• Sonuç bulunamadı

Kardeş Katli ve Ortaya Çıkardığı Tartışmalar

BÖLÜM 1: OSMANLI DEVLETİ’NİN YÖNETİM SİSTEMİ VE ŞEHZADELİK 7

1.3. Veraset Meselesi ve Kardeş Katli

1.3.2 Kardeş Katli ve Ortaya Çıkardığı Tartışmalar

Kardeş katli meselesi veraset sistemi açısından önemlidir. Çünkü bu uygulama netice olarak hem gelenekten kopuşun bir göstergesidir yani tahtın güç ve kudret kime verildiyse onun eline geçmesinin bir bakıma önünün kapatılması hem de kimin hükümdar olacağı meselesinin bu şekilde önceden belirlenmiş olmasıdır. Dolayısıyla hanedandan birine taht müyesser olduğunda takdiri ilahi böyle olduğu için hükümdarlığın ona ait olduğu düşünülürken bununla birlikte taht üzerinde hak iddia etme şansı bırakılmamıştır. Bir sonraki bölümde şehzade ölümleri ele alınıp olaylar üzerinden tartışılacağı için burada sadece kardeş katlinin genel hatlarıyla incelenmesi

40

hedeflenmektedir. Zira bu uygulama Osmanlı dönemi ve sonrasında hukuksal olarak epeyce tartışılmıştır.

Kardeş katli meselesinin hukuki köklerinden söz edecek olursak öncelikle siyaseten katl ve örfi hukuk/şeri hukuk kavramlarına bakmamız gerekir. Temelde ‘siyaseten katl’ olarak adlandırılan bu süreç bir hukuki kurum olarak Abbasiler döneminde ortaya çıkmıştır. İslam’dan evvelki Arap gelenekleri Emeviler döneminde kısmen uygulanmış, ardından doğunun hükümdara tanıdığı mutlak egemenlik anlayışı Sasani ve Bizans gelenekleri ile Arap kültürünün birleşmesinden, tarihi ve sosyal vakaların da etkisiyle siyaseten katl kavramı İslam hukukuna dahil olmuştur. İslam medeniyetine giren Türklerde de, zaten daha önce hükümdarın töre yetkisi mevcut olduğundan siyaseten katl benimsenerek Osmanlı Devleti’ne kadar hemen hemen bütün Türk-İslam devletlerinde varlığını sürdürmüştür146.

Töre yukarıda değindiğimiz gibi Eski Türklerde kağan da dahil olmak üzere bütün toplumun uyması gereken hukuk kurallarıdır. Türklerde halkın talepleri amme hukukunu, hükümdarın görev ve sorumluluklarını belirleyen ve cezai işlemlerle dikkat çeken törenin tatbik edilmesi ile yerine getiriliyordu147. Bu bakımdan töreye adil bir şekilde riayet edilmesi hem kağanın gücünün hem de devletin devamlılığının güvencesiydi. Törenin bu denli önemli oluşu töresini kaybedenin devletini de yitireceği inancında saklıydı148. İslami dönemle birlikte klasik fıkıh kitaplarında yer alan ve devlet müdahalesinden bağımsız olarak meydana gelen hukuka şer’i hukuk, padişahların fermanlarıyla oluşan hukuka da örfi hukuk adı verilmişti149. Eski Türklerde hakanlar hem kendileri töre koyar hem de kadim törelere saygı gösterirlerdi. Türkler aynı alışkanlığı Müslüman olduktan sonra da devam ettirdi. Osmanlı Devleti’nde padişahlar,

146 Ahmet Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl (Ankara: Ajans Türk Matbaası, 1963), 27.

147 Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 237.

148 Pamir, “Orta Asya Türk Hukukunda ‘Töre’ Kavramı”, 360.

149 Adnan Koşum, “Osmanlı Örfi Hukukunun İslam Hukukundaki Temelleri”, SÜİFD 17 (2004): 146. Siyaseten katl hadisesi tazir cezası olarak gerçekleştirilmiştir. Tazir, had ve kısas cezaları dışında yöneticinin takdirine bırakılan ceza türüdür. Ölüm cezası da bunun kapsamına girer. Tarihte ölüm cezası genellikle siyasi mücadelelr neticesinde verilmiş, Osmanlılar döneminde de çeşitli suçlar siyaseten katl ile cezalandırılmıştır. Bkz. Tuncay Başoğlu, “Tazir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40:198-201.

