• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: EBÛ İSHAK EŞ-ŞÎRÂZÎ VE CEDELE YAKLAŞIMI

2.2. Şîrâzî’nin Cedele Yaklaşımı

2.2.2. Şîrâzî’de Cedelî Sorular ve Cevaplar

2.2.2.4. Delildeki Problem Hakkında Soru

Buraya kadar zikrettiğimiz soruların, ilmi bir tartışmada sırasıyla hasma yöneltilmesi, cedelin usulü açısından önemlidir. Sâil bu soru silsilesini takip ederek ilk olarak hasmının konuyla ilgili (varsa) mezhebini/görüşünü, sonrasında görüşünün delilini ve bu delilin hükme hangi şekilde delalet ettiğini öğrenmektedir. Usuldeki cedelî soruların son aşamasını da delildeki problem hakkındaki eleştirel sorular/itirâzlar oluşturmaktadır. Bu soru türünün cedelin temelini oluşturduğu söylenebilir. Zira buraya kadar zikrettiğimiz soru türlerinin genelinde bilgi edinme amacının ön planda olduğu, bu soru türünde ise hasmın delilinin zayıflığını ortaya koyma, hasmı ilzam etme amacının taşındığı görülmektedir. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, gerek usul gerekse füru eserlerinde yer alan tartışmaların büyük çoğunluğu -hasmın mezhebi, delili ve delilinin veçhi

510 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; İbn Mâce, Zühd, 26.

511 Bâcî, el-Minhâc, s. 40.

512 Buhârî, “Havâlât”, 1, 2; Müslim, “Müsâkât”, 33; Ebû Dâvûd, “Buyû’”, 10; Nesâî,”Buyû’”, 101.

hakkındaki sorular sorulmuş ve cevaplanmış kabul edilerek- delildeki sorunlar etrafında şekillenmektedir.

Delildeki problemi ortaya koymaya yönelik olan bu itirazlar, itirazın delildeki hangi probleme yönelik olduğuna göre farklı şekillerde isimlendirilmektedir. Delildeki problem hakkındaki sorulara dair pek çok taksimat bulunmaktadır. Şîrâzî bu soruları mutâlebe, itirâz ve muâraza şeklinde üç kısımda ele almıştır. Ancak usulcülerin bu konudaki tutumları farklılık göstermektedir. Bunun temelinde, zikredilen itirâzların yalnızca kıyas bağlamında ele alınmasının ve benzer itirâzların aynı başlık altında toplanabilmesine yönelik çabanın yattığı söylenebilir. Örneğin yabancı veya mücmel lafızların açıklanmasını istemeyi ifade eden istifsâr itirâzı, bazı usulcüler tarafından müstakil bir itirâz olarak ele alınabildiği gibi itirâzları men’ ve muâraza ile sınırlayan ve tüm itirâzları bu kapsamda değerlendiren kimi usulcüler tarafından men’ itirâzı kapsamına alınarak da zikredilebilmiştir. Zira istifsârda bulunan muteriz, müstedilin kullanmış olduğu lafzın müfîd ve münâzarada kullanılabilecek bir lafız olduğunu men’ etmektedir. Tûfî de bu anlayıştan hareketle, kıyasa dair itirâzları ele alırken, tüm itirâzların men’ veya muâraza kapsamında iki başlık altında değerlendirilebileceğini söyleyenlerin olduğunu aktarır ki kendisi de itirâzları açıklarken bu görüşe göre hareket etmektedir.514

Usulcülerin geneli itirâzları kıyas özelinde ele almışlardır. Şîrâzî’nin ise yapmış olduğu bu üçlü taksimi naslar, icmâ, sahabe kavli, kıyas, istishâb gibi diğer istidlal yöntemlerini kapsayacak şekilde kullandığı görülmektedir. Zikredilen delilin zayıflığını göstererek ilgili delilin düşürülmesinin amaçlandığı bu soru türleri515 birer çatı kavram olup, sorunun/itirâzın yöneltildiği mahalle göre farklı isimlerle anılabilmektedir.

