• Sonuç bulunamadı

Veraset Meselesi Üzerine Bir Değerlendirme

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETİ’NİN YÖNETİM SİSTEMİ VE ŞEHZADELİK 7

1.3. Veraset Meselesi ve Kardeş Katli

1.3.1. Veraset Meselesi Üzerine Bir Değerlendirme

Veraset meselesi, Osmanlı Devleti’nde şehzadelik kurumunun yapısını ve işleyişini anlayabilmek adına oldukça önemlidir. Şehzadelik kurumunun kardeş katli meselesinin ve ölümlere gösterilen tepkilerin tarihsel bağlamı içerisinde değerlendirilebilmesi için Osmanlılardaki veraset meselesine ve tabi öncesinde Osmanlının kökenlerinin ve kültürünün dayandığı devletlerin veraset meselesine bakışlarını iyi anlamak gerekir. Eski Türklerden Osmanlılara kadar Türk devletlerindeki idari yapı, hükümdarlık ve veraset anlayışı üzerine yapılmış çalışmalarda epey malumat bulunmaktadır. Yapılan çalışmalarda önemli bilgiler yer almakla beraber veraset sistemine ilişkin kesin bir çerçeve çizilememiş konu bütüncül bir şekilde ortaya konmamıştır. Yazılan hemen her metinde bir takım soru işaretleri bulunduğundan bu konunun uzun bir süre daha tartışılacağı düşünülmektedir. Bu sebepten kardeş katlini anlayabilmek adına öncelikle veraset meselesi hakkında yapılmış çalışmalar üzerinden sadece genel bir değerlendirme yapılacaktır.

Türklerde saltanat veraseti meselesini anlamlandırmak için Türk geleneklerinde devlete, hükümdara ve millete nasıl vasıflar atfedildiğine bakmak gerekir. Türk milleti için, devleti kutsaldı, huzur ve güvenin mutlak koşuluydu. Bu sebeple devletsizliği asla düşünmemiş hatta devletsizliği yok olup gitmekle bir tutmuşlardı. İnançlarına göre hükümdar Tanrı tarafından seçilmiş, kendisine “kut” verilmişti114. Türklerin hakimiyet telakkisinde önemli rol oynayan kut, Türk ve Moğollar tarafından genellikle gökten inen

113 Peirce, Harem-i Hümayun – Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, 66.

114 Mehmet Suat Bal, “Türk Saltanat Veraseti Usulü ve Türkiye Selçuklu Devleti’nde Uygulanışı”, Türk

33

bir nur olarak tasvir edilmekteydi. Han ailesi bu nurdan meydana gelirdi ve mukaddesti115.

Eski Türk Devletlerinde kesin çizgilerle belirlenmemiş olmakla birlikte veliaht gösterme adeti vardı. Kağan’ın seçtiği veliaht her zaman büyük evlat olmayabilirdi. En büyük evladın tahta çıkması hadisesi diğer kardeşlerden birinin babanın yerini almasından daha azdı116. Aslolan liyakat ve yetenekti. Kağan bu hakkı bir kişiye tahsis etmemekle devletin başına geçecek olanın dirayet ve yeteneğini göstererek başa geçmesini isterdi. Veliaht seçme de bu mana da bir formaliteden öteye geçmemekte bir bakıma rekabeti kuvvetlendirmek adına atılan siyasi bir adım olarak gözükmekteydi. Dolayısıyla tahtın varisini belirlememek “kut”tan beklentiyi de gözler önüne sermekteydi117.

