• Sonuç bulunamadı

3. FETĐH VE SONRASINDA ĐSTANBUL’UN ĐSKÂN VE ĐMARI

3.1 Fatih’in Đskân ve Đmar Siyaseti

Toplumsal yapı ve yönetici erklere dayalı bir değerlendirme yapılacak olursa konut yapımına taraf olan aktörler arasında nasıl farklar söz konusu olabilir? Yönetici erklerin isimleri bile çeşitli yönlendirmeler yapmaya elverir. Kent devleti olarak Bizantion, kent isimi taşıyan imparatorluklar Roma ve yeni Roma ve Osmanlılar… Osmanlılar’ın öncüllerinin aksine yere ‘göre’ bir isimlerinin olmayışı erken Osmanlı döneminin daha hareketli bürokratik ve toplumsal kademesiyle (dervişler, gaziler, ahiler…) örtüşen bir tutumdur. Oysa kent devleti ya da kent merkezli bir imparatorluk olarak Đstanbul’un daha hareketli ve yakın geçmişinde göçebe hatta yerleşiklik uygulamalarında da göçebeliğin hatıralarını okutabilen bu yeni insan grubuyla tanışması kentin konut uygulamalarına nasıl yansımış olabilir? Bu tür değerlendirmeleri yapmadan önce güncel ‘Đstanbul merkezli’ hatta ‘Đstanbullu’ Osmanlı imgesinden sıyrılarak fetih öncesinde kısa aralıklarla başkentini taşıyan, Anadolulu ve Rumelili bürokratlarının farklı düşünebildiği daha seyyar bir erki tahayyül etmek gerekecektir.

Đstanbul’un Fetih’i, Osmanlılar için tarihi, siyasi, ticari, sanatsal ve diğer çoğu başlıkta çok önemli değişikliklere yol açtığı gibi büyük bir toplumsal devinime de yol açmıştır. Devletin her yanındaki kitlelerin belirli bir plan çerçevesinde hareketlendirilmesi devletin yeniden yapılanmasının, tarihi terminoloji ile imparatorluklaşmasının toplumsal alandaki yansımalarından biridir. Osmanlı Devleti’nde toplumsal sınıflar temelde askerler, reaya ve bir ara sınıf olarak muaf ya da müsellemlerden oluşmaktadır (Đnalcık, 2000). Askerler; savaşçı, yönetici ve örgütleyici, reaya; bu sınıf dışında geriye kalan köylü, tüccar ve zanaatkâr gibi üretimde bulunan ve vergi veren kısımken muaf ya da müsellemler de devletçe verilmiş özel işleri (geçitleri korumak, lojistik ihtiyaçları temin etmek gibi…) yerine getirmeleri karşılığı bazı vergilerden muaf olan ara bir sınıf olarak karşımıza çıkmaktadır. Đstanbul’un iskânı sırasında askeri kesimin, reayayı belirli bir plan

dâhilinde örgütleyerek kente yerleştirdiği görülmektedir. Bu konudaki örnekler aşağıda tartışılacaktır. Fetih’ten hemen sonra girişilmeye başlanacak imar ve iskân hareketlerinin hemen öncesinde Đstanbul’un genel durumu hakkında bazı veriler mevcuttur.