Zerkeşî de Şîrâzî gibi itirâzların asıl itibariyle mutâlebe, kadh (itirâz) ve muâraza şeklinde üçe ayrıldığını zikreder. Bu kısımların isimlendirilmesinde, yöneltilen itirâzın müstedilin deliline hangi açıdan yöneltildiği etkin rol oynamaktadır. Şayet muteriz, müstedilin delilini çürütmek yerine ona başka bir delil sunup bu delili müstedile kabul ettirmeye çalışırsa bunun adı muâraza olmaktadır. Yeni bir delil sunmak yerine müstedilin delilinin ele alınıp, örneğin bu delilin doğruluğunun ortaya konulması istenerek hasma yöneltilmesi durumunda buna mutâlebe denilmektedir. Şayet müstedilin delili hasma

514 Tûfî, Alemü’l-cezel, s. 55.

cevap olarak yöneltilirken bu delildeki bir probleme dikkat çekiliyorsa, buna da

kadh/itirâz adı verilmektedir.516

Mutâlebe, itirâz ve muâraza arasındaki sıralama da tartışmada önem arz etmektedir. Delildeki problem hakkında soru sormadan önce, mezhep hakkında, delil hakkında ve delilin veçhi hakkındaki soruların sorulması elzem olup sorular arası takdim tehir kabul edilmemektedir. Aynı durum delildeki probleme dair sorularda da geçerlidir. Hasmın deliline bu sorular yöneltileceği zaman ilk olarak mutâlebe ile başlanmalı, sonrasında itirâzlar yöneltilmeli ve son olarak da muârazaya başvurulmalıdır. Tüm bu sorular arası sıralamalar, tartışmada kişinin ilk başta reddettiği şeyi daha sonradan kabul etmek zorunda kalmaması; sözünden rücu etmemesi içindir. Bu üç soru/itirâz türü arasındaki tertibin gerekliliğine, bunlar hakkında gerekli açıklamalar yaptıktan sonra tekrardan değinilecektir.

Biz burada mutâlebe, itirâz ve muâraza hakkında genel bilgiler vermekle yetinip, bunların delillere hangi şekillerde tevcih edilebileceğine ilerleyen kısımlarda ayrıntılı olarak yer vereceğiz.

2.2.2.4.1. Mutâlebe

Usûlî cedelde men’ ve mümânea diye de isimlendirilebilen mutâlebe terimi, hasmı delilini açıklaması hususunda yükümlü tutmak anlamına gelmektedir. Bu açıklama talebi de hasma iki farklı şekilde yöneltilebilir. Bunların ilkinde sâil, hasmının delilinin doğrudan delil olduğunu açıklamasını/ispat etmesini istemektedir. Sâil ikinci mutâlebe türünde ise hasmının delilini delil olarak kabul etmekte, ancak bu delilin iddiaya delalet ediş yönünün açıklanmasını istemektedir.517

Şîrâzî mutâlebeye dair müstakil bir tarif yapmamış, mutâlebeye; rivâyetlerin, isnatlarının, icmânın ve illetlerin doğrulanmasını ve ispatlanmasını isteme gibi örnekler zikretmekle yetinmiştir. Mutâlebede müstedilin kullanmış olduğu delilin ya da illetin var olmadığı iddiası, var ise de doğruluğu noktasındaki problemler hasma yöneltilmektedir.

516 Zerkeşî, el-Bahru’l-muhît, V, 260.

Dolayısıyla mücîbin mutâlebe karşısındaki görevi, talep edilen şeye bağlı olarak delilin ya da illetin varlığını veya sıhhatini ispatlamaktır.518

