• Sonuç bulunamadı

4. YAZILI VE GÖRSEL KAYNAKLARIN ÜST ÜSTE DÜŞÜRÜLMESĐ

4.3 Vakfiyelerde Betimlenen Sivil Mimarlık Birimleri

4.3.1 Đskân Edilmeyen Birimler

• Muhavvat(a) طوحم (a. havt’dan) ihata edilmiş, etrafı perde, duvar gibi bir şeyle çevrilmiş olan (DE). Divarlu yer, havlı (RM).

FV’de muhavvataya çok nadiren rastlanırken, ĐVTD’de bu durumun tam tersi geçerlidir. Kısmen incelenebilmiş olan AVTD’de arsalara sıklıkla rastlanılırken, muhavvata kelimesi arandığında bu vakfiyenin de FV’ye koşut bir durumda olduğu görülür. Tahrir defterinde muhavvataların artışını açıklamak için öncelikle bunun gerçekten bir artış olmadığı üzerinde durulabilir. Zira FV’de muhavvatalar her menzil için ifade edilmeye değer bir varlık olarak algılanmayıp kaydedilmemiş olabilir ki zaten Fatih vakfiyesi barındırdığı birim sayısı olarak da tahrir defterine kıyasla çok sınırlıdır. Ancak bu durumda muhavvata kavramının FV’de hiç geçmemesi umulacaktır. Ancak FV’de 11 yerde muhavvata ismi geçmektedir. Gerçekten de muhavvatalar olmadıkları için kaydedilmemiş ve bu nedenle 457 menzilden sadece 11’inde görülmüşlerse ve 1546 tahririnde sayıları çokça artmış olarak beliriyorsa bu artış nasıl açıklanabilir? Bilhassa AVTD’de sıkça görülen kâfirî binalar, onarılan çatılar, boş arsalar mevcut bir kenti yeni gelenlerin kendilerine uyarlayacağı altlığı işaret etmektedir. 16.yy’da artık kent yeni gelenlerin konut tercihlerini yansıttıkları, kendilerine göre var olan dokuyu uyarladıkları bir yer olarak algılanabilir. Muhavvatadaki bu keskin artışı yeni gelenlerin kuvvetli bir sivil mimarlık tercihi olarak değerlendirmek olasıdır. Muhavvata ile mahremiyet kavramlarını üst üste düşürmek de pek zor görünmemektedir. ĐVTD’de avlu için yine

Arapça kökenli ve Osmanlıcada kullanılan havlı yerine “duvarla çevrili yer” anlamındaki muhavvata teriminin çok büyük bir sıklıkla kullanılmasına da manidardır.

Muhavvatayı ĐVTD’de çeşitli türevleriyle izlemek de mümkündür. Daha küçük avlular için “muhavvata-i yesire”, iç avlular için ”muhavvata-i dahiliyye”, dış avlular için “muhavvata-i hariciyye”, veya “iç havlı, taşra havlı” veya “deruni, biruni” ifadeleri kullanılmıştır. Đç ve dış avlu da muhavvata - mahremiyet ilişkisini kuvvetlendirir niteliktedir, zira dış avlularda genelde hücreler ya da ikincil plandaki birimler yer alırken ve vakfedilen kişiler aileden olmayabiliyorken, iç avlu içindeki yapıların daha nitelikli yapılar olduğu vakıf şartlarıyla bazen korunmaya çalışıldığı izlenebilir. Bu durumların birçok örneği mevcuttur. Örneğin 1823 nolu Yusuf bin Abdullah vakfiyesinde “haneha-i tahtânî 2 bab ve sofa ve kenif der muhavvata-i dahiliyye ve höcre ve kenif der muhavvata-i hariciyye der mahalle-i…” dış ve iç vakifyedeki birimlerin nitelikleri tartışılabilir. Dış avluda hücre ve kenif varken asıl iskân birimleri iç avludadır. 33 nolu Hacı Turahan bin Abdullah vakifiye şartında “evladlarına ve evlad-ı evladlarına neslen ba’de neslin müte’ehhil (evli) olanlar iç evlerde olub mücerred (bekâr) olanlar taşra havlıda olan evlerde olalar…” kaydını koydurtmuştur ki bu örnek iç ve dış avlunun toplumsal konumunun, mahremiyetle olan ilişkisinin algılanmasında önemli bir delil olarak öne çıkartılabilir. Mimar Sinan’ın 1948’de yayınlanan şahsi vakfında Süleymaniye’deki evinin üç avlulu olduğu ve iç avluda “ulvî” “süfli ev”leri varken, dış avluda 4 adet hücresi olduğu görülmektedir (Konyalı, 1948).

