• Sonuç bulunamadı

A- Beylik ve Ağalık (Aşiret):

II- Yönetim

Yukarıdaki “Arazi Sorunu”, sistem olarak Kemalizm ile Kürt Ağalığı arasındaki konspiratör uzlaşmanın derecesini ve derinliğini yeterli dere-cede gösterir. Bir kere, olayları ufak memurların suiistimali saymak da safdilliğin daniskası olur. Esas itibariyle bu sorun şöyle konulabilir: Ulus-lararası Burjuvazi, kapitalist devrimin bir parçası ve zorunluluğu olduğu halde, arazi mülkiyetini kaldırarak toprağı millîleştiremedi. Ve emekçi sı-nıfların artıdeğerlerini büyük iratçı arazi sahipleriyle paylaşmaya razı oldu:

tek “Özel Mülkiyet”in kutsiyetine, mübarekliğine toz konmasın diye... Bi-zim ulusal burjuvazi, yani Kemalizm de, ikide birde hırlaştığı ve tepiştiği Doğu Derebeyliğini, bütün gösterişlerine ve prestijini koruma zorunlulu-ğuna rağmen, atamadı ve ezilen Kürt Köylülüğünün artı-ürünlerini, Doğu Ağaları ve Beyleriyle paylaşmaya mecbur kaldı: tek, kapitalizmöncesi ilişkilerden kurtulacak olan “Doğu İlleri”nde herhangi ulusal bir hareket konmasın diye...

Sorunun içyüzü bu olunca, Doğu Ağalığı ile Kemalist Burjuvazinin sarmaş-dolaşlığında anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur. Nitekim Kemalist devlet cihazının en küçük hizmetlisinden, en büyük erkânına [ileri gelen-lerine] kadar, Ağalıkla yapılan kompromide [uzlaşmada] çeşit çeşit kah-ramanlara rast gelmek için Doğu İllerini bilenlerle iki kelime konuşmak yeterlidir. O zaman öğrenilir ki, bir haraca çıkışta bütün köylünün evindeki çuval sicimine kadar derleyip toplayarak konağına getiren ve köylünün ge-tirdiği yağlar için küp müp yetmeyince bir bina kadar sacdan hazineler [de-polar] yapan Erzincanlı Mustafa Ağa, Kemalist devlet cihazının en önemli rüknü [temel direği] olan İsmet Paşa’yı oğluna “Kirve” etmiştir!..

Ağalar, 1927’den beri, fakir Kürt Halkı üstündeki egemenliklerini yeni yöntemlerle başarmaya başladılar. Yine eskisi gibi silahlı adamları var; fa-kat jandarma karakollarıyla da gayet sıkı, özel ve yarı-resmî bağları var-dır. Bu silah gücü bakımından böyle... Fakat köylüye karşı, Ağalar, Bü-yük Millet Meclisi’ne kadar etkili olmayı bilirler. Ve tüm burjuva devlet

cihazına “entegre” olmuşlardır. Şimdi Kürt Ağası da birçok işlerini, Türk tefecisi gibi, Kemalist devletini maşa gibi kullanarak becermeye yavaş yavaş alışıyor. Tabiî karşılık olarak, Kemalizm de, birçok işlerini Ağanın

“himmetiyle” [yardımıyla] başarır. Gerçi ara sıra olan çekinilmez çarpış-malarda sık sık genç jandarmalar harcanır. Ama buna karşılık da, Cumhuri-yet hükümeti, eline düşen Ağaları epeyce “sağar”. Kapitalist düzende, aynı zümre kapitalistler arasında bile olabilen bu gibi “rekabet” türünden olay bir tarafa bırakılırsa, her türlü çelişkileriyle Doğu Ağalığı ve Kemalizm, aynı ip üstünde oynayan iki cambazdır. Unutmamalı ki, bu anlaşma ve be-raberlik, aynı sınıfın zümreleri arasında değil, birbirine oldukça zıt iki ayrı sınıf arasındadır. Onun için, bugünkü Türkiye ile Yunanistan dostluğuna ve Türk-Yunan uluslarının kardeşliğine benzer basit uyuşmalardan fazlası bu beraberlikten beklenemez. Ama, tam birlik yok diye, bir uzlaşma da yoktur denemez. Ağalıkla Kemalizm arasındaki uzlaşma -ister dostça, ister düşmanca olsun- vardır.

