• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: İLMİ TARTIŞMA YÖNTEMİ OLARAK CEDEL

1.2. Cedelin Tarihi

1.2.2. İslam Dünyasında Cedel

Aristo mantığı, ortaya koymuş olduğu sistemli yapı sayesinde gerek kendi döneminde gerekse sonraki dönemlerde büyük bir otorite haline gelmiştir. Onun mantığı, İslam dünyasında da büyük bir ilgi görmüş; eserleri tercüme edilmiş, üzerine şerhler yazılmış ve bir şekilde İslami ilimlere tatbik edilmiştir.100

İslam dünyasında Aristo mantığının ve cedelin bu denli ilgi görmesinin çeşitli sebepleri vardır. Bunlar arasında Arap asabiyeti, hilâfet tartışmaları ve iktidar mücadelesi, çok sayıda farklı grupların İslam’a girmesi, Müslümanların eski dinlere mensup pek çok kişiyle bir arada bulunması, İslam düşmanlarının Müslümanlar arasında fesat çıkarma çabaları, Emevî ve Abbâsî dönemlerindeki felsefî metinleri tercüme hareketleri, Allah’ın sıfatları gibi şer’î bilgi olmaksızın insan aklının erişemeyeceği pek çok konunun tartışmaya açılması, Kur’ân-ı Kerîm’dek müteşabih ayetler, Kitap ve Sünnetten hüküm

98 Hamdi Ragıp Atademir, Aristo’nun Mantık ve İlim Anlayışı, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1974, s. 73, 75.

99 Aristoteles, Organon V Topikler, s. 5-6.

çıkarılırken meydana gelen ayrılıklar ve mezheplerle-şahıslarla ilgili doğru ya da yanlış hikâyeler zikredilebilir.101

Müslümanların Antik Yunan mantığından ilmi düzeyde etkilenmesinin kendini göstermeye başlaması ise bilhassa tercüme hareketleriyle birlikte başlamıştır. Müslüman toplumları henüz hicri birinci asırda Yunan felsefesi ile tanışmaya başlamışlardı. Müslümanların Yunan felsefesiyle ilk karşılaşmaları, Şam’da Hıristiyan din adamlarıyla tartışmaları esnasında olmuştur. Zira bu dönemde kiliselerde Yunan felsefesi okunmaktaydı. Ayrıca Halid b. Yezid’in (85/704) İskenderiye’de yaşayan kimi Yunanlı filozoflara Organon’u Arapça’ya tercüme etmelerini emretmesi de İslam toplumunun erken dönemde Yunan felsefesiyle tanıştığını göstermektedir.102 Emevîler döneminde başlayan bu tercüme faaliyetleri Abbasîler döneminde de devam etmiş; özellikle Halife Me’mun’un (218/833) Bağdat’ta kurduğu ve bir tercüme bürosu gibi çalışan Beytü’l-Hikme sayesinde sistemli hale gelmiştir. Bu süreçte bilhassa Aristo’nun eserleri tercüme edilmiş ve bu eserler İslam coğrafyasında gitgide kendini daha fazla göstermeye başlamıştır.103

Bununla birlikte bir konuda tartışmanın yapılmasının cedele bağlı olduğu söylenemez. Zenon’un sistematik şekilde diyalektiği ilk uygulayan kişi olarak görülmesindeki sebep, onun doğrudan başkasının fikirlerine odaklanması, başlangıç noktası olarak karşı tarafın öncüllerini alması ve amacının karşı tarafın görüşünü çürütmek olmasıdır.104 Benzer durum İslam dünyası için de geçerlidir. Antik Yunan’dan gelen diyalektik henüz müslümanlar tarafından bilinmezken de pek tabii tartışmalar olmuştur.105 Özellikle itikadî ve fıkhî tartışmalara oldukça erken dönemlerde rastlanması da bunu göstermektedir. Ancak bu yöntemin müslüman âlimler tarafından ele alınmasıyla birlikte tartışmaların daha sistematik bir karaktere bürünmesi söz konusu olmuştur. Nitekim ilerleyen dönemlerde telif edilen hilâf ve cedel eserlerinde tartışmanın sistemli olarak nasıl yapılacağının ele alınmış olması da bunu göstermektedir.

