• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: İLMİ TARTIŞMA YÖNTEMİ OLARAK CEDEL

1.3. Cedelin Benzer İlimlerle Münasebeti

1.3.4. Usul-i Fıkıh ile Cedel Münasebeti

Bu noktada göz önünde bulundurulması gereken bir nokta da, cedelin fıkıh usulü ile olan ilişkisidir. Özellikle fıkha ve usulüne uyarlanan müstakil cedel eserlerinin içerikleri, fıkıh usulü kitaplarında yer alan “istidlâlât” ve “i’tirâzât” bahisleriyle uyum göstermektedir. Dolayısıyla kimi müellifler cedeli fıkıh usulünün içinde bir bölüm olarak kabul etmişler, kimi müellifler ise bunların birbirlerinden ayrı birer ilim olduğunu ileri sürerek cedele dair müstakil kitaplar telif etmişlerdir. Bu noktada cedel-fıkıh usulü ilişkisini göstermesi açısından Muhiddin İbnü’l-Cevzî’nin (656/1258) ifadeleri önemlidir. Zira o kendisinden

“nazar”a dair bir muhtasar yazması talebine cevaben kaleme aldığını ifade ettiği el-Îzâh adlı eserinde; fakihin görevinin delillerin hakikatlerine vakıf olmaya çalışmak olduğunu ve bunun da usul-i fıkıh ile mümkün olacağını söylemiş ve usul-i fıkhın iki yönünün olduğunu vurgulamıştır. Bunlardan birincisi delillerin ispatı, ikincisi ise bu delillerle nasıl istidlalde bulunulacağıdır ki bu da cedel ilminin konusudur. Dolayısıyla o, telif ettiği bu eserin, zikrettiği örnekler ve sistematik açıdan bir yönüyle usul-i fıkıh, bir yönüyle cedel ve bir yönüyle de tarîka eseri olduğunu ifade etmiştir.205 Onun bu ifadelerinden anlaşıldığı üzere fıkıh usulünün görevi delilleri ortaya koymak iken cedelin görevi bu ortaya koyulan deliller ile hangi açılardan istidlal edilebileceğini ve bu itirazların nasıl def edilebileceğini öğretmektir. Bundan dolayıdır ki pek çok fıkıh usulü eseri, aynı zamanda bir uygulamalı cedel eseri de kabul edilebilmektedir. Örneğin Şîrâzî’nin cedele dair müstakil eserleri olmakla birlikte, onun fıkıh usulüne dair olan Şerhu’l-Lüma’ adlı eserini tahkik eden Abdülmecid Türkî, bu eserin de cedel yöntemine göre telif edildiğini söylemiştir. Zira bu bakışa göre “nazar” metodunun fıkıh usulüne uygulanmış haline cedel adı verilmektedir.206

Fıkıhla ve usulüyle bu denli iç içe olan ve genellikle bu yönü üzerine eserler yazılan cedel, Amîdî metodunun baskın hale gelmesi neticesinde hicri yedinci asırdan itibaren mahiyeti itibariyle kimi değişimlere uğramış ve daha ziyade fıkıh usulü özelinde ele alınan cedel artık tüm dini ilimlere uygulanabilir bir hüviyete büründürülmüştür. Bununla birlikte yine de örneklendirmelerde fıkıhtan çokça faydalanılmış, bu da genel hüviyetteki cedelin de fıkıh usulüyle bağlantılı bir ilim olarak algılanmasına, hatta Tûfî’de olduğu gibi cedelin özel bir fıkıh usulü olduğu fikrinin ileri sürülmesine sebep olmuştur.207 Bu duruma dikkat çeken Sadruşşerîa da cedel ve hilâf ilimlerinde her ne kadar fıkhın mesailine ulaştıran kaideler yer alsa da bu ilimlerin asıl amacının fıkhi neticeler elde etmek değil, hasmı susturmak ve ilzam etmek olduğunu söylemiştir. Onun bu ifadelerini destekleyen Taftazânî de cedel ve hilâfın aslında doğrudan fıkıh ile ilgisi olmadığını ancak bu ilme ait eserlerde fıkıh meselelerine çokça yer verilip fıkıh meselelerinin bunların nüktelerine bina edilmesi sebebiyle fıkıh ile hilâf ve cedel arasında doğrudan bir ilişki olduğunun

205 İbnü’l-Cevzî, el-Îzâh li-kavânîni’l-ıstılâh, s. 101-103.