Örnek:

a- Genel yönetimde

“Beyleri en çok kuşkulandıran şey halkın hükümetle temas etmesi-dir. Bu temasa engel olmak için her çareye başvuruyorlar... Hükümetin arzularını o kadar çalakiyle [çabuklukla] yaparlar ki, hakim olmayan bazı yönetim memurları bundaki kolaylıktan vazgeçmiyorlar...

“Tahsildar vergiyi mükelleften istemez. Mübaşir adliyenin emri-ni ilgiliye tebliğ edemez... Bir şey soruşturulacaksa halka sorulmaz...

Vb.” (Yusuf Mazhar, agy, Cumhuriyet, 22.07.1930)

Bir burjuva yazarından daha fazla ne söylemesi istenebilir: Vergiyi Ağa toplar, Kemalist adaletin nüfuzunu Ağa temsil eder, jandarma işi Ağanın üstündedir vb... Tahsildar, mübaşir, sorgu yargıcı, savcı hep Ağa ile el ele vererek çalışırlar... Hem bu söylendiği gibi “bazı yönetim memurları”na özgü değildir. Doğu İllerinde en ufak bir işin hakkından gelmek isteyen memur, ne kadar büyük ve küçük olursa olsun, Ağaların harimine* girmeye ve Beylerle senli benli olmaya mecburdur. Yoksa en kısa zamanda ayağı-nın altı karpuz kabuğu oluverir! Hem bu, tekrar edelim, yerel memurlarla da sınırlı değildir. En büyük devlet rüknleri [temel direkleri] de önemli bir iş için “halka sorulma”sına imkan bırakmaz.

Örneğin:

* Harim: Girilmesi yabancıya yasak olan, kutsal tutulan, korunan yer.

“Mazgirt 16 (A.A.) - İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Bey Hozat’ta ka-saba halkını, gelen aşiret mensuplarını kabul etmiştir. Halk ve aşiret mensupları hükümetin kurtarıcı elinin bu bölgeye uzanarak Cumhu-riyetin feyzlerinden [ilerlemelerinden, verimlerinden] yaralanmaları imkânını rica etmişlerdir.” (Cumhuriyet, 17.11.1931)

Burjuva Bakanının halkı ve aşiret mensuplarını kabul edişinin anlamını bugün Türkiye’de anlamayacak tek adam yoktur. Hozat Kasabası, yukarı-da adı geçen, maddi olarak mütenazırı [simetriği] bulunan Palu Kasabası gibi, her biri birkaç köy sahibi olan “Halk” ile meskûndur. Aşiret adına bir Bakanı görmeye gelenlerin kimler olacağını tekrarlamayalım. Şu halde İçişleri Bakanı da ağalarla büyük arazi sahiplerini “kabul” etmiş ve onlarla konuşmuştur.

b- Eğitimde

“Kaymikayim” (bu Kürdistan’daki Kaymakamın telâffuzudur) bir Hoca getirteceği zaman hangi köye verilmesi gerektiğini Ağadan sorar.

Ağa köye devletin gönderdiği bir Hocayı sokmak istemez. Fakat, hayır da demez. Öyle bir köy gösterir ki, orada din dersi istemeyen asi Kızılbaşlar oturur. Tabiî Hoca köye varır varmaz kızılca kıyamet kopar ve Hoca ardına bakmadan sıvışır.

O zaman Ağa, Kaymakama şu gerçeği söyler:

“Canım, bu Marabaların çocuklarını okutayım da, yarın çocuklarımın burnuna mı dikilsinler?”