41

ihtiyaç duyulduğunda, şeriate aykırı olmamak koşuluyla örfe dayanarak kendileri kanun koydu. Padişahların bu tarz kanun koyması örfi hukuk olarak adlandırıldı150.

Osmanlı Devleti hukuki yapısını geliştirerek yeni bir düzen ortaya koymaya çalışmıştır. Bu yolun temel prensibi ise örftür151. Örf ve adet manasında günümüzde anladığımız cihette örf, Osmanlılarda daha ziyade örf-i maruf veya sadece adet tabiri ile gösterilmiştir152. Örf, hukuki terim olarak, sultanın hüküm ve icra otoritesidir. Örfi kanunlar, padişahın Müslüman cemaatin hayrını düşünerek şer’i kaynak ve prensiplerin dışında, sırf kendi iradesine dayanarak ortaya koymuş olduğu kanunlardır. Örfü, fıkhın ana kaynaklarından biri sayan ulema var olduğu gibi örfü, şeriate aykırı sayanlar da vardı. Osmanlı hukukçularının deyimiyle örfi kanunların muhtevası dört maddeden ibarettir. Birincisi, şeriatın dışında kalmış bir durum ortaya çıkmalı; ikincisi, çıkan duruma dair Müslümanlar arasında yaygın olan bir adet bulunmalı; üçüncüsü, padişahın iradesi bunu tamamlamalı; dördüncüsü, bu hüküm Müslümanların hayrına olmalı ve adaleti barındırmalıydı153.

Örfi hukukun yanında şer’i hukuk bulunmaktaydı. Osmanlılarda ilk zamanlar örfi-sultani hukuk daha belirgin bir şekilde devam etmiş sonrasında ise şer’i hukuk devletin her türlü icraatına hakim olmuştur ki, bunu en iyi şekilde şeyhülislamın her çeşit devlet kararında fetva vermesi gösterir154. Örfi hukuk şer’i hukuktan beslenmediği veyahut onun onayını almadığı sürece herhangi bir anlam teşkil etmiyordu. Şeriatın kaynağı ise önce Allah sonrasında Peygamberin sünnetiydi. Şeriat kamu hukuku konusunda esas prensipler koymadığından ülkesini şeriatla yönetmek isteyen bir hükümdar büyük zorluklarla karşı karşıya kalmaktaydı. Ulema bu konuda memleketin ihtiyaç ve imkanlarına göre içtihatlarda bulunarak İslami usul ve kuralların gelişmesine katkıda bulunmuşlardı155. Dolayısıyla örfi hukuk daha ziyade kamusal hukuk alanındaki boşlukların doldurulması veyahut hakkında kesin hüküm verilmemiş suçların tespit edilip cezaların belirlenmesi hususunda Osmanlı devletinde uygulanmıştı.

150 Osman Kaşıkçı, “Anayasal Açıdan Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi”, Türkler Ansiklopedisi (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002), 10:45.

151 Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet (İstanbul: Eren Yayıncılık, 2000), 27.

152 Halil İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş: Örfi-Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları”, Ankara

Üniversitesi SBF Dergisi 13/2 (1958): 103.

153 Halil İnalcık, “Örf”, İslam Ansiklopedisi (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1964), 9:480.

154 İnalcık, “Örf”, 9:480.

42

Şer’i hukuk, dört kaynaktan beslenmekteydi. Kuran, sünnet, icma ve kıyas. Şer’i hukuk bu dört delilin ışığında İslam müçtehitlerinin fıkıh kitaplarında yazdıkları hukuki hükümlerdir. Yani Müslümanların şeriata yükledikleri anlam, bu kelimenin bizdeki algılanışına benzememektedir. Şeriat denilen şey esasında evvela Kuran’ın hükümleri ikinci olarak Peygamberin bu hükümler ışığında almış olduğu kararlar (sünnet), üçüncü olarak ise kuran ve sünnetin kaynağından beslenerek icma ve kıyas yoluyla alınan fetvalar dolayısıyla imam ve müçtehitlerin almış olduğu hukuki kuralların bütünüdür156. Osmanlı Devleti İslam hukukuna aykırı bir görüşü uygulamak bir yana Hanefi mezhebine aykırı olan görüşleri bile ciddi şartlara bağlamıştır. Örfi hukuk kuralları da bu sebepten şer’i hukuktan bağımsız değildir aksine onun kaynaklarından beslenmektedir157.

