• Sonuç bulunamadı

XIX Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlıların Doğu Algısı

4. BÖLÜM: 1839-1890 DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLETİ’NİN DOĞU

4.1. Doğu-Batı İkilemi ve Osmanlılar

4.1.2. XIX Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlıların Doğu Algısı

Coğrafi olarak “Doğu”, Osmanlı dış politikasının ilgi alanına çok daha erken dönemlerde girmiş olan bir bölgedir. Osmanlı siyasî tarihinde Doğu ülkeleriyle ilişkilerin, güvenlik, ekonomi, din ve kültür bağlamında oldukça önemli bir payı hep olmuştur. Çünkü Osmanlı devletinin İslâm ve/veya Türklük bağlamındaki “Doğulu” kökenleri, Osmanlı devlet sisteminin mantığını, devlet adamlarının düşünce yapısını ve böylece devletin Doğu’ya (genel olarak da tüm dünyaya) yönelik dış politika anlayışını her zaman etkilemiştir. Batılılaşma döneminde büyük güçlerin Osmanlıya yaklaşımları, onun bu Doğu’yla bağlantısının ortadan kalkmasına ve böylece Osmanlıların Doğusuzlaştırılmasına yol açacak bir dizi operasyonun yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu durumun farkında olan Osmanlılar, büyük güçler lehine gözüken bu eksen daralmasının oluşturduğu pozisyonu aşabilmek için Doğu’yla tarihsel ilişkilerini yeniden tesis etmeye ve hatta daha önce Osmanlı dış politika anlayışının ilgi duymadığı yeni aktörlerle ilişki kurmaya çalışmışlardır. İran, Türkistan, Doğu Türkistan ve Hindistan’a yönelik politikalarını birinci duruma, Japonya’ya yönelik politikalarını da ikinci duruma örnek olarak vermek mümkündür.

Ussame Makdisi’nin, Osmanlı Oryantalizmi adlı çalışması Osmanlı tarihinin bugünün değerleri, algılamaları ve kavramlarıyla açıklanmasına yönelik bir girişim mahiyetindedir. Makdisi, “Batı-egemen modernite çağında her ulusun kendi ‘Doğu’sunu oluşturduğunu ve 19. yüzyıl Osmanlılarının bu konuda bir istisna oluşturmadığını”300 savunmaktadır. Ancak ilginç bir şekilde Osmanlıların büyük güçlerle ilişkilerinin analizinde genel olarak “öteki” üzerinden, (Osmanlılar adına modernleşme söylemi örneğinde olduğu gibi) birbirine benzemeyenlerin benzeşmeye

299

C. Aydın; a. g. e., s. 15.

300

Ussame Makdisi; “Ottoman Orientalism”, The American Historical Review, Vol. 107, No. 3, June 2002, p. 768.

çalışmasına dayalı bir yaklaşım ve bu güçlerle Osmanlıların uzlaşmazlık alanlarının tespitine dayalı söylemler ön plandadır. Doğu ile ilişkilerin analizinde ise Osmanlılarla “müşterek” değerlere sahip olan toplumlar söz konusu olmakta, bunlarla ilgili (varsa) sorunlu alanlar da yine müşterek değerlerin üzerinden açıklanmaktadır. Örneğin, Türkistan ve Hindistan politikaları din ve kültür gibi müşterek değerler üzerinden değerlendirilebilmekte, İran ile ilişkiler ise İslâm müşterek değeri içerisinde mezhepsel tartışmaların yansımaları olarak ele alınmaktadır. Japonya örneğinde ise Osmanlıların bu yeni aktörle bir müşterek (bir politik) değer arayışına girdiği görülmektedir. Dolayısıyla Makdisi’nin tespitlerinin aksine Osmanlıların Doğu algısı, bir ötekileştirme sürecine değil, benzerliklerin tespitine ve bu kanallar üzerinden ilişkilerin yeniden tesisine yönelik olarak düzenlenmiştir. Bu bağlamda, M. Akif Kayapınar’ında işaret ettiği gibi, “Osmanlılar için yıkım ve kaos dönemi olan 19. yüzyılda belirlenen politikalar pek çok şekilde tanımlanabilir. Ne var ki bu dönemde yürütülen politikalardan hiçbirini ‘oryantalizm’ olarak nitelendirmek”301 de mümkün değildir.