Ve zaten Birinci Genel Müfettişlik’ten: “Kürtleri okutup da, Kürdistan’ı da bir Arnavutluk mu yapalım!” kararını bellemiş olan Kaymakamın fikri de, başka yoldan, fakat gelir, Ağanınkiyle birleşir. Onun için, her Kürt Ma-rabasının acı hatıraları arasında şöyle hikâyelere rastlarsınız:

Bir Maraba çocuğu, nasılsa, erkekli kızlı Ağa çocuklarının kafilesine karışarak beraberce ders almak fırsatını ele geçirir. Bilgide yaşamsal bir önem gören çocuk Ağazâdelerin bir yılda öğrendiğini devam ettiği bir ay içinde kavrar... Durumu sezinseyen Ağa, sınıfı teftişe gelir. Bu hali gözle-riyle görünce, (kendininkilerden yaşça çok daha küçük olan) Maraba yav-rusunu “namahrem kızlar” ile (evvelce bir ay hiç sesini çıkarmamışken, şimdi) bir arada okutmayı “namus”ça uygun bulmaz; Hoca [Öğretmen], kulağına: “Ne yapalım, Ağa emretti”, diye fısıldayaraktan, çocuğu ders-haneden uğratır... Babası Hocaya itiraz edecek olur: aynı cevabın tedhişçi [yıldırıcı] darbesi!..

c- Çapul

Edirne Milletvekili Şeref “Birinci Millet Meclisi” anılarında, Doğu İllerinden Dersim hakkında şöyle bir tasvir yapar:

“Bu yerler, bu dağlar ve taşlıklar fesat, şekavet [eşkıyalık], cahillik ve gaflet [aymazlık] bucaklarıdır. Burada yaşayan insanlar, ilkel adam-lardır. Bir taş kovuğunun içinde, başını bir taşa dayayarak, yüz bin yıl evvel yaşamış Âdem soyu gibi hâlâ, o örneği gösterip duruyor. Bunun yalnız, birkaç yüz kelimelik bir dili ve eline öldürmek için şeyhin, be-yin verdiği tüfeği vardır.

“İşte bunlar bu dağların sakinleridir. Marifetleri de, yalnız öldür-mek ve rastgelen köyü, insanı, kervanı soymak ve hepsini götürüp Mü’mine, Şeyhe, Seyide vermektir.” (Edirne Mebusu Şeref, z. k., Milli-yet, 03.01.1932)

Aşiretler talancıdır. Bu muhakkak. Fakat, Marks’ın Kapital’inde Roma için dediği gibi, hiçbir zaman yeniden oluşan talan edilecek bir şey bul-maksızın talan yapılamaz. Zaten aşiretler en çok birbirlerini talan ederler.

Sırf talanla geçinen üç milyon nüfus düşünmek, hem Ağanın, hem Ke-malizmin ayrı ayrı talan ettiği emekçi Kürt “Miriyvo”larını, İş Bankası’nın hissedarları yerine koymaktan farklı mıdır?

Onun için, Kürtlerin “yalnız öldürmek ve rastgelen köyü, insanı, ker-vanı soymak” ile değil, belki Maraba olarak Beye haraç ve Kemalizme vergi vb. vermekten canı çıkıncaya kadar çalışmakla geçindiğini hatırdan çıkarmak için, Cumhuriyet Burjuvazisinin tayin ettiği Milletvekili olmak lâzımdır. Burada doğru söylenen yön, Kürt fukarasının çapul edilen şey-lerin “hepsini götürüp Mü’mine, Şeyhe, Seyide ver”diğidir… Lâkin sorun buracıkta ve böylece bitmez.

Talanı örgütleyen Ağadır. “Kolbaşı”ların emrinde hareket eden birer

“Kol” ile yolları kestirir, davarları çevirtir vb… Talandan gelen metaların gayet az bir kısmını Kolbaşıya, bir iki taltif kelimesini [gönül okşayıcı söz-cüğü] de adamlarına bağışlar. Geri kalan eşyanın epeyce bir kısmını yük-sek mülkiye ve jandarma memurlarına ayırır... Ağalarla “Kaymikayim”lar arasındaki mektuplaşmalara bir göz atan, çok kere Kemalist devlet cihazı ile Ağalık arasındaki sıkı dayanışma ve hususileşme [özel ilişki oluşturma]

derecesi karşısında gözlerine inanamaz. Bazı mektuplarında, “Kaymika-yim”, Ağaya aşırdığı koyunları kendisine gönderirse, şimdiye kadar oldu-ğu gibi, sorunu kapatacağını; yoksa, bu sefer işin pek açığa çıkması (bir-iki kelime okunamadı) fena edeceğini bildirir. Bu gibi omuzdaşlıklar, talan yapan Ağadan daha baskın birisine ait mallar için yazıya dökülür.