Đstanbul’un Fetih’ten önceki halinde, Haçlı işgali, kuşatmalar ve Paleiologos devrinin yetersizlikleri okunur olmalıdır. Kent, kaynaklarından mahrum ve nihayet bütün Bizans tek bir kentten ibaret kaldığından Paleologosların imar çabalarından kapsamlı bir sonuç beklenmemesi doğaldır. Fatih’in Fetih sonrası harap ve bakımsız bir Paleiologos Sarayı ile karşılaştığı* bilinmektedir (Ünver, 1946). 15.yy’ın başında Đspanyolların Timur’a yolladığı elçi Clavijo, seyahatnamesinde Ayasofya’nın etrafındaki binaların harap olmaya yüz tuttuğunu, kilisenin dış duvarlarının yıkık olduğunu, son zamanlarda kiliseye giden kapıların çoğunun taşlarla kapatıldığını yazmıştır. Clavijo şehrin geniş ancak nüfusunun sık olmadığına değinir, kent içinde ekilen ekinlerden ve bahçelerden söz eder. Şehrin her yanında büyük saraylar ve manastırlar olduğunu ancak bunların harap olduğunu da sözlerine ekler. Ancak Clavijo, çok kalabalık ve Cenevizlerin işgali altında olduğunu belirttiği Beyoğlu’ndaki evlerin güzel olduğunu söylemektedir (Clavijo, 1993). Ayverdi, 14.yy’da Ebul Fida, 15.yy’da Boundelmonti, Bertrandon de Broquiére in de şehrin halini perişan olarak tarif ettiklerini yazmaktadır (Ayverdi, 1958). Fetih öncesine ilişkin nüfus tahminleri de mevcuttur. 1450 den az evvel kenti gezen seyyahlardan, Papalık sefaret heyeti azasından Nikolaus von Cues 40000, Tetaldi 30-36000, Andre di Arnoldi 50000’lik bir nüfus olduğunu belirtmişler, Ayverdi içlerinde en doğru verinin Sakız Adası piskoposunun 60000’lik tahmini olduğunu iddia etmiştir. Devrin Bizanslı tarihçisi Kritovulos 4000 zayiat ve 50000 esirden bahsetmiştir (Ayverdi, 1958). Đnalcık ise Fetih’ten önceki kent nüfusunu 30 ila 40000 arasında vermektedir. (Đnalcık, 1960). Fatih’in gerçekleştirdiği iskân hareketinin boyutu nitelik açısından ölçülmek istenirse, Đnalcık 1478’deki tahrirde kayıtlı 14.803 aileye dayanarak 70.000lik bir tahminde bulunmaktadır (Đnalcık, 2000). Bu durumda Fetih’ten 25 sene sonra şimdiye kadar zikredilen veriler ışığında en az 10.000 en fazla 40.000 kişinin

* Fatih’in Ayasofya (Tursun Bey’e göre) ya da Büyük Saray’ın yıkıntılarını gezerken (Evliya

Çelebi’ye göre) “Baykuş nevbet çalar Efrâsiyab takında / Örümcek perdedârdır Kayserin sarayında” beytini söylediği rivayet edilir (Necipoğlu, 2007). Beytin aslı farsçadır: “Perde-dâri küned der tâk-ı

kente getirtildiği sonucu ortaya çıkmaktadır* ki 15.yy için bu nüfus aralığı başlı başına bir kent nüfusunu tanımlayabilir.