Vakfiyelerde muhavvata kapısı üzerinde gurfeler ve höcreler zikredilmiştir. Ayrıca muhavvataların sokak cephesine verecekleri sağır görüntü ileride tartışılacak üst kat alt kat karşıtlığına katkısı açısından da önemlidir. Freshfield’in (1930) 1574 yılına tarihlediği ve isminin kısaltmasının A.M.T. olduğunu söylediği bir Alman’ın çizdiği Atmeydanı ve Ayasofya civarını gösteren çizimde, bir sarayının muhavvata duvarı ve bu muhavvata kapısının üzerindeki birim, vakfiyedeki tasvirle üst üste düşmektedir (Şekil 4.11). Daha geç devire ait olmakla birlikte bir Osmanlı görsel kaynağı olan Levni’nin Surname’sinde III. Ahmet’in otağının yanındaki avlu duvarı da Freshfield çizimiyle koşut bir niteliktedir (Şekil.4.12). Bu durumda muhavvata duvarlarının sokaktan algısı üzerine fikir edinmek mümkün olduğu gibi, mahremiyet ve muhavvata ilişkisinin bu görsel kaynaklarca da ifade edildiği söylenebilir.

Şekil 4.11 : Ayasofya yakınında muhavvata duvarı ve vakfiyelerde takip edilebilen kapı üzeri birim, Freshfield Folyosu, 1574 (Yerasimos, 2000).

Şekil 4.12 : Muhavvata duvarının dışarıdan algısı, Levni, Surname, 1720 (Kuban, 1995).

Muhavvatalar ayrıca menzillerin doğal genişleme alanıdır. ĐVTD 1660 numaralı vakfiyede defteri tutan kişi menzilin birimlerini asl-ı vakıfta eski deftere göre

saydıktan sonra şu notu düşmüştür: “Haliya işbu hane muhavvatasında 4 höcerat bina olınmışdır”. Şekil 4.11 ve 4.12’deki muhavvata görünümleriyle üst üste düşürülebilecek mahremiyetle ilişkili bir başka ifade de Alman elçi Dernschwam’a (1992) aittir: “…Türkler gece vakti sokağa çıkmazlar. Her taraf sessiz ve sakindir. Bizde olduğu gibi şarkı söyleme, gürültü vs. yoktur. Zaten evler de sokak üstü değil, arka taraflardadır.”. Sanderson, vezirlerin konak ve saraylarına ilişkin şu tespiti yapar: “Vezirlerin konak ve sarayları, o kadar görkemli ve yüksek duvarlarla çevrilidir ki, saraydan çok kente benzemektedirler. Dıştan hiç güzel görünmeyen bu yapıların içleri, dünyanın en zengin eşyaları ile döşenmiştir. Türkler, bunları, gelip geçenin göz zevki için değil, kendi ihtiyaçları için yaptıklarını söylemektedirler. Hıristiyan saraylarının dışa açık ve içlerinin de o kadar güzel olmadıklarını ihdas etmektedirler” (Reyhanlı, 1983). Son olarak Schweigger’in tespiti de diğer iki seyyahla uyuşmaktadır: “Paşaların ve itibarlı beyefendilerin evleri büyük ve geniş olsalar bile oldukça gösterişsizdir; bahçenin etrafı damı aşan yükseklikte duvarlarla çevrilidir. Odaların hepsi alt kattadır. Büyük beylerin evinde geniş bir salon bulunur, burada ziyaretçiler kabul edilir ve sorunları konuşulur. Bu binalar biraz büyük manastıra benzer, ıssız ve sessiz bir ortamda önemli konular üzerine düşünmek ve fikir üretmek için çok uygundurlar, çünkü burada at, araba, insan gürültüsü, vurdu kırdı sesleri duyulmaz.” (Schweigger, 2004). “Sokak üstü” olmayan evler aslında Osmanlı-Türk evi kavramının belki en belirgin özelliklerinden sokağa çıkma yapan birimlerin 16.yy.da yokluğuna işaret ediyor olabilir. Bu konudaki diğer veriler iskân edilen birimlerinde tartışılacaktır.