Osmanlı örfi hukuku sultanın sınırsız yasama yetkisi manasında düşünülmemelidir. Esasında İslam hukuku devlet başkanı yahut kanun koyucu merciye geniş yetkiler vermiştir. Kamu düzeninin gerektirdiği düzenlemeleri yapma yetkisi devlet başkanına verilmiştir158. Öte yandan padişahın kanun koyması şer’i hukuk tarafından onay almalıdır. Şer’i hukuka aykırı olan örfi hukuk mümkün değildir. Fiiliyatta hep bu şekilde olmamakla birlikte teorik olarak bu şekildedir. Osmanlı Devleti’nin padişahları bir kanun çıkartmak istediklerinde bunun şer’iliği önce teyit edilir ardından gerekirse fetva alınırdı. Kardeş katli meselesinde de aynı şekilde padişahın yetkisi fetva ile güçlendirilmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in kardeş katlini meşru hale getiren “ekser ulema tecviz etmiştir” ifadesinden de anlaşılacağı üzere şer’i manada kardeş katline cevaz verilmesi olası bir itirazında önünü almıştır.

Temel hukuki prensipleri İslam hukukuna dayanan Osmanlı Devleti, Kuran’ın ölüm cezası için belirttiği suçlar dışında bir uygulama ile kardeş katlini saltanatın korunması adı altında formüle etmişlerdir. Çünkü Kuran’da sadece iki hususta öldürme cezası vardır. Birisi yol kesmeden ötürü verilen ölüm cezası diğeri ise kısastır. İslam hukuk anlayışında ölüm cezası bu iki başlıktan oluşan suçlara istinaden gerçekleştirilmiştir. Hz. Peygamberden sonra iki suç için daha ölüm cezası ortaya çıkmıştır. Birincisi zina,

156 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri I (İstanbul: Fey Vakfı Yayınları, 1990), 49,47.

157 Koşum, “Osmanlı Örfi Hukukunun İslam Hukukundaki Temelleri”, 159.

158 Mehmet Akman, “Örf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 34:93.

43

ikincisi ise irtidad yani dinden dönenler için uygulanan cezadır159. Görüldüğü üzere İslam hukuku ölüm cezasını nadir suçlar için vermiştir. Osmanlı Devleti’nde padişahın mutlak yetki sahibi olduğundan söz etmiştik. Bu mutlak yetki ile örfi hukuk hakkının bir kişinin elinde toplanması esasen, siyaseten katl cezasının kötüye kullanılmasına yol açmıştır. Örfi hukuka dayanarak İslam hükümdarları, suç işlemedikleri halde sırf suç işleme ihtimalini düşündükleri kişileri, ölüm cezasına çarptırmışlardır. İslam hukukuna aykırı bir uygulama olan suç işlememiş birini öldürtmek mutlak iktidarın elinde tuttuğu gücü kullanmasından başka bir şeyle izah edilemez160.

Eski Türklerden itibaren gelen ananevi gelenek devletin, hanedanın ortak malı oluşu gerçeği Osmanlılara kadar devam etmiştir. Ülüş sistemine dayanarak devlet topraklarını hanedan üyeleri arasında bölüştürmek önüne geçilemeyen taht kavgalarını da beraberinde getirmiştir. Selçuklular da dahil olmak üzere pek çok Türk devleti bu sebepten dolayı yıkılmışlardır. Anadolu’da Selçukluların mirasını devralan Osmanlı Devleti geçmişte yaşanan ve ağır bedellerle sonuçlanan taht mücadelelerinden tecrübe kazanmış taht kavgalarını önlemek için kardeş katli gibi ağır bir usulü tercih etmiştir. Bazı yazarlar bu durumu fedakarlık olarak değerlendirmişlerdir161.

Fedakarlık olarak yorumlanmaya elbette açık olan bu mesele ardında pek çok çelişkiyi barındırmaktadır. Şer’i hukuka dayanılarak kanunlaştırılan kardeş katli ne kadar şer’idir tartışılabilir. Meseleyi daha net anlayabilmek adına Fatih Sultan Mehmed’in kardeş katlini kanunlaştırması konusunu ele alalım. Fatih’in teşkilat kanunnamesinde üzerine pek çok münakaşaların yaşandığı madde: “Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizamı âlem için katl etmek münasibdir. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar”162 maddesidir. Bu maddede kesinlikle bir zorunluluk ifadesi yer almamaktadır. Saltanata çıkan kişinin insiyatifine bırakılan kardeş katli maddesinde “münasiptir” ifadesi bu düşünceyi teyit eder. Ulemadan alınan cevaz ise ola ki bu maddeyi uygulayanlar olursa onların şer’î dayanağının hazırda bulunması

159 Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, 43,44.