Bunca nüfus nereden, ne zaman, nasıl ve neden kente getirtilmiştir? Öncelikle varoluşsal soru olarak neden alınırsa, Kuban (1996) ve Yerasimos (2000) gibi bazı yazarlar Fetih’ten sonra Đstanbul’la ilgili yaşanan bir tereddüt aşamasından bahsederler. Bu yeni kente ne olacaktır? Fatih’in burayı başkent yapma isteğine karşın ordu içinde bu fikre soğuk bakanlar olduğu belirtilmiştir, padişah ve vezirlerinin banisi oldukları cami ve diğer kamusal binaların yapımına Fetih’ten yaklaşık bir on sene sonra başlamaları da bu tereddüttün bir alameti olarak ortaya konmaktadır (Kuban, 1996). Bu durumda neden sorusunun yanında zamanlama sorusu da önem kazanmış durumdadır. Ancak hiç değilse Fatih’in böyle bir tereddüdü gerçekten yaşayıp yaşamadığına emin olmak çok kolay değildir. Zira “planlı iskân” hareketi ve Fatih’in devletçi ve merkeziyetçi Đnalcık’ın ifadesiyle radikal tavrı Fetih’in ilk yıllarından itibaren izlenebilmektedir. Ünver, Fetih’ten sonra Ayasofya’ya ilk kez gelen Fatih’in Ayasofya’ya zarar vermekte olan bir askere “Evvelce size malca alınacak şeylere ruhsat vermiştim, mülk ise benimdir demiştim.” şeklinde hitap ettiğini belirtmektedir. Bu ifade Fatih’in aşağıda değinilecek olan Đstanbul’daki mülkiyet meselesine yaklaşımını açıklaması açısından da önemlidir. Ünver, Fatih’in Fetih’ten sonra kendisine Havariyun Kilisesi’nin tahsis edildiği patrikliğin iki sene sonra Fener’e geçmek istediğini ve bu isteklerinin kabul edildiğini belirtmiştir. Patriğin bu isteğinin nedenleri ise Havariyun Kilisesi etrafına Türklerin iskân edilmesi ve adetlerinin gittikçe çoğalması ve işgal ettikleri sahanın genişlemesi olarak sunulmuştur (Ünver, 1946). Bu durumda henüz 1455’te Havariyun Kilisesi etrafında kalabalık ve sayısı artış içinde olan bir göçmen Türk kitlesinden söz etmek mümkündür. Ki bu durum yukarıda sözü edilen tereddüdün iskân anlamında söz konusu olmadığını göstermektedir. Hatta Fatih Külliyesi’nin de Havariyun Kilisesinin olduğu yere yapılması, ister iskân, kamusal yapıların gelecek yerlerini göz önünde bulundurarak yapılsın ister kamusal yapılar, iskâna göre inşa edilsin bu iki kavram arasında bir bağ olabileceğini düşündürtür. Bu bağ uyarınca iskân siyasetindeki kararlılık kamusal yapılarla koşut olarak düşünülebilir. Kamusal yapıların gecikmesine ilişkin bir diğer sebep de mevcut Bizans tesislerinin

* Verilen fetih öncesi kent nüfuslarından bir de kentten kaçanlar çıkartılabilir. Ancak Ergin, bunların bir kısmının Fatih tarafından eski mülklerine yerleşebilecekleri teminatıyla geri getirildiklerini belirtmektedir (Ergin, 1938).

devşirilmesi nedeniyle bu kurumların yenilenerek hatırı sayılır bir hizmeti gördükleri düşüncesidir. Zeyrek ve Ayasofya’da Bizans’tan kalan “odalar” yeni vakıf kaynaklarıyla güçlendirilerek hizmete sunulmuştur.

Đskân nereden gerçekleştirilmiştir? Đlk olarak Fetih ordusu kentte ilk yerleşimci grubu oluşturmaktadır. Ve orduya kente ganimetten ziyade imar edilmesi planlanan bir yer olduğu fikrinin verildiği hakkında Evliya Çelebi, Akşemseddin’in Okmeydanında’ki bir ziyafette askere “Đnşallah cümlemiz mağfuruz; fakat gaza malını israf etmeyüp Đstanbul içinde hayrat ve hasenata sarf ve Padişahınıza itaat ediniz.” şeklinde telkinde bulunduğunu aktarmaktadır. Araştırmacılar gönüllü ya da zorunlu göçlerin devletin hemen her noktasından gerçekleştirildiğinde hemfikirdirler. Bizanslı tarihçi Kritovulos Fetih’ten üç yıl sonra şöyle demiştir: “Moralılardan fen, sanat ve malumat sahibi olanları şehir içinde yerleştirmişti. Amasra şehrine mübaşirler göndererek ahalisinin pek çoğunu ve Osmanlı hâkimiyeti altında bulunan Ermenilerle diğer unsurlar içinde ilim, fen, servet ve sanat sahibi olanları ve ticaretle iştigal edenleri bulundukları yerlerden nüfuz, itibar ve büyük servet sahibi olan kimseleri de getirterek… binalar yapmalarını irade etti” bundan bir sene sonra da “Padişah Hazretleri Đstanbul’a eski şan ve şöhretini iade için civar memalik ahalisini ve hünerveran ve sanat erbabını saltanat makarrına topluyordu... Asya’nın Đyonya kıtasındaki eski ve yeni Foça şehirlerinin ahalisini müstamir suretile aynı zamanda Đstanbul’a nakil ve iskân eyledi.” şeklinde not düşmüştür (Konyalı, 1953). Ayverdi, yine Kritovulos’un Bulgar, Macar ve Sırp muhacirlerin getirildiğini aktarmasına yer verir. Kritovulos’dan nakledilmiş göçmenler genellikle gayri- müslim asıllı olanlardır. Kritovulos’dan ayrıca Midilli, Taşoz, Semadirek gibi adalardan Đstanbul içlerine, Mora’nın Argos şehrinden Samatya’ya göçler olduğunu izlemek mümkündür. Hammer, Fatih için ”Đstanbul Surlarını tamir etmek ve hali kalan derununu tekrar tamir etmek şenlendirmek için birçok dülger ve kireççi celbettiği gibi gelmedikleri halde idam edilecekleri tehdidiyle Trabzon, Sinop, Aspro Kastron (Akhisar) beldelerinden beş bin hanenin naklini Đstanbul’a emreyledi.” Demiştir.* Ünver (1946), Akşemseddin’in Eyüp Sultan’ın naşının olduğu yer öngörüsü uyarınca Eyüp’te iskânın başlatıldığını ve buraya Bursa’dan ahalinin getirildiğini belirtir. Ünver, yine bugün Bursa sınırları içerisindeki Kirmastılıların

