• Sonuç bulunamadı

IV. EMRİN MÛCEBİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERE TOPLU BAKIŞ

2. CÜVEYNÎ’NİN ESERLERİNDE YER ALAN TARTIŞMALAR

2.1. et-Telhîs İsimli Eseri

2.1.1. Emrin Muktezâsı ile İlgili Görüşler

2.1.2.1. Emrin Mûktezâsı ile Alakalı Tevakkuf Edilmesi Gerektiği Görüşü

2.1.2.3.1. İbaha ile Emir Arasındaki Fark

Cüveynî konu ile alakalı temel değerlendirmelerini “Emir ile İbâha Arasındaki Fark” başlığı altında işlerken ilk başta ibâhanın tanımı üzerinde durmakta, sonra da emrin hangi yönden ibâhadan farklılaştığına temas etmektedir.

Buna göre, ibâha muhatabın bir fiili yapıp yapmama hususunda serbest bırakıldığını ve buna izin verildiğini ifade eder, bununla beraber mubahın, ne ifa edilmesine karşılık övgü ne de terkedilmesine mukabil yergi söz konusu olur. Emrin hakikati ise daha önce zikredilmişti. Emrin îcab ve nedb şeklindeki iki hakikatinin bir araya gelmesi durumunda, ibahâ mânası ve iktizâ ifade eden îcab ve nedb mânaları şeklindeki anlam gruplarının biri diğerine karşı üstünlük elde edip ağır basar.545

Daha sonra Cüveynî Kâ‘bî ve taraftarlarının mubahın emredilmesi hakkındaki kanaatine, onlara göre mubah me’mûrun bihtir, nedb ifade eden bir emir îcab ifade eden emirden daha aşağı bir seviyede olduğu gibi mubahı emir de îcab ve nebd bildiren emirlerden daha aşağı bir seviyededir, diyerek değinir.546 Fakat diğer yandan Kâ‘bî’nin “emir” ismini ibâha, “me’murun bih” ismini mubah için kullansa da, mubahı “vâcip”, ibâhayı da “îcab” olarak isimlendirmediğini belirtir.547

Cüveynî Bâkıllânî’nin kanaatinin aktarılmasına, bize göre emir tâati gerektirir, ibâha ise bölümün başında da zikrettiğimiz üzere izin anlamına gelir, şeklinde bir ifade kullanarak başlar ve devamında Kâ‘bî’ye hitaben “Sizce ibâhanın emrin hakikatine dahil bulunmasının sebebi nedir; ibâhanın tâati gerektirmesinden dolayı mı böyle olur yoksa bunun başka bir nedeni mi vardır?” şeklinde bir soru sorar, fakat buna verilebilecek cevapların her ikisini de tetkik etmez; ibâhanın tâat olması itibariyle fiili gerektirdiğine ilişkin cevaba odaklanarak şöyle söyler:548

Muhalif, ibâhanın fiili tâat olacak bir biçimde gerektirdiğini ileri sürecek olursa, ibâha ve iktizâ kavramlarının hakikatleri altüst olur. Zira biz, teklîfî hükümlerin tamamı içinde muhatabın yapılması ile terkedilmesi birbirine eşit olan bir fiili işleyip işlememe

545 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 251. 546 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 251. 547 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 251-252. 548 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 252.

101

hususunda serbest bırakılmasının, tâati gerektirmeyeceğini bildiğimiz gibi fiilin icrasına davet gibi bir anlam içermediğini de bedîhî ve kati bir biçimde bilmekteyiz.549

Bunun akabinde müellif, yukarıdaki ifadeleri kesinlikle aydınlatacak olan şöyle bir husustan bahseder: İbâhaya, fiili gerektirme ve ona davet etme anlamlarının yüklenmesi halinde, yalnızca şu iki sonuçtan biri doğar: İbâha 1- ya fiilin (aynı anda) hem yapılıp hem de yapılmamasına daveti gerektirir 2- ya da fiilin ifasını yahut terkedilmesini gerektirir. Birinci şık, ibâhanın, fiili ifa ve terkin her ikisine birden davet etmesi tezada yol açacağından dolayı müstahîldir. İkinci şıkkın imkânsızlığı ise, ibâhanın müstakil olarak fiili ifa ve terkten birini gerektirdiğine dair bir kabulün, dışarıda bırakılan öğeyi pekâlâ aleyhe döndürülebilecek bir malzeme konumuna sürüklemesinden kaynaklanır.550

Bâkıllânî’nin kanaatini destekleyen bu argümanı zikrettikten sonra Cüveynî, muarızca seslendirilebilecek şu iki itiraz üzerinde durur:

Birinci İtiraz: İbâha söz konusu fiilin ifasına davet ve terkine davet şeklindeki iki anlamın yalnızca birini gerektirir, fakat bunların hangisini gerektirdiği belirlenmemiştir.551