101 Ebû Zehra, Muhammed, Târîhu’l-cedel, Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-Arabî, ty, s. 77-81.

102 Neşşâr, Ali Sâmî, Menâhicü’l-bahs inde müfekkiri’l-İslâmî, Beyrut: Dâru’n-Nehdati’l-İlmiyye, 1984, s. 19-22.

103 Mahmut Kaya, “Beytülhikme”, DİA, VI, 88-89.

104 Robin Smith, “Ancient Greek Philosophical Logic”, s. 12.

105 Cahiliye döneminden başlayarak mezhepler arasındaki ihtilaflara kadarki süreçte yaşanan tartışmalara dair örnekler

Aristo mantığındaki şekliyle cedel, kesin bilgiye ulaştırmayan, tarafların meşhur ve müsellem kabul edilen önermelerden kurduğu bir kıyas işlemini ifade ettiği için bu terim İslam coğrafyasına girdikten sonra kimi İslam âlimlerinin cedel ifadesine ihtiyatlı yaklaştıkları görülür. Bundan dolayıdır ki, cedel yerine daha ziyade münâzara ifadesi kullanılagelmiştir.106 Hatta kimi ulemanın pek çok sakıncadan dolayı cedel ile uğraşılmasını kesin olarak yasakladığı nakledilmekle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in “en

güzel metodla mücadele et”107 emrinden yola çıkılarak inadın ve mükâberenin olmadığı, niyetin doğruyu ortaya çıkarmak olduğu cedelin yasak olmak bir yana faydalı olduğunu savunanlar da olmuştur.108 Bunun yanında, cedelin olumlu bir amaca binaen genelde dini ilimlere özelde fıkhın füru ve usulüne uygulanması sonrasında, yapmış olduğu kötü çağrışımlardan sıyrılmak amacıyla cedel mutlak olarak zikredilmemiş, el-cedel alâ

tarîkati’l-fukahâ/usûliyyîn gibi terkiplerde kullanılmaya başlanmış, yine ilmü’l-hilâf ve’l-cedel gibi kullanımlarla da söz konusu ve’l-cedelin mantıktaki ve’l-cedelden farklı olduğu ifade

edilmeye çalışılmıştır, denilebilir.109

Diyalektiğin “cedel” şeklinde Arapçaya tercüme edilmesiyle birlikte İslam uleması bu terime yer yer farklı mana yüklemeleri yaparak tarifler geliştirmişlerdir. Ancak cedelin herkesçe genel geçer bir tarifi olmamıştır. Literatürde birbirine yakın ve benzer manalar ve içerikler ihtiva etmesi sebebiyle cedel, münâzara, hilâf, âdâbü’l-bahs gibi terimler sıkça birbirinin yerine kullanılmıştır.110 Örneğin Şîrâzî ve Cüveynî, cedel eserlerinde

“cedel yapan kişinin uyması gereken adâb/kurallar” başlığı altında çoğu zaman nazar, nâzır ve münâzara ifadelerini kullanmışlardır.111 Yine cedel kitaplarında genel adet olan, kitap girişinde sık kullanılan kelimelerin tariflerine dair bölümde cedel ve münâzaranın amaçlarına vurgu yapmışlar ve bunları birbirinden farklı değerlendirmişler ancak yine cedelin adabına dair bölümde, yapılan bu faaliyetteki amacın hakkı ortaya çıkarılması olduğunu ifade etmişlerdir.112

106 İbrahim Emiroğlu, “Cedel Nedir?”, s. 23.

107 “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile çağır ve onlarla en güzel metotla mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin

yolundan sapanları da doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” Nahl, 16/125.