* Ancak yukarıdaki hesaplamaya göre 10000 ila 40000 arasında değişen göçmen sayısı düşünüldüğünde 5000 haneye temkinli yaklaşılmalıdır.

(M.Kemal Paşa) Kirmastı, Üsküplülerin, Üsküplü mahallelerini kurduklarına işaret etmiştir. Ergin, Kefenin fethinden sonra Kefelilerin de Đstanbul’a getirildiğini ve ayrıca Trabzonluların da Beyazıt’a (Ergin, 1938) Ermenilerin Sulumanastır, Gediklipaşa ve Kumkapı’da Museviler’in ise Yeni Cami’nin bulunduğu bölgeye, Balat’a, Kuzguncuk’a ve Ortaköy’e yerleştirildiklerini belirtmiştir. Klasik Osmanlı tarih yazımında Fatih devriyle birlikte gayri Müslim tebaaya devşirme yoluyla devlet örgütlenmesinde daha çok pay verilmesi ile Đstanbul’a geniş çapta gayr-i Müslim tebaanın göç ettirilmesi koşut bir tutumdur. Ancak Đnalcık, Osmanlılar’ın 15.yy’a kadar tamamen Türk unsuruna dayanan bir devlet olduğu iddiasına karşı çıkar ve erken devirlerde bile devşirilmeksizin birçok Hıristiyan’ın orduda görev almasına ilişkin örnekler sunar (Đnalcık, 1953). Bu durumda bölümün başındaki toplumsal sınıflardan askerler kısmında Hıristiyan unsurları da hayal etmek gerekecektir. Peki, Müslüman tebaadan Đstanbul’a kimler getirilmiştir, Evliya Çelebi Ortadoğu coğrafyasından gelenleri saysa da Ünver, o devirde Ortadoğu üzerinde Osmanlı hâkimiyeti olmadığından bu tespite temkinli yaklaşır. Yukarıda bahsedilen Bursa ve Üsküp temelli göçün dışında Osmanlı tarihçilerinin sıklıkla bahsettiği Müslüman ve Türk tebaa göçü Konya (Karaman) ve Karaman’dan (Larende) olmuştur. Karamanoğulları ile uzun süren Anadolu birliği rekabeti sonucu bu illerden yapılan göçün özellikle fazlaca yapıldığı kaynaklarda bildirilmektedir. Tursun Bey, Karaman’dan yapılan göçler hakkında “Elhasıl Rum Mehmet (Paşa) Padişah emrinden fazla evler sürdü.” demiştir (Konyalı, 1953). Hadidi, bölgeden yapılan göçlerle ilgili:

