• Sonuç bulunamadı

IV. EMRİN MÛCEBİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERE TOPLU BAKIŞ

1. BÂKILLÂNÎ’NİN et-TAKRÎB İSİMLİ ESERİNDE YER ALAN TARTIŞMALAR

1.2. Delillerin İncelenmesi

1.2.3. Emrin Vücûb İfade Ettiği Görüşü

1.2.3.2. Naklî Deliller

1.2.3.2.1. Kitaptan Deliller

Bâkıllânî vücûba delâleti savunanların dayandıkları âyetleri ve bu delillerle istidlale yönelik eleştirilerini ortaya koyarak muhalif iddiayı çürütüp, kendi görüşünün isabetli olduğunu ispatlamayı hedefler. Bu bağlamda zikredilen altı delil aşağıda ayrı ayrı ele alınacaktır.

Birinci Delil: Allah Teâlâ “‘Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin’ de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen görevin sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen apaçık bir tebliğdir”250 buyurmuştur. Âyetin ilk cümlesi aşağıda ikinci

247 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 57. 248 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 57. 249 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 57. 250 Nûr 24/ 54.

51

delil olarak ele alınacak olan Nisâ 4/59 âyetinin başında da yer aldığı için müellif burada o âyete de atıfta bulunur.251

Bâkıllânî bu âyetle istidlâl edenlere üç bölümden müteşekkil bir cevap vermektedir:

Birinci Bölüm: Bâkıllânî bu âyetin muhalifler için bir tutamak oluşturmadığını

zira âyetin “Allah’a itaat edin” kısmında tâat fiilinin emredildiğini söylemekte; ardından emrin vücûba ve nedbe muhtemel olup neye dayanarak bu ikisinden birine hamletmenin vacip olduğu hususunda ihtilaf meydana geldiğini (yani bu örnekten hareketle emrin vücup ifade ettiği kuralına ulaşılamayacağını) hatırlatmakta, dolayısıyla buradaki emrin delaletine tutunanın sınırı aşmış olduğunu belirtmektedir; zira ona göre böyle bir kişi, bazı emirler hakkında vücup sonucunun kabul edilmesi halinde hepsi hakkında aynı sonucun kabul edilmesi gerekirmişçesine şeri emirlerden birinden hareketle bunların (ilkesel olarak) vücuba hamlinin gerekeceğini söylemiş olur.252

İkinci Bölüm: “Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen görevin sorumluluğu

ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir”253 sözünün zâhirinde, eğer yüz çevirirlerse Hz. Peygambere yüklenen sorumluluğun ancak ona ait olduğundan daha fazla bir anlam bulunmadığı gibi benzerlerinden yüz çevrilen eylemin vâcip mi yoksa nedb mi olduğu da bulunmamaktadır. Bu ifade ile sadece gerek Hz. Peygamber gerekse muhataplarının kendi sorumluluklarını yerine getirmesinin vâcip olduğu haber verilmektedir. Bize bir sorumluluğun yüklendiği kesindir, fakat bunu mücerret emrin kendisi sebebiyle mi yoksa beraberinde bulunan bir karîneden dolayı mı yüklendiğimiz hususunda delile dayanılarak bir karar verilebilir. “Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen görevin sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir”254 sözünün tehdit ve korkutma olarak kabul edilmesi halinde, âyet “Eğer Resûlullah’ı tasdikten ve peygamberliğine imandan yüz çevirirseniz, ona yüklenen size tebliğde bulunma sorumluluğu ancak ona, size yüklenen onu tasdik etme sorumluluğu da yalnızca size aittir” şeklinde bir mânaya gelir. Bir başka ifadeyle, sanki âyet Allah ve Resûlü’ne imanı emretmek üzere gelmiş gibi bir durum zuhur eder.255 251 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 57. 252 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 57-58. 253 Nûr 24/ 54. 254 Nûr 24/ 54. 255 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 58.