• Dükkân ناكد (a) içinde öteberi satılan oda, yer (DE). Ufak tacirlerin satacakları eşyayı içine koydukları mahal-i mahsus ki önü açık bir hücreden ibarettir (KT).

Hücrelerle birlikte görece daha az sayıda vakıf sahibi tarafında çok sayıda vakfedilmişler bu nedenle genel oranlarda yüksek bir yüzdeye sahip olmuşlardır. Bu nedenle hücrelerin çıkartıldıkları oranlamalardan dükkânlar da çıkartılmışlardır. Bazı vakfiyeler az sayıda ve gerçekten de menzilin bir parçası olarak dükkân bulundurmaktayken, ĐVTD’deki bazı menziller sadece hücre ve dükkânlardan oluşan büyük kervansaray ve hanlardır. Güçlü banilerin zengin vakıfları yüzünden sayıları, genelleme yaparken yanıltıcı bir mahiyete bürünebilir. Örneğin Tahrir Defteri’nde Davut Paşa’nın 2045 nolu vakfiyesinde ”91 bab dekakin ve 11 bab höcerat” dan

oluşan bir vakıf vardır. Böylesi münferit ama nicelik olarak kuvvetli vakıfları genel toplama bölmek dükkânlar lehine tıpkı hücrelerde olduğu gibi sanal oranlar sunabilir. Schweigger’in elçilik heyetiyle birlikte kaldığı kervansarayı tasvirinde (Elçi Hanı), kervansarayın dükkânları da gözükmektedir. Schweigger’in 1580lerde yaptığı bu çizimi (Şekil 4.13) ĐVTD’de yüksek sayılarla yer alan höcerat+dekakin tesisleri için vakfiyelerle koşut bir görsel kaynak olarak düşünülebilir.

Şekil 4.13 : Alman heyetinin kaldığı kervansaray, Schweigger E harfi ile dükkânları betimlemiş üzerlerinde ise hücreler görülmektedir (Scweigger, 2004). Dükkânlar az sayıda mutasarrıf tarafından hücreler gibi büyük miktarlarda vakfedilmiş olmakla birlikte, tüm dükkân örnekleri de böyle değildir. Vakfiyelerde menzilin bir parçası olan dükkânlara da rastlanır. Bu durumda bu dükkânların iskân birimleriyle ilişkisinin nasıl olduğu sorulabilir. ĐVTD’de Đbrahim be-Solak Mimar isimli bir mimarın 460 numaralı vakfiyesinde muhavvatalı, sofalı, “fevkanî hane”leri olan menzilindeki 4 dükkân ve 2 hücreyi ayrıca vakfettiği izlenebilir. (…dükkânlardan ve höcrelerden gayrı evleri evladına ve zevcesi Bülbül’e…) Böylesi bir vakfiye şartı hücre ve dükkânların diğer birimlerle daha yalıtılmış bir ilişkisinin olduğunu düşündürtür. ĐVTD 2013 numaralı vakfiyedeki ifade şöyledir: “hane-i kebir der half-i dekakin…(dükkânların arkasındaki büyük hane) ” Menzilin bir parçası olarak dükkânlar kimi zaman aşağıda hücrelerde de görüleceği gibi tüm menzilin bakımını üstlenmiştir. Bu anlamda menzildeki iskân birimlerinin ekonomik

sürdürülebilirliğini sağlayan bir birim olarak dükkân ele alınabilir. ĐVTD 594.vakıfta Hacı Mahmud, menzillerinin birimlerine dilediği şartları koştuktan sonra “…ve dükkânın gallesi meremmete sarfoluna…(dükkânın geliri tamirata sarfoluna) şeklinde bir şart koşmuştur.