Türklerde kut anlayışının bir yansıması olarak Oğuzname’de Oğuz Han ve oğulları arasında cereyan eden bir hikaye anlatılır: Oğuz Han altı oğlu ile beraber pek çok fetih yaptıktan sonra asli vatanına döndü. Bir kurultay topladı. Binlerce hayvan kestirip büyük bir toy yaptı. Üç büyük oğlu Boz-oklar sağda, üç küçük oğlu Üç-oklar solda oturdu: Oğuz Han “Ey oğullarım, çok savaştım, artık çok yaşlandım. Düşmanları ağlattım; dostları sevindirdim. Gök-Tanrı’ya borcumu ödedim” dedi ve topraklarını oğulları arasında pay etti. Ok-yay bağlantısı üzerinden Üç-okların Boz-oklara tabi olduğunu bildirdi118. Bu anlatı üzerinden bir yorumda bulunacak olursak Oğuz Han büyük oğullarını varis kılmış gibi gözükebilir ancak arka planda toprağı eşit bir şekilde oğullarına taksim etmiş olması da bize kut kavramını hatırlatır. Oğullarından herhangi birinin adını vermek yerine hepsine eşit imkanlar sunması bir bakıma güçlü olanın yani nihayetinde kendisine kut verilenin tahta oturacağını göstermektedir.

Gök-Türk hükümdarı Bilge Kağan’ın kitabesinde şu ifade, Türklerde saltanat veraseti meselesinin en eski vesikalarından biri olmuştur. “Kagan uçdukta özüm sekiz yaşda kalktım, ol törüde üze eçim kagan olurtı”. Bu ifadeye bakacak olursak Kağan öldüğünde sekiz yaşında olan Bilge Kağan’ın yerine amcasının tercih edilmiş olması, bir veraset kanunu var mıydı? Büyük olanın tahta çıkmada tercih edilmesi söz konusu muydu?

115 Halil İnalcık, “Osmanlılar’da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”, Ankara

Üniversitesi SBF Dergisi 14/1 (1959): 74.

116 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 32. Basım (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2011), 260.

117 Eroğlu, Osmanlı Devletinde Şehzadelik Kurumu, 28.

34

sorularını akla getiriyor. Törü kavramı burada kanun manasında ele alınırsa verasetin bir kanunla düzenlenmiş olduğunu düşünmekte mümkündür119. Ancak yine de bu konuyu netleştirebilecek bir yorum değildir.

Eski Türklerde hakimiyeti şekillendiren esaslardan biri hakimiyetin han ailesi içerisinde belirli bir kişiye değil, ailenin bütün üyelerine ait olmasıdır. Yukarıda bahsettiğimiz Oğuz Han’ın ülke topraklarını oğulları arasında bölüştürmesi yani “ülüş” sistemi bu geleneği açık bir şekilde gösterir120. Devlet ve dolayısıyla devlete ait bütün topraklar han soyuna mensup olanlara aittir. Veraset meselesi de toprağın tam olarak kime ait olacağı kesinleştirilmediği için hem Eski Türkler’de hem ondan sonra gelen devletlerde siyasi kavgaların taht mücadelelerinin başlıca kaynağı olmuştur.

Osmanlının idari, hukuki, kültürel hayatının kaynaklarından biri olan İslam anlayışında veraset meselesi bir kurala bağlanmış mıydı bir de ona bakmak gereklidir. İslam Devleti ilk olarak Hz. Muhammed’in Medine’de kurmuş olduğu yapıdır. Devlet başkanı vasfıyla Hz. Muhammed vefat etmeden önce yerine herhangi bir varis bırakmamıştır. Hz. Peygamber’in varis göstermeden vefatının ardından halk arasında bir kargaşa ortaya çıkmış Hz. Ebubekir’e biat yoluyla halifelik teslim edilmiştir121. Ardından Hz. Ebubekir hasta yatağında iken sahabeden bazı kimseleri yanına çağırarak kendisinden sonra Hz. Ömer’in halife olmasını istediğini ifade etmiş ve orada bulunan sahabeden Hz. Ömer’in halifeliği için biat almıştır122. Bu şekilde hilafet farklı bir yöntemle el değiştirmiştir. Hz. Ömer kendisinden sonra hilafet makamına gelecek kişiyi altı kişiden oluşan bir şura heyetine bırakmıştır. Bu kişiler yaptıkları görüşmeler neticesinde Hz. Osman’ı seçip ona biat etmişlerdir. Hz. Osman’ın şehit edilmesi ardından Hz. Ali’ye biat edilmiştir123. Emeviler döneminde ise hilafetin devri köklü bir değişikliğe uğramıştır.