108 Kâtib Çelebi, Keşfü’z-zunûn, I, 580.

109 Şükrü Özen, “Hilâf”, DİA, XVII, 528.

110 Şükrü Özen, “Hilâf”, DİA, XVII, 528-529.

111 Şîrâzî, el-Mülahhas, I, 116; Cüveynî, el-Kâfiye, s. 529.

İslamî literatürde de cedelin tanımlarında yer verilen ve cedelin amacına vurgu yapan “hasmın görüşünü geçersiz kılmak”113, “hasmı kendi görüşüne çekmek”114 gibi kayıtlar da göz önüne alındığında, tek amacı kişiyi tartışmadan galip çıkarmak olan cedelin İslami açıdan uygun kabul edilmeyeceği açıktır. Ancak cedele, mantıktaki anlamından daha geniş bir anlam yüklemesi yapılarak Emiroğlu’nun ifadesiyle “gevşek manasıyla” yaklaşılmış; fıkıh ve kelam başta olmak üzere pek çok ilimde cereyan eden tartışmalarda kullanılmıştır.115 Her ne kadar bu şekilde dinî ve şer’î ilimlerde kullanılmaya başlanmış olsa da cedel terimi mantıktaki sanatlardan biri olarak da anlamsal devamlılığını sürdürmüştür. Nitekim kimi müellifler, cedelin mantıktaki beş sanattan biri olan cedelden türeyen ve şer’î delillere uygulanmış halini ifade eden bir ilim olduğunu söyleyerek buna işaret etmişlerdir.116

Hemen hemen her alanda uygulanan cedel yönteminin; konu, gaye ve yöntemi dikkate alındığında İslam dünyasında ilk olarak kelam âlimleri tarafından müstakil bir ilim olarak ele alındığı söylenebilir. Hicri üçüncü asır ile dördüncü asrın ilk çeyreğinde kelamcılar tarafından kaleme alınan cedele/nazara ve bunun adabına dair eserler bunu desteklemektedir.117

Cedelin sistemli bir yöntem olarak usule tatbikinin bilhassa İmam Şâfiî (204/820) ile başladığı söylenebilir. Zira onun, eserlerinde meseleler üzerindeki tartışmaları ele alış şekli, sonradan müstakil bir ilim haline gelen usulî cedeldeki teorik bilgilere benzemektedir. Örneğin İmam Şâfiî bir meseleyi ele alırken ilk olarak kendi iddiasını ileri sürmekte, sonrasında bu iddiaya gelebilecek muhtemel itirazları zikretmekte ve sonrasında bu itirazlara cevaplar vermektedir. Daha sonrasında da tartışma karşılıklı deliller ve bu delillerin münakaşası üzerinde devam etmektedir. Mesela İmam Şâfiî’nin yalnızca Arapların, Arapça hitabın anlaşılmasında kaynak olduğu yönündeki ifadeleri örnek olarak zikredilebilir. O, ilk olarak Arapça ifadelerin doğru bir şekilde

113 İbn Fûrek, el-Hudûd fi’l-usûl, s. 158.

114 İbn Akîl, el-Cedel alâ tarîkati’l-fukahâ, s. 1.

115 Emiroğlu, “Cedel Nedir?”, s. 23.

116 Beydâvî, Mevdûâtü’l-ulûm, s. 97; Taşköprîzâde, Miftâhu’s-se’âde, I, 281; Kâtib Çelebi, Keşfü’z-zunûn, I, 580.

117 Mesela İbnü’r-Râvendî’nin (301/913) cedele dair eseri ve Ka’bî’nin (319/931) bu eserdeki yanlışları düzeltmek

amacıyla yazdığı esere ilaveten Ebü’l-Hasen el-Eş’arî’nin (324/935) Ka’bî’nin bu eserine karşı yazdığı reddiye ve bunlara benzer eserler, kelamcılar nezdinde cedelin oldukça erken bir dönemde kullanılmaya başladığını göstermektedir (Fihrî, Şihâbüddin Ahmed el-Leblî, Fihristü’l-Leblî, nşr. Yasin Yusuf b. Ayyâş ve Avvâd Abdürabbih, Beyrut: Dâru’l-Garbi’l-İslâmiyye, 1988, s. 113; Şükrü Özen, “İlm-i Hilâf yahut Fukahâ Metoduna Göre Cedel Hakkında Klasik Bir Metin: Menşeü’n-Nazar”, Makâlât, 1999, sayı: 2, s. 172).

