• Sonuç bulunamadı

Vâkıfiyye Görüşünün Dayanakları ve Bu Bağlamdaki İtirazların Zikredilmesi

IV. EMRİN MÛCEBİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERE TOPLU BAKIŞ

2. CÜVEYNÎ’NİN ESERLERİNDE YER ALAN TARTIŞMALAR

2.2. el-Burhân İsimli Eseri

2.2.1. Mutlak Emrin Mûcebi ile İlgili Görüşler

2.2.2.1. Vâkıfiyye Görüşünün Dayanakları ve Bu Bağlamdaki İtirazların Zikredilmesi

Cüveynî el-Burhân’da, tevakkuf görüşü desteklemek amacıyla getirilen şu üç delile yer verir:

Birinci Delil: “Yap” sözü aklî bir gerekçeye istinaden belirli bir mânaya (mahal) tahsis edilmez, zira akıl ibârelerin gerektirdiği anlamlar ile alâkadar olmaz.656 Lafzın bir anlama tahsis edildiğini ileri süren kişinin bu iddiasını nakle dayandırması gerekir.657 Nakil, şer‘ ve lisan olmak üzere iki kısma ayrılır.658

Lafzın bir mânaya tahsisi dilden hareketle varılmış bir sonuçtur, denilecek olursa, bunu iddia eden kimseye “Sen bu mâlumatı açıkça belirtilmiş (mansûsun aleyh) bir biçimde mi nakletmektesin yoksa dilin kaynaklarından çıkarım (istinbat) yoluyla mı elde ettin?” diye sorulur. Burada muhatap Araplardan bu konuyla alakalı sarih bir naklin geldiğini ileri sürerse, hayret verici bir durum tezahür etmiş demektir, nitekim söz konusu taksim iddia sahibinin aleyhine döner. Zira nakil, âhâd olarak gelen ve mütevâtir olarak gelen şeklinde iki kısma ayrılır. Söz konusu naklin âhâd olduğu ileri sürülürse, bu iddia haber-i vâhidin ilim gerektirmemesi sebebiyle dikkate alınmaz, bu konuda aranan bilgi düzeyi “ilim”dir. İlgili konuda mütevâtir bir haberin bulunduğunu iddia etmek de imkânsızdır, çünkü mütevâtir nakil zorunlu bilgi gerektirir. Biz tevakkuf yanlıları olarak, emrin tek bir anlama tahsis edildiği yönündeki görüşe ısrarla karşı çıkmakta ve bu muhalefetimizi kesintisiz bir biçimde ama inatçılığa da düşmeksizin sürdürmekteyiz. Sonuç olarak, emrin mûcebi ile ilgili mâlumatın sarih nakil kanalıyla elde edildiği yönündeki bu iddia geçersiz olmaktadır.659

Muhatabımız, sîganın bir anlama tahsis edildiğine dair bir bilgi, dilin çıkış noktası (me’haz) ve kaynaklarından (mesâdir ve mevârid) elde edilir, şeklinde bir tez ileri sürerse, bununla, hakkında ihtilaf bulunan bir lafzı, kendisinin inandığı mânayı ifade eder halde bulduğunu kastetmiş, demektir.660 Böyle bir şeyin iddia edilmesi mümkün değildir, çünkü

656 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 216. 657 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 216- 217. 658 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 217. 659 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 217. 660 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 217-218.

119

emir sîgası inkâr edilmesi mümkün olmayan birtakım anlamları ifade etmek için gelmiştir.661

Cüveynî bilâhare sözlerine şöyle devam eder: Bir kimse, söz konusu anlamların bir kısmının karîne yardımıyla gerekeceğini söylemesi halinde, tahakkümde bulunmuş olacağı gibi kendisi tarafından belirlenen mâna da karîne ile takdir edilmeye müsait olacaktır. Netice itibariyle, birbirine eşit görüşler karşı karşıya geldiğinde, kesinlikle tevakkuf edilmesi gerekir.662

Muhatap kanaatini şeriata dayandıracak olursa, sarih nakil ve istinbât yoluyla kazanılan bilgi ayrımı geçerliliğini kaybeder. Buradaki ifadelerin dil (el-lüğa) konusunda söylenenler ile paralellik arzettiğinin daha önce zikredildiğini vurgulayan Cüveynî Kâdî Ebû Bekir el-Bâkıllânî’nin eserlerinde geçen sözlerin bu istikamette olduğunu belirtir.663