Schweigger’in çizimi gibi (Şekil 4.13) hücrelerle birlikte çok sayıda ve merkezi bir inşa süreciyle yapılmış kervansaray ve han dâhilindeki dükkânların yığma olduğu düşünülebilir. Ancak yazılı kaynaklarda ahşap dükkânların da var olduğuna rastlamak mümkündür. Hicri 972 tarihli (1564) 6 numaralı mühimme defteri, 163 numaralı kayıtta Ayasofya Vakfı’na kayıtlı dükkânlardaki esnaf, Bab-ı Aliye şu şekilde bir başvuruda bulunmuştur: “Dükkânlarımız kârgir olmayup tahta ve ağaç olmağla her bar ateş oldukça birbirine sirayet idüp külliyen harkolmağla bize ve vakfa külli zarar u ziyan olmakdan hali olmaz. Dükkanlarımuzun binası mülkimüz olup ebnamızdan (oğullarımızdan) gayri benatımuza (kızlarımıza) kalmak ferman olunsa kendü malımuzla cümlesin kargir bina iderdük.” (6 Numaralı Mühimme Defteri, 1994) Esnafın bu isteği kabul edilmiştir. Bu mühimme kaydıyla 16.yy’da ahşap dükkânların varlığı kanıtlandığı gibi toplumun malzeme tercihine ilişkin de oldukça açık bir gösterge elde edilmiş olur. Ahşabın en azından dükkânlar için tercihi mülkiyet sorunuyla ilişkilidir. Dernschwam (1992), Çemberlitaş’taki Tavukpazarı’yla ilgili olarak: “…Dükkanlarda güzel şeyler satılıyor, ancak bu dükkanların bir kısmı yanmıştı; yerlerine yapılanlar tahta ve çamurdan yapılmış derme çatma şeyler…” demekle büyük bir ihtimalle konut mimarisi için kullanılmasını beklenen ahşap çatkılı - kerpiç dolgulu hımış strüktürleri kastetmektedir.

Dükkânlarla ilgili bir diğer husus da bunların mahiyetidir. Sivil mimarlık üzerine olan bir araştırmada doğrudan doğruya dükkânların neler sattıkları ikinci planda olsa da binaların ahşap strüktürü olup olmadığı üzerine düşünüldüğünde dükkânların ahşap talebini karşılamaları beklenebilir. Yazılı kaynaklar böylesi bir talebi karşılayacak dükkânların varlıklarına işaret etmektedir. ĐVTD’de 2084, 2090, 1562 nolu vakfiyelerde “dükkân-ı haşşablar” AVTD’de Odun Kapısı Mahallesinde bıçkı testere dükkânları görülür. ĐVTD 2496 numaralı vakıfta “Anbar-ı Çub”* ifadesi yer alır.

• Kenif فينك (a) ayakyolu (DE). Ayakyolu, abdesthane, memşa (KT). Kadem- gâh, abhane, memşa (RM).

Kenifler, tahrir defterinde iskân birimlerinin dışında çoğul ifade edilmiş nadir birimlerden biridir. Fatih vakfiyesinde kenif kayıtlarına rastlanmamaktadır. Ancak keniflerin ĐVTD’de belirmesini yüksek bir artış olarak görmek çok sağlıklı olmayacaktır çünkü muhavvatanın aksine kenif kavramı FV’de hiç geçmemektedir. Bu durumda kayıt altına alınmamış olmaları daha makul görünmektedir. 2431 menzil içinde 1248 kenif olması yaklaşık her iki menzile bir kenifin düşmesi anlamında gelmektedir. Hücrelerin yanıltıcı etkisini kırmak için b türü birimler kenif sayısına bölünürse yaklaşık her dört iskân birimine bir kenif düşmekte olduğu görülür.

• Bi’r-i ma, Bi’r رئب (a) kuyu (DE) + ma’ ءام (a) su (DE) ; su kuyusu. Bi’r: kuyu, çah (KT).

• Sikaye هياقس (a) su içecek kap, içecek suyun toplanması için yapılan yer, büğet (DE).

• Su Küpü, Su + Küp پوك topraktan büyük ve ağzı dar kap, testi ve kavanozun büyüğü: su küpü, turşu küpü (KT).