Doğu’yla ilişkilerin bir başka niteliği, Osmanlıların Batılılaşma ile başlattığı dönüşümün, doğudaki ülkeler açısından Osmanlıların sahip olduğu imajda köklü ve olumsuz değişiklikler yapmamasıyla ilgilidir. Birçok Osmanlı tarihi çalışmalarının sürekli tekrarladığı yıkılış söyleminin, Doğu’daki özellikle Müslüman toplumların gözünde Osmanlıların en güçlü Müslüman devlet olduğu imajını açıklayamamasının nedeni de bu olsa gerektir. Çünkü imparatorluğun büyük güçler tarafından “hasta adam” olarak nitelendirildiği dönemlerde bile Türkistan ve Hindistan’daki Müslüman toplumların, Rusya, İngiltere ve İran baskısı karşısında sürekli olarak Osmanlılardan yardım talep etmişlerdir. Osmanlıların her halükarda bu isteklere yanıt vermeye çaba harcaması ve çoğu zaman yanıt vermesi, bu imajın devamında oldukça önemli bir rol oynamıştır.

Bununla birlikte, Osmanlıların Doğu politikalarının analizinde önemli bir ayrım yapmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.

301

M. Akif Kayapınar; “Ussama Makdisi ve ‘Osmanlı Oryantalizmi’ ”, Dîvân Disiplinlerarası

Öncelikle, Osmanlıların bu bölgeyle ilişkilerinin siyaset ve güvenlik boyutu, bütün Doğuyu kapsayacak bir şekilde değerlendirilemez. Burada, Osmanlılarla sınırdaş olan İran ile siyaset ve güvenlik ilişkisi, elbette daha uzak bölgeler olan Türkistan ve Hindistan ile ilişkilerden farklı olarak cereyan etmiştir. Dahası, çok daha uzak bir bölgede yer alan Japonya ile ilişkilerin bambaşka bir politika ve güvenlik anlayışı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Ayrıca İran ve Japonya, bir bütün olarak siyasal muhataplar olarak değerlendirilebilirken, Türkistan bölgesinin Rus egemenliği altında bulunduğu, Hindistan’ın ise İngiliz sömürgesi olduğu göz önüne alınmalıdır.

Ekonomik olarak, Doğu’nun yine ayrıştırılarak incelenmesi gerekmektedir. Dönemin ekonomik durumu açısından İran, Rus emperyalizmine maruz kalan Türkistan, İngiliz sömürgesi olan Hindistan ile dönemin yükselen ekonomik güçlerinden olan Japonya’nın benzer pozisyonlara sahip olmadıkları açıktır. Bu nedenle, ekonomik analizde bu ayrım dikkate alınmalıdır.

Dinî ve kültürel bağlara dayalı ilişkilerde de yine İran ile Sünnî-Şiî bağlamında bir yaklaşım gereklidir. Hindistan’la ilişkilerin Sünnîlik çerçevesinde bir ilişki zeminine sahip olduğu, Türkistan’la ilişkilerde ise Sünnîlik yanında kültürel bağların da dikkate alınması gerekir. Japonya ile ilişkilerin dinsel ve kültürel olarak değerlendirilebilmesi için ise elimizde çok az sayıda veri bulunmaktadır.

Osmanlıların Doğu algılamalarıyla ilgili önemli bir nokta, bu algılamalarda oryantalistlerin Doğu’ya bakışındaki ötekileştirici/dışlayıcı (exclusive) yaklaşımın olmamasıdır. Aksine Osmanlılar kapsayıcı (inclusive) bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Bu yaklaşımın sonucu olarak Osmanlılar Doğu’da yeni düşmanlar ortaya çıkarmaktan çok bu bölgede yaşayan (Türkistan ve Hindistan Müslümanları gibi) toplumlarla müşterek değerleri güçlendirmek, (Japonya gibi) bu tür bir değer mevcut değilse bunu tesis etmeye yönelik olarak gerçekleştirmeye çalışmışlardır.

Osmanlıların Doğu’ya yaklaşımını oryantalizmden ayıran ikinci önemli konu ise, Osmanlıların kendi doğusunda bir tahakküm kurma ya da buraları kendi kontrolü altına almaya yönelik özellikle emperyalist bir tavrının olmamasıdır. Başka bir

ifadeyle, Osmanlıların Doğu’ya yönelmesi, imparatorluğun tek taraflı bir tasarrufu olmaktan çok buralardaki toplumların da Osmanlıların ilgisini çekmek üzere aktif rol almış olmalarıdır. Bunun genel olarak tek istisnasını İran oluşturmaktadır ki İran bile bir süre sonra Şah Nasireddin döneminde Osmanlılarla belirli müşterekler üzerinde buluşulmasına yönelik aktif politikalar izleyecektir.