Muaviye bin Ebu Süfyan’ın hilafet makamına zor kullanarak geçmesiyle hilafet makamı saltanata dönüştürülmüştür. İlk dört halifenin seçim şekillerinden farklı olarak, yakın akrabası olması gerekçesiyle Hz. Osman’ın kanını dava ederek Muaviye, kılıç

119 İnalcık, “Osmanlılar’da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”, 70.

120 İnalcık, “Osmanlılar’da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”, 82-83.

121 Casim Avcı, “Hilafet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1998), 17:540.

122 Haşim Şahin, Orta Zamanın Türkleri – Orta Çağ İslam ve Türk Tarihine Dair Yazılar (İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2011), 33.

35

kuvvetiyle hilafet makamına oturmuştur124. Böylece, ilk dönemdeki kısmî şuraya dayalı hükümdar seçimi biçim değiştirmiş ve babadan oğula aktarılan bir sisteme dönüşmüştür. Muaviye, kendisinin ihtiyarlamış olduğunu öne sürerek bu sebepten ölümünün ardından yerine birisinin halife olması için veliaht tayin edilmesini uygun görüp bu iş için oğlu Yezid’i varis göstermiştir. Muaviye valilerine mektuplar göndererek oğlunun veliahtlığı için biat istemiş kabul edenlerin kendisine bir heyet göndermesini talep etmiştir125. II. Muaviye ve Abdülmelik b. Mervan’dan sonraki halifelere de Yezid için uygulanan metot uygulanmış ve biat alınmıştır126. Böylece halifelik babadan oğla intikal ettiği gibi veliaht tayin etme usulü de uygulanmaya başlamıştır.

Abbasi Devleti’nde de Emeviler’den itibaren başlayan gelenek devam etti. Emeviler’e yönelik, hilafetin saltanata dönüştüğü ve bu sebeple dine önem verilmediği hususundaki eleştirileri olmasına rağmen, gösterişe kaçan bazı dini uygulamaları hariç kendileri de aynı usulü takip ettiler127. Hatta bu konuda yaş sınırı bile görmezden gelinerek daha önceki uygulamalara zıt bir tavır sergilediler. Henüz büluğ çağına bile ermemiş kişileri halife ilan ederek128 hilafet makamının kaidelerinden birini fiili olarak reddettiler. Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte toplum içerisinde inanç, düşünce ve yaşam tarzında birtakım değişiklikler ortaya çıkmıştı129. Eski Türk hakimiyet anlayışını benimseyen Karahanlılar aynı zamanda bu anlayışı İslamla harmanlamayı bilmiş ve hakimiyetin Tanrı tarafından verildiği inancını İslam inancıyla başa baş sürdürmüşlerdi. Hükümdarlığı kutsal sayan Karahanlılar’da da kut’un kan yoluyla Han’ın bütün oğullarına intikal ettiği düşünülmekteydi130. Karahanlılar’da da herhangi bir veraset sistemi oluşmadığından saltanat Han öldükten sonra kim güçlü ise onun eline

124 İsmail Yiğit, “Emeviler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 11:88.

125 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, 13. Baskı (İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2014), 190-110.

126 Avcı, “Hilafet”, 17:541.

127 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, 9. Baskı (Ankara, TDV Yayınları, 2011), 13.

128 Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, 114.

129 Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet (İstanbul: Nakışlar Yayınevi, 1980), 19.