160 Mumcu, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, 51,52.

161 Ekrem Buğra Ekinci, “Osmanlı Hukukunda Kardeş Katli Meselesi”, Prof. Dr. Fikret Eren’e Armağan (Ankara: Yetkin Yayınları, 2006): 1105; Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, 242.

162 Abdülkadir Özcan, “Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi ve Nizam-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi”,

44

içindir. Diğer taraftan aslında hem devlet ileri gelenlerinin hem de reayanın bu kanuna itiraz edememesinin temel sebebi nizam-ı âleme yapılan vurgudan kaynaklıdır.

Fatih Sultan Mehmed’in eskiden beri gelenek halinde olup daha az uygulanmış ve genelde fiili olarak isyan girişimi (örnek Dündar163, Şehzade Savcı164) sonucunda ceza olarak verilmiş olan katl uygulamasını kanunlaştırması öteden beri tartışma konusudur. Daha iyi bir uygulama bulunup iktidar güçlü tutulamaz mıydı? sorusu muhtemelen daha uzun yıllar tartışılacaktır. Kardeş katline günümüz koşullarında bakıldığında elbette bu durum gayr-i insani bir davranıştır. Keza müslümanlar hiçbir canlıya zarar verilmesini hoş görmeyen ve Allah’ın verdiği canı Allah’tan gayrısının alamayacağı inancına sahiptir. Ancak ilerleyen kısımlarda tartışılacağı üzere ölümler karşısında neden toplumun ciddi bir tepki göstermediği yahut gösterdiyse bile bu tepkinin neden o günün müverrihlerince yeterince kaleme alınmadığı alındıysa bile ayrıntı barındırmadığı meselesi ayrı bir problemdir.

Kardeş katlini ortaya çıkaran sebepler arasında en mühimi yahut en fazla öne çıkanı devletin hanedanın ortak malı sayılması ve buna binaen ülüş sistemidir. Eski Türklerden beri var olan bu gelenek, devleti kardeşler arasında paylaşmayı uygun görmüş ve dolayısıyla bu durum şiddetli iktidar mücadelelerini de yaşanmasına sebep olmuştur. Devletin bu şekilde bölüşülmesi hızlıca parçalanmayı da beraberinde getirmiştir. Osmanlılar ise “Her ne vakit ki, devlette bilhassa padişah yakınlarında üstünlük ve nüfuz, kuvvetli bir elde olmayıp, ortaklık ve ihtilaf olsa fitne ve fesat eksik olmayıp işlerin intizamına bozukluk gelir. Çünkü devlet işleri ortaklık kabul etmez” anlayışı ile ortak kabul etmeyip devletin ebediyen yaşaması ve nizam-ı âlemin yani kamusal düzenin bozulmaması adına kardeş katlini münasip görmüşlerdir165. Burada önemli nokta fitne çıkması durumunda devlet ve kamu düzeninin bozulacak olması düşüncesidir.

163 Osmanlı Devleti’nde hanedan üyesi olup ilk katledilen kişinin Osman Bey’in amcası Dündar olduğu rivayet edilmektedir. Osman’ın amcası Dündar’ı öldürtme sebebi aleyhinde faaliyette bulunması olarak görülmektedir. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, 131; Muhammet Nuri Tunç, “Osmanlı’da Hanedan İçi Katl”, Turkish Studies, International Periodical fort he Languages, Literature

and History of Turkish or Turkic 9/4 (2014): 1138,1139.

164 I. Murad’ın oğlu Şehzade Savcı ve İmparator V. Yuannis’in oğlu Andronikos birlik olup babalarına karşı başlattıkları isyanda başarısız oldular. Murad evvela Savcı’nın gözlerine mil çektirtip ardından da öldürttü. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi I, 142.