52

Bâkıllânî emrin delâleti ile alakalı genel kanaatini bu şekilde dile getirmekle birlikte, meseleyi bu noktada bırakmaz, âyette geçen “itaat edin” emrinin hükmüne ilişkin değerlendirmelerini şu şekilde ifade eder: Hiç kimsenin âyette geçen emrin vücûb ifade etmediğini söylememektedir, fakat vücûb söz konusu fiil ile alakalı olarak gelen emirden değil, emrin vücûb üzere olduğuna dair karîne niteliğindeki bir üst bildirimden kaynaklanır. Allah’a iman ve Resûlü’nü tasdik etmekle beraber, vâcip ve nedb özelliğindeki bazı şer‘î emirleri terkeden bir kişinin Hz. Peygamber’den yüz çevirmiş olarak nitelenmeyip sadece onu yalanlayan ve nübüvvetini ısrarcı bir biçimde inkâr edenlerin Resûlullah’tan yüz çevirmiş olarak görülmesi ve bunun yanı sıra âyette yüz çevirmenin tehditkâr bir üslûpla zikredilmesi, söz konusu emrin mahiyetini ortaya koyar, bir başka ifadeyle, tâatin Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve vücûb üzere getirdiklerini ikrar noktasında gösterileceğine dair bir karîne vazifesi görür.256

Üçüncü Bölüm: Âyette geçen “eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz”257

ifadesi iki şekilde değerlendirilebilir:

Birincisi: “Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz”258 ifadesi de aynı şekilde Allah’ın, Hz. Muhammed’in peygamberliğine ve getirdiklerine iman hususunda tâati irade ettiğine dair karînelerden biridir, nitekim insanlar bunları yaparak dalâletten uzaklaşıp hidayete ulaşırlar.259

İkincisi: “Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz”260 ifadesi, hidayete ulaştıran tâatin zâtı itibariyle vâcip olduğuna (vücûb) delâlet etmeyebilir, zira Hz. Muhammed’e nâfile ibadetler hususunda tâat gösteren bir kimse de, -yaptığı fiil vacip olmadığı halde- nübüvveti tasdik ederek hidayete ermekte, sevap elde edip cennet yollarına girmektedir. Dolayısıyla, muhaliflerin zâhire tutunmaları geçersiz / anlamsız olmaktadır.261

İkinci Delil: Bu delil Allah Teâlâ’nın “Ey İman edenler Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin, sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu 256 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 58. 257 Nûr 24/ 54. 258 Nûr 24/ 54. 259 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 58-59. 260 Nûr 24/ 54. 261 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 59.

53

Allah ve Resûlü’ne arz edin. Bu daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir”262 âyetidir. Bâkıllânî’nin ifadesine göre, muhalifler anlaşmazlığa düşülen bir meseleyi Allah ve Resûlü’ne havalenin vâcip olduğu hususunda ittifak edildiğini söylemektedirler.263

Bâkıllânî’nin bu istidlâle iki bölümden müteşekkil bir itirazda bulunduğu görülür:

Birinci Bölüm: “Onu Allah’a arzedin” ifadesi “arzetmek” fiilini konu alan bir emir

olup, hem îcab hem de nedb anlamına gelebilir. Bâkıllânî bu tespitin ardından muhalifine “‘Arzedin’ emri bütün emirlerin yalnızca birini oluşturur, o halde bu emir diğer emirlerin vücûba hamledilmesi gerektiğine nasıl delâlet edebilir?” şeklinde bir soru yöneltmekte, sonra da sözlerine şöyle devam etmektedir: “Arzedin” emri ile ilgili de diğer emirlerde görülen ihtilafın bir benzerine rastlanır. Muhaliflerin de söylediği gibi, anlaşmazlık esnasında Allah ve Resûlü’ne müracaat etmek gereklidir ve bu durum ancak icmâ ve üst bildirim (tevkîf) gibi emre ilave unsurlar dolayısıyla sabit olur. Sonuç olarak, muhalif burada da zâhire bağlanma hakkına sahip değildir ve bu yöndeki bir teşebbüs çürük bir temele dayanmaktadır.264

İkinci Bölüm: “Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız”265 ifadesinin zâhirinde O’na sadece O’nun dininde vâcip olanları arzetmemiz gerektiği anlamı değil, bilakis vacip hususunda olduğu gibi mendup olup olmadığı ihtilaf edilen durumları da Allah’a, Resûlü’ne ve ulemâya arz etmemiz gerektiği anlamı bulunmaktadır.266

Üçüncü Delil: Bâkıllânî onların şu âyetle de istidlal ettiklerini söyler: “(…) O’nun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”267

Kanaatimizce bu delilin îcab görüşünü savunanlar tarafından dillendirilmesi, ciddi ölçüde kuşku uyandıran ve hatta muhtemel olmayan bir durumdur. Zira aslî vaz‘a odaklanarak vücûba delâleti savunan bir kimsenin, nebevî bir emrin âyette geçen bir tehditten dolayı vücûb bildirmesi gibi aleyhine döndürülebileceği bariz bir ifade kullanması mâkul görünmemektedir. Bu bağlamda, muhalife yöneltilen ilk eleştirinin,

262 Nisa 4/ 59. 263 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 59. 264 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 59. 265 Nisa 4/ 59. 266 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 59. 267 Nûr 24/ 63.