130 Abdülkerim Özaydın, “Karahanlılar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 20:410.

36

geçmekteydi131. Gaznelilerde ilk idareciler seçimle işbaşına gelirken daha sonra Sebüktegin ile birlikte artık saltanat babadan oğula intikal eder olmuştu132.

Büyük Selçuklular döneminde de daha önceki Türk devletlerinde olduğu şekilde devlet hanedanın ortak malı sayılmaktaydı. Aile üyeleri, devlet yönetimine iştirak bağlamında devletin muhtelif yerlerinde valilik vazifesi yaparlar ve geniş topraklara sahip olurlardı133. Devleti hanedanın ortak malı sayan Türk hukukunun gücünü yıkmak, saltanata geçme usulünü değiştirmek pek mümkün olmadığından her sultanın ölümü dolayısıyla bir taht kavgasını doğuruyordu134. Selçuklu Sultanlarının meşru veliahtlar tayin edip hatta bu veliahtlar için daha sağlıklarında devlet ricalinden ve kumandanlardan biat almalarına rağmen hanedanın devamı boyunca önemini muhafaza eden veraset usulünün olmayışı anlaşmazlıklara yol açmış ve Selçuklu devletinin zaafa düşürmüştür135.

Serahs zaferinin ardından Tuğrul Bey, kardeşi Çağrı Bey’in ve amcası Arslan Yabgu’nun yerine tercih edilerek yeni kurulan devletin başına getirilmiştir. Onun ardından büyük sultanlık, Kardeşi Çağrı Bey ve onun soyuna intikal etmiş fakat Arslan Yabgu’nun soyundan gelenler Büyük Selçuklu tahtı üzerinde hak iddiasında bulunmuşlar bu yolda mücadele vermekten kaçınmamışlardır136. Tahtın üstüne oturacak kudret kim de hasıl olduysa yahut talih kimin tarafını tuttuysa o saltanatı elde etmiş, soyunun ona tanıdığı tırnak içinde kutsal sayılan yetenekleri sayesinde sultan olmuştur. Harizm başlangıçta kendi başına bir eyalet iken sonradan Selçuklulara tabi bir devletin ve ardından çok geniş bir alana hükmeden bir imparatorluğun kurulduğu yer oldu. Onlar Büyük Selçuklu Devleti’nin teşkilatını kendilerine örnek aldılar137. Harzemşahlarda da tahta geçişi belirleyen bir kanun mevcut değildi. Harzemşah Alaaddin Muhammed (1200-1220), büyük oğlu Celaleddin’i ve ikinci oğlu Rükneddin’i atlayarak küçük oğlu Kutbeddin’i veliaht olarak seçmiş, fakat sonradan 1220’de Moğolların önünden

131 “Karahanlılarla ilgili kısımdan anladığımız kadarıyla saltanat genel olarak babadan oğula devretmiş fakat bu herhangi bir kural çerçevesinde olmamıştır.” Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi,130-176.

132 Erdoğan Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi (Ankara: TTK Yayınları, 1989), IX.

133 Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, 19.

134 Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, 306.

135 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1972), 140.

136 İnalcık, “Osmanlılar’da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”, 71.

137 Aydın Taneri, “Harizmşahlar”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 16:230.

37

kaçarken Kutbeddin’in yerine daha yetenekli gördüğü Celaleddin’i Halefi olarak tayin etmiştir138. Burada da açıkça liyakatin önemi görünmektedir.