45

Fitne çıkması düşüncesi üzerine temellendirilen öldürme hadiselerinden ilki, I. Bayezid’in, Kosova’da muharebe alanında kardeşi Yakup’u boğdurtmasıdır. Bu katl, olası bir iç savaşı önlemek adına vezirlerin de onaylaması ile meydana gelen bir durumdur. Sonradan Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında yaşanan taht mücadelesi iç savaşı doğurmuş ve onun davranışını haklı gösterecek şekilde devleti temellerinden sarsmıştır. I. Mehmed, büyük oğlu Murad’ı veliahd yaptığı zaman, diğer çocuklarını ölümden kurtarmak için önlem almıştı. Fakat II. Murad, kendisine karşı ayaklanan ve Bizans ile Karamanoğlu güçleriyle birleşen kardeşi Mustafa’yı yakalatıp idam ettirdi. Fatih Sultan Mehmed de tahta çıkar çıkmaz, atalarının geleneğini sürdürerek, küçük kardeşi Ahmed’i ortadan kaldırmıştır. Daha sonra da kardeş katline meşruiyet kazandıran maddeyi kanunnamesine eklemiştir166.

Abdülkadir Özcan, kardeş katlini ele aldığı makalesinde meseleyi şu şekilde yorumlamaktadır: “II. Mehmed’in saltanatın intikali meselesinde, cemiyetin selameti için ferd feda edilir, düsturuna dayanan adalet-i izafiyeyi iltizam ederek Kanunname’sine kardeş katli maddesinin koymuş olması düşünülebilirse de, hiçbir isyan emaresi göstermeyen bir şehzadenin katlini bu nisbi adaletle bağdaştırmak zordur… Bu hadiselerin sebepleri günümüz zihniyetiyle değil de devrin şartları dahilinde hissiyattan uzak bir şekilde aklın mizanlarıyla düşünülürse daha iyi anlaşılır”167. Özcan, isyan etmemiş olan bir şehzadenin sırf ihtimaller düşünülerek öldürülmüş olmasını tasvip etmemekle birlikte kardeş katli konusunun incelenirken hissiyattan uzaklaşılarak o günün koşullarıyla değerlendirilmesine vurgu yapmaktadır. Osmanlıların vicdanen kardeş katlini nasıl kabullendiklerini bilmek mümkün değildir. Ancak konu hakkında İnalcık’ın şu ifadeleri bize kabullenişin nedeni hakkında bir ışık tutmaktadır. “Osmanlı şehzadelerinin acıklı akıbeti, daima iradeleri dışında ilahi bir kanunun mukadder neticesi gibi tevekkülle karşılanmıştır.”168 İlahi bir mukadderat olarak düşünülen öldürülme hadiseleri halk tarafından doğal bir son olarak algılanmış olsa gerektir.

Kanuni döneminin ardından uygulanan kardeş katli, başkentten nadiren uzaklaşan sultanları korumak adına yapılmaya başlandı. İstanbul ahalisi, 1574’e kadar, gözleri

166 İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, 35.

167 Özcan, “Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi ve Nizam-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi”, 21,22,24.

46

önünde kardeşlerin öldürülmesi dramına tanık olmadı. III. Mehmed’in 19 kardeşini bir anda idam ettirmesi ve saraydan çıkan irili ufaklı tabutların görüntüsü insanları derinden üzmüş olmalıdır. İstanbul’da Ayasofya Camii haziresini ziyaret edenler, II. Selim ve III. Murad türbelerinde babalarının ayakucuna yatırılmış kimisi çok küçük olan sandukaları görünce bu vahim hadiseyi hatırlar ve üzülür169.

17. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı veraset anlayışı yeni bir sürece doğru yöneldi. Klasik Osmanlı padişah tipinin tarihe karışmaya başladığı bu evrede I. Ahmed tarih sahnesine çıkmıştı. I. Ahmed’in saltanatının ardından ailenin en yaşlı üyesinin tahta çıkarılması yeni bir uygulamayı da beraberinde getirdi. O zamana kadar kimin tahta geçeceği tespit edilmemiş, Eski Türk ananelerine göre saltanatın ilahi kökenli oluşu vurgulanmıştı. Ortaya çıkan muhalif yaklaşımların devletin bekasını tehdit etmesinden ötürü var edilen “kardeş katli” Fatih Sultan Mehmed’in kanunnamesinde yer almış ve onu takip eden padişahlar tarafından istisnasız uygulanmıştı. I. Ahmed döneminde daha önceki acı tecrübeler ve devlet adamlarının takip ettiği siyasi manevralar ile giderek en yaşlı üyenin tahta çıkması diğer şehzadelerin ise sıkı bir gözaltı sürecine girmesine yol açtı. Yeni uygulama tarih sahifelerinde “ekberiyet usulü” olarak ifade edildi170. Kardeş katli uygulaması bu usulden sonra da varlığını sürdürdü. II. Osman ve IV. Murad’ın kardeşlerini öldürtmesi burada zikredilebilir.