Cevap: Bu imkânsızdır. Çünkü ibâha, eylemi yapıp yapmamanın (emr), fiil kendisine mubah kılınan kimsenin meşîetine bırakılmasını gerektirir. İbâha, -ne icmâlen ne de muayyen bir biçimde- muhatabın tercihine bırakılan fiilin işlenmesine çağrı gibi bir anlam içerir.552

Müellif bilâhare sözlerini şöyle sürdürür: İnsaflı davranan herkes “Seni iki fiilden birini yapmaya davet ediyorum” ifadesi ile “Seni her iki fiili birden yapmaya teşvik ediyorum” cümlesi arasındaki farkı ayırt edebilir. Bu ayrımı inkârda diretenler, inatçılık sergileyip hakikate ulaştıran yoldan sapmışlardır.553

İkinci İtiraz: Kâ‘bî’ye atfedilen bu itiraz şöyledir: Mahzurun terkedilmesi emredilmiştir, bu hususta ittifak bulunmaktadır. Mahzurun terkedilmesini sağlamayan hiçbir mubahın zorunlu biçimde emredilmesi gerekmez.554

549 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 252. 550 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 252. 551 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 252. 552 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 252. 553 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 252. 554 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 252.

102

Cevap: Bu konuda, evvelâ, muhaliflerin mubahın vücûb vasfı taşımadığı hususunda bizimle (Eş‘ariyye) hemfikir olduğunun belirtilmesi gerekir. Lâkin bu tespit onların anlayışını bütün yönleriyle yansıtmaya kâfi gelmez. Muarızlarca dayanılan temel ilke, onların, mubahın emredilme açısından -vâcibi bir kenara bırakın- menduptan da daha aşağı bir seviyede olduğunu ileri sürdükleri söylenerek eksiksiz bir biçimde ifade edilebilir. Bu noktada bizler, mahzurun emredildiğinin yanı sıra vâcip olduğunu da söylemekteyiz. Dolayısıyla muhaliflerin argümanı bâtıl olmuştur.555

Daha sonra Cüveynî muhalifine “Mahzurun terkedilmesinin vâcip olduğu hususunda ittifak bulunmaktadır. Siz bu ittifaktan yola çıkarak, mubahın -mahzurun terkini sağlaması itibariyle- vâcip olduğunu iddia ediyorsunuz, değil mi?” şeklinde bir sual yöneltir, ardından sözlerine muhalifin, mubahın me’mûrun bih oluşu konusunda bizi ilzam ettiği argüman vücûb hususunda aleyhine döner, diyerek devam eder; lâkin bunun nasıl olacağı ile alakalı bir izahta bulunmaz, bunun yerine gerekli açıklamanın ileride yapılacağını söylemekle yetinir.556

Ayrıca Cüveynî İmam Şâfiî ile alakalı birtakım değerlendirmeler yapar. Buna göre, emrin mûcebi ile alakalı fikir beyan eden herkes Şâfiî’nin kendi görüşüne uygun bir kanaat benimsediğini iddia etmiş; onun kitaplarında geçen farklı farklı ifadeleri esas almıştır. Hatta Kâdî (Bakıllânî), kitaplarındaki sözlerden hareketle Şâfiî’nin tevakkufa yöneldiği sonucuna varmıştır, bu kanaat âdil bir değerlendirme değildir. Şâfiî’nin zâhir olan ve güvenilir rivayetlerle aktarılan görüşü, mutlak emrin vücûba hamledilmesidir.557

2.1.2.3.2. Muhtemel Sorulara Cevaplar

Kâ‘bî’nin görüşüne eleştirilerini böylelikle sıralayan Cüveynî “Fasıl” ismini verdiği iki başlık açarak, muhalifler tarafından sorulabilecek soruları gündeme taşır. O burada evvelâ kendi mecrasında kalan terk (terkü’l- fi‘li’l-cârî mecrâhu) tâbirinin ne anlama geldiğini irdeler558, ardından aşağıdaki iki sorunun cevabını araştırır:

Birinci Soru: Mubah teklîf kapsamına girer mi?559

555 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 253. 556 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 253. 557 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 264. 558 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 253. 559 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 253.

103

Cevap: “Mubah teklif kapsamına girer” yargısı ile mubahın mükellef tarafından yapılması gerektiği kastediliyorsa, bu düşünce Eş‘arî doktrine uygun bir yaklaşım olarak görülmez. Yok öyle değil de, bu önermeden maksat, izin ile ilgili dinî bir bildirim (sem‘) geldiği ise, biz de bu görüşü savunmaktayız. Sonuç olarak, ibâha ancak sırf izin ve serbest bırakma anlamlarına gelip sıkıntının giderilmesi hakkında haber verir; fakat ilzâm, nedb ve tahrîm kapsamına girmediği gibi vaat, tehdit, kınama, övgü, mükafat ve ceza benzeri şer‘î açıdan elde edilmesi beklenen sonuçlar da doğurmaz.560

Buna ilaveten müellif, ibâhanın hakikatini yukarıdaki gibi kavrayan hiç kimsenin muarızın sualine önem atfetmeyeceğini vurgular.561