Đnalcık’ın (2000) Fetih’ten yüzyıl sonra nüfusu ile Avrupa ve Ortadoğu’nun en büyük kenti olduğunu söylediği Đstanbul’da suyun temin edilmesi çok önemli lojistik bir sorun olmalıdır ki Roma devrinden çalışmanın kapsamı içindeki zaman dilimine Đstanbul’un su sorunu merkezi otorite tarafından çokça yatırım yapılmak zorunda kalmış bir konu olagelmiştir. Đngiliz seyyah Sanderson’ın konuyla ilgili gözlemi şöyledir: “Sultan Süleyman’ın inanılmaz paralar dökerek şehre, karadan getirttiği suların kemer ve dağıtımları çok ilginçtir. Bu su o kadar boldur ki, eski ve yeni her gün sayısı artan ve kenti süsleyen mermer, güzel çeşmelerden akan suya rağmen azalmaz. Hemen her sokakta çeşme var” (Reyhanlı, 1983). Fatih’ten Kanuni’ye kadar da su yatırımları sürmüştür. Suyun gerektirdiği yatırımlar nedeniyle kıymetli olduğu devre ait verilerden gözlenebilir. Hatta Osmanlı belgelerinde kente gelen su sistemini büyük ölçüde kendisi ihya eden Mimar Sinan’ın bile Süleymaniye’deki menzilinde suyu usulsüz kullandığına ilişkin bir iddianın teftiş edilmesini emreden bir kayıt vardır: “Đstanbul kadısına hüküm ki hala rikabı hümayunuma rık’a sunulub mimar başı olan Sinan içün merhum ve mağfurunleh ceddim sultan Süleyman tabe serahü imareti amiresi suyundan bir lüle su alub kendü kapusu önünde bir büyük

hanzinelü çeşme bina idüb…(suyun kullanımıyla ilgili diğer şikayetler sıralandıktan sonra)…Buyurdum ki vusul buldukda gönderilen rık’a mastur olan mevaddı yerlü yerinde mütevelli marifeti ile teftiş etdirüb göresin filvaki imareti amire suyundan bir lüle su alınduğı vaki midir?” (Refik, 1988).

Osmanlılar Bizans’ın sarnıçlara dayalı su politikasına karşın Romalıların su kemerlerine dayalı yaklaşımına daha yakın durmuşlardır. Bizans’ın özellikle son zamanlarda savunmaya dayanan sistemi olası Đstanbul kuşatmalarında suyun teminini sağlamak için sarnıçları tercih etmiştir. Dernschwam (1992), Đstanbul’da gördüğü şehre su getiren boruları çömlekçi toprağından yapılmış ve birbirine eklenmiş künkler olarak tanımlar. Ayrıca kentte tulumlarıyla gezen su satıcıları mevcuttur. Đlginç olan ise ĐVTD’deki şart-ı vakıflarda merkezi otorite dışında sivil kişilerin de su sorununu bir hayır işi olarak görüp vakıf hizmetlerini suyollarının bakımı, sikayelerin dolu tutulması için kişilerin görevlendirilmesi gibi konulara yönlendirmeleridir. Yukarıda su temini ile ilgili kullanılan vakıf birimlerinden en çok tercih edileni “bi’r-i-ma” olmuştur. Yukarıdaki çokluk tablolarına göre 654 adet su kuyusu vakfedilmiştir. Bu durumda yaklaşık her 3,71 menzil başına bir kuyu düşmektedir.

• Furun, Fırın, Rumca isim, içinde genellikle odun yanan, her yanda aynı derecede ısı oluşturarak ekmek, pasta vb. pişirmeye yarayan, tavanı tonoz biçiminde, önünde tek açıklık bulunan ocak (TDK).

• Matbah خبطم (a. tabh’dan) mutfak (DE). Çorba pişürecek yer, aş odası (RM). FV’de menzil içinde fırın ifadesine sadece iki yerde rastlanmıştır. (226.sayfa 156.bölüm ve 225.sayfa, 153. bölüm) ĐVTD’de yemek pişirilmeye yönelik mekânlar olarak fırın ve mutfağın oranları incelendiğinde 414 fırına, 71 mutfak görülmektedir; Fırın mutfağın yaklaşık 6 katı daha çok tercih edilen bir birim olmuştur. Ayrıca bazı fırınlar ekmek fırını ve simit fırını olarak ayrıca belirtilmiştir. Ne var ki fırınların sayısının hatta bu iki birimin toplamıyla elde edilecek olan birçokluğun sayısının bile yemek pişirme gibi temel bir ihtiyaç için az olduğu düşünülebilir. Yaklaşık her 5 menzile bir yemek pişirme birimi düştüğü görünse de, bu durumun açıklaması, odaların çok işlevliliğinde de aranabilir. Osmanlı-Türk konut geleneğinden günümüze gelmiş ya da kayda geçirilmiş örneklerinin ocaklarının yemek pişirmeye elverişli olduğu bilindiğinden, hususi bir yemek pişirme mekânın azlığı makul