Osmanlı Devleti Fatih’in kanunnamesi gereğince idam edecekleri kardeş ve yeğenler için herhangi bir soruşturma, yargılama ve fetva alma gibi prosedürleri uygulamaz, bunu gereksiz bulurdu. Çünkü onlar zaten kanun gereğince “yaşama imkanı olmayan kişilerdi.” Bu sebepten tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak derhal uygulama yürürlüğe konur ve şehzadeler katlettirilirdi. Babalarına isyan eden şehzadeler için fetva alındığı da görülmekteydi. Kanuni Sultan Süleyman oğulları Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezid için, III. Mehmed ise Şehzade Mahmud için bu tarz fetvalar almıştı. Hanedan üyelerinin öldürülmesinde ise eski Türk ve Moğol geleneğine büyük bir titizlikle riayet edilirdi171.

Kardeş katlinde bir önemli noktada infaz şeklidir. Temelde şehzadelerin hemen hepsi benzer şekilde öldürülmüştür. Hükümdarlar ve hükümdar ailesine mensup olanların

169 Peirce, Harem-i Hümayun – Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, 143.

170 Emecen, Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet ve Toplum, 15.

47

kanının akıtılmaması adeti, daha ziyade Uzak Şark kültür çevresinde göze çarpmaktadır. İslam medeniyeti dairesi içine girmiş ancak pagan adetleri halen devam ettiren Türklerde, hükümdar ailesine mensup olanların öldürülürken kanlarının akıtılmadığını gösteren kayıtlar vardır. Sultan Melikşah amcası Kavurd’u keman kirişiyle boğdurmuştur. Sultan Berkyaruk ise defalarca isyan etmesinin ardından amcası Töküş’ü Fırat’a atarak öldürtmüştür172. Kıyasıya rekabetin yaşandığı bu mücadelelerde şehzadelerin yay kirişi ile boğdurulması geleneği, kan dökülmesinden doğacak uğursuzluk ve kötülüklere karşı adeta bir önlemdir173.

Dolayısıyla öldürülecek kişiye kudsiyet atfedildiği zaman kanının akıtılması da uygun görülmemiştir. Türk ve Moğolların “kurbanlarda kan dökülmemesi” esasına sadık kaldıklarını gösteren bulgular bu tarihi olayların nasıl bir inanışa ve kültüre dayandığını gösterecek mahiyettedir. Bu adetin kaynağı doğrudan bir kan tabusu değil mahiyeti itibariyle şüphesiz onunla alakalı olmakla birlikte canlı varlıklara ait bir yasaktır. Kurbanlık hayvan kutsaldır; kanı yere dökülmez, aynı şekilde hükümdar ailesi de kutsaldır, tabiki bu kudsiyetten pay sahibi olan hanedan ailesinin de kanı dökülemezdi174. Osmanlı Devleti bu yasağa bağlı kalmış ve şehzadeleri kement veya yay kirişi ile boğarak öldürtmüştü. Katledilen hanedan üyelerinin cesetlerine ihtimam gösterilir ve bilhassa babalarının türbelerine defnedilirlerdi175. II. Selim ve III. Murad türbelerinde kardeş katline bu şekilde kurban gitmiş çok sayıda şehzadeyi görmek mümkündür. Bu şehzadeler hayatlarına sebep olan babaları ile aynı toprak altında ölümü paylaşarak biri hükümdar diğeri taht uğruna feda edilmiş bir kurban olarak yan yana yatmaktadırlar.

172 M. Fuad Köprülü, “Türk ve Moğol Sülalelerinde Hanedan Azasının İdamında Kan Dökme Memnuiyeti”, İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakfı Müessesesi (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1983): 71,72,74.

173 Refik Turan, “Türkiye Selçukluları ve Anadolu Beyliklerinde Teşkilat”, Türkler Ansiklopedisi (Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002), 7:153.

174 Köprülü, “Türk ve Moğol Sülalelerinde Hanedan Azasının İdamında Kan Dökme Memnuiyeti”, 78.

48