Gelüb paşa şeh emriyle Aksaray’ın Sanayi ehli a’lasın bayın

Yazub istanbula sürdü çoğ evler Bölük bölük koşub kullar sürerler Getürüb ittiler hünkârı agâh Olara bağlar verdi şehinşah Yaparlar çarşu, pazar, evler Ana şimdi Aksaray pazarı derler

Đskânın yapılış biçimi nasıldır? Yeni gelenlerin mülkiyet hakları nasıl şekillenmiş ve değişmiştir. Âşık paşazade, yeni gelenlerle ilgili Padişah kim Đstanbul’u fethetti subaşılığını kulu Süleyman Bey’e verdi ve cem-i vilayete kullar gönderdi. Hatırı olan

ve canları isteyenler gelsün, evler, bağlar, bahçeler, mülker verem, dediler ve hem kim geldi ise verdiler. Bu şehri mamur ettiler, Padişah yine emretti kim, ganiden ve kâfirden evler sürdüler ve her vilayetin subaşılarına ve kadılarına adamlar gönderdiler. Anlar dahi mübalağa evler sürdüler. Bu gelen halka dahi evler verdiler. Şehir kim mamur aldı, bu virdikleri evleri mukataaya virdiler, öyle olacak bu halka güç geldi, eyitdiler kim bizi memleketimizden sürdiniz getirdiniz bu kafir evlerine girü virmek için mü getirdiniz dediler ve bazısı avretini oğlanını kodı kaçdı. Kolaşahin dirlerdi atasından kalmış bir vezir-i akil vardı, padişaha eyidir hey devletlu sultanım! Atan, deden nice memleketler fethitdi, hiçbirine mukataa vazitmedi. Sultanıma dahi layık budur kim itmeye didi. Padişah dahi anın sözini kabul itdi, yine hüküm buyurdu kim her ev kim virirsiz mülklüğe virin didi. Andan sonra mektublar virdiler kim mülkleri ola... demekle Fatih’in özel mülkiyete karşı olumsuz tutumunu göz önüne sermektedir. Đnalcık da Fatihin devletçi, II.Beyazıt’ın ise daha liberal davranmasına işaret eder, Fatih vakıflardan ve özel mülklerden müsadere ederek tımar dağıtmış bunun oluşturduğu hoşnutsuzluk üzerine Beyazıt bu mülkleri eski sahiplerine vermiştir (Đnalcık, 2000). Đstanbul’a gelenlerin mülkiyet durumu ile ilgili mukataa sisteminden vazgeçilmesinin delili olarak Fatihname-i Đstanbul ‘da “Memalik-i mahrusadan her kim gelib bu belde-i tayyibede vatan tutub ikamet niyet ede, her hangi evi murad ve ihtiyar ederse subaşıdan tezkere alıp süddei murad bahşe gele mülkname-i humayun sadaka oluna.” Şeklinde bir hüküm göze çarpmaktadır. Tanyeli (1986), Rum Mehmet Paşa’nın daha sonra tekrar mukataa sistemine geçilmesine istediğini ancak bunun gerçekleştirilemediğini belirtir.

Đskân sonucu ortaya çıkan sivil mimarinin fiziksel durumu ile ilgili ipuçları muğlâk olmakla birlikte yok da değildir. Tarihçilerin kayıtlarında kentin olabildiğince iyi bir şekilde mamur edilmeye çalışılması ortak bir biçimde vurgulanmaktadır:

Tursun Bey, Her kim ihtiyarı ile gelüp sakin olursa tuttuğu ev mülkü ola. Bu terkiple bay ve yoksuldan her taraftan dökülüp geldiler, evler ve saraylar tuttular. Đlla şol kavim ki kıvam-ı bilad anlarınla mütesavverdir ki anlar mütemevvil hocalardır. Đstiğnaları sebebiyle terk-i vatan ihtiyar etmediler. Amma çün bu emrin mütemmimi onlardır. Hükm-ü Cihan muta’kinad buldı ki her şehirden ve her memleketten bir miktar-ı madud adla meşhur hocalar geldiler. Hallerine münasip evler ihsan edüp temlik etti ve anların için Ali Bezzazistan ve çarşular ve pazarlar ve ayende ve revende için vasi kârvansaraylar yaptırdı”… “Arap, Acem ve Rumdan mahir mimarlar ve mühendisler getirdüp kendi akl-ı kamili mimarının irşadı ile az müddet

