• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KAVRAMSAL ve TEORİK ÇERÇEVE

1.1. Bir İmparatorluk Olarak Osmanlılar

1.1.2. İmparatorluklar ve Ulus-Devletler

Burada yapacağımız karşılaştırma ulus-devletlerin imparatorluklardan farklı bir işleyiş mantığına ve farklı zorunluluklara sahip olmasına dayanmaktadır. Bu karşıtlığın boyutlarını; egemenliğin kaynağından sınırların algılanmasına, egemen unsurlar ile yönetilenler arasındaki ilişkilerden dış dünya algılamalarına kadar geniş bir çerçevede ele almak mümkündür. Ancak burada Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu politikalarını analiz edebilmek için gerekli teorik zemini kurmayı amaçladığımızdan bu farklılıklardan sadece çalışmamızın kapsamına girecek boyutta olanlarına yer verilecektir.

İmparatorlukların ulus-devletlerden farklılaştığı alanlardan biri sınır konusudur. Emperyal sınırlar ile ulusal sınırlar arasındaki bu farklılık, bu iki farklı yapının hem “iç”inin hem de “dış”ının tanımlanmasında çok önemli sonuçlara yol açmaktadır. Ulus-devletlerin egemenlik alanı, kesin ve keskin sınır çizgileri ile belirli bir alan iken43 imparatorlukların egemenliğinin nerelerle sınırlı olduğuna ilişkin bir tespit

41

İmparatorluk fikri, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genelde heyecan ve polemik içerecek şekilde özellikle saldırgan, zorlayıcı, yayılmacı, hiyerarşik ve gücün ırkçı formları ile ilişkilendirildiğinden ve ayrıca geniş bir biçimde emperyalizm kavramıyla birlikte algılandığından aşağılayıcı (pejoratif) bir şekilde kullanılmıştır. Bkz: W. A. Darity Jr. (Ed.); a. g. e., p. 574. Türkiye’de Osmanlı Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu şeklindeki kullanım farklılığının arkasında da benzer bir hassasiyet bulunmaktadır. İ. Ortaylı da bazı kötü anlamlar kazanan kelimelerle geçmişteki kelimeleri ve terminolojiyi yargılamak, değerlendirmek çok yanlıştır diyerek Osmanlılar konusundaki bu kavramsal tartışmaya işaret etmekte ve Osmanlıların bir imparatorluk olduğunu vurgulamaktadır. “Osmanlı Devleti tarihin gerçek anlamdaki son üniversal, yani beynelmilel, cihanşümul imparatorluğudur.” İlber Ortaylı; Son İmparatorluk Osmanlı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2006, s. 43.

42

Yazar bu bağlamda imparatorlukları teritoryal devletlerle, hegemonik hâkimiyet yapılarıyla ve emperyalizm kuramlarıyla karşılaştırmaktadır. Bu karşılaştırmaların ayrıntıları için bkz: H. Münkler; a.

g. e., ss. 18-130.

43

Coğrafyacı Michael Foucher sınır ve Galya milleti (natio gallicus) kavramlarının 1315-18 yıllarında eş zamanlı olarak ortaya çıktığını saptamıştır. Bkz: Yves Santamaria; “Ulus-Devlet: Bir Modelin Tarihi”, Jean Leca (Ed.); Uluslar ve Milliyetçilikler, Çev: Siren İdemen, Metis Yayınları, İstanbul, 1998, s. 21. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte tarihe karışan Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının dağılmasıyla gündeme gelen uluslaşma ve ulus devlet sınırlarının çizilme süreçleri

yapmak oldukça zordur. Çünkü bu tür kesin sınırlar imparatorluklar için istisnaî bir durumdur ve bu istisna durumlar genelde ya alt edilemeyen başka bir güç tarafından oluşturulur ya da doğal şartların zorlamasıyla oluşur. 44

Dış politika kavramı temel olarak “dışarıya” karşı devlet eliyle yürütülen politikalar olarak tanımlandığında “dış”ın ulus-devletler için ifade ettiği anlam; doğrudan keskin ve kesin bir çizgi olan ulusal sınırlar düzleminde değerlendirilebilmektedir. Ancak bir imparatorluk için “dış”ın neresi olduğunu

sınırların esnekliği ile bağlantılı şekilde ele almak gerekecektir. Çünkü “devletlere