206 Şîrâzî, Şerhu’l-Lüma’ (neşredenin mukaddimesi), I, 59.

zannedildiğini söylemiştir. Zira ona göre cedelin fıkha nispeti ile diğer ilimlere nispeti eşit düzeydedir.208

Genel olarak tüm dini ilimlerde kullanılabilecek olan tartışma metoduna dair pek çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerin telifinde genel kabule mazhar olan, Amîdî ekolü olmuştur. Bu eserlerde genel olarak tüm ilimlerde uygulanabilecek tartışma kavaidi bulunmaktadır. Örneğin Amîdî ekolüne göre telif ettiği el-Fusûl adlı eserinde Nesefî, bir görüşü savunan kişinin tutunabileceği deliller arasında şunlara yer verir: Telâzüm, tenâfî, deverân, kıyas,

ta’diyetü’l-’adem, nakz, nakz-ı mechûl, nakz-ı müfred, temessük bi’n-nas.209 Her ne kadar eserde verilen örneklerde fıkıh meseleleri kullanılmış olsa da, bu metotta yalnızca şer’î delillere dayalı istidlallerle sınırlı kalınmamış, telâzüm210 ve tenâfî211 gibi çeşitli aklî istidlallere de yer verilerek genel kapsamlı bir tartışma usulünden bahsedilmiştir.

Bu şekilde fıkhî mesâil içermesine rağmen tüm şer’î ilimlerde geçerli olan tartışma kurallarını ve adabını ele alan cedel ilmi; hilâf, münâzara, nazar gibi benzer terimlerle net bir ayrıma gitmesi daha geç dönemlerde olmuştur. Cedel, özellikle daha sonraki yüzyıllarda fıkıhtan tamamen soyutlanarak ve yapısında bazı değişikliklere tabi tutularak âdâbü’l-bahs ve münâzara gibi adlarla varlığını devam ettirmiş, ancak yine “cedel” adıyla müstakil bir ilim olarak da varlığını sürdürmüştür. Cedelin bu hale evirilmesinde, bilhassa cedelin Müslüman âlimler tarafından Aristo mantığındaki olumsuz manalar çağrıştıran haliyle ele alınması etkili olmuştur, denilebilir. Zira bu yeni gelişen literatürde cedel yerilmiş ve onun hakikati ortaya koyma gayesi taşımayan, yalnızca bir görüşü savunmaya veya çürütmeye yarayan bir ilim olduğu vurgulanmıştır.212 Yine Sokrates ve Platon’un diyalektiği hakikati arama ilmi olarak görmelerinin de cedelin bu dönüşümünde tesiri olduğu söylenebilir.213 Özellikle geç dönem Osmanlı uleması tüm bu terimler üzerinde önemli farklar bulunduğuna dikkat çekmişler ve bunların birbirine benzerlikleri olsa da

208 Taftazânî, Sadettin Mesud, Şerhu’t-Telvîh ale’t-Tavdîh, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ty, I, 35-36.

209 Nesefî, Burhâneddin Muhammed, el-Fusûl fî ilmi’l-cedel, Süleymaniye Kütüphanesi, Amcazâde Hüseyin, nr. 403.

210 Telâzüm, bir hükmün başka bir hükmü gerektirmesi anlamına gelmektedir. Örneğin “Bir şey her ne zaman insan

ise, o canlıdır” ifadesinde o şeyin insan olduğu hükmü aynı zamanda o şeyin canlı da olmasını gerektirmektedir. Adem Güney, “Kemâlüddîn Mes’ûd b. Hüseyin eş-Şirvânî’nin (905/1500) Şerhu Âdâbi’s-Semerkandî Adlı Eserinin Tahkik ve Değerlendirilmesi”, s. 153.

211 Tenâfî; siyah-beyaz ve varlık-yokluk gibi iki zıt şeyin bir zamanda bir şeyde birleşmesi anlamına gelir. Cürcânî,

et-Ta’rîfât, s. 67.

212 Hasanpaşazâde, Alâ Risâleti Gelenbevî, s. 4.

213 Hüseyin Atay, “Kur’an’a Göre Münâzara Metodu”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1969, cilt: 17,

farklı ilimler olduğunu ifade etmişlerdir. Mesela cedelin, nazar ilminin bir alt dalı iken hilâf ilminin dayanağını teşkil eden nitelikte bir ilim olduğu yönündeki beyanlar bu benzerlik ve farklılıklara dikkat çekmektedir.214