• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: ŞEHİR HAKKI KAVRAMININ KURAMSAL ANALİZİ

1.2. Gündelik Hayatın Eleştirisi ve Dönüşümü

1.2.8. Devrim ve Gündelik Hayatın Eleştirisi

56

“işçilerin hayatı yalnızca işyerinden ibaret değildir; toplumsal, aile ve siyasal bir yaşamları da vardır” ve Marx’ın emek süreçlerine ilişkin çözümlemesi, bu bağlamda zenginleştirilmelidir. Bunun yolu ise, işçinin yaşamsal deneyiminin tüm aşamalarının,

‘pratik’ boyutta ele alınmasıdır. Buna göre (Lefebvre, 2015c: 174),

“Bütünsel kriz bütünsel bir cevap gerektirir. Diğer her şey gibi özne de baştan inşa edilmelidir.

Nasıl? Öncelikle, mevcut düzenin operasyonel şemasına karşı duran yolu takip ederek, gündelik hayat içinde eylem yoluyla; yani, gerçek bir mücadele içinde farklılığı homojenliğin karşısına, birliği parçalanmanın karşısına, somut eşitliği acımasız hiyerarşikleşmenin karşısına çıkartarak. Bu da pratikte olur. Teorik düşüncede özne, olumluyu değil olumsuzu ve tüm içeriklerini ön plana çıkaran yeni bir yaklaşıma göre yeniden oluşmalıdır.”

Özetlemek gerekirse devrim anlayışının teorik altyapısını ilk olarak Marksizm’in bütünlük ve tümelci insan kavramlarıyla inşa etmeyi hedefleyen Lefebvre, gündelik hayatın eleştirel analizini bu hedefin ilk aşaması olarak değerlendirmektedir. Ancak bu teorik altyapı Lefebvre tarafından, özellikle neoliberal ideolojinin yansımaları doğrultusunda genişletilmiştir. Bu kapsamda Lefebvre’in en özgün katkısı, kent mekânı, mekân üretimi süreçleri ve kentlilerin bu süreçteki durumunun söz konusu devrim arayışı ile kurduğu diyalektik ilişkide ortaya çıkmaktadır. Bir diğer deyişle, Lefebvre bu diyalektiği ve devrim arayışını, Marksist anlayışı genişleterek şehir hakkının elde edilmesi ile eşdeğer hale getirmekte ve bu hakkın içeriğini, kurduğu teorik altyapıyla pratikte hayata geçirilmesi gereken –kullanım değerinin egemenliği, devletin sönümlenmesi gerekliliği, yeni bir yurttaşlık tanımı, kamusal alanın önemi, gündelik hayatın dönüşümü gibi- özgül yaklaşımlarıyla zenginleştirmektedir. Bu noktada öncelikle Lefebvre’in devrim ve gündelik hayat, sonrasında ise kent mekânı ile gündelik hayat ilişkisi ele alınacaktır.

57

oluşturduğuna yukarıda kısaca değinilmişti. Lefebvre, Marksist devrimin gündelik hayatın dönüşümünü de içermesini zorunlu görmektedir çünkü kapitalist üretim ilişkileri, yalnızca ekonomik boyutta değil – özellikle 20. yüzyılla birlikte- gündelik hayatın tüm veçhelerinde etkin hale gelmiş, tahakküm ve sömürü süreçleri zaman ve mekânda gittikçe yayılmıştır. Bu sebeple, kapitalizmi sonlandıracak bir devrim sadece siyasi erkin ya da kurumların değil gündelik hayatın dönüşümünü de içermelidir (Lefebvre, 1998: 80).

Hatta Lefebvre gündelik hayatta gerçekleşecek bir devrim olmaksızın kapitalist üretim ilişkilerini aşmanın imkânsız olduğunu iddia etmektedir. Bu durumu Goonewardena şu şekilde formüle etmektedir: “Kentsel bir devrim olmadan bir devrim gerçekleşemez, bir devrim olmadan kentsel bir devrim gerçekleşemez ve bu ikisi, gündelik hayatta bir devrim olmadan gerçekleşemez” (2008:131).