54

Bâkıllânî tarafından çizilen çerçeve dahilinde isabetli olduğu söylenebilirse de reel bir muhatabı hedef aldığı söylenemeyecektir.

Müellif onların, bu emir ve tehditten dolayı O’nun emrinin vücûba hamledilmesi gerektiği iddiasında bulunduklarını belirttikten sonra268 bu istidlâli dört yönden eleştirmektedir:

Birinci Eleştiri: Bu istidlâlleri kendilerinin de, O’nun (karinelerden) mücerret

emrinin sırf emir olmasından dolayı değil, tehdit içerikli bir karîneye bitişmesi sebebiyle vücûba hamledilmesi gerektiğini kabul ettiklerini göstermektedir.269

İkinci Eleştiri: Muhalifler söz konusu emirle, Hz. Muhammed’i tasdik edip dinine

girmeye dair bir emrin kastedildiğini inkâr etmemektedir, Allah Teâlâ’nın “Başlarına bir belanın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar”270 şeklindeki buyruğu, Hz. Peygamber’e dinine girme hususunda gösterilen bir muhalefete karşılık tehdit niteliği taşır. Biz Resûlullah’ın yerine getirilmemesine karşılık tehdit bulunan emirler de verdiğini kabul ediyoruz, ama bütün emirlerinin bu özellikte olduğunu neden kabul edelim ki? Ümmet, Hz. Peygamber’in nedb emirlerine aykırı davranan kimsenin başına bir bela gelmeyeceği, şiddetli bir azaba duçar olmayacağı ve günaha girmeyeceğine ilişkin icmâ etmiştir, bu durumun âyetteki emirden maksadın bütün emirler değil vâcip emirler olduğuna işaret eder.271

Üçüncü Eleştiri: Tehdit ancak emre muhalefet durumunda vacip hale gelir ve ona

uygun davranmak gerektiğini haber verir; nebevî bir buyruğa uygun davranma doğrudan bu emrin vâcip yahut nedb olduğunu bildirmez. Allah Teâlâ sanki “Resûlullah’a emirlerine uygun davranarak uyun” demiş gibidir; (yükümlü) kişi de Hz. Peygamber’e bazen vacip emirlerine bazen ise mendup emirlerine uygun davranarak uymuş olur. Emre uygunluk ancak ilgili fiilin bize emredildiği biçimde yapılmasıyla sahih bir şekilde gerçekleşir. Nebevî buyrukların içinde hem vâcip hem de mendup derecesinde olanların bulunduğunu bildiğimize göre, Resûlullah’tan sâdır olan mücerret bir emrinin mûcebini nedb veya îcâb yoluyla yerine getirmeye davranmamız câiz olmaz; zira biz emrin hangi anlamda verildiğini bilmiyoruz. Îcab yoluyla emredildiğimizi nedb olarak yapmamız

268 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 59. 269 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 60. 270 Nûr 24/ 63.

55

durumunda da, nedb yoluyla emredildiğimizi vücûb bildirdiğini düşünerek işlememiz durumunda da, Hz. Peygamber’e ve emrine uygun davranmış ve ona ittiba etmiş olmayız. Şu halde Hz. Peygamber’in emrine uygunluğun sağlıklı biçimde gerçekleşmesinin yolu, kuşkusuz onun mücerret emrinin hangi yönde sâdır olduğunun açıklanmasına bırakılmasıdır (beyana kadar tevakkuf edilmesidir). Dolayısıyla zâhire tutunma geçersiz olmaktadır.272

Dördüncü Eleştiri: “Onun emrine muhalefet edenler sakınsınlar” ifadesi iki değil,

tek varlıktan kinayedir. Siz hem Allah’ın hem de Hz. Peygamber’in emirlerinin îcaba hamledilmesini zorunlu tutuyorsunuz. Bu yaklaşım zâhirin hilâfınadır.273

