• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: 1839-1890 DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLETİ’NİN DOĞU

4.1. Doğu-Batı İkilemi ve Osmanlılar

4.1.3. Osmanlılar ve Pan-İslamizm

Osmanlıların Doğu politikalarının önemli bir ayağı olarak düşünülen Pan- İslamizm yaklaşımı tartışılmaya muhtaç bir konudur. Osmanlıların bir dış politika yaklaşımı olarak varsayılan bu yaklaşımın gerçekte ne zaman ve nasıl bir ortam içinde ortaya çıktığı ile nasıl bir işleve sahip olduğu konusu birçok araştırmada ele alınmıştır. Ancak yapılan çalışmalarda “bu hareketin orijinleri ve karakteri konusunda birbiriyle çatışan hatta birbiriyle taban tabana zıt olan yaklaşımlar söz konusudur.”302 Bu farklılıkların nedeni pan-İslamizm konusunun hangi coğrafya açısından incelendiğiyle ilgilidir. Bunun yanında, konuyu Osmanlıları merkez alarak inceleyen çalışmalarda da yine farklı yaklaşımlardan kaynaklanan bir karmaşa söz konusudur. Bazı değerlendirmelere göre pan-İslamizm Osmanlıların dış dünyaya yönelik bir politikasıdır. Diğerlerine göre ise aslında bu hareket parçalanma sürecindeki Osmanlıların kendi iç dünyasının bütünlüğünü sağlamaya yönelik bir tedbir olarak kabul edilmelidir. Osmanlıların Doğu politikalarını konu alan eserlerde sıkça pan-İslamizm kavramına atıfta bulunulması, bu konudaki tartışmaları kısaca ele almamızı gerektirmektedir.

Oryantalistlere göre pan-İslamizm, “İslâmî ülkünün gerçekleştirilmesi, dünyanın İslâm çatısı altında birleştirilmesi ve bu dünyanın da bir lider tarafından merkezî olarak yönetilmesidir. Bu yönüyle pan-İslamizm ırksal ya da ulusal olmaktan çok dinsel bir düşünce ve harekettir. Çoğu oryantaliste göre bu hareket, halife unvanının kendisine prestij ve güç sağlayacağını düşünen II. Abdülhamit

302

Dwight E. Lee; “The Origins of Pan-Islamism”, The American Historical Review, Vol. 47, No. 2, January 1942, p. 278.

tarafından başlatılmıştır. Arnold J. Toynbee ise bu hareketin başlangıcını Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar götürmektedir.”303

Osmanlı İmparatorluğu’nda pan-İslamist politikaların 1774 yılına kadar götürülebilmesini şu şekilde açıklamak mümkündür. Osmanlılar İslâm’ı ilk kez politik ve ideolojik bir araç olarak o zaman kullanmışlardı. Bunu ise sadece Avrupa’nın oluşturduğu tehdide karşı değil Müslüman nüfusa sahip olan Kırım üzerindeki dinî ve kültürel etkisini güvence altına almak için yapmıştı. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşından sonra Kırım’ın kaybedilmesi Osmanlıların Müslüman ve Türkçe konuşan Tatar nüfus ile tarihsel ve dinsel bağlarını koparmasına neden olmadı. Osmanlıların siyasal ve kültürel düşünüşüne yabancı bir unsur olan Türk milliyetçiliğinin olmadığı dönemde Osmanlılar İslâm’a başvurdular ve hilafet fikrini yeniden canlandırdılar. Böylece Osmanlı sultanı sadece kendi emperyal alanının bir yöneticisi değildi. O ayrıca İslâm dünyasının dinî ve ruhânî lideriydi.

Böylece Rusya ile yapılan savaşın sonunda imzalanan “Küçük Kaynarca Antlaşması’nda sultan bütün Müslümanların halifesi ve Kırım Tatarlarının dinî temsilcisi unvanını kullandı. Hilafet söylemini güçlendirmek için Osmanlılar ayrıca Yavuz’un Mısır seferinde Kahire’de bulunan son halifenin bu unvanıyla birlikte bütün rütbe ve nişanlarını Osmanlı hanedanına teslim ettiği mitini ürettiler.”304

Oryantalistler başlangıç olarak hangi tarih alırlarsa alsınlar pan-İslamizmi Rusların pan-Slavist politikalarının Osmanlı versiyonu olarak düşündükleri ve böylece bu hareketi Hıristiyan Batı’ya karşı bir girişim olarak takdim ettikleri açıktır. Bu varsayımın esasen Batılıların, üzerinde egemen oldukları Müslümanların özgürlüklerini ortadan kaldırmaları için kurgulanmış bir kavram olduğu düşünülebilir. Çünkü oryantalizmin genel karakteristiği bu tür bir kurguya oldukça müsaittir.