Mutâlebe, daha sonradan önceki bölümde ele aldığımız ve âdabü’l-bahs ve’l-münâzara ilminde terimleşmiş olan men’ ile benzerlik göstermektedir. Burada muteriz müstedilin delilinin ispatını veya doğruluğunun ispatlanmasını isterken, bir nevi müstedile, “senin delilinin delil olduğunu kabul etmiyorum” veya “senin delilinin sıhhatini kabul etmiyorum” demiş gibi olmaktadır. Ayrıca men’in “delil telep etme (mutâlebe bi’d-delîl)” anlamına geldiği de göz önünde bulundurulursa, iki terim arasındaki bu ilişki daha açık hale gelecektir. Zira söz gelimi bir meselenin hükmü üzerinde sahabe icmâsının varlığından bahsedildiğinde, icmâ edildiği söylenen hükmün yalnızca belli sahâbîlerin görüşü olduğu ve buna icmâ denilebilmesi için bu görüşün tüm sahâbe arasında yayılmış ve kabul görmüş olması gerektiği söylenebilir ve bu görüşün yaygınlık kazanmış olduğunun ispat edilmesi talep edilebilir. Buna el-mutâlebe bi-tashîhi zuhûri’l-icmâ adı verilir.519 Burada muteriz icmânın zâhir/yaygın olduğu hususunda delil talep etmekte, diğer bir ifadeyle icmânın zâhir olduğunu men’ etmektedir. Buradan hareketle men’ ile mutâlebe arasındaki ilişkiye dair şunu söylemek yanlış olmayacaktır: Men’ ve mutâlebe birbirinin aynı değildir ancak birbirini gerektiren şeylerdir. Nitekim mezkûr örnekte de görüldüğü üzere muteriz ilk olarak ilgili meselenin hükmü üzerinde varlığı iddia edilen icmânın zuhûrunu men’ etmekte, sonrasında da bu men’ine mutâlebe ile devam ederek söz konusu hüküm üzerindeki icmânın zuhûruna dair delil istemektedir. Dolayısıyla mutâlebeden söz edilebilmesi için öncesinde açıkça ifade edilmese de bir men’in bulunduğu tasavvur edilmelidir. Zira bir şeyin delilinin istenmesi, delili talep eden kişi açısından o şeyin müsellem olmadığını gösterir. Buradan hareketle biz, fıkıh usulündeki delillerle istidlale yönelik itirazları ele alacağımız kısımda, men’, red veya mümânea lafzıyla ifade edilen itirazları da mutâlebe kapsamında ele alacağız.

Şîrâzî’nin mutâlebe kapsamında değerlendirdiği itirâzlar göz önünde bulundurulduğunda, bu itirâzların delili iptal etmeye yönelik olmaktan ziyade hasımdan zikredilen delilin delilliğini net olarak ortaya koymasını istemeye yönelik olduğu söylenebilir. Sâilin yönelttiği mutâlebe sonrasında müstedil, delilinin varlığını veya sıhhatini açıklamakla

518 Şîrâzî, el-Mülahhas, I, 137.

yükümlü olur. Zira burada doğrudan müstedilin delilini düşürmeye yönelik bir çaba bulunmamakta, hasmın delilini çürütecek bir delili ileri sürülmemekte veya bu delilin ifade ettiği hükümden başka bir hüküm ifade eden bir delille karşılık verilmemektedir. Bundan dolayıdır ki delildeki problem hakkında hasma yöneltilecek ilk soru/itirâz mutâlebedir. Çünkü mutâlebe sayesinde hasmın delilinin ilkesel olarak kabul edilebilirliği gündeme alınmaktadır. Mutâlebe sonrasında şayet müstedil ispat getiremezse, ifhâm meydana gelir ki bu durumda söz konusu delil delillikten düşer. Ancak müstedil bu delilin sıhhatini ispatlayabilirse, muteriz, ilkesel olarak delillik vasfını kazanan bu delili iptal edecek tarzda “itirâz”ları yöneltmeye başlayabilir.520 “İcmânın zuhurunu mutâlebe”yi örnek olarak verecek olursak; müstedil bir grup sahâbînin muhalifi bilinmeyen kavlini delil olarak ileri sürse ve bunun icmâ olduğunu söylese, muteriz, müstedile mutâlebe yönelterek “Bu yalnızca bazı sahâbîlerin kavlidir ve onların bu kavli yaygınlık