içinde bir sarayı- ali surete geldi.” Kritovulos, 1458’de “ilim, fen, servet ve sanat sahibi olanları ve ticaretle iştigal edenleri bulundukları yerlerden nüfuz, itibar ve büyük servet sahibi olan kimseleri de getirterek şehir içinde çarşılar, hanlar, dükkanlar, hamamlar, muhteşem evler, cami ve mabetler yapmalarına müsaade, herkesin servet ve kudreti derecesinde şehri süsleyecek büyük binalar yapmalarını irade etti. Kendisi de şehrin ortasında ve yüksek bir noktasında cesamet ve kıymet bakımından benzerlerine faik bir cami inşa ettirmek için bir yer seçerek içine konacak sütunların, kıymetli taşların ve başka yapı malzemesinin hazırlanmasını ve tedarik edilmesini ferman eyledi… Bundan başka Bizansın denize uzanmış gönül açıcı bir yerine muhteşem ve benzerlerine nispetle tantanalı bir yüce saray vücuda getirilmesi ve harp gemilerinin erzak, mühimmat ve eşyasını sair harp aletlerini muhafaza için ambarlar inşasına, hülasa ammenin menfaatlerini sağlamak, şehrin süslenmesine hizmet edecek müesseseleri çabucak ikmalini irade eyleyerek bu hususta ihtisas sahibi olan hüner sahiplerini inşaata nazır tayin etti. Padişah Hazretleri vücuda getirilecek nefis ve cesim mebani ile şehre eski mamurluğunu iade etmek ve ilim ve fen erbabını servet-ü saman sahiplerini toplayarak burasını dünyanın gıpta edeceği, imreneceği bir hale getirmek istedi…” ve 1459 da “Diğer taraftan da seçtiği adamların nezaretinde olarak şehir içinde birçok cesim ve yüksek mebani inşasına çalışıyordu. Evvelce şerefsadır olan irade-i seniyyeleri mucibince itinalı mevkide bir cami, gönül açıcı bir yerde bir yüksek saray inşasına başlandığından padişah gerek bunların ve gerek diğer yapıların inşaatı üzerine kudretli adamları tayin ettiği halde bununla iktifa etmeyerek bizzat teftiş eder, tezyinleri için gereken maddeleri tedarik eylerdi”

Tevarihi Ali Osman’ da Hadidi’nin şu mısraları dikkat çekicidir: Karamandan sürüp bir nice şehri

Değil rüstayı biri cümle şehri Bulara bağ hem bahçe verirler Yaparlar her birisi âli evler*

Yapıların fiziksel niteliğiyle ilgili bir diğer durumda kentin kontrol edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Ergin (1938), Türklerin, kentte Fetih’ten önce var olduğu seyyahlardan izlenebilen, boşluk alanlara yerleştiklerini söylemiştir ancak, zamanla

* Hadidi’nin “Âli Ev” terimiyle vakfiyelerde geçecek olan “beyt-i ulvî”, “hane-i ulvî”, gurfe-i ulîyye terimleri üst üste düşmektedir.

