• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KAVRAMSAL ve TEORİK ÇERÇEVE

1.1. Bir İmparatorluk Olarak Osmanlılar

1.1.5. İmparatorluklar ve Emperyalizm

İmparatorluklarla ilgili en tartışmalı konulardan birisi imparatorluklarla emperyalizm arasındaki ilişkidir. Birçok Avrupalı gözlemci imparatorlukları açıklamakta genellikle emperyalizm kuramlarını kullanmaktadır. Bu da çoğunlukla onların Avrupalı örneklerden hareket etmesinin bir sonucudur. Buradaki sorun esas olarak bugünün kavramlarıyla geçmişi anlamaya çalışmaktır. Emperyalist kuramlar bütün imparatorluk örneklerinde açıklayıcı olmamaktadır. Ayrıca emperyal kuramlarla emperyalizm kuramlarını birbirinden ayırmak gerekmektedir. “Emperyalizm kavramı ve ilgili kuramlar imparatorlukların oluşumunu temelde merkezden periferiye doğru giden bir süreç olarak görür ve bu tek yönlü bakış reel imparatorlukların incelenmesinde daha ziyade bir engel oluşturur.”75 Bu bakımdan Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu politikalarını emperyalist kuramlar çerçevesinde açıklamak ne kadar mümkündür ya da daha temel bir soru olarak Osmanlılar emperyalist bir imparatorluk mudur soruları gündeme gelecektir.

Buradaki birinci sorunlu alan H. Münkler’in de tespit ettiği gibi emperyalist kuramların merkezi temel alan bir yaklaşım geliştirmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşım esas olarak imparatorlukların bir sömürü düzenini arzuladıkları ve bu arzu çerçevesinde bir emperyal düzen kurdukları varsayımından hareket eder. “Hobson, Lenin ve Schumpeter ve onların takipçileri için imparatorluk emperyalizmdir. Dahilî bir ürün olan merkez, dışa doğru yayılmayı teşvik eder ve bunu sermaye sahiplerinin kârlarını artırma şehvetlerini tatmin etmek için yapar. Merkeze dayalı (metropolitan) bu yaklaşım emperyalizmin sanayileşme için ve yerel siyasal ve ekonomik durgunluk problemini çözmek için ihtiyaç duyulan bir yöntem olduğunu düşünür.”76 Dolayısıyla bu tür yaklaşımlar imparatorluğu öncelikli olarak ekonomik güçlerin bir ürünü olarak görürler. Bu nedenle de periferinin bütün kaynaklarını sömüren, periferi fakirleşirken kendisi zenginleşen, bunu yaparken de herhangi bir ahlâki sınırla kendisini sınırlamayan bir imparatorluk imgesi ortaya çıkar. Prestij kazanmak, daha güçlü olmak ya da daha fazla kâr elde etmek için

75

H. Münkler; a. g. e., s. 23.

76

yabancı alanların ekonomisine nüfuz eden ya da oraları işgal eden Avrupa’nın sömürge imparatorluklarının ortaya çıkışıyla bu imge daha da keskinleşmiştir.

Bu imgeyi sorgulatacak bir şekilde, emperyalizmin hâkim merkez odaklı yaklaşımına karşı periferi odaklı bir bakışa da yer verilmelidir. Periferideki iktidar boşluklarına ve ekonomi dinamiklerine, bölgesel çatışmalarda yenik düşenlerin müdahale ricalarına ve yerel otoritelerin kararlarına da bakılmalıdır. “John Gallagher ve Ronald Robinson gibi imparatorluk tarihçileri periferi üzerine odaklanmışlardır. Onlar, Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi Avrupalı imparatorlukların başkentlerinden uzak olan bölgelerdeki krizlerde emperyal genişlemenin gerçek araçlarını keşfetmişlerdir. Onlara göre bu ast toplumların zayıflığı ve çöküşü imparatorluğu izah etmektedir.”77

Son zamanlarda kullanılan “davet üzerine imparatorluk”78 ifadesi öncelikle periferinin imparatorlukların oluşumundaki öncülük işlevini de ortaya koymaktadır. Hiç kuşkusuz, merkezden periferiye doğru iten, kendi iktidar alanını giderek genişleten bir emperyal dinamik vardır; fakat periferiden çıkan ve yine aynı şekilde egemenlik alanının genişlemesine yol açan bir çekim gücü de vardır. Emperyalizm kuramları merkezin dinamiğinin belirleyici olduğunu varsayar, ama burada periferinin daha yakından incelenmesinin imparatorlukların politikalarını analiz etmek için önemli olduğundan yola çıkılmalıdır.