kazanmadığı ve zâhir olmadığı sürece delil olamaz. Dolayısıyla sahabenin pek çok bölgeye dağıldığı da göz önüne alındığında icmâ iddiası sahih olmaz” diyerek

müstedilden bu sahâbî kavlinin herkes tarafından duyulan zâhir bir kavil olduğunu ispatlamasını isteyebilir.521 Şayet müstedil çeşitli yöntemlere başvurarak bunu ispatlayabilirse522 bu durumda delilinin sükûtî icmâ olduğu ilkesel olarak kabul edilir.523 Ancak söz konusu delilin geçerli bir “delil” vasfını kazandığı kabul edildikten sonra, mesela icmânın söz konusu olduğu iddia edilen konuda muhalif bir görüşün zikredilmesi gibi, bu delili ıskat edecek şekilde itirâzlarda bulunularak tartışmaya devam edilebilir. Mutâlebe ile hasımdan delilin varlığının veya sıhhatinin ispatlanması istendiği dikkate alınarak, mutâlebenin Kitab ve mütevâtir sünnete yöneltilemeyeceği söylenebilir.

520 Şîrâzî, el-Mülahhas, I, 139.

521 Şîrâzî örnek olarak Şâfiîlerin Harem bölgesinde işlenen cinayetlerde ağırlaştırılmış diyet uygulanması hususunda

Hz. Ömer, Osman ve İbn Abbas’ın (r.anhüm) bu yöndeki muhalifi bilinmeyen görüşü ile istidlal etmelerini zikreder. Bu istidlale karşılık Hanefîlerin mutâlebede bulunması durumunda Şâfiîlerin şu şekilde açıklama yaparak söz konusu icmânın zâhir olduğunu ortaya koyabileceklerini ifade eder: “Öldürme ve buna verilen cezanın haberi yaygınlık

kazanacak ve uzak beldelere aktarılacak bir olaydır. Özellikle Hz. Osman’ın tavaf kalabalığında öldürülen kadın için ağırlaştırılmış diyet ile hükmettiği rivâyet edilir ki tavafa çok çeşitli yerlerden insanlar gelmekte ve burada olanları aktarmaktadır. Buna rağmen kimseden bunun hilafına bir görüş nakledilmemiştir. Bu da herkesin aynı görüşte olduğuna delalet eder” (Şîrâzî, el-Mülahhas, II, 486-488).

522 Bu durumdaki bir sahâbî kavlinin zâhir ve yaygın olduğu şu yollarla ortaya konulabilir: a) Hükmün halifeler ve

imamlar gibi, verdikleri hükümlerin yaygınlık kazandığı kimselerden sadır olması, b) Hüküm verilen konunun, yaygın ve herkesçe bilinen konulardan olması, c) Hükmün büyük bir topluluk önünde verilmiş olması (Bâcî, el-Minhâc, s. 139).

523 Müstedil muhalifi bilinmeyen bu sahâbî kavlinin yaygınlık kazandığını ispat eder de bunun herkesçe kabul edilmiş

olduğunu ispatlayamazsa bu durumda inkıtâ meydana gelir. Bu kavlin yaygınlık kazandığına delil getirememesi durumunda ise bu inkıtâ durumu daha belirgin olmaktadır. (Cüveynî, el-Kâfiye, s. 126).

Nitekim müstedilin bunlarla istidlâl etmesi durumunda muteriz bu iki delilin katiyet ifade etmesi sebebiyle bunların varlığına veya sıhhatine delil isteyemez. Ancak bu delillerin hükme delaletlerinin zannî olması durumunda muteriz ilgili delillerin duruma göre tahsis, takyîd veya nesih ihtimallerini ileri sürerek hasmına itirazda bulunabilir ya da müstedilin deliline denk bir delille muârazada bulunabilir ki bunlar da mutâlebe kapsamında değerlendirilmez. Dolayısıyla mutâlebenin edille-i şeriyye içindeki geçerlilik alanının haber-i vâhidler, icmâ ve kıyas olduğunu söyleyebiliriz.