Büyük Selçuklularda olduğu gibi Anadolu Selçuklularında da devlet hanedanın ortak malı sayılmaktaydı. Bir süre Bizans İmparatorluğunun fitnesiyle şehzadeler arasında vuku bulan saltanat mücadeleleri eski kanunun geçerliliğini kaybetmesine ve yeni hükümdarın, kardeşlerini çoğu zaman katletmelerine sebep olmuştur. I. Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra oğulları arasındaki taht mücadelesinde Mesud kardeşlerine karşı zafer kazanmış, ondan sonra tahta geçen II. Kılıç Arslan da aynı mücadeleye atılıp muvaffak olmuştur139. Veraset geleneği İlhanlı Devleti’nde de ırsen intikal etmekte ve alışılageldiği üzere saltanat babadan oğla intikal etmekteydi. Hükümdarın eşlerinden doğan erkek çocuklar eşit haklara sahip olmaktaydı. Bu eşitliğin ortaya çıkardığı sorunlar, hükümdarın oğullarından başka torunları bulunduğu vakit bir kat daha artmaktaydı. Saltanata çıkmak için belirli bir hüküm mevcut değildi140.

Peki kadim geleneklere sıkı sıkıya bağlı Osmanlı Devleti’nde de toprak aile üyelerine dağıtılmış mıydı? Onların veraset sistemine bakışı ve yorumlayışı kendinden önceki devletlerin izini takip etmekten öte bir yenilik kazandırmış mıydı? Şehzadelerin sancaklara gönderilmiş olmaları toprağın bölüşülmesi açısından bir gösterge miydi? Osmanlı Devleti, Eski Türk geleneğinden gelme önceki Müslüman Türk devletlerinin aksine, iktidarın ve hükmedilen toprakların hanedan üyeleri arasında bölünmesi yüzünden ortaya çıkan parçalanma tuzağına düşmedi141.Osmanlı Devleti daha kuruluş yıllarından itibaren fethedilen yerlere aile üyelerini yönetici sıfatıyla göndermişti. Hanedan üyesi birinin fethedilen yerlere atanmasının sebebi, hem oranın yerli halkını hanedanla uzlaştırmak, hem de çoğunlukla beyliklerden alınan bu topraklar üzerinde tam hakimiyeti tesis etmekti.

Alderson, şehzadelerin yönetici olarak sancaklara gönderilmesinin tehlikesinden bahsederken veraset meselesine dair de ufak bir yorum yapar. “Elbette daima şehzadenin görevini kötüye kullanması ve vilayetleri merkezi hükümete karşı kışkırtma tehlikesi vardı. Fakat bu tehlikenin vuku bulduğu zamanlar, buna neden olan şey, valilik

138 İnalcık, “Osmanlılar’da Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”, 71.

139 Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, 59.

140 Bertold Spuler, İran Moğolları – Siyasal, İdare ve Kültür İlhanlılar Devri 1220-1350, 3. Baskı, trc. Cemal Köprülü (Ankara: TTK Yayınları, 2011), 279.

38

sisteminin tabi zayıflığı değil, daha ziyade kesin bir saltanata geçme hukukunun olmayışı ve kardeş katli uygulamasının etkisi idi142” Veraset hukukunun olmayışının eleştirisi bu yorumda kendini gösterir. Saltanat mücadelelerinin temelinde yatan asıl sebebin, verasetin belirli bir kurala bağlanmayışından kaynaklı olduğu açıktır. Osmanlı Devleti ilk zamanlar bu meseleyi ele almamış olsa da zamanla artan taht mücadeleleri sonucunda bir uygulama geliştirmeye çalışmış ancak bu uygulama çok geç bir tarihte I. Ahmed döneminde ortaya çıkmıştır.

Peirce, varolan sancılı sürecin, gerilimlerin, taht için mücadelenin sıradan bir aileninkine benzediğini ifade eder. Tek fark, hanedan ailesinin ata mirasının uçsuz bucaksız topraklardan oluşması ve bir imparatorluk yönetimi olmasıydı. Hanedan verasetini çevreleyen esas gerilim, kuşaklar arası bir gerilimdi. Erkek ve kadın yaşlı kuşak hem bu mirası ve mirasın etrafındaki gücü denetleme, hem de genç kuşağı bu mirası devralmaya hazırlama ve izin verme gereğini dengeleme ihtiyacındaydı; fakat bu ihtiyaç genç kuşağın hakimiyeti ele geçirme konusundaki sabırsızlığı ve hakimiyeti terk etmeyen yaşlı kuşağın diretmesiyle çelişirdi. Ancak bu tutum ata mirasının yok olması ve hanedanın dağılması tehlikesini taşıyordu143.