görünmektedir. Dernschwam (1992) Niş’te konakladığı ölmüş bir paşanın evindeki odaların ocaklı olduğunu belirtmektedir.

• Hammam مامح (a) hamam, banyo (DE). Yıkanacak yer (KT).

ĐTVD’de menzillerin içinde sayılan hamamlar sadece 27 adettir ki toplam menzil sayısına bölünmesi anlamlı bir sonuç çıkartmayacaktır. Ancak hamam sayısındaki azlık aslında hiç şaşırtıcı olmamalıdır zira hamamların toplumsal bir buluşma mekânı, yıkanmanın kısmen toplumsal bir etkinlik olduğu bir kültür için hususi hamam fikri ikinci planda kalacaktır. Ayrıca ĐVTD’de yukarıda tanımlanan menzil kapsamına girmeyen birçok kamusal hamam vakfedildiği izlenebilmektedir. Hatta bazen hamamların mescitler gibi mahalleye isim verdiği görülebilir. (Azebler Hamamı Mahallesi)

• Ahur روخآ (f) ahır, dam (DE).

ĐVTD’de 481 adet ahırla, her 5 menzile bir ahır düştüğü görülmektedir. Bu durumda kent içinde hayvancılık yapılması çok uç bir ihtimal olarak kalmakla birlikte hayvanların kent içi ulaşımda kullanıldıkları açıktır. Schweigger (2004), yolların darlığından, bu dar yollardan araba geçemeyeceğinden bu nedenle evlerin inşaatının dahi hayvanlarla taşınan malzemelerle gerçekleştirildiğinden bahsetmekte ve pahalı bulduğu ev fiyatlarını buna bağlamaktadır.

Ahırlarla ilgi özel bir durum da tahrir defterinde sık sık ahur üzerindeki iskân birimlerinden söz edilmesidir. Ahırların üzerinde olan çeşitli birimlere rastlanabilmektedir. Bunların başında ise gurfe gelmektedir. ĐVTD 916 nolu vakfiyenin şart-ı vakfında geçen “...ve ahur üzerinde olan gurfede Şeyh’in sufilerinden bir recül-i salih sakin olub…” ifadesi gibi ‘gurfe – ahur’ ilişkisine çok yerde rastlanmaktadır. Bu ilişkinin vurgulanmadığı vakfiyelere bile dikkat edildiğinde, asl-ı vakıf kısımlarında gurfe ve ahır genellikle peş peşe sırlanmakta gurfenin ve ahırların menzillerde birlikte yer aldıkları görülmektedir. Bu durum gurfe başlığı altında daha detaylıca incelenecektir. Bu ilişkinin bir tezahürü olarak Şekil 4.5, 4.6, 4.7 ve 4.8’de ahırların ve gurfelerin bütün içerisindeki yüzdelerinin hep aynı olmasına dikkat edilmelidir.

Ahırların doğal olarak zemin katta yer aldıkları düşünülebilir. Yukarıda ahırların üzerindeki iskân birimlerinden de bahsedilmiştir. Ancak ĐVTD’de başka herhangi bir yerde rastlanmadığından münferit olabilecek ilginç bir vakfiye vardır. 2168 numaralı

Mevlana Hayrüddin vakfında “ıstablat-ı müteaddide-i fevkanî 66 bab” şeklinde bir asl-ı vakıf unsuru görülür. Bu vakıf başka hiçbir iskân birimi içermemektedir. Belki eğimli bir arazi yüzünden böyle bir ahır oluşturulmuş ya da Shweigger’in (2004) belirttiği; “(kervansarayların)…Bir kısmının ise giriş bölümü veya ayrı bölümleri yoktur, bir samanlık gibi tek mekândan ibarettirler. Odaların duvarlarında bir insan boyunun yarısı kadar yükseklikte ve iki adım genişliğinde taştan örülmüş bir yükselti bulunur, ocak da bunun üzerindedir ve konuk bu yükseltinin üzerinde oturup yemek yiyebilir ya da uyuyabilir…” türde bir kervansaray kastedilmiş olabilir.

