• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: NEOLİBERAL İDEOLOJİ’DE SERMAYE-MEKÂN İLİŞKİSİ VE

2.4. Neoliberal Dönüşümün Esasları

2.4.4. Yönetsel Anlayıştaki Değişim

132

 Devletin iktisadi hayata müdahalesi, kamu tekellerinin oluşmasına yol açarak bireysel girişim özgürlüğünü engellemekte ve rekabete olumsuz etki etmektedir.

 Devlet, doğası gereği verimsiz ve maliyetli çalışmaktadır. Bu sebeple devletin küçültülerek piyasa egemenliğinin sağlanması Yeni Sağ ideolojinin temel politika araçlarını (Özelleştirme, düzenleme dışı bırakma) şekillendirmektedir.

 Kamusal hizmetlerin muhatapları artık vatandaş olarak değil, birer müşteri olarak algılanmalı ve hizmet anlayışı bu doğrultuda düzenlenmelidir. Bu düzenleme kamu yönetiminin işletmeci mantığıyla yeniden üretimi anlamına gelmektedir.

133

eksenli bir anlayış dayatılırken, ulusal düzeyde piyasalaşmasın artması (özelleştirme, serbestleştirme gibi), ulus üstü düzeyde ise uluslararası sermayenin istek ve ihtiyaçlarına paralel bir konumlanma arayışı, ulus devletleri şekillendiren başlıca etmenler haline gelmiştir.

Söz konusu dönüşümün kent yönetimleri üzerindeki yansıması ise daha çarpıcı olmuştur. Yerel yönetimleri birer piyasa katılımcısı olarak tanımlayan bu anlayışla birlikte, kentler arası rekabet, yabancı yatırım çekme yarışı, farklılaşma yoluyla ön plana çıkma gibi yöntemler popülerlik kazanmış, hizmet etme amacının yerini girişimci/yarışmacı bir ‘kazanma’ hedefi almıştır. Bir diğer deyişle, piyasada etkin birer özne olması dayatılan yerel yönetimlerin etkinlik alanları ulus devlet sınırlarını aşarak, küresel bir sermaye çekme yarışı, yerel yönetim vizyonunu dizayn etmiştir.

Yönetişim olarak tanımlanan ve temelde karar alma mekanizmalarına sivil toplumun da dâhil olması ile farklılaştığı iddia edilen bu anlayış, teoride politika oluşturma ve uygulamada demokratikliği ve fırsat eşitliğini vurgularken uygulamada sermayenin ve piyasa mantığının tüm ölçeklerde karar alma mekanizmalarını derinden etkilemesini formüle etmiştir. Aşağıda incelenecek olan uluslararası sermaye kuruluşlarının yapısal uyum programları aracılığıyla olumladığı ve dayattığı bu anlayış, Doğan’a (2002: 50) göre şu iki işleve sahiptir: Sermayenin temsili demokrasi dışındaki katılım mekanizmaları aracılığıyla söz sahibi hale gelmesi ve halk katılımının sağlandığı iddiasının ön plana çıkarılmasıyla gerçek toplumsal tepkilerin ve örgütlenmelerinin önüne geçilmesi.

Teoride sivil toplumun devlet nosyonu içerisinde etkinliğini artırması şeklinde nitelendirilen yönetişim kavramının pratiğine bakıldığında ise söz konusu etkinliğin öznesinin sermaye sınıfı olması durumu göze çarpmaktadır. Yönetişim anlayışının hâkim olmasıyla birlikte, “devlet ile şirket iktidarı arasındaki sınır giderek daha geçirgen hale gelmektedir” (Harvey, 2015: 85).

134

Çalışmanın bu noktasında, yönetim anlayışında gerçekleşen değişimin aracı olan yapısal uyum politikaları ve bu sürecin özneleri olan uluslararası sermaye kuruluşları kısaca anlatılacaktır.

2.4.4.1. Yapısal Uyum Programları

Dünya Bankası ve IMF öncülüğünde başlanan ve muhatap ülkelerin ekonomik yapısının inşasını hedefleyen yapısal uyum programları 1980 yılından itibaren dünya gündemine girmiştir. Bu tarihte Dünya Bankası yapısal uyum için ödünç mekanizmasını26 yaratmış, ülkelerin bu doğrultuda hem genel önlemler hem de 12-18 ay boyunca özel önlemler alması söz konusu olmuştur (Abacı, 2012: 86). Özellikle gelişmekte olan ülkelerin değişen uluslararası iktisadi konjonktüre uygun hale getirilmesi amacını taşıyan bu politikalar (Büyükcan, 2005: 20-23), en basit tanımıyla, bu ülkelerin küresel iktisadi düzende kendilerine biçilen role ‘uyumlu’ hale getirilmesiyle ilgilidir.

Dünya Bankası ve IMF’nin kredi verme politikaları, neoliberal yapısal koşullar içerecek şekilde bir evrim geçirmiş (Büyükcan, 2005: 21) ve bu koşullu krediler aracılığıyla söz konusu ülkelerin ekonomik sistemleri dizayn edilmeye çalışılmıştır.