Osmanlı Devleti gittikçe daha mutlak ve bölünmez bir hükümdarlık otoritesine yükselmiş, buna denk olarak da hakimiyetin intikali konusunda tamamıyla farklı usullere tabi olmuştur. İlk mühim gelişim safhası, uc beyliğinden saltanata geçiş evresinde gerçekleşmiştir. I. Murad döneminde başlayan merkezileşme hareketi Yıldırım Bayezid zamanında hız kazanmıştır. Osmanlı Beyi sıfatının yerine merkezi ve mutlak otorite sahibi bir sultan sıfatı yerleşmiştir. Timur’un saldırısı sonucu dağılma tehtidiyle karşı karşıya kalınmıştır. Çünkü Timur Osmanlı Devleti’nin terk ettiği bir uygulamayı yani toprağın bölünmesi uygulamasını tekrar uygulamaya koymuş bu da kardeşlerin ayrı ayrı hükümdarlık taslamasına ve taht mücadelesine neden olmuştur144. Osmanlılar sonuç olarak geldikleri noktada hem hanedanın güçlendirilmesi hem de saltanatın herhangi bir duraklamaya uğramadan sürdürülebilmesi için veraset sisteminde belki de geleneklerden koparak yeni bir model geliştiremedikleri için kendi siyasi tecrübelerinden yola çıkarak çözüm olacağını düşündükleri kardeş katlini

142 Alderson, Osmanlı Hanedanının Yapısı, 49.

143 Peirce, Harem-i Hümayun – Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, 23, 24.

39

uygulamışlardır. Pek çok açıdan hem acı bir vaka olması hem de insani açıdan, dini açıdan tartışmalara yol açması dolayısıyla bu mesele daha uzun yıllar tartışılacaktır. Halihazırda Fatih’in kanunnamesi taht mücadelelerine son noktayı koymak için düzenlenmiş olsa da istenen sonuç elde edilememiştir.

Yaşanan acı tecrübeler dolayısıyla saltanatın nasıl el değiştireceği bir kurala bağlanmamakla beraber ilk olarak II. Selim’in, şehzadelere ait sancakbeyliklerini iptal ederek sadece en büyük oğlu III. Murad’ı sancakbeyi olarak ataması oldukça önemliydi. III. Murad’da babasının izinden giderek sadece büyük oğlu Mehmed’i Manisa valisi olarak tayin edip diğer şehzadeleri sarayda bıraktırdı. Mehmed’in sancakbeyliği son şehzade göreviydi. Sonrasında hiçbir şehzade vali olarak atanmadı ve I. Ahmed dönemiyle beraber şehzadelerin kafes usulü başlatıldı145. Verasetin II. Selim ile başlatılan değişim süreci büyük oğlun daha avantajlı bir konuma yükselmesini sağlamıştı. I. Ahmed dönemiyle birlikte başlayan süreç nihayete ermiş ancak yaşı büyük olan şehzadelerin tahta çıkması bir usul haline gelirken şehzade eğitimleri büyük ölçüde aksaklığa uğramıştır. Sonuç olarak, Osmanlı Devleti de kendinden önceki Türk devletleri gibi saltanatın kime devredileceği hususunda net bir tavır sergileyememiş, yaşanan taht kavgalarının önü alınamamıştır. Tahtın ilahi kaynaklı olduğu inancı hüküm sürdüğü için başa geçen kişinin yaptığı uygulamalar mesela kardeş katli fazla tepkiye yol açmadan kabullenilmiştir. Ancak siyasal olarak gösterilmeyen tepki hem saray hem de toplum çevrelerinde duygusal izler bırakmıştır.