özgü sınır çizgisi bir devletten diğerine geçişi gösterir. Emperyal sınırlar ise eşit haklara sahip siyasî birimleri birbirinden ayırmaz, güç ve nüfuzun kademelerini oluşturur.”45 Dolayısıyla bir ulus-devletin dış politikası, o devletin ulusal sınırları dışındaki dünyaya ve o dünyadaki aktörlere karşı devlet marifetiyle gerçekleştirilen tüm politikaları ifade edecektir. Bir imparatorluğun dış politikası ise onun efektif

egemenliğinin46 dışında kalan bölgelere yönelik politikası olarak tanımlanacaktır. Çünkü imparatorluk fikri açısından bir bölgenin resmi olarak imparatorluk merkezine bir fetihle bağlanmasının (getirdiği doğrudan egemenlik) yanında herhangi bir bölgede resmi olmayan bir kontrol söz konusu olduğunda (oluşan efektif egemenlik durumunda) da orada imparatorluğun egemen olduğu kabul edilir. Böylece bir imparatorluğun uzaktaki bir sömürgesi ile olan ilişkisi bile artık bir dış politik değil iç politik mesele olur. Sonuç olarak bir imparatorluğun geçişken ve/veya hayali olsa da sınırlarının nasıl şekillendiğini açıklayabilmek ancak emperyal alanın nasıl belirlendiğini tespit etmekle mümkün olacaktır.

Emperyal sınırların yarı geçirgen olması, onların “dış”ının tanımlanması açısından önemli olduğu kadar son derece farklı müdahale koşullarını da beraberinde getirir. “Emperyal sınırlar ile ulus-devlet sınırları arasındaki en önemli fark bu asimetridir. İmparatorlukların kendileri gibi –yani eşit haklara sahip- kabul ettikleri

konusunda bkz: Stefanos Yerasimos; Milliyetler ve Sınırlar: Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.

44

Osmanlı örneğinde 1638 tarihinde Safevilerle imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile çizilmiş İran sınırı birinci duruma, Arap yarımadasında genişleyecek bir bölge kalmaması da ikinci duruma örnektir.

45

H. Münkler; a. g. e., s. 18-19.

46

komşuları yoktur; oysa ulus-devletlerde bu bir kuraldır.” 47 Bu nedenle imparatorlukların egemenliği dışında kalan bütün dünya kuramsal olarak imparatorluğun müdahale alanını oluşturmaktadır.

Emperyal sınırları farklılaştıran konulardan birisi de, imparatorluklarda siyasî ve iktisadî sınır çizgisinin farklı, kültürel farklılıkların kademe kademe, dilsel farklılıkların zaten önemsiz olduğu bir yapı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla emperyal sınırların bir resmiyeti söz konusu değildir. Buna karşın ulus- devletlerde bütün çizgiler sınır çizgisiyle büyük oranda çakış(tırıl)makta ve onu keskinleştirmektedirler. Bu şekilde oluşan sınırların resmileştirilerek kırmızı çizgiler haline getirilmesiyle birlikte ulus-devlet açısından sınır konusu tamamlanmış olur.48

İmparatorluklar ile ulus-devletlerin farklılaştığı ikinci önemli nokta, “öteki”nin

tanımlanması konusundadır. Buradaki farklılık, bu iki değişik siyasal biçimin tayin edilmiş bir ötekine ihtiyaç duyup duymamasıyla ilgilidir. Ulusal kimliklerin

oluş(turul)ması sürecinde ulus-devletlerin izlemiş olduğu yöntemlerin önemli bir parçasını bu ötekileştirme süreci oluşturmaktadır. 49 Ulus-devletler kendisine benzemeyenleri dışlayıcı/ötekileştirici bir bakış açısına sahiptirler. Ulus-devletler bu sürecin bir yandan ülke içindeki nüfusun üretilen yeni kimlik bağlamında homojenleşmesine ve bütünleşmesine yardım edeceğini varsayarken bir yandan da üzerinde egemen olduğu toplumun dışarıda bırakılan dünya ile ilişkilerine bir zemin oluşturmuş olurlar. Böylece siyasal alan ile ulusal kimlik örtüşmüş olur.

