir (Behrens- Abouseif, 1989). Zamanla halifenin ordusu içinde yükselen komutanlar kontrolü ele almışlar ve Ön Asya’da ilk Türk devletlerini kurmuşlar ve bu özgün sanat anlayışlarını beraberlerinde getirmişlerdir.** Türklerin Ön Asya’da ilişki içinde oldukları ilk kültür kuşağı (Đran sayılmaz ise), Helenistik ve Sasani kültür eksenleri üzerinde henüz yeni doğmuş Đslam Devleti olmuştur.

* Divani Lügati’t-Türk de kalık (قلق ) “hava, gök, sema olarak açıklanmaktadır.

** Samarra C tipi motifler Mısır’da Tolunoğlu Camii’nde de görülmüştür. Tolunoğlu camisi Emevi etki alanında olan Mısır’da olmasına rağmen Abbasi tarzında ve Samarra minaresine benzer bir minare ile inşa edilmiştir. Bu durumda Türklerin Samarra’daki sanat ortamının oluşumuna katkıda bulunmaları yanında bu sanatı benimsedikleri ve taşıdıkları sonucu çıkabilir.

Şekil 2.14 : Altın Dağ’ın tepesinde yer alan semavi köşk “Harmıka” 8.-9.yy Budist

Türk sanatı (Esin, 2008), Karaçuk Dağı Baba Ata kalesi (Esin, 2008). Kuban’ın, yukarıda Geleneği kimliğe dayalı adlandırma tartışmalarında Eldem’le başlayan tavrı devam ettirerek “Türk” ifadesini yeğlediği belirtilmişti. Ancak Kuban, diğer araştırmacılar içinde belki de ilk kez temel girdi olarak göçebe çadırının evrimi ile ortaya çıkan bir Türk evi değil de görece ‘yabancı’ unsurların barınma geleneklerinin yeni bir bireşimle ele alınmasıyla Türk evinin ortaya çıktığını iddia etmektedir. Özetle, Türk Evi için temel girdisi göçer çadırı değildir (Kuban, 1995). Kuban’a göre göçebeler yerleşikliğe geçerken kendileri yapıcılığa girişmek yerine etraflarındaki kültürlerden yararlanmış olmalıdırlar. Bu nedenle Kuban, Ön Asya’da yaygın bir tip olduğunu söylediği “beyt”i Türklerin “hayatlı evi”nin temeli olarak ele almaktadır. “Türk Evi”nin, hayatlı evle 16.yy’dan sonra kendi özgün sentezini yakalandığı ve hayatın Türk evinin en önemli ve özgün bölümü olduğu iddia edilmiş, Kuban’ın adlandırmada “Türk” ismini kullanmaktaki ısrarı bu evin kökeni iddiasında belirmemiştir.

Bizans sivil mimarlığı bölümünde üzerinde durulan ters T planlı ev, “beyt”, iki oda ve ortalarında bir eyvanın yer aldığı ve bunların önünde bir revağın, saçağın yer aldığı bir plan tipidir ve önceki bölümde Đslam öncesi Hira kentine kadar ötelendiği belirtilmiştir. Bu plan tipinin kadimliği derinlemesine ele alındığında Banarlı’nın (1980) beyt kelimesinin alfabetik ifadeleriyle ile ilgili iddiaları konuya dâhil edilebilir. Banarlı, “Mısır hiyorigliflerinde B harfinin dört köşe ev biçiminde bir plan resmi” olduğunu, “Latin ve Sami alfabelerinde de aynı B harfinin bu ev resminin daha stilize edilmiş iki odalı bir evin planı” şeklinde yazıldığını, hatta günümüzdeki Latin B harfinin de bu iki odalı ev planından başka bir şey olmadığı iddia eder. Ayrıca bu harfin adının da hepsinde de ev manasına gelmek şartıyla Sami- Arami’cede “bet”, Fenike ve Đbranice’de beth, Yunanca’da da beta olduğunu, bu harfin Arapça’daki ilk adının da “beyt” olduğunu iddia etmektedir. (Banarlı, 1980)

Konunun Türkçe’ye yansıması da ilginçtir. Banarlı, Göktürk yazıtlarında B=Eb harfinin de ev anlamında olduğunu belirtir. Buna göre, “Eb”, Türkçede çok rastlanan b-v değişimi sonucu “ev” halini almıştır. Ancak Ari ve Sami dillerinden verilen örneklerin Ural-Altay kökenli bir dilde aynı anlamda belirmesini ifade etmek bu kelimenin ya da sesin uluslar üstü bir ortak değer olması anlamına gelir ki bu oldukça iddialı ve bu çalışmanın kapsamı dışında kalacak, dilbiliminin konusu olacak bir yaklaşımdır. Ayrıca Göktürkçe’de B sesini veren harf olan “ ” de betadaki çift gözlülük ya da “beyti”lik görülmez. Esin’in (2008) ifadesiyle bu fonogram Çin köşkü, yine Banarlı’ya (1980) göre çizgiye vurulmuş çadır biçimini ifade eder. Gerek plan tiplerinde gerekse malzeme tercihlerinde “Türk Evi tasniflerinde” daima özgün bir yeri olmuş Güney Doğu Anadolu konutlarının gelişkin avlu ve eyvanları Kuban’a (1995) göre bölgenin Türk geçmişinden önce Đslamlaşması kapsamında edindiği konut kültürünün bir sonucudur. Anadolu içlerine göçecek Türkler için ilk durak olan bu bölge onların konut tercihlerinde bir model oluşturmalıdır. “Hitit hilanisi, Arap beyti, Mezopotamya’nın tarma evi, Đran’ın taları ve Türk Hayatlı Evi aynı düzenin çeşitlemeleridir” (Kuban, 1995). Yukarıda ifade edilen Türklerin Ön Asya’ya girişi ve Samarra gibi merkezlerdeki sanat üretimini Mısır gibi uzak coğrafyalara taşıyabilmeleri ile Kuban’ın Güney Doğu Anadolu’daki konut modellerinin Batı Anadolu’ya yeni bir sentez üretmek üzere Türkler tarafından taşınması iddiası koşuttur. Ancak bu durumda sorulabilecek soru, Türklerin Ön Asya’da Halifenin devletiyle karşılaşmadan önceki yerleşik hayat deneyimleri, ilişkileri konusundaki “kültürü taşıma” tavırlarının Samarra ya da Avasım bölgesinden daha mı az olduğudur? Türk boylarının henüz Emeviler batı Orta Asya’ya gelmeden yerleşik halklarla (Tatlar) ilişkileri olduğu, hatta yerleşik hayata zaten geçmiş olan Türkler olduğu bilinmektedir.