2.2.2.4.2. İtiraz

Geniş anlamda hasmın maksadına ulaşmasını engellemek için hasma yöneltilen her türlü soruya itirâz denilmektedir.524 Dar anlamıyla itirâz ise, delili ortadan kaldıracak şekilde doğrudan delilin kendisine yöneltilen bir soru türüdür. Hadislerin senedlerine yöneltilen eleştiriler, icmâ edilen konuda muhalif bir görüş zikrederek icmâya yöneltilen eleştiriler, illetlerde nakz ve kesr eleştirileri gibi pek çok kısmı bulunan bu dar anlamdaki itirâzlar, delilin delil olma vasfını ortadan kaldırmaya yaramaktadır. Mücîb, kendisine bu itirâzlarda doğrudan delilin delil olma vasfını kaldıracak eleştiriler yöneltildiği için, söz konusu eleştirileri giderecek ve boşa çıkaracak şekilde cevaplar vermelidir.525

Şîrâzî’nin itirâz lafzını hem geniş hem de dar anlamıyla kullandığı görülür. Delildeki problem hakkındaki üç sorudan biri olarak zikrettiğinde itirâzın dar anlamını esas almaktadır. İstidlallere yöneltilebilecek eleştirilerin hemen hemen hepsini itirâz olarak isimlendirmesi durumunda ise geniş ve dar anlamdaki kullanım birbirine girmektedir. Mesela o mutâlebe için el-i’tiraz bi’l-mutâlebe derken geniş anlamda kullanımı, el-i’tirâz

bi’n-nakz derken de dar anlamda kullanımı esas almaktadır, ancak bunu sarih olarak ifade

etmediği için mutâlebe ve nakzın aynı kapsamda değerlendirildiği izlenimi oluşabilmektedir. Dolayısıyla “itirâz” lafzının bu kapsam farklılığı gözden kaçırılmamalıdır.

İtirazın pek çok türü bulunmaktadır. Buna örnek olarak, kıyas işleminde illetin geçersizliğini ortaya koymak için muallile yöneltilen nakz itirâzı zikredilebilir. İllet olduğu iddia edilen vasfın bulunmasına karşın hükmün o meselede bulunmaması

524 Cüveynî, el-Kâfiye, s. 67.

anlamına gelen nakz, doğrudan hasmın delilini geçersiz kılmaya yönelik bir itirâzdır. Örneğin muallil, hadesin kasten ya da unutarak meydana gelmesi durumunda ibadetin bozulacağına kıyasla, “kasten yapıldığında ibadeti bozan şeylerin unutarak yapıldığında da bozacağı” illetinden hareketle namazda unutarak konuşma durumunda ibadetin bozulacağını iddia edebilir. Bu durumda sâil, oruçlu kişinin unutarak yemesi durumunda ibadetin bozulmamasını ileri sürüp, bu meselede illet bulunmasına rağmen hükmün bulunmadığını söyleyerek illetin geçersiz olduğunu iddia edebilir. Bu durumda müstedil bu itirâzı, oruçla ilgili hükmün istihsânen verilen bir hüküm olduğunu söyleyerek def edebilir. 526

Mutâlebeden sonra takip edilecek sual, dar anlamdaki itirâzdır. Sâil, hasmının deliline yönelttiği mutâlebeye açıklama getirilmesi durumunda, bu delili iptal etme yolunu tutar ki ilerleyen kısımlarda örnekleriyle ele alacağımız üzere her bir delilin pek çok iptal yöntemi bulunmaktadır. İtirazın mutâlebeden farkı, yöneltildiği delille olan ilişkisidir. İtirazda doğrudan delili kullanışsız hale getirme, delillikten düşürme amacı taşınırken mutâlebede delilin iptali değil delilin kullanılabilirliğinin açıklanması amaçlanmaktadır. İtirazlara kavâdıh adının verilmesi de itirâzın amacını ifade etmesi açıdan önemlidir.527