Ahırlar içinde de Bizans’tan kalan ve kullanılanların var olduğu görülür. ĐVTD 1308 numaralı vakfiyenin asl-ı vakfında “…ve kâfirî ahur ve beyt-i ahar der mahalle-i…” şeklinde bir ifade mevcuttur.

• Mahzen نزخم (a) içinde eşya saklanacak yer; yer altı, bodrum, havasız karanlık yer (DE). Mal ve meta yeri ve odası (RM).

• Bodrum, Rumca isim, bir yapının yol düzeyinden aşağıda kalan bölümü (TDK).

• Kilar رلاك (f.) kiler (DE). Erzak ve sair makulat ve meşrubata müteallik şeyler vaazına mahsus mahzen veya büyük dolab ve anbar (KT).

• Anbar رابنآ (a) zehıre ve saire vazına hıfzına mahsus mahal (KT). • Zir-i zemin ريز + نيمز (f) yerin altı (DE), Đzbe (RM).

• Serdab بادرس (f) sıcak memleketlerde çok sıcak günlerde barınılan derin yer altı odası, padişah saraylarının sağ veya sol taraflarında bir yahut birer oda bulunan üç köşe sofa (DE), Asıl suyu soğuk tutmaya mahsus yer altı, memaliki harrede serinlikte oturmaya mahsus yer altı odası (KT). Su soğudacak oda, açık yer (RM).

FV’de 47 adet mahzen ve bodrum sayılmış ve yaklaşık her 10 menzile bir mahzen düşüğü görülmüştür. ĐVTD’de ise yukarıda sayılan birimler toplandığında 247 adet depolama-yer altı birimi olduğu ve bu çokluğun yine yaklaşık her on menzile bir birim olarak bir oran vereceği görülür. AVTD’de ve hatta ĐVTD’de kâfirî teriminin kullanıldığı alanlardan biri de bu birimlerdir. Mahiyeti gereği çok büyük bir ihtimalle yığma olması gereken bu birimlerin diğerlerine göre Bizans’tan devir etmesi daha

büyük bir ihtimaldir ve vakfiyeler arası bu sabitlik de altyapının korunması olarak yorumlanabilir.

Mahzenlerin sadece yer altında olduklarını düşünülmemelidir. FV’de özellikle Galata’da rastlanılan mahzenlerin birçoğunun üzerinde gurfeler vardır. Gurfe ileride tartışılacağı gibi zeminde değil yukarıda olması beklenen bir yapıdır. Hazine ile aynı kökten gelen mahzen, çeşitli ticari eşyanın korunduğu, depolamanın yapıldığı birimlerdir. FV’de Galata’daki mahzen sayısının suriçine göre daha fazla olması, mahzenlerle ticaret ilişkisine örnek verilebilir. ĐVTD’de yer altında olmadığı anlaşılan ve çok katlı olan ve hatta katları da tek bir hacimden oluşmayan bir mahzen örneği mevcuttur. 947 numaralı Cenderecizade vakfındaki mahzen tanımı şöyledir: “…mahruse-i Galata’da orta bölüğünde Karaköy kurbünde bir mahzen ki üç tabakatdır (kattır) süfli üç höcerata münkasim (bölünmüş) olub ve gayrisinin her biri iki hücreye münkasimdir”

Serdablar tek başlarına vakfedilebilmektedir. Sözlük anlamları bu birimlerin iskân edilebilir birimler olabileceğini akla getirse de, kamusal kullanımı olabilen birimler olduğuna ilişkin kanıtlar mevcuttur. Örneğin ĐVTD 156.vakfiyede boş bir arsada tek başına vakfedilmiş bir serdab vardır. 1654 numaralı vakıfta Devlet binti Abdullah, menzilinin öğelerini vakfettikten sonra, serdabın, bi’rin, zullenin, kenifin ve avlunun