Bu noktada farklı bir bakış açısı C. V. Findley’e aittir. Ona göre “Avrupalıların II. Abdülhamit’in İslâmcı dış politikayı teşvik edişinden ürkmeleri Osmanlı devletinin kaynakları ile saldırganlığının abartılışından kaynaklanıyordu. Sultan,

303

D. E. Lee, a. g. m., p. 279.

304

kendini bütün dünyadaki Müslümanları savunmaya adamıştı. Ancak bu politikasında ölçülü davranmış, kendi devletini koruması gerektiğinin farkında olmuştur. Nitekim 1878-1914 arasında bir daha Osmanlı-Rus savaşı çıkmadı. Ayrıca Müslümanların Avrupa’ya duyduğu nefretin yıkıcı biçimlere dönüşmemesini sağladı.”305

Başka yaklaşımlar pan-İslamizmi aslında Batılı güçlerin emperyalist rekabetleri bağlamında değerlendirmektedir. Onlara göre 19. yüzyılın ikinci yarısında İngilizler ve Ruslar arasında Müslüman ülkeler üzerinde şiddetini oldukça artıran bu rekabet, kendisine karşı bir tepki olarak pan-İslamizmi doğurmuştur. Bu coğrafyalardan ve özellikle Orta Asya ve Hindistan Müslümanları, bu iki emperyalist güce karşı Osmanlı halife-padişahından yardım talep etmişler ve bu liderin etrafında bir Müslüman birliği kurulması fikrini sürekli tartışmışlardır.

İşgal altında ya da her an işgal edilme tehdidini yaşayan Hindistan, Endonezya, Afrika ve Türkistan’daki Müslümanlar halifeliği kendilerini tek bir liderin etrafında toplayabilecek ortak bir kurum haline getirmeyi amaçladılar. “Başlangıcı 18. yüzyılın sonlarına kadar uzansa da bu hareket 1850’lerde İslâm dünyasının sınırlarında gelişti. Söz konusu hareket Pan-İslamizm olarak adlandırılmış ve Batı basını tarafından Avrupa karşıtı olarak nitelendirilmiştir; oysa gerçek farklıdır. Başlangıç aşamasında Pan-İslamizm yerel ve bölgesel konuların üstünde olan sömürgecilik karşıtı ve çağdaşlaşma yanlısı bir hareketti.” 306 Zira, Osmanlılardaki Batı karşıtlığı düşüncesinin bir boyutunu oluşturan pan-İslamizmin “sadece İslâm-Hıristiyanlık arasındaki çatışmalara indirgenemeyeceği ve indirgenmemesi gerektiği ortadadır.”307

Osmanlılar açısından ise durum benzer bir nitelik taşımaktaydı. Avrupalı güçlere karşı yitirilen savaşların ve toprak kayıplarının, siyasal ve ekonomik gücün ve prestijin kaybının verdiği acının bir sonucu olarak yeni bir Osmanlı yurtseverliği duygusu Tanzimat döneminin son on yılında ortaya çıktı. İslâmî birliği ilk savunanlar Genç Osmanlılardı. “Bu Müslüman entelektüel grup Osmanlı devletinin modernleşmesinin Osmanlı bağımsızlığın ve toprak bütünlüğünün korunmasının

305

C. V. Findley; Dünya Tarihinde…, s. 204.

306

Kemal H. Karpat; Türkiye ve Orta Asya, Çev. H.Gür, İmge Kitabevi, Ankara, 2003, s. 161.

307

Cemil Aydın; The Politics of Anti Westernism in Asia: Visions of World Order in Pan-Islamic

ilkesel bir aracı olduğuna inanıyorlardı.” 308 Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla ilgili olarak devletin dış saldırılara karşı kendisini korumada aciz kalmasının oluşturduğu küçük düşürücü durum, Almanya ve İtalya’nın bütünleşik birer yapı olarak ortaya çıkmasının verdiği ilhamla Genç Osmanlılar siyasal, askerî ve ekonomik kurumların modernleşmesinin gerekliliğine inandılar. Onlar için Osmanlı devleti parlamento gibi Batılı modern kurumlarla tanışmalı ve ayrıca kendi bağımsızlığını koruyabilmek için kendisine İslâm dünyasının koruyuculuğu rolünü tamamen yüklemeliydi. “Anti-emperyalizm, 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nu yaşatmanın araçlarından biri olarak görülmeye başlamıştır. Bu anti-emperyalist çabaların en önemli sonuçlarından birisi Osmanlı hükümetinin İngiliz karşıtı pan-İslamizm kampanyasında da açıkça görüldüğü şekliyle emperyal dünya düzeninin gayr-i meşruluğunun pekiştirilmesi olmuştur.”309

Genç Osmanlıların Pan-İslamist fikirleri 1876 anayasasının 3. Maddesinin (sultanı İslâm dünyasının halifesi olarak ifade eden) girişinde yer alan ifadelerin sorumlusuydu. II. Abdülhamit döneminin başlamasıyla birlikte Pan-İslamizm Osmanlı devletinin ideolojisini ve dış politikasını belirlemede önemli bir rol oynadı. Batı’da ortaya çıkan pan-ideolojilere karşı üretilen bir tez olarak Pan-İslamizm, “Batı medeniyetinin milliyetçi, rasyonalist ve pozitivist fikirleri ile bütün emperyalizm türlerinin yayılmacı doğasına karşı reaksiyon üreten bir fikirdi.”310