Bâkıllânî bu noktada muarızın, ümmet Allah ile Resûlü’nun emirleri arasında herhangi bir fark gözetmemektedir, şeklinde bir itirazda bulunabileceğine değinmekte, sonra da bu itiraza şöyle bir karşılık vermektedir: Bu yaklaşım, zâhire tutunma değil, ancak icmâya tutunma kapsamında değerlendirilebilir. Ne var ki durum onların iddia ettikleri gibi değildir (bu konuda icmâ bulunmamaktadır). Zira insanların birçoğu, Allah’ın emirlerini nedbe hamletmiş, me’mûrun bihin sadece hasen ve irade edilmiş olduğuna hükmetmiş ve Hz. Peygamber’in buyruklarının, -okuduğunuz âyette kendisine muhalefet dolayısıyla zikredilen tehdit durumunda- vücûb ifade ettiği kanaatine varmıştır. Dolayısıyla iddianız dayanaksız kalmıştır / çökmüştür.274

Dördüncü Delil: “İşe bu benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti”275 âyetidir.276

Bâkıllânî bu istidlâle iki farklı şekilde cevap vermektedir:

Birincisi Cevap: “Ona uyun” sözü vâcip ve nedbe muhtemel bir emirdir. Bu özellikteki bir emir nasıl olur da diğer emirlerin vücûb üzere olduğuna delâlet eder?277 Bir başka ifadeyle, bu akıl yürütme devir içermektedir.

İkinci Cevap: Âyette geçen “umulur ki hidâyete erersiniz” ifadesi iki şekilde anlaşılabilir:278 272 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 60. 273 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61. 274 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61. 275 En‘âm 6/ 153. 276 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61. 277 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61. 278 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61.

56

İlki, bu ifadenin, ilgili emre muhalefet ederek dalâlete düşme hususunda bir tehdit niteliği taşıdığıdır. Buna göre, tehdit ancak ittibâ edilmesi vâcip bir eylem terk edildiği takdirde söz konusu olur; aynı şekilde her vâcibin terkine karşılık tehdit bulunduğu söylenemez, zira yalnızca kâfirler dalâlete düşüp hidâyet dairesinden çıkmış olarak nitelenir, Müslümanlardan (“ehlü’l-mille”) namaz ve orucu terkedenler bu şekilde nitelenmez. Dolayısıyla buradaki emrin, bir bütün olarak dine uyma ve dini tasdik etmeye yönelik bir emir olduğu açığa çıkmaktadır.279

Diğeri ise “Umulur ki hidâyete erersiniz”280 sözünün O’na itâate, tâat yoluyla O’nun mükafaatına ve cennetine teşvik ifade ettiğinin düşünülmesidir. Bu takdirde ifade, sevaba ulaştıran fiilin vâcip olduğunu bildirmez. Zira sevaba ulaştıran fiiller bazen vâcip bazen de nedb olur. Dolayısıyla muhalifin söyledikleri geçerliliğini kaybetmiştir.281

Bâkıllânî bu anlayışla ile alakalı kanaatini ortaya koyduktan sonra sözlerine şöyle devam eder: Allah’ın emrine ancak, mûcebine uygun biçimde yerine getirilerek ittibâ edilebilir.282 Allah bir emri vücûb ifade etmek üzere verse, o emre vâcip olarak imtisâl edilir, söz konusu emrin nedb olarak yerine getirilmesi durumunda, emre uyulmuş olmayacağı gibi nedb olarak verilen bir emirle vâcip olduğunu düşünerek amel etmek de emre ittiba değil muhalefet olur. Emre uymanın özü, emrin gereğini geldiği yönde yerine getirmekten ibarettir. Bu da “ona uyun” sözünün kendisinden anlaşılmaz. Netice itibariyle, muhalifin hiçbir yönden zâhire tutunma imkânı bulunmamaktadır.283

Beşinci Delil: Bâkıllânî “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah’ın azabı çetindir”284 âyeti ve benzerlerini bir grupta mütalaa ederek bunlara iki şekilde cevap verir:285

Birinci Cevap: Söz konusu delil bir öncekine benzer bir biçimde de çürütülebilir, çünkü Hz. Peygamber bize vâcibin yanı sıra nedb, ibâha ve hazrı da getirebilir, Resûlullah’ın verdiklerini getirdiği hal üzere almak gerekir. “Peygamber size ne verdiyse

279 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61. 280 En‘âm 6/ 153. 281 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61. 282 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 61- 62. 283 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 62. 284 Haşr 59/ 7. 285 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 62.