Burada muteriz müstedilin delilinin ilkesel olarak delil olduğunu kabul etmektedir. Ancak delilde bir bozukluk, problem olduğunu iddia etmektedir. Örneğin müstedilin davasına delil olarak ileri sürdüğü kıyas, edille-i şeriyyeden bir delil olarak muteriz tarafından da kabul edilmiş olabilir. Fakat o, mesela bu delil bir kıyas ise illetteki bir probleme dikkat çekebilir; bu illetin nakz olduğunu söyleyerek ilgili kıyasın hatalı olduğunu söyleyebilir. Dar anlamıyla itiraza dair bu bilgilerden yola çıkıldığında, “itiraz” ile münâzaradaki “nakz”ın benzerliği dikkat çekmektedir. Zira hem münâzara ilminde hükmün tehallüfü veya delilin fesadı gerektirmesi sebebiyle delilin çürütülmesini ifade eden528 nakz hem de usûlî cedelde delili ortadan kaldıracak şekilde delildeki problemlerin hasma yöneltilmesini ifade eden “itiraz”, aynı amaç için kullanılmaktadır. Usûlî cedelde nakz adı verilen itiraz ise münâzara ilmindeki nakzın yalnızca hükmün tehallüf etmesi ile ilgili kısmını ifade eden ve dar anlamlı itirâzların bir türünü oluşturan bir yapıdadır.

526 Şîrâzî, el-Me’ûne, 245. Ayrıca nakz itirâzı hakkında bkz. Ahmet Numan Ünver, “İllete Yönelik Nakz İtirazı ve

Nakza Karşı Cevaplar”, SAÜİF Dergisi, cilt: XIX, sayı: 36, 2017, s. 1-15.

527 Zerkeşî, el-Bahru’l-muhît, V, 260.

Dolayısıyla münâzaradaki nakz teriminin cedeldeki benzerinin nakz değil itirâz terimi olarak görülmesi daha uygun olacaktır.

Müstedil şayet delilini bu gibi itirâzlar karşısında da savunabilir ve delilinin sıhhatini ortaya koyabilirse, muteriz bu durumda en son başvurulacak soru/itirâz türü olan muârazaya yönelir.

2.2.2.4.3. Muâraza

Bir önceki bölümde yer verdiğimiz âdâbü’l-bahs ve’l-münâzara ilminde yer alan muâraza ile hemen hemen aynı içeriğe sahip olan bu soru türünde sâil, müstedilin deliline, onun delili ile aynı kuvvette ya da ondan daha kuvvetli bir delille karşılık vermekte ve müstedilin iddiasının aksine bir iddiada bulunmaktadır. Bu soru türünde sâil yeni bir delil ile kendi görüşünün doğruluğunu ispatlamayı amaçladığından, cedelde müstedil ile yer değiştirmiş sayılır. Dolayısıyla müstedil sâil konumuna geçmekte ve sâilin sunmuş olduğu delile mutâlebe veya itirâz yöneltebilmekte ya da kendi delilini diğer delile bir gerekçe ileri sürerek tercih edebilmektedir.529

Şîrâzî muârazayı genel olarak nutuk ile ve illet ile muâraza olmak üzere iki şekilde ele almıştır. Nutuk ile muârazada muteriz, hasmın iddiasını ispatlarken kullandığı delile Kitap, sünnet veya icmâdan aksi bir delil getirmektedir. Örneğin müstedil hayvanların leşinin tüylerinin haram olduğu iddiasını “Leş size haram kılındı”530 ayetiyle delillendirse, muteriz bu istidlale “Onların yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından

bir süreye kadar yararlanacağınız ev eşyası ve geçimlikler meydana getirdi”531 ayetiyle muârazada bulunabilir.532 Bu durumda müstedil, muterizin yönelttiği delile bakarak bu delile uygun bir itirazla mukabelede bulunur.

İlletle muârazada ise hasmın kullandığı delile kıyas ile karşılık verilmekte ve bu kıyasın, hasmın istidlal ettiği delilin aksine bir sonuç verdiği ifade edilmektedir. Mesela “Ameller

niyetlere göredir”533 hadisinin umumu ile istidlal edilerek abdestte de niyetin gerekli olduğunun söylenmesi durumunda, abdest necasetin temizlenmesine kıyas edilerek

529 Şîrâzî, el-Mülahhas, I, 138.