Gündelik hayatın eleştirel incelenmesi ile sağlanacak bilgi, tahakküm ve sömürü süreçlerini aydınlatacağından bireylerin maruz kaldıkları yabancılaştırıcı stratejilerin günlük rutinlerindeki yansımalarını da ortaya konacaktır. Böylelikle, söz konusu süreçler üzerinde yükselen sermaye-emek ilişkileri ve yabancılaşmanın tüm boyutlarıyla (iktisadi, politik, toplumsal, kentsel, felsefi vb.) aşılmasının teorik ve pratik altyapısı inşa edilmiş olacaktır. Gündelik hayatın bu teorik-pratik niteliğini Lefebvre, şu şekilde özetlemektedir (2015b: 239):

“Gündelik hayatı incelemek, onu değiştirmek istemektir. Gündelik hayatı değiştirmek, onun bulanıklıklarını gün ışığına çıkarıp dillendirmektir; gizli çatışmaları ortaya çıkartarak bunları parçalamaktır.

Dolayısıyla hem bir teori hem bir pratiktir, bir eleştiri ve bir eylemdir. Gündelik hayatın eleştirisi, bir kararı, en genel ve en devrimci kararı, muğlaklıkları katlanılmaz kılma ve belirgin konturlardan yoksun olduğu için insanda en değişmez olarak görülen şeyi dönüştürme kararını kapsar ve bu kararı hızlandırır”.

Lefebvre, bu devrim kavramının Marksist öğretidekinden farkını anlatmak için bir yandan ekonomik düzlemden fazlasına atıf yapmakta diğer yandan ise devrimin kendiliğinden (spontaneous) ayağını tanımlamaktadır. Buna göre gündelik hayatın eleştirisi, “Marksist düşünceyi yalnızca (ekonomik) ‘gerçeğe’ ve (tarihsel) gerçekleşene

58

odaklamak yerine, olasılığa açmayı” önermektedir çünkü devrim sadece ekonomik (üretim ilişkileri) ya da politik (kişisel ve kurumsal) dönüşümlerden ibaret değildir;

‘devrim’ adına layık olabilmek için, bir yaşam tarzı, bir stil, tek kelimeyle bir uygarlık yaratarak gündelik hayata kadar, fiiliyatta ‘yabancılaşmadan kurtulmaya’ kadar uzanabilir ve uzanmak zorundadır” (Lefebvre, 2015c: 22).

Görüldüğü üzere Lefebvre, gündelik hayatın eleştirel incelenmesi projesini Marksist devrim projesi ile kaynaştırmakta ve yeniden tanımlamaktadır. Buna ek olarak gündelik hayatın devrimci potansiyeli ile devrimin gerçeğe dönüşme olasılığını koşut bir bağlamda değerlendirmekte ve hedeflenen toplumsal dönüşümün, iktisadi ve siyasal boyutlarından öteye, toplumsal yaşamın en yalın, sıradan ve rutin deneyimlerine yönelmesi gerektiğini öne sürmektedir. Devrimin somut düzlemde neleri içermesi gerektiğine ilişkin Lefebvre’in görüşü, toplumsal pratiğin gündelik hayata ilişkin dayatıcı süreçlerine bilgisine erişmekle başlamakta, zaman ve mekân boyutunda dönüşümlerin gerekliliğinin altını çizmektedir. Buna göre (Lefebvre, 2015c: 171-172),

“Devrimin, toplumun radikal dönüşümünün, gündelik hayatın dönüşümünden başka hedefi, amacı ve anlamı olamaz.

Toplumun radikal dönüşümü ve gündelik hayatın dönüşümü, niteliksel gelişmeyi gerektirir.

Söz konusu dönüşümler, bir yaşam tarzını gerektirir. Bu sebeple de yeni bir toplumsal mekân ve zaman yaratmak ve mevcut düzeni dayatan, üreten ve yeniden üreten süreç ve ilişkilerden kurtulmak gerekmektedir.”