“Büyük strateji (Grand strategy) üzerine kurulu imparatorluk pek yoktur. Çoğu imparatorluk varlığını tesadüflerden ve aslında gerekli yetkiye bile sahip olmayan insanların aldığı öznel kararlardan oluşan bir karışıma borçluydu. Bu açıdan bakıldığında neredeyse her imparatorluk in a fit of absence of mind, bir dalgınlık anında ortaya çıkmıştır. Bu meşhur ifadesi tam da stratejik biçimde tekyönlü olmasıyla imparatorlukların oluşum tarihine müdahil olmuş o aktörlerin

77

M. W. Doyle; a. g. e., p. 21.

78

Yeni bir kavram olan “empire on demand” ya da “empire by invitation”, periferiden gelen bu çekim gücüne işaret etmek için kullanılmaktadır. Son dönemlerde ABD için kullanılan bu kavramların tarihsel açıdan klasik imparatorluklar için de açıklayıcı gücü bulunmaktadır. Bkz: Geir Lundestad; “Empire by Invitaton? The United States and Western Europe, 1945-1952”, Journal of Peace

Research, Vol. 23, No. 3, September 1986, pp. 263-277. Ayrıca bkz: Patrick Stephenson; “Empire on

gayretkeşliğinin ve bilinçliliğinin emperyalizm kuramları tarafından ne kadar abartıldığını ortaya koyar.”79

Emperyalizm kuramlarıyla ilgili ikinci sorunlu nokta, Rus ve Osmanlı İmparatorlukları örneğinde açıkça görüldüğü şekliyle, imparatorluğun nimetlerinden yararlanan kesimlerin periferiden getirilen kişiler olmalarıdır. “Osmanlılar fetihlerini gerçekleştirir gerçekleştirmez imparatorluk çapında kurdukları bürokrasi ile merkezîleştiler. Bunu Balkan eyaletlerinden asker toplama takip etti. İmparatorluğun birbirinden farklı parçalarını birbirine entegre ettiler. Arnavutluk’un köle-askerleri ve bürokratları kendilerini Suriye, Romanya ve diğer uzak bölgelerde güçlü bir pozisyonda buldular. 80 Benzer biçimde Rus İmparatorluğu’nun “asıl kazançlıları başka türlü asla sahip olamayacakları pozisyonlara emperyal düzen sayesinde gelen periferik gruplar ve ulusal azınlıklardı. Bu durum emperyal hâkimiyet kuramlarıyla açıklanabilir ancak emperyalizm kuramlarıyla açıklanamaz.”81

Üçüncü problemli alan, imparatorlukların karar alma mekanizmasıyla ilgilidir. Emperyalizm kuramları bütün bir emperyal düzenin kontrolünü sağlayan ve emperyal düzenin oluşturduğu kazancı elde etmeye çalışan bir güç merkezinin varlığından hareket etmektedir. İmparatorluklarda merkez, geniş bir alana hükmetmek durumunda olduğundan bu kadar büyük coğrafyaların kontrolünde yerel karar mekanizmalarına güvenmek zorundadır. Dolayısıyla emperyal merkezin periferi üzerinde ve periferinin de emperyal merkezin kararları üzerinde bir etkisi söz konusudur. Bu açıdan birçok imparatorluğun yapısı, düzeni ve kararları sadece merkezin bakış açısıyla açıklanamaz. Bir imparatorluk için hayati önem taşıyan pek çok karar, periferide bulunan ya da perieri kökenli olup siyasî algıları da o doğrultuda olan kişi ve gruplar tarafından alınmıştır.