Fakat müellif Bâkıllânî’nin yaklaşımını özetlemekle yetinmez; şöyle bir yöntem izleyerek tevakkuf görüşüne itiraz edip onu reddeder: Emir lafzı ile ilgili esasınızı bize beyan ediniz. Siz emir lafzının müşterek olduğunu mu yoksa lafızdan hareketle iştirakin de bilinemeyeceğini mi iddia ediyorsunuz? Şayet muhalif lafzın müşterek olduğunu ileri sürerse, akıl ve nakil ile tasrih ve telvîh şeklindeki yöntemsel ayrım geçerliliğini yitirecektir.664 Zira Arapların emir lafzını müşterek biçimde koydukları yargısı da - müşterek lafızların dilin meselelerinden biri olması itibariyle- dayanağa muhtaçtır. Bu yöntemi takip eden bir kişinin ilgili konuda hiçbir şey bilmediğini ileri sürmesi halinde ise, bu kimse ne derin hamakati ne de had safhadaki cehaleti ile baş başa bırakılır; ona şöyle denilir: Tartışma konusu olan emir lafzı dilde (çeşitli anlamlar arasında) mütereddit olup mecazî mânada çokça kullanılmaktadır. Asırlar geçmesine rağmen hiç kimsenin bu derece sıklıkla kullanılan bir lafzı araştırıp mânasını öğrenmenin peşine düşmemesi nasıl mümkün olabilir? Buna inanmak mümkün değildir.665

Daha sonra Cüveynî, Bâkıllânî’nin yaklaşımıyla alakalı değerlendirmelerine şunları ekler: İfadelerinden yola çıkarak Kâdî Bâkıllânî’nin iştirak iddiasına eğilim gösterdiğini farkettim, ki onun hareket noktasını, kelâmda emir lafzını çeşitli anlamları bildirir vaziyette bulması teşkil eder. Lâkin bu noktanın tekrar incelenmesi halinde 661 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 218. 662 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 218. 663 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 218. 664 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 218. 665 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 219.

120

Bâkıllânî’nin tercih ettiği görüşün mâkul olarak addedilemeyeceği açığa çıkar. Bu durumda, “Emrin anlamı hakkındaki kararsızlığın karînelerde görülen farklılıktan kaynaklandığını savunanları niçin yadırgıyorsunuz?” şeklinde bir sorunun sorulması mümkün olur. Bu itirazın kâtı‘ bir delil bulunmaksızın bertaraf edilmesi mümkün değildir, bu itibarla katiyet iddiası Bâkıllânî’nin elinden kayıp gitmekte, hatta cehalete dönüşmektedir. Sonuç olarak, tevakkuf iddiasının bâtıl olduğu ortaya çıkmaktadır.666

Şu var ki burada Cüveynî’nin tenkidinin tahkîkî değil ilzâmî bir mahiyet taşıdığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Bir başka deyişle, Cüveynî’nin ifadeleri tevakkuf görüşüne karşı çıkılmasını sağlasa da sırf talep görüşünü ispatlanmasını temin etmemektedir.

Ayrıca Cüveynî bu noktada, söz konusu argümanın vâkıfiyyenin dayandığı temellerin çürütülmesinde ikna edici bir niteliğe sahip olduğunu vurgulamakta ve şiddetli susuzluğun devasının meselenin sonunda açıklanacağına değinmektedir. 667

İkinci Delil: Vâkıfiyyeden bir kimse, tevakkuf görüşü ile ilgili meramını şöyle dile getirebilir: Efendi köleye “yap” dediği vakit, kölenin maksadı öğrenmek amacıyla “Söz konusu emir îcab mı yoksa başka bir anlam mı bildirmektedir?” diye sorması uygun olur.668

Bu ifadelerin zayıf birer söz olması itibariyle rahatlıkla çürütülebileceğini düşünen Cüveynî şunları söyler: Köle tarafından sorulan bu soru, -hal karînelerinde karışıklık bulunması durumunda- nadiren de olsa münasip sayılabilir; fakat baskın kanaat “yap” sözünün muhatabı mükellef tutmaya kâfi olduğu yönündedir, dolayısıyla bu soru sorulmasa da kölenin eğitimi tamamlanabilir.669

Üçüncü Delil: Cüveynî tevakkuf görüşünü, sahiplerinin perspektifine uygun bir biçimde ele almakta ve bu kanaatin iki aşamalı olarak temellendirildiğine işaret etmektedir. Bu bağlamda müellif ilk olarak, “Lafzî Bir Mesele” şeklinde bir başlık açıp, Kâdî Ebû Bekir el-Bâkıllânî de dahil olmak üzere bir grup usulcünün, nedbin hakiki anlamda me’mûrun bih olduğunu savunduklarını söylemekte670, böylelikle onların vücûbun yanı sıra nedbin de emrin anlam dairesinde yer aldığı hususunda muhataplarını ikna etmeye çalıştıklarını ima etmektedir. O daha sonra, birden fazla anlam taşıyabileceği 666 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 219. 667 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 220. 668 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 220. 669 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 220. 670 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 249.