İmparatorluklar ise daha önce ayrı olan birimlerin oluşturduğu birleşik ya da karma bir varlıktır. Çeşitlilik, onların özüdür. Fakat bu, eşitlerin çeşitliliği değildir. İmparatorluklar bir tür güçlü vakum olarak nitelenebilir. Zira “emperyal kontrolün

47

H. Münkler; a. g. e., s. 19.

48

Misak-ı Milli’nin sınırların keskinleştirilmesi konusundaki işlevi ve önemi için bkz: Habibe Özdal, Osman B. Dinçer ve Mehmet Yegin (Ed.); Mülakatlarla Türk Dış Politikası; USAK Yayınları, Ankara, 2009, s. 86. Ayrıca Gümrü Antlaşması ile Türkiye’nin doğu sınırlarının netleşme süreci için bkz: Enis Şahin; Diplomasi ve Sınır: Gümrü Görüşmeleri ve Protokolleri - 1918, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2005.

49

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve kuruluşunu takip eden dönemde özellikle tarihsel geçmişe yönelik bir ötekileştirme sürecinin nasıl işlediğine yönelik ayrıntılı bir çalışma için bkz: Şaban H. Çalış; Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler: Neo-Osmanlılık, Özal ve Balkanlar, Çizgi Kitabevi, Konya, 2004.

ilk aşamasında imparatorluk, sınırlarında tahkimat yaparak diğerlerini uzaklaştırmaz aksine onları güçlü bir vakum gibi kendi düzeni içine çeker. İkinci aşamasında kabul edilmiş farklılıkların emperyal alan içerisinde doğrulanması söz konusudur. Burada kültürel farklılıklar alkışlanır. Ancak bu farklılıkların siyasal değil de kültürel farklılıklar olduğu üzerinde ısrarla vurgu yapılır. Zira bu farklılıkların çatışma içermeyen farklılıklar şeklinde muhafaza edilmesi gerekir. İmparatorluklar genelde farklılıklar oluşturmazlar, mevcut farklılıklar üzerinde çalışırlar. Üçüncü aşamada bu farklılıkların hiyerarşik bir hale getirilmesi ve böylece yönetilmesi gelmektedir.”50

Bütün klasik imparatorluklar için a priori bir nitelik olarak sıkça “divide at

impera (böl ve yönet)”dan bahsedilmektedir. Her ne kadar bu ilke imparatorluklarla

ilişkilendirilse de “imparatorluk stratejisinin gerçekten doğru bir formülasyonu değildir. İmparatorluklar bölünme oluşturmazlar; var olan ya da potansiyel farklılıkları kabul ederler, onları alkışlarlar ve yönetirler. Böylece imparatorluğun üçlü bir zorunluluğu vardır: kapsa, farklılaştır ve yönet.” 51 Dolayısıyla imparatorluklar, ulus-devletlerin aksine dışlama değil kapsama üzerine kuruludurlar. Yine ulusal alandakinin aksine emperyal alana giren halklar arasındaki heterojenlik o kadar ileri boyutlardadır ki örneğin “üç kıtayla bağlantılı bir imparatorluk olarak Osmanlı İmparatorluğu buralarda çeşitli kültürleri, dilleri, halkları, iklimleri ve çeşitli sosyal ve siyasal yapıları kapsamıştır. Buralarda birbirine ters düşen veya birbirini

tamamlayan vizyonlar ve örgütlerle karşılaşmışlardır: kırsal-kentli, göçebe-yerleşik,

Müslüman olan-olmayan, Sünnî Müslümanlar, Şiîler, Sufî mezhepler, zanaatkârlar ve şairler, köylüler, sokak satıcıları, haydutlar ve bürokratlar.”52 Bu durum ise büyük imparatorluk olmanın zorunlu bir sonucudur.

“Bir imparatorluğun periferisinin siyasî ve uygarlık düzeyi bakımından farklı ölçüde gelişmesi, devletlerde, özellikle de ulus-devletlerde görülmeyen, temelde

50

Michael Hardt and Antonio Negri; Empire, Harvard University Press, London, 2000, pp. 198-199.