Dördüncü problem, emperyalizm kuramlarının imparatorlukların bütün kararlarını ekonomik bir kazanç sağlamaya yönelik motivasyonla ilişkilendirmesinden kaynaklanmaktadır. Birçok imparatorluk örneğinde, emperyal

79

1883’te İngiliz tarihçi John Robert Seeley Britanya İmparatorluğu’nun in a fit of absence of mind, yani bir dalgınlık anında ortaya çıktığını söylemiştir. (Aktaran) H. Münkler; a. g. e., s. 23.

80

M. W. Doyle; a. g. e., p 107-108.

81

düzenin ürettiği birçok kararda, ekonomik kazanç getirmenin aksine bu kararların imparatorluk için ekstra maliyetler getirdiğine ilişkin birçok örnek verilebilir. Dolayısıyla emperyal bir düzenin iktidarının bir unsuru olarak iktisadî iktidarından bahsetmekle bütün bir emperyal düzenin iktisadî dürtüyle hareket ettiğini söylemek arasında fark vardır. Diğer iktidar türlerinde olduğu gibi imparatorluklar da siyasal, ekonomik, askerî ve ideolojik iktidarını82 kurmaya ve sürdürmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede emperyal düzenin karar alıcı elitlerinin bu düzeni sürdürmeye yönelik aldıkları kararları siyasal iktidarını, askerî iktidarını ya da ideolojik iktidarını sağlamlaştıracak adımlar olarak değerlendirmemiz gerekecektir.

Beşinci problem ise, emperyalist açıklamaların genelde imparatorluğu yöneten seçkinlerin kendi özünden olmayanları sömürmesine dayanmasıdır. Oysa Osmanlı örneğinde bu tür bir durum söz konusu olmamıştır. “Başlıca rakibi Habsburg’dan farklı olarak Osmanlı İmparatorluğu, herhangi bir ırkî özün söz konusu olmadığı sınırları belirli bir devletti. Türkçe konuşan Sünnî hanedan imparatorluğu yönetiyordu fakat Anadolu’daki Türkçe konuşan halk imtiyazlı bir konuma sahip değildi. Bu sebeple Osmanlılarda diğer etnik unsurların yerleştiği farklı bölgeleri sömüren herhangi bir etnik özün varlığından bahsedemeyiz.”83

Bu problemler nedeniyle imparatorlukları anlamamız açısından engel teşkil eden emperyalist kuramların yine aynı problemler nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu’nun anlaşılması için oldukça yetersiz olduğu görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çoğu zaman siyasî ve askerî alanda elde ettiği iktidarı ekonomik alanda sağlayamayan imparatorluklardan biri olarak kabul edilmektedir. “Nitekim Çarlık Rusyası, Osmanlı İmparatorluğu ya da İspanya İmparatorluğu iktisadi iktidarını askerî iktidarı kadar güçlü kılmayı başaramadı, bu da ya imparatorluğun erkenden zayıflamasına ya da askerî aygıtın imparatorluğu iflasa sürükleyecek kadar büyümesine yol açtı. Roma ile Britanya imparatorlukları bunu başarmıştır.”84 Ekonomik sistem açısından kapitalizmden tamamen farklı olan Osmanlı

82

İktidar kavramı ve iktidar türleri için bkz: Michael Mann; The Sources of Social Power, 2 Volumes, Cambridge University Press, New York, 1986.

83

C. Aydın; “Emperyalizme Karşı…”, s. 44.

84

ekonomisinin imparatorlukları kapitalist kâr güdüsüyle açıklayan emperyazlim kuramlarıyla açıklanması yine olanak dışıdır. Piyasa ekonomisine geçemeyen, bir burjuva sınıfı oluşturamayan ve bu nedenle yıkılmaktan kurtulamayan bir Osmanlı imgesi akademisyenler tarafından sıkça vurgulanmaktadır.85 Bu açıdan Osmanlıların emperyalizm kuramıyla irdelenmesi bilimsel olarak mümkün değildir. Bu kuramlar sadece belirli bir derecede bazı Avrupalı sömürge imparatorluklarını86 açıklayabilir, daha fazlasını değil.