anlaşılabilmesi için Araplara başvurulması gerektiğini iddia etmiştir. Sonrasında aslında Arap olmasa da Arapça konuşan halkların da bulunduğu ve bunların da kaynak olabileceği yönündeki itirazı zikredip bu itirazı def etmiştir. Zira eğer Arap olmayan bir halk Arapça konuşuyorsa, bu halk mutlaka Arapçayı yine Araplardan öğrenmiş olmalıdır. Sonrasında ise muteriz tarafından davanın delili sorulması durumunda “Biz her

peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın”118 ayetiyle istidlal edilebileceğini söylemiştir. Ardından ilgili ayetle istidlale yöneltilebilecek muhtemel itirazlara ve bu itirazlara cevaplara yer vermiş ve bu şekilde bir cedel örneği sergilemiştir.119 Bunun yanında her ne kadar cedele dair bir eserine rastlanamasa da nazar kapısını açan ve insanlara cedeli öğreten ilk kişi olarak İbn Süreyc’in (306/918) ismi zikredilmiştir.120 Cedele dair eser kaleme alan ilk kişi olarak ise Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin (333/944) adı zikredilebilir. Nitekim kendisinin her ne kadar bir fıkıh usulü eseri olduğu ifade edilse de Kitâbü’l-cedel adlı bir eserinin olduğu aktarılır121 ve muhtemeldir ki bu eserde o, cedel yöntemini Şîrâzî’nin el-Mülahhas’ında olduğu gibi fıkıh usulü konularına uygulamış ve bu sebeple fıkıh usulü eseri olarak nakledilmiştir.122 Bununla birlikte fukahâdan cedele dair ilk eser yazan kişinin el-Kaffâl

eş-Şâşî (365/976) olduğu nakledilmiştir.123

Dolayısıyla her ne kadar henüz cedel adıyla terimleşmese de bir tartışma yöntemi olarak İmam Şâfiî tarafından da uygulanan bu ilmî tartışma yöntemi, ilerleyen dönemlerde terimleşmiş ve bu yöntemi konu edinen müstakil bir ilim haline dönüşmüştür. Bilhassa hicri beşinci asır ve sonrasında fıkıh usulüne tatbik edilmiş haliyle cedele doğru önemli bir yönelim olmuş ve fıkıh bilginleri tarafından fıkıh usulündeki delillerin vecihleri, bu delillerle istidlallere yönelik itirazlar ve bu itirazlara cevaplar, tercih yöntemleri gibi konuların ele alındığı pek çok cedel kitabı telif edilmiştir. Hicrî sekizinci asırdan sonra

118 İbrahim, 14/4.

119 Şâfiî, Muhammed b. İdris, er-Risâle, nşr. Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ty, s. 44-47.

120 Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfiiyye, III, 22.

121 Nesefî, Ebü’l-Mu’în Meymûn, Tabsıratü’l-edille fî usûli’d-dîn, nşr. Hüseyin Atay, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı

Yayınları, 1993, s. 472.

122 Şükrü Özen, “İlm-i Hilâf yahut Fukahâ Metoduna Göre Cedel Hakkında Klasik Bir Metin: Menşeü’n-Nazar”, s.

173.

ise bu tartışma metodunun delillerden soyutlanmış olarak ele alındığı âdâbü’l-bahs ve’l-münâzara literatürü ön plana çıkmıştır.124