II. Abdülhamit, Pan-İslamist düşüncelerini esas olarak hilafet unvanına yaptığı vurguyla güçlendirmiştir. Sultan, hilafet unvanını hem iç hem de dış politikada önemli bir derecede aktif bir unvan olarak kullanmıştır. O dönemde bazı Arap ve İngilizlerin bu unvanın kullanımına ilişkin başlatmış oldukları tartışmalar311, II. Abdülhamit’in Müslüman devletlerle ilişkilerini etkileyecek bir öneme sahip olamamıştır. Aksine, “Batı emperyalizminin yönetimi altına giren Müslüman

308

M. Kia; a. g. e., p. 133.

309

C. Aydın; “Emperyalizm Karşıtı…”, s. 42.

310

Şaban H. Çalış; “The Origins of Modern Turkish Foreign Policy: Ottoman Psychological Background”, Foreign Policy, Vol. 27, No. 3-4, 2001, p. 80

311

Ş. Tufan Buzpınar; “Opposition to the Ottoman Caliphate in the Early Years of Abdülhamid II: 1877-1882, Die Welt des Islams, Vol. 36, Issue 1, March 1996, p. 59.

sayısının giderek daha fazla artması, tarihin Osmanlıların lehine işlemesini ve Osmanlıların Pan-İslamist iddialarının güçlenmesine neden olmuştur.”312

Her şeyden öte Rus çarı Osmanlıların iç işlerine karışırken, sultanın Ortodoks Hıristiyan unsurlarının savunmasını ve korunmasını Pan-Slavizm çerçevesinde kullandı. Benzer şekilde sultan Rusya’daki ve İngiliz Hindistan’ındaki Müslümanların koruyuculuğunu Pan-İslamizmi haklı çıkarmak ve Çarlığın ve İngilizlerin kontrolü altında bulunan bu bölgelere yönelik müdahalelerini meşru hale getirmek için kullanabilirdi. “Ancak yine de Osmanlıların özellikle Orta Asya ile kurduğu diplomatik temaslar, bir pan-İslamist girişimden öte İngilizlerin Ruslara karşı yürüttüğü politikanın bir parçası olarak değerlendirilebilir.”313 Zamanla ortaya çıkacak olan (Ertuğrul firkateyni gibi) gelişmeler de göstermiştir ki, İngilizlerin Osmanlılar tarafından yürütülen ve pan-İslamizm kavramı altında değerlendirilebilecek politikalarından rahatsız olduğu örnekler de bulunmaktadır.

Sonuç olarak pan-İslamizmin çok boyutlu bir hareket olduğu, başta Osmanlılar olmak üzere Batılı olmayan (non-western) direnişlerin bir yansıması olduğu kadar bu hareketin, büyük güçler için de politik bir araç olduğu görülmektedir. Ancak Osmanlıların yaptığı adlandırma, pan-İslamizm denilen olgunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır: İttihad-ı İslam. “Müslüman entelektüellerin küresel moderniteye dair evrensel tasavvurlar ile Avrupa merkezli dünya düzeninin gayr-i ahlakî ve emperyalist politikaları arasındaki gerilim, onları uluslararası sahada aradıkları eşitlikle daha uyumlu olabilecek alternatif bir dünya düzeni tasavvur etmeye sevk etmiştir.”314 İmparatorluğun varlığını kaybetmesine engel olacak politik bir seçenek olarak ittihad-ı İslâm Müslümanlar arasında milliyetler üstü dayanışma sürecinin adıdır.

Bu dayanışma fikri 1878 yenilgisinden sonra yükselişe geçmiştir. Bu tarihten sonra Osmanlı fikir adamları bu dayanışmanın içeriği hakkında çeşitli düşünceler üretmişlerdir. Avrupalıların savunduğu şekilde, bu fikirlerin İngiltere’nin çıkarlarına

312

Selim Deringil; “Legitimacy Structures in the Ottoman State: The Reign of Abdülhamid II: 1876- 1909”, International Journal of Middle East Studies, Vol. 23, No. 3, August 1991, p. 345.

313

D. E. Lee; a. g. m., p. 284.

314

karşı bir tehdit olduğu iddiasına ise “ya bu iddiayı tamamen reddederek ya da Batılı hâkimiyetin yaygın tehdidine karşı barışçıl ve savunmacı bir metot olarak müdafaa etmişlerdir.”315 Ayrıca ele alınan dönemde teorik ve pratik açıdan şekillen pan- İslamist politikalar çok daha sonraları, Rus – Japon savaşından sonra “Kazan medreselerinde yetişen Sibiryalı âlim Abdurreşid İbrahim Efendi, miladi 1909 senesinde Japonya, Kore ve Çin’i ziyaret etmesine, bu ülkelerin önde gelen şahsiyetleriyle yaptığı görüşmelerde ve bu ülkelerin önde gelen gazetelerine yazdığı makalelerde “İttihad-ı Şark” propagandası yaparak Uzakdoğu hükümetlerini ve halklarını emperyalizme karşı birleşmeye çağırmasına”316 önemli bir kaynak teşkil etmesi açısından da önem arz etmektedir.