51

M. Hardt and A. Negri; a. g. e., p. 201. Buradaki farklılaştırma, yabancılaştırma ya da dışlama değildir. İmparatorluklarda farklılığın korunması esastır. “Zira öteki-other kavramı Anglosakson çevrelerin son icadıdır ve alienus kelimesinden gelmektedir. Osmanlılarda öteki yoktur millet vardır. Bunu Avrupa’daki azınlıklarla mukayese edemeyiz.” Bkz: İ. Ortaylı; Son İmparatorluk ..., ss-81-91. Böylece Osmanlı örneğinde farklılıkların korunmasının bir yolu olarak millet sisteminin seçilmiş olduğu görülmektedir.

52

imparatorluklara özgü bir sorundur. Ulus-devletler diğer ülkeler karşısında ayakta durabilmek için güç ve nüfuzlarını aldıkları nispeten bütünsel bir siyasî-kültürel kimlik oluştururken, imparatorluklar arasında farklı devletler arasında yaşanan çelişki ve çatışmaları kendi içlerinde yaşamak, bunları ya kendi lehlerine çevirmek ya da bu yüzden çökmek zorundadırlar.”53

“Emperyal merkez ile periferi arasındaki ilişkiler merkez ile bireyler arasında doğrudan bir ilişki değildir. Ara birimler bu ilişkilerde aracılık ederler. Bu nedenle otorite ilişkileri merkezden yerli elitlere ve oradan da yerli halka ulaşır. Hangi periferi ve hangi yönetici elitlerle ilgili olmasına göre bu ilişkiler farklılık gösterir. Bu farklılık ortadan kalkar ya da bir standart kazanırsa o zaman imparatorluktan değil farklı bir politik biçimden, belki de ulus-devletten bahsetmeye başlarız.”54

“Ulus-devletlerin aksine, imparatorlukların, onlar imparatorluk ve ulus-devlet arasında bir noktaya gelmedikleri zamanlarda, hakları düzenleyen bir anayasaları olmamıştır (ilişkilerin standardizasyonu).”55

“Devletler diğer devletlerin sınırında durup iç meselelerini düzenlemeyi onlara bırakırken, imparatorluklar misyonunu gerçekleştirmek adına diğerlerinin iç işlerine karışır. Bu nedenle de imparatorluklar çok daha güçlü değişim süreçlerini harekete geçirebilir, oysa devletlerin düzenine yapısal bir muhafazakârlık damgasını vurmuştur. ”56

Ulus-devletler, dış politika davranışları uluslararası hukuk çerçevesinde genelde belirli bir düzen içerisinde cereyan ederken imparatorluklar dünya üzerinde nasıl hareket edeceklerine kendileri karar verirler. Onların dış politikalarını biçimlendiren ilke ve değerler kendilerine aittir. Bu durum klasik imparatorluklar açısından uluslararası hukukun bir şekilde mevcut olduğu 19. yüzyıl gibi daha yakın dönemler için de böyledir.

53 H. Münkler; a. g. e., s. 105. 54 K. Barkey; a. g. e., p. 10. 55 Ibid, p. 12. 56 H. Münkler; a. g. e., s. 10.

Ulus-devletler egemenlik alanında yaşayan insanlara karşı tarafsız davranabilme lüksüne sahiptirler. Sahip oldukları anayasa çerçevesinde ülke içerisinde yaşanan sorun ve çatışmalara karşı objektif davranabilme kabiliyetleri vardır. Ancak imparatorluklarda durum farklıdır. İmparatorluklar hâkim oldukları emperyal alan içerisinde siyasî ve askerî müdahalelerde bulunmak zorundadırlar. “Kendi dünyasındaki ya da periferisindeki çatışmalara karşı tarafsız davranan bir imparatorluk, emperyal statüsünü yitirmeye mahkûmdur. İmparatorlukla devlet arasındaki bir fark da budur.”57 Özetle “imparatorluklar ile ulus devletler ülkesellik, egemenlik, ulusallık ve merkezilik alanlarında birbirinden oldukça farklı nitelikler gösteren devlet biçimleridirler.”58

1.1.3. Emperyal Düzenin Gerekçeleri: Emperyal Misyon, Kutsallık ve