Bu üç basamak üzerinden Lefebvre’in ulaştığı sonuç, diyalektik bir bakış açısının doğal sonucu olarak, devrim-gündelik hayat ilişkisinde bir ‘aşma’ ve yeni bir boyuta geçmeye ilişkindir. Lefebvre’e göre (2016b: 48) devrimi artık yalnızca ekonomik, siyasi ya da ideolojik düzlemde tanımlamak yetersizdir çünkü devrimin bu aşamadaki amacı artık gündelik hayatın ortadan kaldırılmasıdır. Bir ürün ve üretim tarzının şekillendirdiği ve dayattığı bir toplumsal pratik olarak gündelik hayatın ortadan kaldırılması, bireylerin yaşamlarının her anında özgürce karar almaları ve hayatın ‘kendiliğindenliğini’

59

sağlamaya zemin hazırlayacaktır. Bunun anlamı, toplumsal hayatın bir ‘şenliğe’

dönüşmesidir ki bu bir yandan bedenin, zamanın ve mekânın, arzunun bireyler tarafından bağımsızca uyarlanması (Lefebvre, 2015c: 47) anlamına gelirken diğer yandan devrimci ve sanatsal yaratıcılığın yaşamın tüm veçhelerinde etkin hale gelmesi ile gündelik hayatın bir şenliğe dönüşmesi anlamına gelmektedir. Bu dönüşüm, aynı zamanda bir kültür devrimi demektir. Lefebvre’in şehir hakkı kavramının temellerinden birisi olarak duyurduğu ürün-yapıt ve kullanım-değişim değeri ayrımına yönelik olarak kültür devrimi, “yapıt, yaratma, özgürlük, uyarlama, üslup, değer (kullanım değeri), insan kavramlarının yeniden anlamlandırılmasını” (Lefebvre, 2015c: 214) ilk ve zorunlu koşul olarak ortaya koymaktadır. Şenlik kavramı da ilk etapta yaşamın, belirlenim ve dayatma süreçlerinden bağımsız olarak bir yapıt şeklinde, kendiliğinden deneyimlenmesini anlatmakta bunun mekânsal zeminini de kent olarak belirlemektedir. Üretim, yabancılaşma, değişim değeri odaklı ve bunlar tarafından dizayn edilen gündelik hayatın aşılması gibi hedeflere yönelen devrim, gündelik hayatın şenliğe dönüşümünü de gerçekleştirecek ve gündelik hayatın kendisini de bir yapıt haline getirecektir (Lefebvre, 2015c: 218). Tüm bunlara ek olarak Lefebvre bu argümanının Marx tarafından da savunulduğunu iddia etmektedir çünkü Marx da devrim aracılığıyla bir şenlik toplumu tasviri yapmaktadır. Buna göre Marx, “herkesin – doğal yaşamın kendiliğindenliğiyle ve başlangıçtaki yaratıcı atılımla buluşarak- dünyayı sanatçı olarak algıladığı, hissedilir olan şeylerden bir ressam gözüyle, müzisyen kulağıyla, şiir diliyle haz aldığı bir toplum tahayyül eder” (Lefebvre,2015b: 45). Lefebvre’in yaklaşımında, “örgütlenmiş tüketimin ve edilgenliğin toplumsal mekânı ve zemini olan gündelik hayatın” (Lefebvre, 2015c:

211), devrim kavramıyla ilişkisi bu şekilde kurulmaktadır.

Gündelik hayatın devrimci potansiyeline ilişkin görüş, Lefebvre sonrasında şehir hakkına ilişkin çalışmalar yapan isimler tarafından da irdelenmiştir. Örneğin Purcell, kapitalist mekân üretimi süreçlerinin hem gündelik hayatın ritimlerini belirlediğini hem

60

de toplumsal mekânın üretimi ve yeniden üretimini inşa ettiğini öne sürerek Lefebvre ile ortak bir yaklaşım sergilemektedir (Purcell, 2003: 577). Bunun yanı sıra, sahiplenme unsurunu gündelik hayatla ilişkilendiren Purcell, şehir hakkı kavramının devrimci içeriği bağlamında mülkiyet hakkının aşılması gerekliliğine işaret etmektedir (Purcell, 2003:

581). Görüldüğü üzere, gündelik hayatın devrimci potansiyeli, şehir hakkının deneyimlenmesi açısından hayati bir rol oynamaktadır. Bu devrimci rolün kent mekânıyla olan ilişkisinin incelenmesi, söz konusu bağlantının daha net aydınlatılmasına yardımcı olacaktır.