530 Mâide, 5/3.

531 Nahl, 16/80.

532 Şîrâzî, el-Me’ûne, 153-154.

muârazada bulunulabilir ve her ikisinin de sıvı ile yapılan bir temizlik işlemi olduğu, dolayısıyla niyete ihtiyaç duyulmayacağı söylenebilir. Görüldüğü üzere burada muteriz, hasmının benimsediği görüşü delillendirmek için zikrettiği delile, bunun aksi yönünde bir hüküm bildiren başka bir delille karşılık vermektedir. Bu durumda müstedil bu kıyasa çeşitli yollarla itirâz ederek kendi istidlalinin sıhhatini ortaya koymaya çalışmalıdır.534 Aynı şekilde muâraza kıyasla istidlal eden müstedile karşı da yöneltilebilmektedir. Ancak ileride örnekleri ile açıklama yapacağımız için burada muârazanın ne olduğuna dair bu kadarlık bilgi ile iktifa ediyoruz.

Muterizin muârazaya başvurması, muterizin zımnen hasmının delilinin sahih bir delil olduğunu kabul ettiğini gösterir. Ancak her ne kadar hasmının delili sahih olsa da, muterizin elinde kendi görüşünü destekleyen farklı bir delil de bulunmaktadır. Böyle bir durumda muteriz, müstedilin deliline denk kuvvette bir delil ile karşılık verdiğinde, şayet muterizin delili de müstedil tarafından sahih kabul ediliyorsa, bu iki delil tearuz etmiş sayılır. Bu durumda deliller arası tearuzda izlenmesi gereken yollar gündeme gelmektedir. Özellikle tercih meselesi bu noktada önem arz etmektedir. Bundan dolayıdır ki usûlî cedel eserlerindeki genel tavrı takip eden Şîrâzî de delillerin tearuz etmesi durumunda her bir delilin hangi sebeplerle nasıl tercih edilebileceği üzerinde durmuş,535 böylece tartışmanın ne şekilde sonuçlandırılacağını göstermiştir.

Buraya kadar zikrettiğimiz itirâz türleri arasındaki sıralama, cedelin sıhhatli bir şekilde ilerleyebilmesi ve tarafların inkıtâa uğramaması açısından büyük önem arz eder. Mezhep hakkındaki sorudan başlanarak muârazaya kadar uzanan bu soru ve itirâz türlerinin her birinin bir öncekini tamamlar ve tartışmayı bir ileri mertebeye taşır nitelikte olduğu görülür. Dolayısıyla bu soru ve itirâzlar arasında takdim tehir yapmak, bir nevi temelsiz inşaat gibi olacak ya da kişiyi önce kabul ettiği şeyi sonradan reddeder pozisyona sürükleyecektir. Nitekim hasmın mezhebinin bilinmeden delilinin sorulması, delili bilinmeden delilinin veçhinin sorulması ya da delilinin eleştirilmesi yanlış olacaktır. Delile itirâz yöneltilirken mutâlebe-itirâz-muâraza sıralamasına riayet edilmediğinde de benzer sorunlar olacaktır. Zira mutâlebede hasmın delilinin delil oluşu kabul edilmemekte, bunun açıklanması ve ispat edilmesi istenmektedir. Teknik anlamdaki

534 Şîrâzî, el-Mülahhas, I, 418-419.

itirâzda ise hasmın delilinin ilkesel olarak delil olduğu kabul edilmekte, ancak bu delilin geçersizliğini gerektirecek problemlere işaret edilmektedir. Muârazada ise hasmın delilinin selameti kabul edilmekte, ancak bu salim delile denk veya daha kuvvetli başka bir delil ile karşılık verilmektedir. Bundan dolayı muteriz bu üç itirâz türünün sıralamasını bozduğunda, önce kabul ettiği bir şeyi sonradan reddetmek zorunda kalacaktır.