Özellikle dış borç ödemelerinde yaşadığı sorunlar sebebiyle de gelişmekte olan ülkeler, yapısal uyum programlarına yönelmek durumunda kalmış ve “devletin neoliberal dönüşümü projesi azgelişmiş ülkelere bu şekilde dış borçların yönetimi görüntüsü altında adeta dayatılmıştır” (Akdoğan, 2009: 58).

1980’lerle başlayan yapısal uyum politikalarını ilk dalga yapısal reformlar olarak tanımlayan ve ekonomik-mali liberalizasyon şeklinde değerlendiren Güler’e göre (2003:

1-4), ikinci dalga yapısal reformlarla birlikte gelişmekte olan ülkelerde siyasal ve yönetsel liberalizasyon ve çözülüş hedeflenmektedir. Bu çözülüş ile birlikte (Güler, 2003: 3):

 “Üniter yapılanma yerine yerelci-federal bir yapı

26 Structural Adjustment Loan (SAL), ayrıntılı bilgi için bkz. projects.worldbank.org (Erişim Tarihi:

24.04.2017)

135

 Sosyal devlet yapısı yerine düzenleyici-denetleyici bir yapı

 Yerli-yabancı ayrımı olmadan şirketlere açık yönetişimci karar yapısı”

oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Yönetsel algıdaki dönüşümün kente, kent yaşamı ve mekânına, yönetimine yansıması incelendiğinde de görülen, sermaye birikimini hızlandırma ve yoğunlaştırma güdüsünün ön planda olduğudur. Neoliberalizmle birlikte ana akım idari anlayışta bir kopuş gerçekleşerek tanıtım ve girişim odaklı bir yaklaşım ortaya çıkmıştır (Harvey, 2012b: 410). Bu geçişin nedenselliği ise iki boyutlu bir içeriğe sahiptir (Harvey, 2012b:

411-412):

“Bu kayışın, 1973’teki ekonomik durgunluktan bu yana kapitalist ekonomileri sıkıştıran zorluklarla ilgili olduğuna dair genel bir mutabakat var. Oldukça farklı siyasi kanaatlerde ve aynı şekilde oldukça farklı yasal ve siyasi güçlerle donanmış yerel yönetimlerin hepsi, ana hatlarıyla benzer bir yöne sahiptir. Sanayisizleşme, yaygın ve görünüşe bakılırsa ‘yapısal’ işsizlik, hem ulusal hem yerel seviyelerdeki mali tasarruflar ve bütün bunlara eşlik eden yeni muhafazakâr bir eğilimle beraber özelleştirme ve pazar rasyonalizmine (pratikten daha fazla teoride) çok daha güçlü bir çekim, bu benzerliği anlamamız için gerekli zemini oluşturur. Böylece, yatırım artan bir şekilde, uluslararası finansal sermaye ile kapitalist gelişmeye cazip olması için bir bölgenin çekiciliğini arttırmaya çalışan yerel yönetimler arasındaki bir anlaşmaya dönüşmektedir.”

Görüldüğü üzere girişimci yönetsel anlayışa geçiş, hem sermaye birikimi rejiminin verimliliği için kaçınılmaz bir adım hem de bu rejimin yarattığı yapısal sorunlarla mücadele etmede etkin bir siyasa olarak ön plana çıkmıştır.

2.4.4.2. Kamu-Özel Ortaklığı (KÖİ)

Kamusal hizmet ve uzun vadeli planlama odaklı yönetsel anlayışın neoliberal bağlamda dönüşümünün bir diğer göstergesi, sermaye hareketliliği ve kârlılığını artırmaya yönelik bir model olan kamu-özel ortaklıklarının artan etkinliğidir. Yeni kentsel politikalar, kentler arası rekabet ve girişimcilik gibi unsurlarla kusursuz bir uyum içerisindeki bu model, kentsel yönetim anlayışın hem odak noktasında hem de yöntemsel anlayışında köklü bir değişimi ifade etmektedir. Harvey’in “kamu sektörünün riski

136

üstlendiği, özel sektörün ise kârı topladığı” (2012b: 417) bir model olarak tanımladığı KÖİ, yerel yönetim birimleri ile sermaye arasında gerçekleşen bir işbirliği modeli olarak ön plana çıkmıştır.

Yukarıda da değinildiği üzere, planlamadan proje odaklı bir yönetsel anlayışa geçiş konusu, bu model çerçevesinde somutlaşarak kent yönetimi, rekabet ve girişimcilik odaklı bir sermaye çekme yarışına evrilmiştir. Piyasa ve değişim değeri odaklı neoliberal ideolojiyle tam uyum içerisinde olan bu geçişle birlikte sermayenin mekân üzerinden kendini yeniden üretmesinin kolaylaşması da bir diğer önemli değişimi işaret etmektedir.

Öyle ki, Harvey’e göre “ bu kamu-özel ortaklığı, öncelikli ekonomik ve siyasi amaç olarak, belirli bir yöredeki koşulları geliştirmeye değil, yerin spekülatif inşası ile gelen yatırım ve ekonomik gelişmeye odaklanmıştır” (2012b: 418). Dolayısıyla kentsel rantın üretilmesi ve el konulması açısından KÖİ, neoliberal yönetsel anlayış açısından son derece kullanışlı bir model olarak ön plana çıkmıştır.