kentteki nüfusun artması ve Tanzimat fermanına kadar sur dışı yerleşimin desteklenmemesi ayrıca yapılardaki yükseklik sınırlaması, yapıların sıkışması meydanlara ve sokaklara taşması sonuçlarını beraberinde getirmiştir. Bu durum Türk Evi kuramcılarının plan şemaları hakkındaki evrim modellerini destekler niteliktedir. Đskân’ın teşkilatlanması açısından Fatih’in bizzat yapı faaliyetlerini denetlediği ve vezirlerine Đstanbul’un çeşitli yerlerinde kamusal binalar yaptırttığı vakanüvislerin yukarıdaki kayıtlarından da anlaşılmaktadır. Đskân ve kamusal yapılar arasındaki ilişkide Tanyeli ve Barkan’ın daha önce önerdikleri gibi T planlı camilerin yeni yerleşimcilere hitap eden mahiyetleri Đstanbul için de etkili olmuş olabilir mi? Bu konudaki en somut veri Mahmut Paşa, Murat Paşa daha geç dönemde Bayezit ve Selim Camileri gibi T planlı camilerin Đstanbul’da var olduğu ve anlaşıldığı kadarıyla Türklerin tıpkı daha önce fethettikleri kentlerde Türkmen kitlelerini yerleştirdikleri gibi boş alanların mevcut olduğudur. Ancak Đstanbul için fark bu boş alanların da sur içinde bulunmasıdır. Bunun dışında devrin planlama zihniyetini anlamak açısından Fatih külliyesi ele alınabilir. Diğer tüm özelliklerinden önce bu külliye Ünver’in ifadesiyle bir kent gibi kendine yeten bir yapıda tasarlanmıştır. Doğudan ve batıdan âlimler davet edilmişler hatta Külliye içinde ve civarında kendilerine mülk verilmiştir. Külliye’nin vaziyet planındaki geometrik kararlılığın, daha önceki Osmanlı Külliyeleriyle kıyaslandığında (örn:Yeşil Külliyesi) Fatih’in bu bölümde mülkiyet ve ekonomik anlamda ele alınan merkeziyetçi tavrıyla da örtüşen bir yapıda olduğu düşünülebilir. Đskân politikasında da uygulanan bu durumun iskânın fiziki durumuna da yansımış olması ihtimal dâhilindedir.

3.2 16.yy’da Đstanbul’daki Toplumsal Değişimler Üzerine Notlar

Fatih devrindeki imparatorluklaşma sürecinin toplumsal etkilerini en çok hissetmiş kent olarak Đstanbul, Fatih sonrasında ve 16.yy boyunca sürekli büyüyen bir görünüm sergilemiştir.* Düzenli ve olağan bir büyümeye işaret edilebilmesinin yanında kentteki toplumsal değişkenlere etki edebilecek ani olaylar da mevcuttur. Kentteki büyümenin nitelikleri tartışıldığında Fatih devrindeki planlı iskân hareketinin yerini

* Đnalcık (2000) Fetihten yüzyıl sonra Đstanbul nüfusunu en az 400.000 olarak vermiş ve Đstanbul’un Avrupa ve Ortadoğu’nun en büyük kenti haline geldiğini belirtmiştir. 1478’deki tahrirdeki nüfus tahmini 70.000 olduğuna göre 75 senede Đstanbul’daki nüfusun en az 330.000 lik bir artışı söz konusu olmaktadır. Dernschwam (1992) da Đstanbul’un nüfusu karşısında şaşırarak kenti tek başına bir krallığa benzetmiştir.

16.yy’da artık kendiliğinden gerçekleşen bir büyümeye ve 17.yy’a doğru tımar sistemindeki bozulmalara koşut olarak istenmeyen bir büyümeye bıraktığı izlenebilmektedir. 16.yy Đstanbul’unda imparatorluğun hemen her tebaasından insanlarla karşılaşmak mümkündür. Alman elçisi Dernschwam, konuşulan dillerin çeşitliliği bakımından 16.yy Đstanbul’unu Babil’e benzetmektedir (Dernschwam, 1992).

Fatih’in iskân politikası sonucu birçok bölgeden tebaanın Đstanbul’a gelmesi, getirilmesi gibi ‘yapma’ ve planlı bir sürece benzer bir durum II. Bayezid devrindeki Endülüs göçlerinde kısmen görülebilir. Bu göç hareketi de Đstanbul’un doğal büyümesi dışında planlı ve ani bir girişimdir. 1492’de Kemal Reis emrindeki donanma ile Endülüslü Müslümanlar ve Yahudiler Osmanlı topraklarına getirilmişler ve bunların bir kısmı Đstanbul’a yerleşmişlerdir. Endülüslülerin beraberinde