57

onu alın”286 sözü, Resûlullah tarafından getirilen şeyin hükmünü açığa çıkarmaz. Daha önce de açıkladığımız üzere, “alın” sözcüğü emir, “vazgeçin” kelimesinin ise nehiydir ve bunlar vâcibe de nedbe de muhtemeldir. Dolayısıyla zâhire bağlanma temayülü bâtıl olmaktadır.287

İkinci Cevap: Lafzın zâhiri ile istidlâlde bulunma, umum ile istidlâlde bulunmayla eşdeğerdir. Daha sonra da ifade edeceğimiz üzere, biz umum görüşünü savunmuyoruz. Sonuç olarak, umum görüşünü esas alarak hazırlanan bu istidlâl çürük bir temele dayanır.288

Altıncı Delil: Allah Teâlâ “Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin”289 ve “Onlara ‘Rükû edin (namaz kılın)’ dendiği zaman, rükû etmezler. O gün vay yalanlayanların haline”290 diye buyurmuştur. Âyette Allah bu kimseleri ancak “rükû et” emrini çiğnemeleri sebebiyle zemmetmiştir, bundan ötürü emrin vücûba hamledilmesi gerekir.291

Bâkıllânî bu delile iki şekilde cevap vermektedir:

Birinci Cevap: Bu yaklaşım, zâhirin esas alınmasından uzaktır, zira emir, hem emir hem de emrin dışındaki kelâm türlerine muhtemel olan “yap” sîgasına bağlı olarak vücûba yorulmuştur.292 “Yap” sözünün emir olduğu kabul edilseydi bile, sîga yine de vâcip ve nedbe muhtemel olurdu ve rükû etmeyenlerin sadece “Rükû edin” âyetinden dolayı kınanması gerekmezdi, nitekim kınama yalnız söz konusu emrin vücûb ifade ettiğini gösteren bir delil sebebiyle gerekli hale gelir. Dolayısıyla muhaliflerin söyledikleri bâtıl olmaktadır.293

İkinci Cevap: “Onlara ‘Rükû edin (namaz kılın)’ dendiği zaman, rükû etmezler”294 âyetinin peşinden gelen “O gün vay yalanlayanların haline”295 âyeti, bu kimselerin, dinen meşruiyetini sorgulayarak ve Resûlullah’ı yalanlar bir biçimde rükûu terk ettiklerine dair bir delil niteliği taşır. Bu tavır Allah’ın ve peygamberliğin inkâr edilmesi anlamına gelir. 286 Haşr 59/ 7. 287 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 62. 288 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 62. 289 Bakara 2/ 43. 290 Mürselât 77/ 48-49. 291 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 62. 292 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 62. 293 Bâkıllânî, et-Takrîb, c. II, s. 62-63. 294 Mürselât 77/ 48. 295 Mürselât 77/ 49.

58

Müellif bu açıklamaların ardından muarızına “Mevcûd durumun bütün emirler hakkında geçerli olduğunu da nereden çıkardınız?” şeklinde bir sual yöneltir.296

Daha sonra o, vücûb müdafilerinin yukarıda zikredilen Kitap kaynaklı delillerden başka, “Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy”297, “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et”298, “Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: ‘Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükafat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır’”299 ve “Hayır, Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar”300 âyetleriyle de istidlâlde bulunduklarını daha önceki âyetler ile ilgili yaptığı değerlendirmelerin bu âyetler hakkında da geçerliliğini koruduğunu ve bu deliller ile alakalı olarak tefekkür edilmesi gerektiğini belirtmektedir.301

Bunun yanı sıra müellif, diğer âyetler ile ilgili müstakil bir izahta bulunmazken, sonuncuya gelince farklı bir tavır sergilemekte, bir başka ifadeyle, son âyet hakkında şöyle bir tahlilde bulunmaktadır: Bu âyet, Hz. Peygamber’in hakemliğine müracaatı emrederken Resûlullah’ın hükmü hakkında şüphe duyulması hususunda tehdit mesajı vermektedir. Hz. Peygamber’in hükmüne teslimiyet göstermenin vâcip, sadâkatinden şüphelenmenin ise haram olduğu hakkında üst bildirim bulunmaktadır. Dolayısıyla bu âyete bağlanmak bâtıldır.302