İkinci Soru: Mubah fiillerin hasen yahut kabîh olduğu kanaatinde misiniz?562 Cevap: Biz haseni, şeriatın failinin övülmesi gerektiğini bildirdiği fiil olarak tanımlıyoruz. Kabîh ise bunun zıddıdır. Mubah her iki fiil grubunun da dışındadır, bundan dolayı onu ne hasen ne de kabîh olmakla niteleriz.563

Cüveynî’nin “Fasıl” isimli bir başlık açarak ele aldığı diğer bir konu ise, mubahın irade edilmesi ile alakalıdır. Burada müellif ehl-i hakkın (Eş‘ariyye), kadîm iradenin murad edilen her şeye zorunlu olarak taalluk ettiğine dair kendilerine güvenilir yollarla nakledilen temel ilkeye bağlı kalarak, Allah’ın gerçekleşmiş mubah fiilleri irade ettiği hususunda mutabakata vardığını belirtir.564

O ilgili meselenin Mu‘tezilî çevrelerde nasıl bir yansıma bulduğunun ise, Kaderiyye (Mu‘tezile) Allah’ın mubahı ne irade ettiğini ne de kerih gördüğünü ileri sürmektedir, şeklinde bir ifade kullanarak ortaya koyar.565

Eş‘ariyye ve Mu‘tezile’nin mubah ile irade arasında nasıl birer irtibat kurduğuna değinen Cüveynî, meseleyi bu noktada bırakmaz; irade ile emir arasında nasıl bir münasebet bulunduğunu da inceler. O bu kaide ile alakalı olarak, onlara (Mu‘tezile) göre, Allah’ın bir şeyin yapılmasını irade etmesi ve bu konu ile ilgili emir sîgası gelmesi durumunda, bunun ancak teklîfi gerektireceği yönünde bir sorun oluşturacağını belirtir.566

560 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 254. 561 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 254. 562 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 254. 563 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 255. 564 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 255. 565 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 255. 566 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 256.

104

Cüveynî bu teze, Mu‘tezile’ye hitaben “Allah cennetliklerin cennete girmesini irade eder mi?” şeklinde bir soru sorup, onların buna “Evet” şeklinde olumlu bir cevap verdiklerini tasavvur ederek, şöyle karşı çıkmaktadır: Allah cennetliklerin cennete girmesini irade etmiştir, ancak bununla birlikte emir sîgası içeren “Selam ve emniyet içinde cennete girin”567 şeklinde bir âyet de buyurmuştur.568

Devamında Cüveynî şunları söyler: Kaderiyye (Mu‘tezile) bu ilzam karşısında son derece zor bir duruma düşmüştür, sorduğumuz soru onların (Kaderiyye) temel prensiplerini çürütmüş ve onların çoğunluğunu -i‘tizâlî yaklaşımı tüm açıklığıyla ortaya çıkarırcasına- Allah’ın cennetliklerin cennete girmesini murad etmediğini söylemek mecburiyetinde bırakmıştır.569

Bununla beraber Cüveynî i‘tizâlî yaklaşımı bu anlayıştan ibaret görmez; tarihî süreç içerisinde Mu‘tezilî düşünceyi temsil misyonunu kimin kanaatinin üstlendiği hususunda şöyle bir açıklama yapar: İbnü’l- Cübbâî (Ebû Hâşim), yaptığı incelemeler sonucunda (tahkîkan) Allah’ın cennetliklerin cennete girmesini murad ettiği sonucuna varmış ve Mu‘tezile’nin temel bir ilkesi haline getirdiği bu tezi cennetliklerin cennete sokulması ödül, bunun yapılmamasının ise zulümdür, iradenin, terkedildiği takdirde zulüm olacak bir eyleme taalluk etmesi zorunludur, diyerek temellendirmiştir.570

Ebû Hâşim’in yaklaşımını okuyucuyla paylaşan müellif, ona şöyle bir cevap vererek karşı çıkar: İbnü’l- Cübbâî’nin söylediklerinin kabulü, cennetliklerin teklîfe muhatap olduklarını da kabul etmek anlamına gelir. Teklîfin sübut bulması, sevap ve ceza beklentisi oluşturmanın yanında vaat ve tehdit gibi unsurların bulunmasını da beraberinde getirir. Bir başka ifadeyle, mevcûd durum, zorunlu olarak dünya gibi ahirette de teklîf ve imtihanın devam etmesine yol açar.571

Ayrıca müellif, cennetliklerin cennete girmesi hususunda karşı görüşün ilzam edilmesini sağlayan argümanın cennet nimetlerinden faydalanma hususunda da benzer işlevi göreceğini belirtmektedir. Zira Allah Teâlâ cennetliklere birtakım nimetler bahşedildiğini “Yiyiniz, içiniz”572 âyetiyle haber vermiştir.573

567 Hicr 15/ 46. 568 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 256. 569 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 256. 570 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 256. 571 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 256. 572 A‘râf 7 /32. 573 Cüveyni, et-Telhis, c. I, s. 256.

105