121

noktasında karar kılınan emrin hükmü ile alakalı olarak tevakkuf edilmesi gerektiği görüşünü ispatlamaya yönelik delillerin zikredilmesine geçmektedir.

Cüveynî Bâkıllânî’nin yaklaşımının şu şekilde ifade edilebileceğini belirtir: Mendûbun ileyh tâattir, fakat o Allah Teâlâ’nın iradesini yansıtmasından dolayı tâat olmaz. Zira biz gerek Allah’ın Zeyd’e tâati emrettiği halde bunu irade etmemesini gerekse Zeyd’e isyanı yasaklamasına rağmen bunu irade etmesini imkânsız görmekteyiz. Ehl-i hakkın (Eş‘ariyye) mezhebine göre, iradeyi merkeze alarak bir şeyin tâat olduğuna hükmedilmez. Netice itibariyle, geriye mendubun emredilmesi sebebiyle tâat olduğundan başka bir seçenek kalmamaktadır.671

Esasen Bâkıllânî’ye atfedilen bu yaklaşımın şöyle bir zihnî işleyişin ürünü olduğu söylenebilir: Allah tâat olan bir fiili emredebilir. Emre konu fiilin işlenmesi tâat, terkedilmesi ise isyandır. Söz konusu fiilin, irade edilmesi nedeniyle tâat olması durumunda, terkedilmesi mümkün olmazdı. Çünkü irade gerçekleşmiş fiiller hakkında tecelli eder. Benzer biçimde, Allah isyan olan bir fiil nehyedebilir. Nehyedilen fiilin terkedilmesi tâat, işlenmesi ise isyandır. Ama yasaklanan bir fiili insanlar işleyebilir. İlgili fiil irade edilmemesi nedeniyle isyan olsaydı, onun insanlar tarafında işlenmesi mümkün olmazdı. Çünkü irade yalnızca tahakkuk eden eylemler üzerinde işleyen bir sıfattır. Sonuç olarak bir fiilin tâat niteliği kazanması irade edilip edilmemesiyle ilişkilendirilemez.

Fakat şu var ki, yukarıdaki akıl yürütme Eş‘arî düşüncenin sınırları içinde mâkul bir değerlendirme olarak görülebilir; fakat Mu‘tezilî bir şahsiyet olduğu anlaşılan muhalifin nazarında ikna edici bir fonksiyon üstlenemez. Zira Mu‘tezile ve Eş‘ariyye’nin irade kavramına yüklediği anlam birbirinden farklıdır.

Cüveynî Bâkıllânî’ye isnat ettiği bu ifadeleri şöyle eleştirmektedir: Kâdî’nın bu açıklamalarını kesin bir delile dayandırması gerekir; çünkü durum onun zannettiği gibi değildir. Mendup, mükellef tarafından yapılması gerektiği için tâat olmaktadır.672

Müellif bunun akabinde karşı görüş sahiplerine hitaben “O halde niçin her iktizânın emir olması gereksin ki?” diye sormakta, sonra da sözlerine şöyle devam etmektedir: Bu mesele işin esası (mâna) bakımından bir fayda yahut kazanım içermez, çünkü iktizâ yani fiili gerektirme kabulle karşılanan bir şeydir. İktizânın “emir” olarak

671 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 249. 672 Cüveynî, el-Burhân, c. I, s. 249.

122

isimlendirilmesi aklî yöntem ve çıkarımlar kanalıyla değil dilden elde edilir.673 Bu konu ile alakalı dilbilimcilere karşı kesin bir iddiada bulunmak imkân dahilinde değildir.674 Bir kimse, “Sana kesin bir biçimde emretmedim” anlamını kastederek “Sana mendup kıldım, emretmedim” diyebileceği gibi “Sana istihbâb olarak emrettim” gibi bir ifade de kullanabilir. Bu hususta söylenenler akla yatkın (karîb) birer ifade olup; netice itibariyle lafzî bir münakaşadan ibarettir.675

Ayrıca Cüveynî burada, farklı şekillerde dile getirilip tam bir netlik arzetmemesine rağmen Vâkıfiyye’nin676 ifadelerinden onların tek bir metoda râci olduğunun anlaşıldığına temas eder ve aşağıdaki delilde bu yöntemi açık bir biçimde ortaya koyacağını söyler.677